30 Haziran 2009

Ölüm

Herkes başımda toplanmış
Bana bakıyorlar dikkatle
Ağzım oynamıyor ki sesim çıksın
Sanki karabasan bu
Vücudum kıpırdamıyor bile
Neden ağlıyor bu insanlar
İşe bak sen
Herkes birbirine sarılıyor
Sanki bayram geldi
Sahi bugün günlerden ne?
Çekilin başımdan sıkıldım
Işıkları kim söndürdü?
Neler oluyor burada?
Hey!
Çıkarın beni buradan.

Emre Türker

Picture: deviantart

Following (1998)

Türkçe Adı: Takip
Tür: Polisiye / Dram / Gizem / Gerilim
Yönetmen: Christopher Nolan
Süre: 69 dakika
Oyuncular: Jeremy Theobald, Alex Haw, Lucy Russell, John Nolan, Dick Bradsell, Gillian El-Kadi, Jennifer Angel, Nicolas Carlotti, Darren Ormandy, Guy Greenway, Tassos Stevens, Tristan Martin, Rebecca James, Paul Mason, David Bovill
Sokakta rastgele gördüğü insanları gün boyu izlemek, Bill (Jeremy Theobald) için tutku haline gelmişti. Seçtiği kişileri sadece bir kere izliyor, başka gün farklı kişilerle ilgileniyordu. Fakat bu kuralı bozdu ve aynı kişiyi ikinci kez izlemeye başladı.

Kafeteryada izlediği Cobb (Alex Haw), Bill’in yanına gelerek izlenimleriyle ilgili sorular sordu. Çünkü Bill gibi ilginç kişiliği olan Cobb, insanların evlerine gizlice girerek, onların ne düşündüğünü anlamaya çalışan bir hırsızdı. Artık ikisi birlikte hareket edeceklerdi.

Bill, sarışın bir kadınla (Lucy Russell) tanıştı. Bu kadın, diğerlerinden farklıydı. Onun evi soyulmuştu.

Christopher Nolan’ın yönetmenliğini yaptığı Following, düşük bütçeyle çekilmiş siyah-beyaz bir İngiliz filmidir. Karışık parçalar halinde izleyiciye sunulan gizemli bir polisiye. Parçaların yerine oturması için, ikinci kez izlenebilir.

Emre Türker

Picture: moviegoods

28 Haziran 2009

İçimizdeki Ada

Gözlerini açtığında, hiç bilmediği bir adada tek başınaydı. Kumsalın arka tarafı, palmiye ve muz ağaçlarıyla kaplı bir ormandı. Deniz ise suskundu. Suya ayaklarını soktuğu vakit, suskunluk kayboldu. Dalgalar küçük adımlarla yükselmeye ve kumsalı dövmeye başladı. Telaşla çıktı sudan, dalgalar da onun sudan çıkmasıyla birlikte kayboldu. Ne zaman ayaklarını suya soksa, su çalkalanmaya başlıyordu.

Rüya mıydı yaşananlar? Şimdi durup dururken bu ada da neyin nesiydi?

Gözlerini kapattı ve uyudu. Uyandığında, yine aynı noktadaydı. Sürekli beklemek, ona bir şey kazandırmıyordu.

Ormanın içine daldığında, yaprakların arasında parlayan keskin bir balta gördü. Onu alıp, ömrünü tamamlamış ağaçlardan birkaç tanesini kesti. Sarmaşıklara yöneldi. Sarmaşıkları ip olarak kullanacaktı.

Küçük bir mağara gördü. Mağara, kendini hazırlayana kadar kalacağı yer olacaktı. İçini çok fazla düzenlemedi, sadece kalacağı ve olası tehlikelerden korunacağı şekilde girişini kapattı. Çünkü orada fazla kalmaya niyeti yoktu.

Aylarca çalışması sonucunda, kendine dayanıklı bir sal hazırlamıştı. Öyle sıradan bir sal değildi. Dalgalar onu çok fazla etkileyemeyecek, devrilse bile hemen kendini toparlayabilecekti. Ayrıca hazırladığı düzenek sayesinde rahatlıkla balık yakalayabilecek, böylece aç kalmayacaktı. Salın bir özelliği de, yağmur sularını depoluyor olmasıydı.

Heyecanla salını suya indirdi. Dalgalar onunla birlikte hemen harekete geçtiler, fakat onu yıkmakta başarılı olamadılar.

Baltayı geride bırakmıştı. Çünkü balta, adada uyananlar için gerekli bir malzemeydi.

Azgın sularda günlerce ilerledi. Nihayetinde kara görünmüştü. Şehir, tüm karmaşasıyla onu bekliyordu ama o, hazırlıklıydı. Artık hiçbir dalga onu yıkamayacaktı.

Bazen, adada uyanırsınız. Çıkış noktası yoktur. İçerde kalmaya mecbursunuzdur. Bazıları bunu kabullenemez, bazıları ise özümser ve adasını süslemeye başlar. İçerde kalmak istemeyen, hazırlıklara başlar. Her türlü soruna karşı üretkendir. Ucu görünmeyen sular tehlikelidir ama kararlılık, görünmeyen noktaları somuta dönüştürebilir. Körü körüne cesaret, sizi suların derinliklerine çeker. İnsan, aklıyla düşünecek ve çıkış için planladığı yoldan gidecektir.

Hayat, cesaretinizi tokatlayan dalgalarla doludur. Dalgalardan korkan, adasında kalmaya mahkûmdur. Fakat hazırlıklı olan cesaretliler için, dalganın fazla yapabileceği bir şey yoktur. Yeter ki insan istemeyi bilsin.

Emre Türker

Picture: deviantart

License to Wed (2007)

Türkçe Adı: Çık Aramızdan
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Ken Kwapis
Süre: 91 dakika
Oyuncular: Robin Williams, Mandy Moore, John Krasinski, Eric Christian Olsen, Christine Taylor, Josh Flitter, DeRay Davis, Peter Strauss, Grace Zabriskie, Roxanne Hart, Mindy Kaling, Angela Kinsey, Rachael Haris, Brian Baumgartner, Jess Rosenthal
Ben Murphy (John Krasinski) ve Sadie Jones (Mandy Moore), tanışmalarının ardından kısa sürede birbirlerine aşık olurlar.

Sadie, anne ve babasının 30. yıl dönümü kutlamasına, sevgilisi Ben’i de davet eder. Ben, aynı gün aile fertleri içinde Sadie’ye evlenme teklifinde bulunacaktır.

Ben, evlilik için Karayip Adalarını düşünür. Fakat Sadie’nin hayalinde, aile kilisesi olan Saint Augustine Kilisesi’nde evlenmek vardır. Sadie’nin kararı baskın çıkınca, tarih belirlemek üzere kiliseden gün almaya giderler. Fakat kilisenin rahibi Frank (Robin Williams), ilginç biridir. Onlara düğün için gün verir ama düzenlediği evlilik hazırlık kurslarına katılmalarını şart koşar.

Evlilik hazırlık kursunu tamamlamak, Rahip Frank’ın varlığında hiç de kolay olmayacaktır.

Romantik komedinin içinde Robin Williams gibi bir usta oyuncuya yer verilince, izlemek daha keyifli oluyor. Güzel vakit geçirmek için uygun bir seçim olacaktır.

Emre Türker

Picture: impawards

27 Haziran 2009

Sevdiklerinize Sarılmak İçin Beklemeyin

Meyve tabağındaki renkli lezzetleri tadarken, gözlerim duvardaki saatte takılı kaldı. Akşam, vardiyasını geceye yeni devrediyordu.

Bilmem kaç sene önce, yine bu saatlerde çıkardım yola. Sırt çantamda ekmek arası atıştırmalık, birkaç kitap, dergi, kalem ve defterlerim vardı. Sanki okula gider havasındaydım ama gün ağarıncaya kadar işlerimin başında olacak, saatimi doldururken çevremde boş gözlerle ekranlara bakan insanları izleyecektim. Mola saatleri gülümseyerek, çalışma saatleri sessiz bir bekleyiş içinde geçecekti. Sonrasında, beni bekleyenlerin arasına geri dönecektim.

Kaç senemi harcamıştım saatimin akrep ve yelkovanı arasında. İki mükemmel insan vardı hayatımda. Onlar; sabah kahvaltısından önceki kaprislerime yenilmeyen, sıcak çayımı yudumlamam için oturacağım sandalyemi hazırlayan, sıkıldığım zaman terapi için karşılıksız hazırolda bekleyen, karşı çıkacağım öğütleri anlatmaktan bıkıp usanmayan, yanımda olmadıkları zaman yokluklarını hissettirmeyen, boşalan ceplerimi dolduran, kollarımı açtığımda sımsıkı saran, terk etmeyen ama terk ettiğimizde kapılarını hep açık bırakanlardı.

Şimdi uzaktalar…

Aynanın karşısına geçtiğimde, dolap aralarına sıkıştırdıkları eşyaların varlıklarını hissediyorum. Söylenmemesi gereken “öf” lerin acısını duyuyorum içimde. Yatak odasına gitmeden önce, sanki onlar oradaymışçasına adımlarımı küçültüyorum. Bilgisayarımdan çıkan tıkırtılardan sonra, yanıma gelip yatma vaktini hatırlatmalarını bekliyorum.

Yalnızlık güzel şey, daimi olmadıktan sonra…

Sevdiklerimiz yanımızdayken, onlara sarılabiliyorken, öpüp koklayabiliyorken değil de, bir şekilde uzaklaştıklarında anlıyoruz değerini.

Şimdi gözlerimi kapatmak istiyorum. Açtığımda o yıllara geri dönmeliyim. Zaman bu sefer bana tolerans tanısın. Olmaz mı?

Sizi karşılıksız sevenleri, geçici heveslerle değişmeyin. Çünkü zaman, bir kere bile olsa kimseye avans vermiyor. “Ben artık büyüdüm” havalarıyla evden uzaklaştığınızda, çok şeyler kaçırmış olabilirsiniz. Mutlu birliktelik fırsatı yakaladığınızda, öylesine doyasıya yaşayın ki, gözyaşları sadece özlem adına dökülsün, iç çekmek için değil.

Mutlu birliktelikleri hafızanıza kazıyın. Unutmak, dudakların dışa dönük gülümsemesini etkileyen kaslarda tembellik yapabilir.

Sevgili hayat, sıcacık bir ortam istiyorum. Acısı az, tatlısı bol olsun. Bekletme lütfen.

Emre Türker

Picture: deviantart

Ghost World (2001)

Tür: Komedi / Dram / Müzikal
Yönetmen: Terry Zwigoff
Süre: 111 dakika
Oyuncular: Thora Birch, Scarlett Johansson, Steve Buscemi, Brad Renfro, Illeana Douglas, Bob Balaban, Stacey Travis, Charles C. Stevenson Jr., Dave Sheridan, Tom McGowan, Debra Azar, Brian George, Pat Healy, Rini Bell, T.J. Thyne, Lauren Bowles
Enid (Thora Birch) ve Rebecca (Scarlett Johansson), çok iyi arkadaştır. Lise mezuniyetinin ardından iş bulup birlikte ev tutmayı karar verirler. Fakat Enid, derslerindeki başarısızlıktan dolayı yaz okuluna kalmıştır.

Enid, gerçek yaşamla dalga geçmektedir. Rebecca’nın tavırları ona uyumlu olmasına rağmen, biraz daha gerçekçidir. Birlikte vakit geçirmekten keyif alırlar ve başkalarının aralarına girmesinden pek hoşlanmazlar. Özellikle tuhaf davranışlar sergileyen içine kapanık insanları bulup izleyerek, onlarla iletişim kurmaya çalışırlar.

Bir gün, çevresiyle iletişim sorunu yaşayan Seymour (Steve Buscemi) dikkatlerini çeker. Gözlemleri sonucu kendine Seymour’u yakın gören Enid, onunla tanışarak birlikte daha fazla vakit geçirmeye başlayacaktır.

Hayata yeni adım atan genç bir kızın, umursamaz ve içe dönük dünyasını izleyiciye yansıtan film, standart tempoda ilerliyor. O yıllarda eleştirmenlerin övgüyle söz ettiği yapım, yine de herkesin ilgisini çekmeyecektir.

Emre Türker

Picture: impawards

Limit Sizsiniz

Yazar: Mümin Sekman
Alfa Yayınları

Birçok insan, özünde başarılı olduğu halde içindeki cevheri ortaya çıkarmakta biraz çekimser kalmaktadır. Toplum içinde yaşayan bireyler, farklı anlayışla hayatını devam eder. Başarılı olanlar da vardır, başarılı olanı izleyenler de. Kimileri hayalleri uğruna kendini feda eder, kimisi ağır ağır çıkar merdivenlerden, kimisi de yerinden memnun bir şekilde konumunu muhafaza etmeye çalışır.

Mümin Sekman, “hadi yapabilirsiniz” çığlıklarıyla kişileri canlandırmaya çalışan, başarılı hayat öykülerini toplayarak insanlarla paylaşan, hukukçu olduğu halde kariyerini kişisel gelişim yoluna adayan biridir.

Mümin Sekman, kendi kanatlarıyla uçmanın önemini vurgulayan güzel hikâyelerle kitabına başlıyor. Sonra bu hikâyeleri kişisel gelişim yolunda açarak ve kişilik tanımlarına da yer vererek, insanın yapabileceklerini sınıyor.

Kitabın sonlarına doğru çok fazla kullandığı “başarı” kelimesi, sanki biraz rahatsız edici. Ayrıca yazar, her anlamda kendi reklamını yapmaktan geri kalmıyor ki, bunu mücadele anlamında biraz gereklilik sayıyorum.

Kişisel gelişim’in Türkiye’deki öncülerinde olan Mümin Sekman’ın tercih edilmesindeki en büyük etken, konu bakımından halkın kavrayabileceği sade anlatımdan ve kurduğu düzgün cümlelerden kaynaklanmaktadır.

Emre Türker

Valkyrie (2008)

Türkçe Adı: Operasyon Valkyrie
Tür: Dram / Tarih / Gerilim / Savaş
Yönetmen: Bryan Singer
Süre: 121 dakika
Oyuncular: Tom Cruise, Kenneth Branagh, Bill Nighy, Tom Wilkinson, Carice van Houten, Thomas Kretschmann, Terence Stamp, Eddie Izzard, Kevin McNally, Christian Berkel, Jamie Parker, David Bamber, Tom Hollander, David Schofield, Kenneth Cranham, Halina Reijn, Werner Daehn, Harvey Friedman, Matthias Schweighöfer, Chris Larkin, Matthew Burton, Helmut Stauss, Tim Williams, Karl Alexander Seidel, Timo Huber, Justus Kammerer, Annika Becker, Marie Becker, Manfred-Anton Algrang, Matthias Freihof, Gerhard Haase-Hindenberg
Hitler, askeri alanda olduğu kadar sivillere de kan kusturmaktadır. Buna kimse dur diyememektedir. Führer’in barış vaatleri, yerini çöküntüye bırakmıştır.

Tunus’ta, Alman 10. Panzer Tümeninde görev yapan Albay Stauffenberg (Tom Cruise), İngiliz baskınında ağır yaralanır. Hayatta kalmasına rağmen; sağ kolunu bileğine kadar, sol elinden yüzük ve serçe parmağını, ayrıca sol gözünü de kaybeder.

31 Mart 1943’te, Rusya’daki Alman Doğu Cephesini ziyaret eden Führer, suikast girişiminden kurtulmuştur.

Askeri alanda Hitler’e karşı grup, yeni ve ciddi bir harekât planı düşünmektedir. Bu konuda güvenilecek en doğru kişi, kendini psikolojik anlamda çabuk toparlamayı başaran Stauffenberg’dir.

Hitler’in acil durum planı olan Valkyrie, Hitler’in ölümü veya irtibatının kesilmesi durumunda ortaya çıkacak yedek kuvvettir. Albay Stauffenberg, bu kuvveti lehine çevirecek bir plan üzerinde durmaktadır. Eğer başarılı olurlarsa Hitler gidecek, başarısız olurlarsa bunu hayatlarıyla ödeyeceklerdir.

Valkyrie, gerçek hikâyeden alınmış tarihi olaydır. Özgürlük ve adalet uğruna, bir grup subayın onur mücadelesidir. Kesinlikle etkileyici…

Emre Türker

Picture: impawards

26 Haziran 2009

İyimser ve Kötümser

Sabah evden çıkmadan önce, masada iki farklı renkte hap gördü. Hapların önündeki kâğıtta “Seçmelisin” yazılıyordu. Hapların biri kötümser, diğeri iyimserdi.

Hiç düşünmeden birini alıp attı ağzına ve büyük bardak suyla midesine indirdi.

Servise yetişmek için evden koşarak çıktı ama 5 dakikalık gecikme, ona pahalıya mal oldu. 1 saatlik yolu, kendi imkânlarıyla çekmek zorunda kaldı. İşe gittiğinde, sürekli gecikmesinden dolayı ona sitemle baktı çalışma arkadaşları.

Hafta başı akşam olmasını beklemek bir yana, hafta sonunu beklemek yeterince zordu. Zaten aldığı maaş, yaptığı iş için hiç yeterli değildi. Arkadaşlarının gereksiz soğuk esprileri ve sohbetleri, işi katlanamaz hale getiren bir başka etkendi.

Öyle çok sorun vardı ki, işleri yetiştirmek hiç kolay olmuyordu. Yine teknik sorun çıkmıştı, klimalar çalışmıyordu, ortamda herkes bunalıyordu. Kimse onu sevmiyordu, o da kimseyi…

Haplardan hangisini içmişti ki?

10 dakika daha erken çıkmak, acaba 1 saatlik yol telaşından daha mı kolay?

İşe zamanında gitse ve herkese gülümsemiş olsa, aynı tavırlarla mı karşılaşacaktı? Sorunlar her işte olmuyor mu? Çok fazla işyeri değiştirmiş kişilerle konuşun, hangi işyerinde mükemmel ve sevgi dolu insanlar bir araya toplanmış? Sorunlara karşı çözüm nedir?

1 gün 24 saattir. İfadeniz; günü kurtarmak, günü yaşamak, gününü gün etmek, sıradan bir gün veya hayatınızın günü arasında rol oynar. Bu rol, sizi yaşama bağlar ya da yaşamdan uzaklaştırır.

J.Harris’in bir sözüdür: Kötümser yalnız tüneli görür, iyimser tünelin sonundaki ışığı görür, gerçekçi tünelle birlikte ışığı ve de gelecek treni görür.

İyimser ve kötümse ilaçlar, her gün önümüze sunulur. Hangisini yutmuşsak, onunla yola çıkarız. Kader çizgimizi belirler ama seçim insana özgüdür.

Günü yaşayacaksak, neden zehir edelim ki kendimize!

Emre Türker

Picture: deviantart

25 Haziran 2009

Knowing (2009)

Türkçe Adı: Kehanet
Tür: Aksiyon / Dram / Gizem / Bilim-Kurgu / Gerilim
Yönetmen: Alex Proyas
Süre: 121 dakika
Oyuncular: Nicolas Cage, Chandler Canterbury, Rose Byrne, Lara Robinson, D.G. Maloney, Nadia Townsend, Alan Hopgood, Adrienne Pickering, Joshua Long, Danielle Carter, Alethea McGrath, David Lennie, Tamara Donnellan, Travis Waite, Ben Mendelsohn
1959 yılında bir okulun resmi açılışı yapılacaktır. Öğretmen, öğrencilerden gelecekleriyle ilgili resimler çizip, zaman kapsülü adı verilen bir kutuya koymalarını ister. Bu kutu, tam 50 yıl sonra açılacaktır. Bütün çocuklar hayallerini çizerken Lucinda Embry adlı tuhaf kız, kâğıttaki tüm satırları rakamlarla doldurur. O gün Lucinda, garip davranışlar sergileyecektir.

50 yıl sonra astrofizikle ilgilenen Profesör John Koestler'in (Nicolas Cage) oğlu Caleb, kapsülün açılışında yer alacak öğrencilerden biridir. Caleb’e verilen zarf, Lucinda Embry’nin sayılarla ilgili kâğıdına denk gelir. Caleb, kâğıdı gizlice eve götürür. Oğluna mektubu okula geri götürmesi gerektiğini söyleyen John, o gece mektubu incelemeye başlar.

Mektuptaki sayılar, bazı felaketlerin habercisi gibi görünmektedir.

Film yavaş bir tempoda ilerliyor. Fakat kehanet, gerilim ve bilimkurgu severlerin beğeneceği bir tarzda olduğu söylenebilir.

Emre Türker

Picture: impawards

23 Haziran 2009

Sözünü Balla Kestim

İki kişi karşılıklı konuşuyor. Diyalog oldukça hararetli geçiyor. Kanıtlar ortaya atılıyor, deneysel sonuçlar anlatılıyor, ses tonları bir alçalıp bir yükseliyor. Fakat sonuçta bir yere varılamıyor. Tartışmaların negatif bitişindeki etken nedir?

Karşılıklı konuşmalarda tartışmanın tansiyonu yükselince, en sıkı dostluklar bile parçalanabilir. Bunun en temel nedeni, dinlememektir. Dinlemeyi bilmezseniz, ne söylendiğini anlayamazsınız. Konuşmaların arasına girerek, belki son sözlerdeki bağlantıları kaçıracak, yanlış anlayacak ve yanlış anlatacaksınız. Karşı tarafın sözünü tamamlamasını bekleyin. Öyle tartışmalar gördüm ki, bir tarafın sessizliği, diğer tarafın defalarca kendini kanıtlama çabasından üstün gelmiştir. Kelime kalabalığı, doğru cümleleri yanlış ifadelere sürükleyebilir.

Müşteri hizmetlerinde bir dönem, temsilcilere ayna verilirdi. Bu ayna sayesinde konuşan temsilciler yüz mimiklerine bakar, gülümser ve sözlerine devam ederlerdi. Fakat bu sektörde daha çok kadınlara yer verildiğinden, hiç beklenmeyen bir şey ortaya çıktı. Makyaj. Kadınların makyaj ve görüntü merakı, ayna fikrini belli miktarda çürütmüştür. Fakat yine de siz bir ayna alın ve karşısında konuşmaya başlayın. Kaşlarınızı çattığınız zaman neşeli konuşmalar yapabiliyor musunuz? Ya da gülümserken (sırıtırken değil) sert çıkışlarla cevap verebiliyor musunuz? İnsan mimikleri, konuşmaya yardımcı etkenlerdir. Yani yüz kasları sesinize yansır. İfadeniz çatık kaşlıysa, mutlu cümleler kuramazsınız.

Çok bilgili olmak sizi kurtarmaz. Elbette ki bilgi gereklidir ama konuşma ve anlatım şekli daha önemlidir.

Eğer sohbetlerin ev sahibiyseniz, ikramda bulunun. Sunacağınız bir su bile olsa, karşı taraftaki ifadeyi yumuşatabilirsiniz.

Ses tonu; ne bağırma düzeyindeki kadar yüksek, ne de fiskos havasındaki gibi alçak olmamalıdır. Bazı kelimelerde, önemli vurguların altını çizmek için ses tonu hafif baskılı şekilde anlatılabilir. Bu düzgün grafiksel ses, karşı tarafın algısında ahenk oluşturur ve dinleyici, sözlere daha iyi odaklanır. Cem Yılmaz’ın en iyi başardığı noktalardan biri de budur.

Göz teması çok önemlidir. Bu genelde yanlış anlaşılır. Bazıları göz teması yapacağım diye karşı tarafın sinirini bozar. Sürekli birine gözlerinizi dikerseniz, onu rahatsız edersiniz. Fakat konuşurken de hiç bakmazsanız, bu sefer de karşı tarafı hiçe saydığınız düşünülür.

Her şeyden önemlisi hissetmek gerekir. Hissetmenin çeşitli metotları vardır. Mesela bir gece vakti cam kenarına yaklaşıp, sessiz sokaktan yükselen belirgin seslere odaklanabilirsiniz. Bir adam sokakta yürüyordur. Ses tonundan, anlatımından veya ayak sesinden, o kişiyi aklınızda tanımlayabilirsiniz. Uzun boylu, şişman, kilolu, agrasif veya heyecanlı… Çözmek o kadar da zor değil!

Tartışmaların genelde kazanan tarafı çok azdır. Zaten tartışmalar, doğruya ulaşmak için bir yoldur. Karşılıklı hatalar ve düşünceler ortaya konarak, en uygun doğrulara ulaşılmaya çalışılır. Bu nedenle “lafı yerleştirdim, bir daha kalkamaz” gibi sözler, egonuzu tatminden başka bir şeye yaramaz.

Taraflı olup, tarafsız görünmek çok zordur. Rol yeteneğinizi geliştirin. Öyle ki, karşı taraf sizi çözemeden, siz onu analiz edin. Bu “samimiyetsiz olun” anlamına gelmiyor. Karşı tarafı iyi analiz etmek, size her zaman avantaj sağlar. Karşı taraftaki bir fanatikse, maç üzerinden örneklerle varmak istediğiniz noktaya daha kolay gelebilirsiniz. Çünkü fanatik biri, spor cümleleri karşısında dikkatini daha fazla yoğunlaştıracaktır.

Sona geldiğimizde ise, her zamanki sihirli kelimeyle cümlelerimizi noktalıyoruz.

Pozitif +

İtiraz ederek, “hayır, olmaz, anlamıyorsun, anlatamıyorsun” gibi negatif yaklaşımlar, karşı tarafın size karşı odaklanmasını engeller. Bu durumda dinleyici, sözlerinize karşı kapanır ve sizi duyamaz.

Sohbetlerinizin tatlısı bol olsun.

Emre Türker

Picture: deviantart

22 Haziran 2009

Akçakoca Aktaş Şelalesi

Düzce’nin Akçakoca ilçesi, İstanbul ile Ankara’nın sahilde kesiştiği bir nokta sayılabilir. Bu nedenle yaz ayları, hafta sonu tatilcilerinin en çok tercih ettiği yerlerden biridir.

Sahil turizmi için gelen turistlerin yeni keşfetmeye başladığı yerlerden biri de Aktaş Şelalesi’dir. Bundan 15 sene öncesine kadar, şelaleye ulaşmak gerçekten zordu. Şimdi düzenlenen yollardan sonra bu doğa harikasını görmek biraz daha kolaylaştı.

Akçakoca’dan yaklaşık 11 km uzaklıktaki bu şelale, kasabanın en yüksek köylerinden biri olan Aktaş’ta yer alıyor. Şelale yoluna ulaştığınızda, sizi engebeli bir yol bekliyor. Engebeli yola araçla girmek mümkün değildir. Artık bu noktadan sona yürümeye başlayabilirsiniz.

Öncesinde dik yokuştan aşağı iniyorsunuz. Yol boyunca kelebekler ve birçok doğal böcek, size yol arkadaşlığı yapacak. Önceden şelaleye gitmek için birkaç defa dereye girip çıkmanız gerekirdi ama artık tahta köprüler inşa edildiğinden, bu mecburiyet ortadan kalktı.

Dere yolundaki ağaçların dik yokuşlara tutunup hayatta kalma mücadelesi, nefes kesicidir. Hayatınızda belki gördüğünüz en büyük yapraklarla karşılaşacaksınız. Bunlar, kabalak bitkisi olarak adlandırılmıştır. Yalnız yol kenarlarında sıkça rastlanan ısırgan otlarına biraz dikkat, dokunduğunuzda canınız yanabilir.

Şelaleye ulaştığınızda, harika bir serinlik sizi bekliyor olacak. Gerçi öncesine göre kaynağın suyu oldukça azalmış. Duvarlardaki yosunlaşma, kayalardaki sarkıtlar ve suyun tepeden akışı, ziyaretçilerine huzur verecektir.

Emre Türker

19 Haziran 2009

Panik ve İradeli’nin Aşk Hayatı

Panik, İradeli’yle tanıştığı zaman, çıkmazdaydı. Çaresizliğin pençe darbesiyle acı çekerken, kendi planladığı labirentin içinde kaybolmuştu. İradeli, artık görünmüyordu.

Panik, yıllar sonra tesadüfen buldu İradeli’yi. O, halen bıraktığı yerde bekliyordu. Bu Panik için biraz şans, biraz da kaderdi.

Panik’in dünyasına girdi İradeli. Tek bir evde, gelişen hayaller üzerine planladılar geleceklerini.

Panik, her noktada kontrolü kaybediyordu. Gir-çık işleri çoktu. Kararlar veriyor, uygulama safhasında çizgisini koruyamıyordu. Korkuları kâbusla başlar, yıkımla sona ererdi. Her olumlu kararına bir olumsuz fikir ekler, sıkılacak çok fazla nokta bulurdu. Asla sakin konuşamaz, sesini yükseltmekten de keyif alırdı. Çünkü sesi, hatalarını bastırmak için kullandığı bir yoldu.

İradeli, iyi yetişmiş biriydi. Zorluklar karşısında ayakta kalmak, en takdir toplayan yanıydı. Düşse bile, ayakta kalması gerektiğinin farkındaydı. Olumsuzlukların içine olumlu fikirler yükler, basit şeyler için sıkıntı çekmezdi. Mantıklı olduğu kadar, başarılıydı. Çünkü karar verdikten sonra zarara uğramanın da bir gerçek olduğunu iyi bilirdi. Her inişin bir çıkışı, her çıkışın bir inişi olabileceğinin bilincindeydi.

Panik’i asla yalnız bırakmadı İradeli. Panik’in karalarına saygı duydu. Çünkü Panik, iyi niyetliydi. Zararı başkasına değil, kendineydi. “Sakin olmayı öğrenmelisin” dedi İradeli. Ne kadar “Tamam” dese de Panik, bir yerden sonra kontrolü kaybediyordu. Hatta öyle ki, bir gün İradeli’yi bile kontrol dışı bırakmıştı.

İradeli, sabırlıydı. Panik’e inanıyordu. Destekledi. Yine de kaybetti Panik. Deliliğin resimlerini çizmeye başladı. Kara kalem çalışmalarında hep siyah hakimdi. Beyazları görmek istemiyordu. Sonra İradeli geldi. Beyaz noktaları gösterdi Panik’e.

Dedik ya İradeli daha kararlıydı diye, işte bir noktadan sonra bu kararlılık her şeyi değiştirdi.

Hayatlarını, film şeridi şeklinde izlediler.

Karar noktası gelmişti. Panik, tüm olumsuzluklarını kaybetti. Bu belki de kaybetmesi gereken tek doğruydu. İradeli ise, kararlılığı sayesinde olumluyu biriktirdi ve Panik’in kaybettiği noktalara ekledi.

Panik; sabrı, sakinliği, kontrolü, kararlılığı, ayakta durmayı ve vazgeçmemeyi öğrenmişti.

İlk işleri mahkemeye gitmek oldu. Çünkü Panik, ismini değiştirmeye karar vermişti kararlılığı öğrendikten sonra…

Artık o Panik değildi, yeni bir isme sahipti…

Emre Türker

Picture: deviantart

Masallar Ülkesinde Bir Köy

Bir varmış, bir yokmuş. Zamanın birinde, masallar ülkesinin başkanı seçilecekmiş. O dönem, devler ve canavarların tatile çıktığı zamana denk getirilmiş.

Masallar ülkesinde, haritada kayıtlı olduğu halde, kimsenin yerini parmakla bile göstermeye gerek duymadığı bir bölge varmış. O yerin ismi, Korkaklar Köyü’ymüş.

Korkalar köyüne bir gün Zalim gelmiş. Orayı yönetmek için öyle vaatlerde bulunmuş ki, hemen başa getirilmiş. Köydeki korkakların onu kabul etme sebebi Zalim’den etkilenmeleri değil, sözlerin yalan olduğuna itiraz edecek tek bir kişinin bile bulunmamasından kaynaklanıyormuş.

Zalim, kısa süre içinde tüm kontrolü ele geçirmiş. Çünkü korkaklara yön vermek çok kolaymış. Köylülerden herhangi biri ondan bir şey isteyecekse, diz çökmesi gerekirmiş. Zalim’in emri böyleymiş.

İyi yürekli dev komşulardan biri, Korkaklar Köyü’ndeki olayları duymuş. Hemen oraya giderek Zalim’in karşısına dikilmiş. Zalim devi görünce, korkak köylülere onu öldürmeleri için emir vermiş. Dev, köylülere öyle bir bakmış ki, kimse yanına yaklaşamamış.

Çaresiz kalan Zalim, yenilgiyi kabul ederken Dev’e adını sormuş. “Adım Cesaret” demiş dev. “Bizlerin büyüklüğü, görüntümüzdeki asaleti düşüncelere yaymaktan geçer. Karşımızda kim olduğu önemli değildir. Eğer bir şeyi yapmak istersek, önümüze ne çıkarsa çıksın yaparız. Bizi dev yapan şey sadece azim değil, yürektir. Çünkü yüreğimiz, altındandır.” der.

Zalim, birçok vaatte bulunur ama yine de devi kandıramaz. Cesaret adındaki dev, Zalim’in elinden kontrolü alır. Zalim’i de Canavarlar kasabasına sürgüne gönderir.

Hangi konumda olursa olsun, insan yine insandır. Kimin dev olduğuna yine insan karar verir.

Ringlerde boksörler darbe alsa da, asla arkalarını dönüp kaçmazlar. Çünkü bilirler ki korkaklar yumruğu enseden yer. Mücadele, altın yürekten gelen cesaretle, yüz yüze yapılır.

Eğer yolun doğruluğuna inanıyorsanız, geriye dönmeyin. Cesareti kaybetmezseniz, yüreğinizin karşısında hiçbir zalim duramaz.

Emre Türker

Picture: deviantart

18 Haziran 2009

4x4lük İletişim

İnsan İlişkilerinde 4x4lük İletişimYazar: Oğuz Saygın
Sayfa Sayısı: 136
Kitap Boyutu: 13,5 x 21 cm
Yayınevi: Hayat Yayınları

Sahneyi izleyen seyircileri düşünün. Rengârenk ve farklı… Fakat hepsinin ortak noktası bir var. Sahneyi izlemeye gelmişler. Perde kapanırken ve her biri farklı yönlere dağılırken, farklı yorumlayacaklar sergilenen oyunları. Kimi beğenecek, kimi gülümseyecek, kimi takdir edecek, kimi imrenecek ve kimisi örnek alacak…

Anlattığım hikâye kitapta geçmiyor belki ama anlatılmak istenen buna yakın olsa gerek. Kişisel Gelişim uzmanlarından Oğuz Saygın, çeşitli yerlerde seminer veren, insanları doğru yönlendirmeye çalışan, analizci biri. Kitapta anlatılanlar ise, bu analizle ilgili.

Kitabın içeriğine gelince: Karakterler dörde ayrılıyor. Kırmızı, Sarı, Yeşil ve Mavi… Yazar sizi ufak bir testle değerlendiriyor. Testin sonucu, sizi bu dört karakterden birine yaklaştırıyor. Sonra her birini detaylandırıyor. Ne hissederler, ne yaparlar, onlara nasıl davranılmalı ve nelere dikkat edilmeli.

Oğuz Saygın, yaşadığı eğlenceli hikâyeleri örnek için parçalara ayırmış, anlattıklarıyla gülümsetiyor. Başkalarının hayatından da örnekler vermiş. Size, “atlayın, zıplayın” gibi “hadi, yapabilirsiniz” demiyor, kendinizi tanımanızı istiyor.

Kitap, tarotçuların ilgisini çekecektir. Neden mi? Çünkü tarotçular, resimlendirilmiş karakterleri yorumlayarak okurlar. Burada ise, karakterlerin dağılımı yorumlanmış. Birinde şans faktörü devredeyken, diğerinde ortalama bir genelleme var. Gerçi bana göre, karakterleri net çizgide anlatmak o kadar kolay değil ama yazar bu noktada, karakterlerin harmanlanması durumuna geçiyor. Kırmızı-Mavi’ler, Yeşil-Sarı’lar gibi…

Özetle; karakterleri analiz edip yorumlayan, sınıflandıran ve kısa yaşanmışlarla anlatımı destekleyen bir kitaptır.

Emre Türker

17 Haziran 2009

Ya Ağustos Böceği Haklıysa!

Ünlü Fransız yazar La Fontaine’in “Ağustos Böceği İle Karınca” öyküsünü hepimizi biliriz. Karınca kış için yiyecek depolarken, Ağustos Böceği işin eğlencesinde yan gelip yatar. Kış geldiğinde karıncanın kapısını çalan Ağustos Böceği, olumsuz yanıt alacaktır.

Öyle midir? Ağustos böceği kimdir?

Herhangi bir işyerine kabul görüşmelerinde, ilk test edilen davranış biçimlerinden biri de, kişilerin topluluk çalışmalarına uygun olup olmadığıdır. Bir çeşit Ağustos Böceği aranır. Aslında onlar da en az karıncalar kadar, topluluk hareketi savunucularıdır. Üstelik uygun koşullar kaybolduğunda, sürü halinde göç etmesini çok iyi bilirler.

Hikâyemizde Ağustos Böceği, kendine uygun bir müzik aleti satın alarak, tüm zamanını sanatını geliştirmeye adamıştır. Öyle ki, azmi sayesinde şehirden şehre hareketle, sanatını tüm dünya çapında icra etmeyi başarır. Her bölgede isim yapar, birçok bölgedeki lezzeti tadar ve nereye gidecekse, yine grubuyla gider. Kim ne derse desin, o mutlu bir gezgin olarak anılır.

Karınca bir gün, Ağustos Böceği’nin kapısını çalar. “Nasıl bu kadar başarılı olabiliyorsun.” der.

“Çevremdeki böcekler, beni her zaman desteklemiştir. Müziğim onlara ilham verir. Güneşin ısıttığı bölgelere birlikte hareket ederiz. Yiyecek konusunda biraz arsızlıklarımız oluyor ama toprağı insanlar paylaşırken, bizlere yer ayırdılar mı ki isyan ediyorlar? Bizim çete harekâtımız, aslında yer kavgamızdır. İşte böyle. Yakında konserimiz var, beklerim.”

Bizim Ağustos Böceğimiz, en iyi yaptığı işi, yani müziği seçmiştir. Karıncanın sürekli tacizlerine aldırmadan çalışmalarına devam etmiş, sonunda kendini kanıtlamıştır.

Hayatımızın dönüm noktasında meslek seçimi yaparken; ailemiz, öğretmenlerimiz ve yakın çevremiz, bizleri istemediğimiz şeylere yönlendirebilir. Amaç, onların doğru bildiği yoldan ilerlemeyi sağlamaktır. Karmaşa yaşayan insan, tatmin olamaz. Tüm bu karışıklığın ardından başarısızlıkta tanışan kişi, sanki hayatına yön veren etkenlerden biri çevresi değilmiş gibi, düşüşlerinden bireysel olarak suçlanacaktır.

Önce inanmak gerekir. Sonra bu inancın doğruluğunu analiz ederek uygulamak…

Hayat bizim hayatımız. İnişleriyle, çıkışlarıyla.

Geçen Ağustos Böceğinin konserindeydim, gülümsüyordu. “İnanma” diyordu şarkısında, “herkes kendi masalını kendi yazar, yoksa Ağustostan sonra ne işim var benim burada.”

Emre Türker

Picture: deviantart

16 Haziran 2009

Takıntı Kapıyı Geç Açar

“Buralarda gördün mü? Nerde kaldı hatırlamıyorum?” demiş adam aklını ararken. Biraz dalgın, biraz da durgun…

“Boşluğa bakıyorum ama nedense biraz hüzünlüyüm.” demiş diğeri. Biraz sıkıntılı, biraz da sancılı…

Öyledir çoğu takıntılarımız. Bir yöne bakar, sonra uzun uzun gideriz bir yerlere, sanki hiç orada yokmuşçasına.

Takıntılar, keşkelerin yardımcısıdır. Plakların bozulmasından hemen sonra yerleşmiştir içimize. Tek bir boşlukta kendini yeniler, hep aynı nakaratta dolanır düşüncelerimizin sesinde.

Adamın aklı takılmış bir yerde. Diğerinin de sorunu aslında aynıymış. Biri takıldığı yerden kalkamamış, diğeri de takıldığı noktada harcamış kendini, zamanın darlığını unutarak.

Adam itiraf ediyor sonra, “Ben bir takıntıkoliğim. Takılmadan edemiyorum.”

Takıntılar, zararsız hareketlerle gösterir kendini. Zaman ilerlerken, düşünceler biraz geriden takip etmeye başlar bedeni. Karşıdaki kişiye bir şeyler anlatırsınız ama o size bakmıyordur aslında. Gülümsüyorsa, refleksindendir.

Geç yatmanın ardından sabah kalkmak kadar zordur takıntılardan uyanmak.

Soru: Bozuk bir plağın sorunlu bölgesine gramofonun iğnesi dokununca, aynı sözler yinelenmeye başlıyor. Bu sesin kulaktaki yankısının ardından, düşüncelerde ne gibi hareketlenme olur?

Cevap, huzursuzluğun türevleridir.

Tatil bitişi, aşkın U dönüşü, hayattan işe, işten hayata vs. geçişlerde, bazı nedenleri ve ruh hallerini yerinde bırakmak gerek. Gece yattığınızda uyuyamıyorsanız, takıntılarınız halen ayakta demektir.

“Aklımı buldum, geçen paramı düşürdüğüm yerde bırakmışım onu, parayı bulmadım ama aklım hala oradaydı.” dedi adam. Biraz bilinçli, biraz sakin…

“Boşluğa baktığım yerde artık bir resim var, hem de renkli” dedi diğeri. Biraz mutlu, biraz rahatlamış bir şekilde…

Emre Türker

Picture: deviantart

Hayaletler

Yazar: Paul Auster
Çeviren: Fatih Özgüven
Sayfa Sayısı: 73
Kitap Boyutu: 13,5 x 19 cm
Yayınevi: Metis Yayınları

Hepsinden önce Mavi vardı. Daha sonra Beyaz var, sonra Siyah, her şey başlamadan önce de Kahverengi var.

Kitap bu cümlelerle başlıyor.

Mavi, ustası Kahverengi yaşlanınca, işleri devralıyor. Sonra müşteri olarak Beyaz devreye giriyor. Beyaz, ondan Siyah’ı takip etmesini istiyor. Her şey önceden ayarlanmış. Siyah’ın dairesinin karşısında, ona bir daire tutuluyor.

İlk başlarda işler problemsiz ilerliyor. Sonra kendini iyiden iyiye görevine adayan Mavi, Siyah’ı izlerken olayları sorgulamaya başlıyor. Siyah kimdir? Beyaz’ın gerçekte amacı nedir?

İsimleri renklerle tanımlayan Paul Auster, dedektiflik kurgusuna felsefi açıdan yaklaşarak, anlatımını derinleştiriyor. Kitabı okurken, adeta gizemli bir hava soluyorsunuz.

Hayaletler, yazarın New York Üçlemesi’ndeki 2. kitaptır.

Emre Türker

15 Haziran 2009

Confessions of a Shopaholic (2009)

Türkçe Adı: Bir Alışverişkoliğin İtirafları
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: P.J. Hogan
Süre: 104 dakika
Oyuncular: Isla Fisher, Hugh Dancy, Krysten Ritter, Joan Cusack, John Goodman, John Lithgow, Kristin Scott Thomas, Fred Armisen, Leslie Bibb, Lynn Redgrave, Robert Stanton, Julie Hagerty, Nick Cornish, Wendie Malick, Clea Lewis, Stephen Guarino, Tuomas Hiltunen, Yoshiro Kono, John Salley, Lennon Parham, Christine Ebersole, Michael Panes, Kaitlin Hopkins, Katherine Sigismund, Alexandra Balahoutis, Elisabeth Riley, Madeleine Rockwitz, Tommy Davis
Tam bir alışveriş tutkunu olan Rebecca Bloomwood (Isla Fisher)’un çocukluk hayali, moda dergisi Led’de çalışmaktır. Görüşme fırsatı yakaladığı sırada, kredi kartlarının borcunu ödemeyecek düzeye gelmiştir. Buna rağmen görüşmeye giderken, yolda gördüğü kırmızı eşarbı satın almadan duramaz. Fakat kredi limitleri son noktaya geldiğinden, 20 dolar daha ek paraya ihtiyacı olacaktır. Parayı bulmak için çek bozdurmaya çalışırken, biri ona yardım eder.

Led Dergisi ile görüşmesinde sorun yaşanır. Danışmadaki kişi ona yardım edebilmek için, aynı firmanın finans dergisi Dante West’te görüşme ayarlar. Bu şekilde Led’e geçmek mümkün olabilecektir.

Rebecca ile görüşecek yetkili, finans uzmanı Luke Brandon (Hugh Dancy)’dır. Yani, eşarp alması için 20 dolar veren kişi…

Rebecca’nın kariyer yalanları, Dante West’e girmesinde etkili olmuş, şans yanındayken işinde yükselmeye de başlamıştır. Fakat bu yalan, nereye kadar devam edecek? Rebecca, Led Dergisi’ne geçiş yapabilecek mi? Alışveriş hastalığına nasıl çare bulacak?

Confessions of a Shopaholic, kadınların dayanılmaz alışveriş çılgınlığına karşı esprili bir bakış açısıdır. Özellikle bayan izleyicileri etkisine alacak film, gerçekten izlenmeye değer. Sonuna kadar neşesini koruyan bir yapımdır.

Emre Türker

Picture: impawards

Good Luck Chuck (2007)

Türkçe Adı: İyi Şanslar Chuck
Tür: Komedi / Dram / Romantik
Yönetmen: Mark Helfrich
Süre: 96 dakika (kesintisiz 101 dakika)
Oyuncular: Dane Cook, Jessica Alba, Chelan Simmons, Carrie Fleming, Michelle Harrison, Lindsay Maxwell, Annie Wood, Lonny Ross, Yasmine Vox, Connor Price, Troy Gentile, Mackenzie Mowat, Sasha Pieterse, Caroline Ford, Dan Fogler, Natalie Morris, Ellia English, Chang Tseng, Michael Teigen, Chiara Zanni
Şişe çevirme, çocukların ve gençlerin bir araya gelerek oynadığı yaygın grup oyunudur. Biri şişeyi çevirir ve şişenin ucu hangi karşı cinsi gösterirse, o kişiyle elbise dolaba girer ve orada 7 dakika boyunca istediğini yapmakta özgürdür.

Cinselliği tanımayan bir grup çocuğun oynamaya çalıştığı bu oyunda, Charlie (Dane Cook)’ye Anisha isabet eder. Fakat Charlie, Anisha’ya dokunmayı reddeder. Bunun üzerine Anisha, “hiçbir zaman mutlu olamayacaksın, etrafına aşk yağacak ama sen acı çekeceksin, seninle birlikte olan kız senden kaçacak” sözleriyle Charlie’yi lanetler.

Bu lanet Charlie’nin peşini yıllarca bırakmaz. Her kim Charlie ile beraber olursa, hemen başkasını bularak evlenir. Hatta bu öylesine yaygınlaşır ki, adı şans meleğine çıkar ve kadınlar onunla birlikte olmak için yarışmaya başlar.

Charlie, bir düğünde sakar kız Cam (Jessica Alba) ile tanışır. Ondan çok etkilense de, Cam ilişki için hazır değildir. Büyük uğraşılar sonucu Cam’i ikna etse de, en yakın arkadaşı Stu (Dan Fogler)’nun sözleri, planlarını altüst eder. Çünkü Stu, Cam’in Charlie ile birlikte olmasının sebebini, başka biriyle aşk yaşama isteği şeklinde yorumlamıştır.

Sorunun çözümü için Charlie ne yapmalıdır?

Good Luck Chuck, romantik komedi severlerin beğenisini kazanacaktır. Fakat erotik sahnelerin bolca yer aldığını hatırlatmakta fayda var.

Emre Türker

Picture: impawards

Ice Princess (2005)

Türkçe Adı: Buz Prensesi
Tür: Komedi / Dram / Aile / Spor
Yönetmen: Tim Fywell
Süre: 98 dakika
Oyuncular: Michelle Trachtenberg, Joan Cusack, Amy Stewart, Steve Ross, Hayden Panettiere, Kim Cattrall, Trevor Blumas, Kirsten Olson, Jocelyn Lai, Connie Ray, Paul Sun-Hyung Lee, Roy Bradshaw, Mark Hird, Ben Gilbank, Thanh Nguyen, Charmaine Hamp, Diego Klattenhoff
Casey Carlyle (Michelle Trachtenberg), başarılı bir öğrencidir. Fizik öğretmeni ona, üniversite için burs almaya aday olduğunu söyleyerek, yılsonuna kadar bir fizik projesi üretmesini ister. Casey’nin projesi, çok sevdiği buz pateni hakkında, pratik hareketlerin sanal ortama taşınarak planlanmasıyla ilgili olacaktır.

Buz pateni koçu Tina Harwood (Kim Cattrall)’un öğrencisi olmak ister. Ne yazık ki annesi bu duruma karşı olduğundan, gerekli para için yarı zamanlı iş bulur. Azimli çalışmaları sırasında, okulun popüler buz patencilerinden ve koçun kızı Gen Harwood (Hayden Panettiere) ile samimiyet kurmaya başlayacaktır.

Buz pateni ve okuldaki dersler, zamanının tümünü meşgul ederken, Casey yavaş yavaş bir seçimin eşiğine gelecektir.

Başarı adına zorluklardan kaçmamak, hatta mümkün olduğunca amaçlar için mücadele etmenin gerekliliğini anlatan bu gençlik filmi, iyi vakit geçirmek isteyenlere güzel bir alternatif olabilir.

Emre Türker

Picture: impawards

13 Haziran 2009

Zıtlık Döngüsü

Güzel ve çirkin,
İyi ve kötü,
Sevgi ve nefret,
Tatlı ve acı…

Zıtlıklar her zaman bir arada yaşar ama farklı yerlere bakarlar.

Dünya bile, kuzey ile güney arasındaki kutupsal döngüde hareket eder. Onların tek buluşma noktası, ekvatordur. Her yarım kürenin kendi hunisinden akan su, farklı girdaplardan dönerek inecektir.

Öyle ki, tüm bu zıtlıklar, dünyada olduğu gibi insan bedeninde de bir araya gelmiştir. Düşüncelerimizin nötr noktasında, duyguların terazisi mevcuttur. Hangi tarafa ne kadar ağırlık koyacağımızı biz belirleriz. Kimisi için kaderdir bu, kimisi için şans, kimisi için ise gerçek…

Kötü olmasa iyiyi, çirkin olmasa güzeli, nefret olmasa sevgiyi, acı olmasa tatlıyı fark edemeyiz. Şikâyet etmek yersizdir. Çünkü yaşam devam ettiği sürece, tüm zıtlıklar birlikte yaşayacaktır.

Her şeye rağmen, seçim bize bağlı…

Emre Türker

Picture: deviantart

12 Haziran 2009

Dokunmaya Özlem

Gittin.
Özlemlerim geri getirir mi seni bana?

İçimde bir karınca ordusu geziniyor şimdi.
Titriyorum sonra, yutkunuyorum ardından.

Sen oradasın, ben burada.
“Üzülme” demiştin giderken ve gitmekten korktuğunu unutaraktan.
Üzülerek söylüyorum ki,
Senin kadar mükemmel olmayı hala başaramadım ben.

Toprağına sarılayım al beni
Hadi konuş lütfen,
Bana burada olduğunu söyle,
Unutularak ölmeden…

Emre Türker

Picture: deviantart

11 Haziran 2009

Düşenler ve Kalkanlar

Çocukken, dengemizi kaybedip düştüğümüzde, kalkmak bir o kadar çabuk olurdu. Bazen anne gelir de başından beklerse, hüzünlü bir dudak bükmeyle kaldırmasını beklerdik. Bu bizim ayağa kalkmak için o yaşlarda kullandığımız metotlardan biriydi.

Büyümeye başladıkça, düşüp kalkmalarımız azalmaya başladı.

Büyüdük. Düşünce, çok acıdı. Kalkmak eskisi kadar kolay olmadı. Ayağa kalkmak için, çocukken geliştirdiğimiz metotları unuttuk.

Sonra, düşmemek için denemeleri bırakmaya karar verdik.

Cesaretimiz gittikçe azaldı.

Bu korku, bu panik, bu endişe niye?

Emre Türker

Picture: deviantart

Kilitli Oda

Yazar: Paul Auster
Çeviren: Yusuf Eradam
Sayfa Sayısı: 128
Kitap Boyutu: 13,5 x 19 cm
Yayınevi: Metis Yayınları

Yedi yıl önceki kasım ayında, Sophie’den mektup almıştı. “Tanışmıyoruz” diye başlayan mektupta, kocası Fanshawe’in kaybolduğunu anlatıyordu. Fanshawe, çocukluk arkadaşıydı.

Bir gün New Jersey’deki annesini görmeye giden Fanshawe, eve geri dönmemişti. Sophie, henüz 3 aylık bebeği “Ben” ile ortada kalmıştı.

“Sophie’yi arayarak ne zaman isterse onunla görüşebileceğimi söyledim.”

Hikâye, bu açıklamasıyla gelişiyor. Fanshawe’in izini ararken yaşananlar, zapt edilemez tutku, kıskançlık, dostluk ve gizemli bir polisiye şeklinde devam ediyor.

Peki Fanshawe nerede? Bir amacı var mıydı? Düşüncesi kimlerin yaşamlarını etkiledi?
Yedi yıl öncesinden şimdiki zamana doğru soruları yanıtlarken, Fanshawe gibi garip bir dehanın biyografisini dinliyoruz.

Romandaki olaylar, anlatıcının ağzından kelimelere dökülüyor. Belki bir itirafname, belki de içsel çelişkinin dışa vurumudur denilebilir.

Kilitli Oda, yazarın New York Üçlemesi’ndeki 3. kitaptır. Paul Auster, New York Üçlemesi’ne burada açıklama getiriyor. Öykülerin birbiriyle bağlantısından bahsediyor. Zaten kitaplarında ortak isimleri belli yerlerde kullanarak, sanki bir bulmacanın ipuçlarını veriyor.

Emre Türker

10 Haziran 2009

Katılımcı Değilim, Sadece İzliyorum

Holding çalışanları, iş çıkışı evlerine götürecek araçları beklemektedir. O an yaşanan trafik aksaklığı, bir bölgenin servisinde gecikmeye sebep olur. Onun yerine ayarlanan aracın boyutu küçüktür. İnsanlar sırayla koltuklara yerleşirken, birkaç kişi ayakta kalır. Servislerde ayakta yolcu bulundurmak, kurallara aykırıdır.

Mazeretini gidermesi gereken servislerden sorumlu kişi, çalışanlara durumu idare etmelerini söyler. Ayakta kalan kişiler itiraz için araçtan inerken, oturanlardan sadece tek kişi arkalarından gider. Diğerleri, koltuklarında yaşananlara seyirci kalacaktır.

Nihayetinde, geciken araç durağa gelmeyi başarır. Fakat insanların kayıtsızlığı, yaşanmışlar sayfasında kirli bir leke olarak kalmıştır.

Lise yıllarında bir dersin sınav sonuçları açılanırken, öğretmen “notunu düşük bulan var mı?” diye sormuştu. O an, biri itiraz etmişti. Sonuç tatsızdı. Öğretmen, yeniden değerlendirmesini sınıfa karşı açık anlatımla yaparken, verdiği geçerli notu ballandırarak düşürdü. Konumunun verdiği gücü sanki test ediyordu. Alınan geçer not, zayıfa dönüşmüştü.

Konuşmacı sözlerini tamamlarken, şakşakçılar çok olur. Soru sormak, itiraz etmek, anlamadığın bir yerde tekrar istemek, izleyenlerin çok fazla yapamadığı bir şeydir.

Bundan yıllar önce, üniversitenin yürütme işlerinde çalışan memurun genişliğinden dolayı, öğrenci kimliklerimizi aylar sonra almıştık. Çevre okullardaki arkadaşlarımdan bildiğim kadarıyla, en geç işlem gören bölüm bizimkiydi. Bu nedenle, uzun zamandır tam bilet üzerinden ödemeleri yapmış, aylarca iki misli para ödemiştik.

Sorunun çözümü şöyle gelişti: İtiraz etmiştim. Sıkıntımı dile getirirken, yönetim binasına benimle gelenlerin sayısı oldukça fazla görünüyordu. Odaya girip sorumsuzluğun tartışmasını yaptığım sırada, yanımdakiler seyirci olduklarını hatırladılar. “Benimle birlikte yanımda gelenler de şikâyetçidir” gibisinden konuşurken, arkamda kimse yoktu.

Problemli kişi olarak, ilk başta sivrilmiştim. Uzun süren bekleyiş ve itirazlarım sonrası kimliklerimize kavuştuğumuz zaman, çözümde herkes zafere ortak olmuştu.

Biliyordum, o an’a kadar yalnızdım.

Karşı çıkmayı, sorun çıkarmayı kimseye önermiyorum. Doğrular konusunda yorumsuz kalınmasını eleştiriyorum sadece.

Özellikle kalabalık şehirlerin kayıtsız örnekleridir bunlar. Sokak kavgalarında, kapkaç veya müşteri tartışmalarında, uzaktan seyirci kalıp arkadan yorum yapmaya bayılırız. “Beni destekleyecek yok mu?” diye feryat eder, başkasının feryatlarını duymazdan geliriz.

Benciliz.

Haklının yanında olmak, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışının gerisinde kalıyor. Mertlik, yiğitlik gibi kavramlar tarih oluyor.

Sanal düşüncenin dünyasında, acı gerçeklerle yaşıyoruz.

Unutmayın, feryat eden kişi, bir gün siz de olabilirsiniz.

Emre Türker

Picture: deviantart

He's Just Not That Into You (2009)

Türkçe Adı: Erkekler Ne Söyler Kadınlar Ne Anlar
Tür: Komedi / Dram / Romantik
Yönetmen: Ken Kwapis
Süre: 129 dakika
Oyuncular: Scarlett Johansson, Ben Affleck, Jennifer Aniston, Jennifer Connelly, Drew Barrymore, Morgan Lily, Trenton Rogers, Michelle Carmichael, Jasmine Woods, Sabrina Revelle, Zoe Jarman, Alia Rhiana Eckerman, Julia Pennington, Renee Scott, Chihiro Fujii, Sachiko Ishida, Claudia DiMartino, Eve Curtis, Carmen Perez, Traycee King, Délé Ogundiran, Eunice Nyarazdo, Anita Yombo, Ginnifer Goodwin, Kevin Connolly, Niki J. Crawford, Bradley Cooper, Joan Blair, Justin Long, Natasha Leggero, Anna Bugarin, Busy Philipps, Kris Kristofferson, Sydney Lauren
Erkeği etkileme sanatı, kadının anlayabileceği türden midir? İlişkideki aşıklar; evlenmeden önce, evlenirken ve evlendikten sonra neler düşünürler? Kadınların hissiyatı ne yöndedir? Film, sorulara kısmi olarak yanıt veriyor. Aşkı tadan birçok kişinin, “bunu yaşamıştım” dediği bölümler olacaktır.

Film, tek bir kare üzerinden şekillenmiyor. Fakat tüm ilişkilerde aşıklar, konumu üzerinden birbirlerine bağlantısıyla ilerliyor.

Gigi Haim (Ginnifer Goodwin), saf duygulara sahip ve aşk arayışı içinde bir kadındır. Tüm bu karmaşa içinde barda etkilendiği adamı beklerken, Alex (Justin Long) ile tanışır. Alex, kadın ve erkek ilişkilerinde tam bir ustadır. Ondan öğreneceği çok şey olacaktır.

Beth Bartlett (Jennifer Aniston) ve Neil Jones (Ben Affleck), 5 yıla yakın bir süredir birlikte yaşamaktadır. Neil, evliliğin aşkı öldürdüğünü düşünerek işin resmiyetine karşıyken, Beth bunun sıkıntısını yaşamaktadır.

Aşk karmaşasındaki seksi kadın Anna Taylor (Scarlett Johansson), evli ve mutlu sıradan biri Janine Gunders (Jennifer Connelly) ve internet üzerinden bağlantılarını yürüten iş kadını Mary Harris (Drew Barrymore), karakterlerden birkaçını oluşturuyor.

Her bir aşk, farklı ilişkilerin acısı ve tatlısını gösteren küçük parçalar halinde yaşanmaktadır. Seyirciye ise, olayları kendi açısından değerlendirmek kalıyor.

Erkek ile kadın arasındaki ilişkiyi çeşitli yönlerden irdeleyen film, başlarda sıkıcı gibi görünmesine rağmen, oldukça dikkat çekicidir. Ünlü kadrosunun bu denli fazla olması, yönetmen Ken Kwapis’in yansıtmak istediği duyguyu, seyirciye olabildiğince gerçekçi aktarmak istemesinden kaynaklanıyor. Çünkü bu yıldızlar, rol yaparken duyguları adeta yaşayan kişiler.

Filmde anlatılanlar, rutin hayatımızda gördüğümüz ilişkilerin bir bölümüdür. İlişkiler için, gençlerin etkileşiminden çok, orta yaş birlikteliklerde yaşananlar daha ağır basıyor. Filmin tamamını izlendikten sonra, etkili anlatımlar üzerinde kesinlikle düşüneceksiniz. Romantizmi sevenlerin sindirerek izlemesi gereken bir yapımdır.

Emre Türker

Picture: impawards

09 Haziran 2009

Gemi Henüz Ayrılmamıştı Limandan

Sanal sohbetlerle başlamıştı tanışma faslı. Ne bir göz teması, ne de dudaklardan süzülen söz… Sadece uzaktan gönderilen kelimeler ve duyguların bıraktığı etkiydi iletişim.

Ayrılığın anlamını bilememişti genç kız. Veda töreninde, elinde hatıra bir bozukluk ve yeniden görüşmek için verilmiş sözler vardı. Beklentilerini kaleme aldı. Yazdıkları günlüğüydü, okumaya kendi bile cesaret edemedi.

Erkek dönmedi geriye. Çünkü gidiş yolunda kendini kaybetmişti. Aylar geçtikçe, daha çok uzaklaştı ışıktan.

Kadın isyanlarını deftere aktarmaktan sıkıldı. Tüm sinirini kustu sanal posta kutusuna ve elektronik ortamın hızlı postacısıyla gönderdi iletisini. Oysaki erkek, sanal bağlantısını teknik olarak yitirdiği gibi, alması gereken hatıraları da kaybetmişti.

Aradan birkaç yıl geçti. Yeni yaşantılar karalandı beyaz defterlere. Her şeye rağmen aşk, halen ayrılmamakta ısrar ediyordu.

Ve erkek, uzun bir sürenin ardından sanal bağlantısına tekrar kavuştu. Posta kutusunu yeni adreslere hazırlarken, aşkın kendisi girdi devreye. Eski iletiyi, eski yaşanmışlar adına erkeğe ulaştırdı.

Erkek şaşkındı. Kadının onu hayatından tamamen sildiğini düşünüyordu. Kaç kere geriye dönmek istemiş, fakat cesaret edememişti. Yıllar önceki sitem kelimeleri, şimdiki düşüncelerini alt-üst ediyordu. Heyecanlandı.

“Acaba” dedi. O bozuk para, o fotoğraf, o söz halen saklı mıydı genç kızda?

Kadın aslında bir süre inat etmiş ve beklemişti. Fakat sonrasında aşka küsüp, limanda bekleyen gemiyle uzaklaşmaktan başka çare bulamamıştı. Oysaki onunla gittiği ilk filmi hâlâ anımsıyordu. Elinden tuttuğu andaki heyecanı unutamamıştı.

Numarası, erkeğin telefon defterindeki yerini koruyordu. Öncesinde sarhoş oldu, sonra çakır keyif cesaretle umuduna sarıldı.

“Benim” dedi hatırlatmak istercesine isim belirtmeden.

“Halen seviyor musun beni, ben aslında hiç gitmedim ki!”

Aşkın formülü yoktur. Kimi zaman deli gibi ararsınız ama bulmazsınız, kimi zaman hiç beklemediğiniz anda ağına yakalanırsınız. Yılların ardına saklanmayın. Eğer bir gün tekrar çalarsa kapınızı, ona bir şans daha verin. Aşkı danışmayın başkalarına. Belki başkası göremez ama siz görürsünüz. Çünkü o size aittir.

Efsanevi aşklar sizin olsun ve ömür boyu yaşasın kalbinizde.

Emre Türker

Picture: deviantart

08 Haziran 2009

Bazen Hissetmek Gerek

Odama kapandığım standart günlerden biriydi. Arkadaşlarıma mailler gönderip, gelen posta kutumdaki yazıları okuyordum. Bir süre öyle dalmışım ki, ekran koruyucum girdi devreye. Seçilen şekil, akvaryumdu. Görüntüdeki balıklar, belli çizgide dolanıyorlardı.

Düşündüm.

Balıkları besleyemiyordum. Ayrıca o küçük hayvancıklar hiç büyümüyordu. Belki canlı olmadıkları için ölmemeleri avantajdı ama sevgi adına hiçbir duygusal an yaşatmamışlardı bana.

Gece yatmadan önce, tüm dostlarıma mektup yazdım. Zarfların üzerindeki yapışkanlı yüzü, dilimle ıslatıp yapıştırdım. Yazdığım kalem, kokulu kalemlerdendi. Mektubu açıp kâğıdı eline aldıklarında, hafif damla sakızı kokusunu hissetsinler istiyordum.

Sabah erkenden postaneye gidip sıra bekledim. Sonra hepsini, ayrı şehirlere, ayrı ülkelere yolladım.

Eve dönmeden önce, bir akvaryum ve çeşitli yavru balıklar satın aldım. Artık onlar bana ait, sevgimi gösterebilirim. Gerçek ve sıcak…

Bilgisayarlar, her türlü resmi gösterebilir bize. Ama duyguyu yaşatamazlar. Çiçeği görüyorsanız, kokusunu hissedemezsiniz. Güneşi görüyorsanız, sıcaklığından yararlanamazsınız. Sevdiklerinizle konuşursunuz ama onlara sarılamazsınız.

Öyleyse, dokunma duyusunu korumak için, bazı günler teknolojinin düğmelerini kapatın ve evden çıkın. Yaşamak için, hissetmek gerek.

Emre Türker

Picture: deviantart

06 Haziran 2009

Burada Paniğe Yer Yok

Panik; tutarlı düşünceleri tutarsızlığa dönüştüren, mantıklı karaları mantısız kalıplara sokup aceleye sevk eden, heyecan dolu bedeni iç saplantılarla bitiren, sabır kavramını ezip telaşa sürükleyen hayatın çıkmazlarıdır. Sözlük manasıyla; ani dehşet duygusu, büyük korku, ürkü…

Gereksiz ayrıntıların gereklilik muhasebesini yaptıkça, sıkıntının akarsuyuna kapılıp şelaleye doğru sürükleniyoruz. “Ömrümden bilmem kaç yıl gitti” cümlesiyle son buluyor kaosların sonu ve sakinleşip düşündükçe, giden yıllara yanıyoruz. Küllerin arasından yanmamışları toplamak çare olmuyor. Bu bir tükenişin öyküsü oluyor, okuyoruz.

Hayatın tam bu noktasından itibaren, geçmişle arana bir çizgi çekeceksin. Pişmanlık yok, acele yok, telaş yok, bunalım kapılarından girip çıkıp paniklerin ataklarında saldırı yok. Vakit çok mu geç? Her geç vaktin sonunda, sabah olmuyor mu?

Psikolojide korkuların üstüne gitmek şeklinde bir kavram vardır. Bir korkuyu yenmek için, önce karar aşamasına gelmek gerekir. Tedirginliği yenememişseniz, korkuların üstüne değil yakınına bile gelmeyin. Rahatlayın, zihni boşaltın, spor yapın, bir şeylerle uğraşın. Fobilerinize karşı, hobilerinizi geliştirin. Stres azaldı ve rahatlama başladıysa, karar aşamasına gelmişsiniz demektir.

Bizler karanlık korkusunu yenmek istedik.
Fakat karanlığa hep korkarak girdik. Tedirginlik bizi aydınlıktan uzaklaştırdı.
Karanlığa alışmak için karanlığa girmek lazım ama paniklerden kurtularak.
Unutmamak gerekir ki, karanlıktaki canavarları biz planladık, şimdi de onlara inanıyoruz.

Panik yok, tedirginlik yok, pişmanlık yok.

Al eline kalemi ve yeniden planla hayatını. Hayallerini ve ideallerini yaz kâğıt parçalarına. Görmediklerini görmeye çalış başkasının gördüklerini kıskanmadan.

İzleyen olarak bitirme hayatını, izlenen olmanın yollarında koşmak varken.

Hadi! Yapabilirsin, yapabiliriz…

Emre Türker

Picture: deviantart

05 Haziran 2009

Sanal Sokağın Belirsiz Çıkmazları

Karanlıktı…

Evinin yolunu tutmuş giderken, hiç anımsamadığı bir sokağı fark etti. Uzun zamandır geçiyordu buralardan, yine de ilk defa görüyordu. Merakına yenildi ve sokağa doğru yol aldı düşünmeden, bile bile…

Yerde sürünen o kadar çok insan vardı ki, kanı donmuştu sanki. Ellerini ona doğru uzatan kişilikler, “lütfen yardım et” diye bağırıyordu. Kimi ses inleyerek, kimi de sessiz ve titreyerek.

Gök delinmiş ve bardaktan boşalırcasına yağmur başlamıştı. İlerledi fark edilmemiş sokakta. Uzakta bir kadın vardı. Saçları rüzgârda uçuşuyor ve ona gülümsüyordu. Kalbini okşadı uzaktan, ruhuna seslendi rüzgârın yardımıyla. Etkileyici, büyüleyici ve çekici…

Kadına doğru giden rotasına engel olamıyordu. Adımları hızlandı ve ansızın koşmaya başladı. Rüzgâr onu almadan yakalamak istiyordu ama başaramadı. Kadın sanki orada hiç olmamıştı. İşin garip tarafı, yağmurun tek damlası bile dokunmamıştı bedenine.

Hikâyeler, günün sıradan ayrıntılarını yansıtır.

Her zaman geçip gittiğimiz yollarda, bazı şeyleri göremeyiz. Gözümüzün önündedir ama yine de karanlıkta tutamayız onları. Yolumuzun sonu; ya işimizdir, ya buluşma noktası, ya da kaçış rotası. Varmak istediklerimiz uğruna yolda kalanları görmez, ezer geçeriz. Çünkü önümüze çıkanlar mide bulandırır. Ve sona ulaştığımızda, mutlu olacağımızı sanırız. Fakat yalnız kalmışızdır. Geride kalanlar bizi izleyemez. Gözyaşları sel olur, fakat biz oradan ıslanmadan çıkarız. Başardık sandığımız yer, aslında varamadığımız yerdir.

Emre Türker

Picture: deviantart

04 Haziran 2009

Cam Kent

Yazar: Paul Auster
Çeviren: Yusuf Eradam
Sayfa Sayısı: 143
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5 cm
Yayınevi: Metis Yayınları

Gecenin bir yarısı telefon çaldı. Karşıdaki ses ısrarla yardım istiyordu.

“Her şey bir yanlış numarayla başlamıştı.” Kitap bu sözlerle başlıyor. Arayan kişi, Paul Auster’i arıyordu, Auster Dedektiflik Bürosu’ndan.

İmzalarında William Wilson takma ismini kullanan Quinn, yazar olarak para kazanıyordu. Yeni kurgularını yaparken, gece yarısı gelmişti telefon. Esrarengiz konuşmanın içeriğini düşünmeden telefonu kapatmıştı. Fakat bu acil mesele, onun aklını meşgul etmeye devam etmişti.

Beklenti içinde geceler huzursuz geçerken, bir gece vakti yine telefon çaldı. Arayan kişiye acilen görüşmek istiyordu. Quinn cevap verdi.

“Benim,” dedi. “Buyurun, ben Paul Auster.”

Kendini bir başkasının kalıbına koyarak esrarengiz gizemi çözmeye çalışan yazar, bir oyuna kendisini ne kadar kaptırabilir? Metis Yayınları’ndan çıkan baskısında, Yusuf Eradam’ın düzgün çevirisiyle kitabı okurken, merak duygusunu sonuna kadar hissedeceksiniz.

Cam Kent, yazarın New York Üçlemesi’nde 1. kitaptır. Polisiye kıvamında, kendini sorgulayan farklı bir kitaptır.

Emre Türker

03 Haziran 2009

Hediye Paketi

Size bir paket hazırladım. Her birinize yollamak zor olacak gibi görünüyor, o yüzden bu paketi burada tutacağım. Böylece her gelen bulabilecek ve gülümseyerek gidebilecektir.

Paketin büyüklüğü bakış açınıza bağlı. Kimine göre çok büyük ama resim karesine yerleştirilirken küçültülmüş, kimine göre çok küçük ama değeri tariflere sığmayacak kadar büyüktür.

İçinde hayaller, umutlar, aşk, mutluluk, sevgi, gülümseyiş, enerji, sürpriz ve başarı sığdırılmış bu paket, sizlere pozitif yaşam adına harikalar sunuyor. O nedenle ne zaman gelirseniz, sizin adınıza bu hediyeyi saklı tutacağım.

İçini açtığımız birçok hediye paketinde, hayal kırıklıkları yatar. Hayal ettiklerinizle size sunulanlar uyum sağlamaz. Sonrasında zoraki gülümsemeler, isteksiz teşekkürler görülür. Öyleyse, arzu ettiğiniz şeyleri gerçekleştirmek adına ilk adım hayal etmekse, bu paket neden size göre olmasın?

İstediklerinizi bugünden kabul edin ki, yarınlarda yakalamanız için bir şansınız olsun.

Emre Türker

Picture: deviantart

Keith (2008)

Tür: Dram / Romantik
Yönetmen: Todd Kessler
Süre: 93 dakika
Oyuncular: Jesse McCartney, Elisabeth Harnois, Margo Harshman, James Applebury, Tabitha Brownstone, Ron Carlson, Victoria Chalaya, Dennis Cockrum, Jan Devereaux, Michael Bryan French, Jennifer Grey, Tim Halligan, Courtney Halverson, Jordan Lindsay Hamm, Jesse Heiman, Micah Henson, Rance Howard, Megan Hubbell, Janice Kent, Michael McGrady, Sam Murphy, Ian Nelson, Eric Parker, Ethan Phillips, Zack Rockefeller, Jessy Schram, Christian Serratos, Ignacio Serricchio, Rachel Thorp, Gareth Williams, Sarah Zinsser
İyi bir tenis oyuncusu olan Natalie (Elisabeth Harnois), okuldaki azmiyle de bilinen popüler biridir. Başarısının devamı için sınavlara hazırlanmakta ve derslerden iyi puan toplamaya çalışmaktadır. Hayalini gerçekleştirebilmesi için, burs kazanması gerekmektedir.

Kimya dersinde Natalie’nin laboratuar partneri seçilen Keith (Jesse McCartney), yaşamdan zevk almaya çalışan, okul arkadaşlarından uzak ve yalnızlığı seven esrarengiz biridir. Raffael ile ilişkisini bildiği halde, Natalie’yle sürekli vakit geçirmek için fırsat kollar.

Öncesinde sürekli etrafında gezinen Keith’in varlığından rahatsız olan Natalie, ona karşı garip bir yakınlık duymaya başlayacaktır.

Dramatik bir gençlik filmi olan Keith’in, genç kitleyi hedef alan bir yapısı var. Durağan geçen filmi izleyiciye bağlayan tek şey, Keith’in hayatına karşı merak duygusu olsa gerek.

Emre Türker

Picture: impawards

02 Haziran 2009

Dumanı Tütenlerde Bir Kadın

Dumanı tütenlerin mekânında, derinden bir nefesle ateş istedi kadın. Çakmağı uzatmak için değil de, tedirginliğine çevrildi bakışlar.

Kadının derdi neydi? Çakmağı uzatan adam, dostça sormuştu. “Nedir sorun?”

Uzaklardan çalışmak için gelmişti kadın. Sevdiği adam, çalışmaya geldiği şehirde yaşıyordu. Ayrılıklar sonrası ne çok barışmalar yaşanmış, kaçıncı bıkkınlığıydı bu kavuşmalar.

Güven sorunu yaşanıyordu. Rahatı seven kadın, hatlarını ortaya çıkartan kıyafetlerden sırf onun için vazgeçmişti. Fakat erkek, sorgu-suallerinden ödün vermemişti.

Can çıkar huy çıkmaz,
kısa ayrılıklarda terk edilen akıllanmaz.

“Sana değil, erkeklere güvenmiyorum” demişti sevdiği adam, kendisinin de bir erkek olduğunu unutarak.

Kadının ilişkiye mola verişleri, her zaman sebepsiz değildir. Test etmek için yapılan uzaklaşma sınavlarında, başarısızlıktan kalır erkek. Oysaki oyun kâğıtlarında kozlar açık oynanmalı. Hamle, iki kişinin karşılıklı bilinçlerinde ortaya konmalı. Oyun stiline birlikte karar verilmeli. Her iki taraf da mutluluğu hırsa dönüştürmeden konumuna sahip çıkmalı. Kıskançlık mutlaktır, fakat her şeyin aşırısı mide bulandırır.

Çözümsüz noktalar olduğu düşünülür. Problemin sonucunun olmadığı düşüncesi, insanın içindeki negatif iyonlardan kaynaklanır. Aşkın hakim kararı, mutlak birleşmedir diye bir teori kurulmamıştır. Bazen en iyi çözüm, ayrılıktır. Son ihtimal olsa bile.

Kararsız kadın, dumanı tütenlerin mekânından ayrılırken teşekkür etti dinleyenlere. Oyun kâğıtlarını cebine koydu, testlerini bitirdi ve çıkıp gitti kapıdan sanki hiç gelmemiş gibi.

Emre Türker

Picture: deviantart

New in Town (2009)

Türkçe Adı: Kasabanın Yenisi
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Ken Rance, C. Jay Cox
Süre: 97 dakika
Oyuncular: Renée Zellweger, Harry Connick Jr., Siobhan Fallon, J.K. Simmons, Mike O'Brien, Frances Conroy, Ferron Guerreiro, Barbara James Smith, James Durham, Robert Small, Wayne Nicklas, Hilary Carroll, Nancy Drake, Stewart J. Zully, Marilyn Boyle, Jimena Hoyos, Leif Lynch
Minnesota’nın New Ulm kasabasında faaliyet gösteren ve durumu iyiye gitmeyen gofret fabrikasına, şirketin merkezi Miami’den yeni müdür atanacaktır. Yönetimdeki tek kadın Lucy Hill (Renée Zellweger), bu iş için gönüllüdür.

Minnesota’da kış sert geçmektedir. Lucy, ilk gününde kendisinin sekreterliğini yapacak bayan Blanche’in misafiri olur. Sendika temsilcisi Ted Mitchell’le (Harry Connick Jr.) orada karşılaşacak, fakat bu tanışma tatsız noktalanacaktır.

Fabrikadaki ilk günlerinde Lucy’i kötü sürprizler bekler. Çünkü her gelen yönetici başarısız olmuş, bu nedenle işçiler inancını yitirmiştir. Ümitsiz işçiler ve olumsuz koşullar düşünülünce, Lucy’nin işi hiç de kolay olmayacaktır.

Romantik komedilerin usta ismi Renée Zellweger, başarısını sürdürüyor. Baştan sona kadar izleyiciye hoş vakit geçirten bu film, türüne ilgi duyanların sempatisini kazanacaktır.

Emre Türker

Picture: impawards

01 Haziran 2009

Sevginin Şiddet Grafiği

Öfkemizi vazgeçilmezlerden çıkarırız,
onların vazgeçilmez olduğunun farkına varmadan...

Anne ve babamız, küçük yaşlarda sözü dinlenmesi gerekenlerdir. Yaş ilerledikçe, burnumuzun dikine gideriz. Oflamalar başlayınca, onlara lakaplar takarız. Sesimizi yükseltir, avazımız çıktığı kadar bağırırız.

Sonra aşık oluruz. Sözleri özenle seçeriz. Uykularımız kaçar, rüyalarda onu görürüz. Gözlerinin rengini, kokusunu, öptüğümüz dudakların tadını hayal ederiz. Kısa ayrılıklarda büyük özlemler çeker, uğruna gözyaşı dökeriz.

Evleniriz. Öncesindeki canım cicimler kaybolur. Emirler başlar, kan kusulur.
Şiddet artınca, ayrılık rüzgârları eser. Kapılar açılır, kapılar kapanır.

Değer yargısını anlamak için kaybetmek mi gerekir?

Aileden toprağa göçenler olur. Eşler ayrılır, dostlarla şiddetli tartışmalar yaşanır ve yıllar sonra görüşmek üzere, birlikteliklere uzun süre ara verilir. Keşkeler, ondan sonra çalar kapıyı. İçeriye almak istemeyiz pişmanlıkları ama zaman acımasızlığını şiddetle çarpar yüzümüze.

Mezarlar ardında dua ederken, keşkeler başlar.
Boşanma imzasının ardından, keşkeler başlar.

Keşke deriz ve devamında gelen sözlerde, sevginin şairi oluveririz.

Sevgi, ayrılıklardan sonra şiddetini gösterir, şiddet acı verir.

Emre Türker

Picture: deviantart