Şaşkın şaşkın bakınırken etrafa, ansızın gelen şahıs, şarap dolu bardağa uzanıp sıkıca tutarak gözlerini hafifçe kısıyor. Bardağı kendine doğru çekerken, gözünden bir çift gözyaşı, yanaklardan süzülüp düşüyor şarabın içine. Şarapta değişiklik yok, hala kıpkırmızı. “Ben hiç kırmızı olmadım” diyerek sana bakınıyor. Ama işin ilginç tarafı, esrarengiz insanın gözyaşları, kırmızı damlalar halinde yanaklarından süzülüyor. “Kan ağlamak bu olsa gerek” düşüncesi içerisindesin. Konuşamıyorsun. Dudaklarında kelimeler sıkışmış, tir tir titriyor. Derin bir sessizlik hakim, sessizliğin ardından sıyrılıp gelen biri var. Sen şimdi yalnızca düşünüyorsun.
Masada hayallerin ve sen, bir de masa üzerindekiler; bir kültablası, iki paket sigara biri boş, metal bozuk para kenarda, ortada iki adet bardak, bardağın içinde hiçbir şey yok. “İki boş bardak neyi ifade ediyor” diye sorguluyorsun.
Masada sen varsın ya, şimdi de ben geliyorum yanına. Masadakilere bir göz gezdirip “En gereksiz olanı hangisi?” diye soruyorum. Demir parayı gösteriyorsun. Demir parayı, boş sigara paketinin içine koyup kültablasına atıyorum. Diğer dolu paketten bir sigara alıp, elimdeki çakmakla tütünleri tutuşturuyorum. Sigara dumanını çekerken içime “gözlerin her şeyi anlatıyor, oradaki anlamı anlayabiliyorum” diyorum. Gülümseyerek bakıyorsun. Sonra devam ediyorum konuşmaya. “İnsanlar mavi, insanlar sarı, insanlar pembe. Oysa ben bir prizmayım, sadece ve cam bir üçgen prizma. Bana beyaz bir ışık gelir rengarenk olurum, asla tek renk olarak görünmem” diyorum. “Renkler sana neyi ifade ediyor?” sorusunu yöneltiyorsun. Bekliyorsun ama cevap yok. “Ben bir renk körüyüm dünyaya karşı, renkleri anlamaya çalışıyorum, ifadeyi göremiyorum.” sözlerini ekliyorum.
Yan tarafta bir müzik kutusu. Müzik kutusundan melodi yayılıyor etrafa, hüzünlü aşk masalı. Yanan sigara sönmek üzere, alıp onu kültablasına atıyorsun. Yavaşça sönmeye başlıyor, son dumanlar yukarı yükseliyor, sonra kaybolup gidiyor ama nereye? Geride kalan, şimdi kültablasında dumanından yoksun yalnız bir izmarit.
Bir şeyler düşünüyorsun, belki eskide kalmış ufak tefek hatıraları… Unut onları, denizleri düşün, suların üzerinde yelken açmış umut gemisiyle yolculuğa çık, geminin adına uygun, hedef “umut” olsun. Kötü olan her şeye hoşçakal de. “Hoşçakal.”
Herkes mekanı terk etti, etrafta kimse yok, yalnızca sen ve ben varız. Yaşanması gereken özel anlar var. Özel anları yaşamak! “Nerede?” Belki de senin istediğin, bulutların üzerinde. Hadi gel, bulutların üzerine uzanalım, gökyüzüne çıkalım.
Karşılıklı oturup konuştuğumuz bu masa bana dar, eminim sana da. Bedenlerimiz küçük bir yer teşkil etse de, düşüncelerimiz sığmıyor çevreye… Benim yerim gökyüzü. Ama şimdilik gel, sıradağların arkasına saklanalım, kimse göremesin bizi. Önce bilmem gerekeni söyle. Sen kimsin?
Mekan sessiz, yerler meçhul!
Emre Türker
picture: deviantart
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder