31 Mayıs 2009

Patch Adams (1998)

Tür: Biyografi / Komedi / Dram
Yönetmen: Tom Shadyac
Süre: 115 dakika
Oyuncular: Robin Williams, Daniel London, Monica Potter, Philip Seymour Hoffman, Bob Gunton, Josef Sommer, Irma P. Hall, Frances Lee McCain, Harve Presnell, Daniella Kuhn, Peter Coyote, James Grene, Michael Jeter, Harold Gould, Bruce Bohne, Douglas Roberts, Alan Tudyk, Ryan Hurst, Ralph Peduto, James Anthony Cotton, David Fine, James Carraway, Sonya Eddy, Kelvin Han Yee, Doreen Foo Croft, Bonnie Johnson, Karen Michel
Yıl 1969. Psikolojik sorunları nedeniyle intihar teşebbüsünde bulunan Hunter Adams (Robin Williams), Fairfax Hastanesi’nin psikiyatri kliniğine kendi isteğiyle yatar. Fakat orada kaldığı zaman boyunca, doktorların hastalara karşı soğuk ve ilgisiz tavrı, yeni yolunu çizmesi için sebep olacaktır. Hayata yeniden başlarken, hastalardan birinin ona söylediği Patch lakabıyla tanınmak için kararlı davranacaktır.

İki yıl aradan sonra, orta yaşına rağmen Tıp Fakültesi’ni kazanarak öğrenci olur. 3. sınıfa kadar öğrencilerin hastalarla görüşmesine izin yoktur. Fakat o, her fırsat bulduğunda hastaların yanına giderek yüzlerini gülümsetmeye çalışır.

Patch Adams’sın kural tanımaz tavrı, Dekan Dean Walcott’u (Bob Gunton) rahatsız etmektedir. Ayrıca oda arkadaşı Mitch (Philip Seymour Hoffman), asi öğrenci Patch’in okuldaki üstün başarısını kabul edememektedir. Tüm olumsuzluklara rağmen Patch, hastalara bakış açısını değiştirmeyecektir.

Gerçek hayattan sinemaya uyarlanan Patch Adams, insanların birbirleriyle iletişimi konusunda tam bir ders niteliğindedir. Günümüz doktorlarının ondan öğreneceği çok şey var. Kesinlikle izlenmeli.

Emre Türker

Picture: impawards

Dönüşüm

Yazar: Franz Kafka
Çeviren: Ahmet Cemal
Sayfa Sayısı: 100
Kitap Boyutu: 12,5 x 19,5 cm
Yayınevi: Can Yayınları

1915 yılında yayınlanmış “Dönüşüm” adlı eser, Kafka’nın anlatımındaki zirveye olarak kabul edilir. Kitapta, küçük burjuva çevrelerine farklı bakış açısıyla eleştirel yaklaşılmaktadır.

Değişim ismiyle de piyasaya çıkmış çevirileri bulunan kitap için çevirmen Ahmet Cemal, önsözünde şu açıklamayı yapıyor.

“Kafka’nın Die Verwandlung başlıklı anlatısı, bizde hep “Değişim” adıyla çevrildi ve öyle bilindi. Oysa Almaca’da Die Verwandlung, bir değişimden çok köktenci bir olguyu, tümüyle değişip başkalaşmayı dile getiren bir sözcüktür; burada gerçekleşen bir değişim değil, bir dönüşüm’dür.”

Kitabın kahramanı Gregor Samsa, evin geçiminde ailesine katkıda bulunmak için gaddar bir patronun yanında çalışan işçidir. Gregor’un çalışma hayatında izne yer yoktur.

Sabahın erken saatlerinde bunaltıcı düşlerden uyanan Gregor, dev bir böceğe dönüşür. Yeni şekline uyum sağlamaya çalışırken asıl düşündüğü şey, ailesine yapacağı açıklamadır. Odasının kapısı kilitliyken, henüz değişimi tamamlanmamış sesiyle, kapının diğer ucundaki kız kardeşi Grete, anne ve babasına son sözlerini söyleyecektir. Çünkü değişim sonrası Gregor’un sesi, vızıltıya dönüşecektir.

Fantastik kurgusuyla dramatik yaşamı trajikomik şekilde anlatan Kafka’nın hikayesinde, ince espriler bulunmaktadır. Kitabın ana fikrini kavrayabilmek için; çeviri önsözünü, nişanlısı Felice’ye yazdığı mektupları ve başkaca yazışmaları dikkatle okumak gerekir.

Emre Türker

The Burning Plain (2008)

Türkçe Adı: Aşk Ateşi
Tür: Polisiye / Dram / Romantik
Yönetmen: Guillermo Arriaga
Süre: 111 dakika
Oyuncular: Charlize Theron, Kim Basinger, Jennifer Lawrence, Robin Tunney, Fernanda Romero, Danny Pino, José María Yazpik, Joaquim de Almeida, Tessa Ia, Diego J. Torres, J.D. Pardo
Restoranın yönetiminden sorumlu Sylvia (Charlize Theron), erkeklere karşı rahat ama psikolojik açıdan karmaşık bir kadındır. Çevresinde onu izleyen bir adam vardır.

Santiago’nun babası Nick ve Mariana’nın (Jennifer Lawrence) annesi Gina (Kim Basinger), gizli aşklarını yürüttükleri eski bir karavanda yanarak can verir. Kaza sonrası olayları netleştirmek için, Santiago ve Gina yakınlaşacaktır.

Ekinleri ilaçlamada kullanılan bir uçak, görev sırasında kaza geçirir. Pilotun devriye arkadaşı ve kızı, aşağıda tüm olan biteni izlemektedir.

Her bir olay kendi çerçevesinde geçmişi sorgularken, insanlar yaşamlarına devam edecektir.

Amores perros (2000), 21 Grams (2003) ve Babel (2006) filmlerinin yönetmeni Guillermo Arriaga, başarılı çizgisini The Burning Plain filminde korumuş görünüyor. Dramatik yapısıyla sakin tempoda ilerleyen film, olayları bağlamadaki ustaca kurgusuyla dikkat çekiyor.

Emre Türker

Picture: impawards

30 Mayıs 2009

The Uninvited (2009)

Türkçe Adı: Davetsiz
Tür: Dram / Korku / Gizem / Gerilim
Yönetmen: Charles Guard, Thomas Guard
Süre: 87 dakika
Oyuncular: Emily Browning, Arielle Kebbel, David Strathairn, Elizabeth Banks, Maya Massar, Kevin McNulty, Jesse Moss, Dean Paul Gibson, Don S. Davis, Lex Burnham, Matthew Bristol, Danny Bristol, Heather Doerksen, Alf Humphreys, Ryan Cowie
Partiden ayrılıp eve dönen Anna’yı (Emily Browning) kötü bir sürpriz bekler. Gece vakti, hasta annesinin kaldığı yerde patlama olur. Kazadan sonra bunalıma giren Anna, uzun süre psikiyatrik tedavi görür.

Eve geri döndüğünde, ölmeden önce annesine bakan hemşire Rachel Summers (Elizabeth Banks) ile babası Steven’ın (David Strathairn) birlikte olduğunu görür. Bu durum, kardeşi Alex’i (Arielle Kebbel) de rahatsız etmektedir.

Anna, gizemli kâbuslar görmektedir. Bu esrarengiz düşler, annesinin öldüğü gece yaşanların kaza olmadığına işaret etmektedir. Fakat ona inanan tek kişi, kardeşi Alex olacaktır.

Son yıllarda gösterime giren ve artık bunaltmaya başlayan gerilim / korku türlerinden uzak, sonuna kadar merak uyandıran, tansiyonu yüksek ve etkili bir filmdir. Türüne ilgi duyanlara tavsiyedir.

Emre Türker

Picture: impawards

Partinin Davetli Konukları

Sadece davetlilerin katıldığı parti, üç kişilik ekibin muhteşem konseriyle açılmıştı. Işıklar söndü, sahne aydınlandı ve sabırsız görünen heyecanlı kalabalık, çığlıklarla karşıladı solistleri.

Kalabalığın içinde, çift kişilik davetlilerden biriydi onlar. Sahneyi iyi göremeyen bir yerde, sallanan insanların arasında, sanatçıları görmeye çalışıyorlardı. O gece, planlanmış değildi. İşten gelenler, iş tutanlar, kendini beğenmişler, aşıklar, arayanlar, arananlar, sanatçı hayranları ve geceyi değerlendirmek isteyenler, hepsi oradaydı. Hareketli ellerde maytapların parıldayan gelgitleri, kalabalık grubun sıcaklığını arttırıyordu.

Erkek ve kadın, onların arasındaydı. Kadın sahneye bakarken, erkek sevdiği kadının ellerinden tutmuş, neşeli tavırlarına hayran, kokusunu içine çekiyordu. En son birlikte eskittikleri parti, mutlu bitmemişti. Kadının ilk tedirginliği, bundan dolayıydı. Erkeğin tedirginliği ise, yaptıklarının acısıydı.

Kalabalık grup, sahneye yaklaşmak için onları sıkıştırmadan önce, birlikte sallanarak gemide yolculuk ederken denizi seyreder misali, huzurluydular.

“Yeterince gördük zaten” dedi erkek, “bundan sonrası, anılara sarılmış melodinin tatminkâr sesidir.”
“Haklısın” dedi kadın, “kendimizi bu tatmin olmayan bedenlerin öne geçme çabası içinde sıkıştırarak daraltmayalım. Artık gidebiliriz.”

Böylece, her yerden aynı duyulan muhteşem melodiye rağmen, yerinde mutlu olmayı başaramamış insanların negatif elektrikleri arasından sıyrılarak, oradan ayrıldılar.

Eve giderken, erkek içki almak istedi. Sonra düşündü. Bu parti, hatırında dinç kalmalıydı.

Erkek, kadının omzuna koydu elini. Kadının parmakları, erkeğin belinde.

Yıllara inat, mutlulukları biriktirmeye devam ettiler, acıları çöpe atarken…

O gece parti biterken, kalabalık grubun başlangıçtaki en öne geçme mücadelesi, arkadaki çıkıştan bir an önce kaçmak için itişmeleriyle son buldu. Sadece erkek ve kadın onların arasında değildi.

Emre Türker

Picture: deviantart

29 Mayıs 2009

Küçük Prens

Yazar: Antoine de Saint-Exupéry

Fransız yazar Saint-Exupery, Martı Jonathan Livingston’ın yazarı Richard Bach gibi, pilottur. Belki buna tesadüf denebilir ama dünyayı farklı açılardan gören pilotlar, hayal gücü düzeyi yüksek insanlar olarak düşünülebilir.

Küçük Prens’in, farklı yayınevleri tarafından satışa sunulmuş kitaplarını piyasada bulabiliriz. Demek oluyor ki, Türkçeye birçok çevirmen tarafından kazandırılmış, en fazla çevirisi yapılmış kitaplar arasındadır.

Yazar, çocuk kahramanı küçük prensin ağzından, insanların büyüdükçe tuhaflaştığını ve hataları göremediklerini anlatır. Ona göre büyükler, hiçbir şeyi kolaylıkla anlayamaz ve sorularıyla çocukları bıktırırlar. Bir ev tarifinde, içindeki çiçekler veya kuşların anlatımı değil, yüz bin frank değeri olduğu söylediğinde büyüklerin ilgisini çekecektir diyecek ve önemli şeylerin basit şeylerden doğacağına dikkat çekecektir. Oldukça etkileyici bir düşünce.

Saint-Exupery, ilk olarak 1943'te yayınladığı en ünlü kitabı Küçük Prens’te, isim vermeden Atatürk’den bahseder. Anlatımı tartışmalara yol açmış, ilkokul öğrencilerine tavsiye edilen temel eserler arasından çıkarılmıştır. Tartışma, “kıyafet devrimini getiren diktatördür veya liderdir” şeklindedir. Yazarın ne düşündüğünü tam olarak bilmiyorum, fakat tartışmalardan uzak durursak, kitabın büyüklere öğütlerine daha iyi konsantre olabiliriz.

Mavi Bulut yayınlarından çıkan baskısında ve Fatih Erdoğan’ın çevirisinden, bu bölüm şöyledir:

Bir süre sonra bir Türk lideri herkesin Avrupalılar gibi giyinmesini zorunlu kılmış, hatta buna uymayanları ölümle cezalandıracağını söylemiş de, 1920 yılında aynı gökbilimci etkileyici ve şık bir giysiyle Asteroid B-612'yi tanıtabilmiş.

Kitabın sayfalarındaki suluboya resimler, yazarın kendisine aittir.

Küçük Prens’i bugüne kadar birçok çevirmenden okudum. Unutmaya yüz tuttukça tekrar okuyor ve düşüncelerimi tazeliyorum. İnsanların kişilikleri ve karakterlerini anlatan Küçük Prens, her yaşa hitap edebilmektedir.

Emre Türker

Picture: 1001kitap

28 Mayıs 2009

Martı Jonathan Livingston

Yazar: Richard Bach

Hava kuvvetlerinde pilot olarak görev yapmış Amerikalı yazar Richard Bach’ın 1972’de yazdığı bu kitap, birçok dile çevrilerek dünya çapında tanınmıştır.

Jonathan’ın hikâyesi, öğrenilmiş ve kabullenilmiş dar kalıpları yıkmaya çalışan bir martının bakış açısıdır. Doğru bildiği yolda, kendini geliştirmek için sınırları aşan, aradığını bulduğunda paylaşan ve bunu diğer nesillere aktaran Jonathan, sürgün edilme düşüncesinden yılmamıştır.

“Düşüncelerinizin zincirlerinden kurtulun, bedenlerinizin zincirlerini kırın.” İçeriğinde geçen bu ve bunun gibi birçok değerli sözü barındıran kitap, hemen her yaşta rahatlıkla sindirilebilecek tarzda ve tek güne sığdırılabilecek kadar kısadır.

Martı Jonathan’ın denemelerinde; vazgeçmemeyi, yılmadan çalışmayı göreceksiniz. Hayat işte böyledir. Amaç edinilen yolda, önündeki engelleri inançla aşmayı başaran kişi, zafere ulaşacaktır.

Emre Türker

27 Mayıs 2009

İhtimal Hesapları

Aldatan
Aldanandır.

Kadın, tüm öfkesini kustuğu an, geride iz bırakmamıştı. Sakince veda etti zarar vermeden. Kapıdan dışarıya çıktığında, çantası elinde ilerledi kaldırımdan. Geriye dönmedi erkeğin baktığını hissederek. Adımları ağırdı. Kimi zaman duraksadı, sonra döndü sokağın köşesinden.

Erkek, hiçbir şey söyleyememişti. Susmuştu. Her yerde onun kokusu…

Bir kadın söylemişti ona, “O gittiğinde, duvarların daraldığını ve bana işkence ettiğini hissediyordum.” Dinledikleri, yaşadıkları olmuştu.

Nefesi daralmaya başladı. Uyku geçici çözüm, uyandığında canlı kâbuslar.

Kadın, erkeği çok seviyordu. Erkek de onu. Çünkü kadının evden gidişiyle, tartışmaların kara büyüsü bozulmuştu. Önce düşündü. Sonra kapının yanındaki askıdan montunu aldı ve inançla ayrıldı o yerden.

Birlikteliğini düşündü, yangından kurtarılması gereken ilkleri…

Telefona sarıldı ve beklemeye başladı.

Cadde kalabalıktı ama gürültüsünü duymuyordu karşılıklı titreşen sesler…

Emre Türker

Picture: deviantart

Happy-Go-Lucky (2008)

Türkçe Adı: Daima Mutlu
Tür: Komedi / Dram
Yönetmen: Mike Leigh
Süre: 118 dakika
Oyuncular: Sally Hawkins, Elliot Cowan, Alexis Zegerman, Andrea Riseborough, Sinead Matthews, Kate O'Flynn, Sarah Niles, Eddie Marsan, Joseph Kloska, Sylvestra Le Touzel, Anna Reynolds, Nonso Anozie, Trevor Cooper, Karina Fernandez, Philip Arditti
Kendisi ve çevresiyle barışık, 30 yaşındaki anaokulu öğretmeni Poppy (Sally Hawkins), sosyal hayatı çok renkli bir kadındır. Çok iyi anlaştığı ev arkadaşı Zoe (Alexis Zegerman) ile senelerdir birlikte yaşamaktadır.

Etrafında yaşanan sorunlara aldırmadan, her olaya gülümseyerek ve şaka yoluyla cevap veren Poppy, sorunlu ve asabi kişiliğe sahip Scott’dan (Eddie Marsan) direksiyon dersleri almaktadır. Kuralcı Scott’ın sert tavrını yumuşatmayı deneyecektir.

Poppy, Modern Polyanna’yı yaşamakta ve yaşatmaya çalışmaktadır.

Filmde, kadınların çeşitli hallerine tanık oluyoruz. Tamamen doğal şekilde ilerleyen film, mutlu olmak ve pozitif düşünmek üzerine hazırlanmış. Aksiyon, giriş-gelişme-sonuç ilişkisi gibi kavramları Happy-Go-Lucky’de bulamazsınız. Psikolojik, huzur ve gülümseme adına, yaşamdan kesitler izlemeyi sevenlere hitap eden anlamlı bir film.

Emre Türker

Picture: impawards

Pozitif Düşüncenin Sihirli Gücü

Yazar: Prof. Dr. Nursel Telman
Epsilon Yayıncılık

Pozitif düşünce nedir? Neye yarar? Faydaları nelerdir? Bu tarz sorulara ders niteliğinde yanıt veren, daha çok bilimsel dille anlatılmış, teoriği yoğun, örnek yönteminin az kullanıldığı bir kişisel gelimi kitabıdır.

Kitabın içeriği, pozitif düşüncenin gerçekte ne kadar fayda sağlayabileceğini fazlasıyla anlatıyor ve maddeler halinde sıralıyor. Fakat ders verir gibi şematik anlatımlarla sizi konudan koparabiliyor.

Şahsi kanaatimdir: Konu anlatımlarında, uzmanlaşmaya başlamış heyecanlı kişileri okumaktan daha fazla keyif alıyorum. Çünkü çok fazla araştırma yaparak, kendi içinde ince eleyip sık dokuyorlar. Fakat profesörler biraz daha sabit fikirli oluyorlar. Basit halk dilini sıradan gördüklerinden, terimsel kelimelere ağırlık veriyorlar. Bilimsel ölçülerini işin içine koyuyorlar. Düşünmüşümdür, çoğunluğun sıkıldığı dil kime fayda sağlar diye? Ama bu sadece bir genelleme, mükemmel analizlerini çekici kelimelerle sunanlar da var.

Son sözlerde hatırlatmada yarar var. Kitabın teorik anlatımı gerçekten iyi derecededir. Argo tabiriyle klasik “gaz veren” kitaplardan değildir.

Emre Türker

26 Mayıs 2009

Parktaki Oturaklarda İki Çift

Havanın açık, güneşin var olduğu ama bunaltmadığı bir havada, iki sevgili çift, denize karşı parkın oturaklarında konuşuyordu.

1. çift

Yarım saattir burada oturup denizi seyrediyoruz. Gidip bir yerde çay içelim. Çünkü bana öyle manalı bakıyorsun ki, keşke seni hiç buraya getirmeseydim diyorum. Yok, inkâr etme. Zaten hep böyle bakıyorsun, bir türlü değişmedin. Kıyafetin de uygun değil, herkes bize bakıyor. Yoldan geçen o çocuğa bakışını görmedim sanma. İyice sıkıcı olmaya başladı burası. Zaten rüzgâr esiyor, bir de seninle uğraşmayayım. İlk tanışmamızda bana böyle bakmıyordun. Ayrıca gittikçe kilo almaya başladın, formuna dikkat etmiyorsun. Hadi kalkalım, tüm günümü burada geçiremem. Çevredeki insanlara baksana, ne kadar sefil insan varsa toplanmış burada. Şu kadınlar piknik yapıyor, sanki burası piknik alanı!

Parktaki oturaklardan kalkan çift, yan yana yürüyerek uzaklaştı. Yolda tartışıyorlardı.

2. çift

Yaklaşık yarım saattir burada olmamıza rağmen, zamanın nasıl geçtiğini anlayamamışım. Ne kadar güzel konuşuyorsun. Ellerin pamuk gibi, sürekli tutmak, sonra öpmek istiyorum onları. Ellerimi hiç bırakma tamam mı? Buraya gelmekle ne iyi yaptık. Senin sesini, senin nefesini, senin kokunu daha iyi algılayabiliyorum. Yüzüne dokunuyorum şu an. İlk tanışmamızdaki gibi; dudakların gülümsüyor, saçların dağılmış rüzgârla dans ediyor. Dinle, denizden geçen şu vapurun sesini duyuyor musun? Ayrıca yüzüme dokunan rüzgâr, yaşadığımı hissettiriyor. Denizin kokusunu bana taşıyor. Neşeli sesleri duyuyor musun? Piknik yapıyorlar çocuklarıyla beraber. Bu arada, daha önce söylemiş miydim? Her zaman güzeldin, hala güzelsin, hep güzel olacaksın. Hadi gidelim artık, güneşin sıcaklığı tükenmeden, evin yolunu tutalım.

Parktaki oturaklardan kalkan çift, kol kola, ellerindeki tılsımlarla uzaklaştı. Yolda, yaşamın sesini dinliyorlardı.

2 numaralı çift, doğuştan göremiyordu. 1 numaralı çift ise, yorumsuz.

Emre Türker

Picture: deviantart

25 Mayıs 2009

Geri Dönebilme İhtimalin Yüzde Kaçtır Sevgili

Ayrılığın tanımını iyi biliyordu. Kaç sevgili bitirmişti oyunlarda, kaç kere yenik ayrılarak kalkmıştı masadan.

Kadınların klasik kapıdan çıkış sözleriydi hatıra defterine karalanan.

“Ben sana layık değilim, böylesi daha iyi olacak.”
Kime uygun olduğuna karar verirken, sen kimlere layık bulacaksın kendini?

“Biraz ara verelim. Düşünmek istiyorum, sonra nasıl devam edeceğimizi konuşuruz.”
Bu zamana kadar konuştuklarımız, hangi sahnenin 10 dk.’lık molasıydı? Aralarda açlığımızı hangi aşklarda doyurup, çerez niyetine harcayacaktık beklentileri? Yolculuklarda mola olduğunu bilseydim, bileti kestirmezdim sevgilim.

“Sen beni anlamıyorsun. Bundan sonra da anlayacağını sanmıyorum.”
Gülümserken, yıllar geçti düşüncelerimizin üzerinden. Kırıklarını aldırdık ateşi sönmeye yüz tutmuş köreltilerin. Yaptığın sınavda başarısız olduysam, neden kapıdan karşılayıp heveslendirdin titreyen heyecanlarımı.

“Çok üstüme geliyorsun, bu kadar baskıya gelemem ben.”
Değiştik mi? Kıskançlık etmediğimde yargılarken, kıskandığımda fazla mı buldun? Çift kişilikli yaratık oldum, saldırıya geçiyorum avımı ısıramayacağımı bilerek.

“Gerçekten bir başkası yok hayatımda. Bundan sonra da uzun süre düşünmüyorum.”
Geçen günlerde görmüşler seni vapurun açık terasında. Yanındaki adamla gülüşüyormuşsun. Demek ayrılık noktasının hemen ardında buldu seni tesellici adam. Seni telkin yolculuğuna çıkardı, ben vapurun geri dönüşünü beklerken.

“Seni sevip sevmediğimi bilmiyorum. Gerçekten mükemmel bir arkadaş oldun bana, belki böyle kalsak daha iyi.”
Hangi arkadaş öptü dudaklarından, hangi arkadaş gözlerinin içine baktı saatlerce. Hangi arkadaş tuttu ellerini parmaklarının arasına alarak.

Söylesene bana. Neden insan gibi söyleyemezsin gideceğini, gidip de gelmeyeceğini.
Bir başkasını bulduğunda, neden kıyaslayamazsın ikimizi.

Kalanların avuntusudur “benim gibi birini bulamazsın” cümlesi.
Giden öyle bir kapatır ki kapıyı, geriye baktığında tek hatırlanan acıları olur.
Sen beklersin, daha çok beklersin dönüp - diz çöküp yalvaracağını.

Filmin sonu geldi, oyuncular ve katkıda bulunanların yazısı geçiyor aşağıdan yukarıya kayarak.
Mutlu son bekleme, ağla ve sonra boşalt koltukları.
Şimdi bir başkası gelecek bu filmi seyretmeye.

Emre Türker

Picture: deviantart

The Spirit (2008)

Tür: Aksiyon / Komedi / Fantastik / Gerilim
Yönetmen: Frank Miller
Süre: 103 dakika
Oyuncular: Jaime King, Gabriel Macht, Dan Gerrity, Arthur the Cat, Kimberly Cox, Brian Lucero, David Brian Martin, Larry Reinhardt-Meyer, Frank Miller, Eva Mendes, Eric Balfour, Samuel L. Jackson, Louis Lombardi, Scarlett Johansson, Sarah Paulson, Dan Lauria, Daniel Hubbert, Johnny Simmons, Seychelle Gabriel, Michael Milhoan, John Cade, David Wiegand, Chad Brummett, Richard Portnow, Mark Delgallo, Stana Katic, Paz Vega, Drew Pollock
Çamur tabakalarının orada, Ahtapot’un (Samuel L. Jackson) işin içinde olduğu bir olayın haberi Spirit’e (Gabriel Macht) ulaştırılır. Şehirdeki düzeni korumayı amaç edinmiş, ölüm meleği Lorelei’nin izlediği Spirit, hemen yola çıkar.

Ahtapot ile Sand Saref (Eva Mendes) arasındaki hesaplaşmada, bir polis memuru vurulur. Sand Saref, olay yerinden kaçarken yanında taşıdığı sandıklardan birini bırakmak zorunda kalır. Böylece biri Ahtapot’un elinde, diğeri de güzel kadın Sand Saref’in elinde kalır.

Ahtapot, yardımcısı Silken Floss’la (Scarlett Johansson) beraber diğer sandığın peşine düşer. Çünkü istediği sandık karşı tarafta kalmıştır. Aynı şekilde Sand Saref’in istediği sandık da, Ahtapot’un elindedir.

Spirit’in (Gabriel Macht) her ikisiyle de bağlantısı vardır. Olaylar geliştikçe, bağlantılar açığa çıkacaktır.

Karanlık sahnelerde çizgiyle gerçek kavramları birleştirmeyi seven Frank Miller, The Spirit’in yönetmenliğini üstlenmiş. Absürt komedi içerikli bu fantastik filmin çekim mantığı, Frank Miller’in eserinden Sin City’ye (Günah Şehri) yakındır. Konu anlamında çok doyurucu değil fakat görsel anlamda tatmin edecek bir yapımdır.

Emre Türker

Picture: impawards

24 Mayıs 2009

Bilinçsel Sohbetlerin Terapi Sunumu

Rüzgârlı havada, deniz kıyısında gemileri seyreden biri vardı. Defalarca giydiği pantolonu diz yapmış, tişörtü güneşten solmuş, ucuz takıları takmış takıştırmış, saçları uzun sempatik genç adam, düşünceliydi.

Yanına yaklaştım. İskelenin kenarında çayımı yudumlarken sohbet edeceğim birini arıyordum, cazip teklifimi kabul etti gülümseyerek.

Ne çok aşklar yaşamış. Kadınları iyi tanıdığını düşünüyordu bu genç yaşına rağmen. Çekingen bakışlarında acı vardı. “Balıklara benziyor kadınlar” dedi. Denize baktıkça, sularda onları görüyorum. Oltayı atman sorun değil, balık istemezse yakalayamazsın. Ben onlara ağ örmem, bu haksızlıktır. Trolle geleceklerini karartmam. Yine de temkinlidirler doyumsuzlara karşı.

Gözleri çökmüştü uykusuzluktan. Bu yaşa kadar ailesi büyütürken onu, hiçbir iş yapmasına izin vermemişler. Kararsız oluşu, kararlarını onun yerine vermeleriymiş. Bu nedenle çoğu kez tutunamamış çeşitli işlerde.

Kariyeri için okul seçimi yanlışmış. İstediği okulu değil, rastgele birini seçmiş düşünmeden.

Gece hayatı içine çekmiş onu, geleceğin planlarını yapmaktan kaçınmış. Ailesini çok seviyormuş. Ne zaman uzaklaşsa evinden, titrermiş vücudu.

Dış görünüşüne aldanan insanlar, onu isyankâr sanmış. Aslında herkesten daha uysalmış, herkesten daha safmış yaşantısı.

Yaşarken kimseye zarar vermek istememiş ama çok zarar görmüş.

Fotoğraflarını gösterdi bana. Şaşırmıştım. Sonra gözlerinin içine baktım. Gülümsedi.

Yakın bulmuştum onu kendime. Çok tanıdık bir siması vardı. Uzanıp dokunmak istedim, yapmadım.

Sonra Anladım.

Denize nazır, karşılıklı çayımı yudumladığım kişi, gençliğimdi.

Emre Türker

Picture: deviantart

23 Mayıs 2009

Birilerini Beklerken…

Birilerini beklemek, buluşma yerine ilk gelenin kâbusudur. Sağa sola bakar, saati kontrol eder, derin nefes alır ve telefona sarılırsınız. Cep telefonlarına anlamsız güvenimiz yüzünden, saatlere olan sadakatimizi kaybetmeye başladık.

Yine de ilk gelen siz olun buluşma yerine. Bu sizin güvenilirliğinizi belgeleyecektir. Peki, beklerken sinir harbi mi yaşayacaksınız? Nasıl değerlendirebiliriz zamanı?

Öncelikle huzursuz bekleyişten kurtulabilmek için kaşları çatmaktan vazgeçip, gülümsemeyi öğreneceğiz. Kaşları çatık bekleyiş, buluşma sonrası zamanın kötü geçmesine sebebiyet verebilir.

Sürekli saate bakarak dakikaları, hatta saniyeleri sayma alışkanlığından vazgeçin.

İnsanın en hareketli olduğu yaşarda, üzerinde taşınan vazgeçilmezler çoğalır. Buna rağmen erkeklerin çoğu, çanta taşımak yerine cepleri doldurmayı tercih ederler. Bence cinsiyet gözetmeksizin çanta taşınmalı.

Kitap, dergi, gazete vb. yayınlanmış hazineleri yanınızda bulundurun. Bekleme sırasındaki en iyi arkadaş, yazılardır. Okudukça zihin açılır, zaman su misali akıp gider.

Kâğıt ve kalemi, daima yanınızda bulundurun. Çevrenizdeki dikkat çeken ilanları, aklınıza gelen sözleri vs. şeyleri not alırken, aklın anlık boşluklarını gereksiz doldurmaktan kaçınmış olursunuz. Profesyoneller, kâğıt ve kalemi yanlarından eksik etmezler.

Bulmaca çözün. Bu sayede kelime daracığınız gelişir. Anlamdaş kelimeleri türetirsiniz aklınızda ve konuşurken sözleri unutma uyuşukluğundan kurtulursunuz.

Tespih, bazıları için vazgeçilmezdir. Öyleyse tespihi sallamadan, tane tane çekin. Gerçi biraz magandalığa işaret sayılmaya başladı ama şu stres toplarını düşününce, ne demek istediğimi anlayacaksınız. İnsanlar tespih seanslarında hem sözel, hem bedensel telkine geçer. Stres toplarını çevirme mantığı da buradan türemiştir bana göre.

O gün için, hatta haftalık ya da gelecek düşüncelerinizi göz önüne getirin. Böylece planlamayı öğrenir, şimdi ne yapsam monotonluğundan kurtulursunuz. Hatta beklediğiniz kişilerle birlikte neler yapabileceğinize karar verin. Sonra fikir birliğine varmak için vakit kaybetmezsiniz.

Müzik ruhun gıdasıdır. Gerçi bunu önermeye bile gerek yok. Çünkü bu tadı bilen için müzik dinlemeyi sağlayan çeşitli cihazlar, meraklılarının vazgeçilmezi olmuştur.

Fotoğraf makinesi bulundurun. Anlık unutulmazları yakalama şansınız olabilir. Zaten günümüzün teknolojik cep telefonları, anlattıklarımızın birçoğunu size sağlıyor.

Bunlar genelde bekleme anını doyuran şeylerdir.

Sizin de eklemek istedikleriniz olabilir.

Üretmeye başladınız mı?

Emre Türker

Picture: deviantart

Beyin Gücünü %100 Kullanma Tekniği

Yazar: Scott Witt
Çeviren: Melih Üzmez
Sayfa Sayısı: 311
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5 cm
Yayınevi: Gün Yayıncılık

Scoot Witt, uzun yıllar şirkette sıradan bir memur olarak çalışırken, orta yaşına rağmen belli teknikler sayesinde kariyerine yöne verebilmiş kişilerden biridir.

Beyin, şüphesiz insanın kontrol mekanizmasını sağlayan en önemli organdır. Her canlı, deha olarak doğmaz. Fakat zekâyı geliştirmek ve eğitmek, insanın elindedir. Bu kitap, pratik tekniklerle hayatta kolaylıklar sağlamayı amaç ediniyor. Daha çok, çalışma hayatındaki kariyer üzerinde durulmuş. Pratik işlem, hızlı okuma, fikir üretme, problem çözme ve bir adım öne çıkma gibi konulara ağırlık veriliyor.

Oldukça sade bir dille anlatılan kitap, kararsızlıktan kurtulma aşamasında yardımcı olabilir.

Her şeyden önemlisi, problemlerin gerçek çözümü insanın kafasında biter. Bu tarz kitaplar, sizi süper model yapamaz. En azından fikir edinmenizi sağlar. Bu açıdan bakılırsa, fayda sağlayacak yerler mutlaka çıkacaktır.

Emre Türker

The Bicycle Thief (1948)

Türkçe Adı: Bisiklet Hırsızları
Orjinal Adı: Ladri di biciclette
Tür: Polisiye / Dram
Yönetmen: Vittorio De Sica
Süre: 93 dakika
Oyuncular: Lamberto Maggiorani, Enzo Staiola, Lianella Carell, Gino Saltamerenda, Vittorio Antonucci, Giulio Chiari, Elena Altieri, Carlo Jachino, Michele Sakara, Emma Druetti, Fausto Guerzoni
İtalya’da, sefaletin hakim olduğu yıllarda, işsizlik yaşamı olumsuz etkilemektedir.

Antonio Ricci, uzun süredir iş bulma kurumunun önünde umutla beklemektedir. O gün, talih Antonio’nun yanında yer alır. Listede ismi okunur ve belediyede afişçi olarak görev alabileceği söylenir. Tek şart, bisikleti olmasıdır.

Antonio, daha önceden parasızlık nedeniyle bisikletini rehin olarak verince, eşi Maria evdeki çarşafları satarak bisikleti geri alır. Bu sayede işe kabul edilir.

Sokaklarda çalıştığı sırada, hırsızlar tarafından bisiklet çalınır. Şikâyetini polise bildirse de, tatmin edici cevap alamaz.

İş başa düşer. Oğlu Bruno’yu yanına alarak, hırsızı bulmak için sokaklarda dolanmaya başlar. Eğer bisikleti bulamazsa, sefalete geri dönecektir. Bu nedenle bisiklet, o an her şeydir.

İtalyan yapımı film, halkın sefalet ve açlıkla mücadelesine güzel bir örnektir.

Emre Türker

Picture: movieposterdb

22 Mayıs 2009

Vaktinizi Çöpe Atmayın!

Uyanmak, yaşamak ve uyandığın noktaya geri dönmek…

Geri dönüşümsüz, tek kullanımlık haklarımızdır günler. Çarçur etmek, heyecanla beklemek, ayaklardan güç alıp zıplamak, bakışmak, kaşları çatmak, pastanın mumlarını söndürmek, ağlamak, duygulanmak, sarılmak, ürpermek, utanmak, rezil olmak… Hepsi bizim elimizde.

Ne kötüdür kullanılmadan tarihi geçmiş günlere yanmak.

İdeal uyku süresi, ortalama 7 saat civarındadır. Bu ortalama, kimi zaman 4 ile 11 saat arası değişir. Ne fazlası, ne de azı bir şey kazandırır insana. Uykudan çaldığımız, uykunun bizden çaldığı zamanların haricinde, ne çok vakit kaybederiz, bilir misiniz?

Güne yarım saat geç başlamak,
24 saat içinde 30 dakikaya, ayda 15 saate denk gelir.

1 yılda 365 gün olduğuna göre,
toplamda 182 saat 30 dakika kaybımız vardır hayattan.

Değer mi?

Zamanı öldüren seri katillerden olmayın, vakit ekerek zenginleştirin bahçenizi.

Hiçbir şey için çok geç değil!

Emre Türker

Picture: deviantart

21 Mayıs 2009

İç Ses, Dış Ses ve İki Kişi

Değerli blog dostlarımdan Nehir’in; Rüzgârın esintisiyle başlayan, iç seslerin ve çelişkilerin hikâyesini resmeden Hiç kere.. yazısındaki karedeyim.
Masalında, oyuncu olarak rol verdim kendime akıl defterimden.


İki kişi karşılıklı yansıyor birbirlerinin yüzüne
biri kadın, biri erkek.
İç sesler dış sesleri yargılarken,
dış sesler iç sesleri dinlememekte.
Sonra el uzatılır, tutulur parmaklar
Sesler, derinlerde kaybolur

Aradan zaman geçer, kadın ve erkek tekrar gelir karşı karşıya
Eller ve parmaklar geriye yaslanır bedenlerinde,
Dış sesler susar, iç çelişkiler konuşur

BİR AYRILIK BÖYLE RESMEDİLİR,
Eller, iç sesler, dış sesler bir olur, içmeye giderler olanları unutmak için.

Ve nєнιяѕєℓ’den son gelir yoruma cevaben,

Der ki;
Eller, iç sesler ve dış sesler içerler sarhoş olup asıl hissettiklerini itiraf edinceye kadar…


Emre Türker

Picture: deviantart

20 Mayıs 2009

Yol Karanlık, Gitme Yolcu

Bir rüzgâr esti çenesinden saçlarına doğru. Etraftan hayret içeren sesler ve haykırışlar yükselirken, gülümsüyordu. Kimse göremiyordu yüzündeki ifadeyi gecede. Yolculuk kaç metreydi ve sona ne zaman ulaşılacaktı? Yalnız o biliyordu başrol oyuncusu olarak bu kısa filmdeki rol aldığı süreyi.

Ayrılık vardı. Terk edilişti son veda. Bilmem kaç kez sevişmişti onunla, bilmem kaç kez öpmüştü sıcak dudaklarını. Sebepsiz gidişlere anlam veremiyordu ama toplam sürede biriken tatlı anlar geldi birden aklına. En popüler kişiyi sevmişti ve en ulaşılamaz olanla dans etmişti eğlencelerde. Elini son kez tutarken değil, ilk kez öperkenki halini hayal etti düşünce bulutunda.

“İşe yaramazın tekisin, seni doğurduğum güne lanet olsun” diyordu onu dünyaya getiren kadın. Bu sözler, kundaktayken onu sarıp sarmalamadığını, oynarken peşinden koşmadığını, kokusunu içine çekip doyamadığını göstermezdi. Ne hatalar yapmıştı, ne çok acılar çektirmişti o kadına ama hüzün dolu son sözler, sadece bir anlık hiddetin sonucuydu. Aslında mahallenin en kıskanılan çocuğuydu o. Ne istediyse alınmış, ne arzu ettiyse önüne serilmişti. Doğum günleri geldi aklına ve pastasını keserken, o müthiş kadının gözleri parlıyordu. Sevildiğini hatırladı sonra…

İşten çıkarıldığı gün, evine dönerken, ne yapacağını düşünmüştü. Acaba tekrar başka bir işte görev alabilir miydi? Aslında o gün, sabah telefonunu kapattığında, onu aramışlardı. Yeni bir iş, yeni bir umut için olası görüşmede, ilk sıradaydı.

Gidenin ardından kimler ağlar? Verilen tepkiler sevginin bittiğine işareti midir? Her karanlığın içinde bir ışık var mıdır? Her şeyden önemlisi, zaman geri alınabilir mi?

Bunların tamamını, hatta burada olmayan birçoklarını sordu kendine.
Sonra ayakları dokundu suya ve gittikçe ıslandı vücudu.

Bir baloncuk yuttu,
Sonra bir daha ve bir daha…
Ama ayağına bağladığı ip, onu aşağıya çekmeye devam ediyordu.
Ve pişmanlığına çare olmadı geri dönüşümsüz yolculuğu.
Sulara gömüldü bedeni, gözlerini son kez kapatırken hayata.

İntiharın ardından, geriye karanlık ve yoğun kalabalığın bakışları kaldı köprüde.

Emre Türker

Picture: deviantart

What Women Want (2000)

Türkçe Adı: Kadınlar Ne İster
Tür: Komedi / Fantastik / Romantik
Yönetmen: Nancy Meyers
Süre: 127 dakika
Oyuncular: Mel Gibson, Helen Hunt, Marisa Tomei, Alan Alda, Ashley Johnson, Mark Feuerstein, Lauren Holly, Delta Burke, Valerie Perine, Judy Greer, Sarah Paulson, Ana Gasteyer, Lisa Edelstein, Loretta Devine, Diana-Maria Riva
Las Vegas’lı bir revücünün oğlu olan Nick Marshall (Mel Gibson), diğer çocuklardan farklı olarak kadınların içinde büyümüştür. Bu nedenle kadınların dilinden çok iyi anlamaktadır.

Nick, çalıştığı şirkette çok fazla iş buyuran ve kadınları kullanan çekici bir erkektir. Yöneticisiyle kariyer görüşmesi yaptığı sırada, yaratıcı yönetmen olarak atanmayı beklerken, başka birinin göreve getirildiğini öğrenir. Göreve getirilen kişi, erkek düşmanı olarak tanınan ve eski şirketinden yeni ayrılmış Darcy McGuire’dir (Helen Hunt).

Darcy, şirketteki ilk gününde tanışma toplantısı düzenler. Toplantıdakilere kadınların kullandığı vazgeçilmez ürünlerden örnekler dağıtarak, herkesten yaratıcı fikirler beklediğini açıklar.

Nick, evde kadın malzemelerini denerken, ufak bir kaza atlatır. Olaydan sonra olağanüstü bir şey olur ve Nick, kadınların düşüncelerini duymaya başlar. Bu gücü sayesinde, kadınların ona karşı savunması kalmayacaktır.

Film, eğlenceli olduğu kadar romantizm öğelerini de içeriyor. Kadınların hislerini, düşüncelerini ve yaşam tarzlarını beyazperdeye taşıyor. Romantik komedi severlerin beğenisini tam anlamıyla karşılayacak bir yapım.

Emre Türker

Picture: impawards

18 Mayıs 2009

İyi ki Varsın

Gece biterken, güneş henüz aydınlatacak ışığı bırakmamıştı pencereden. Derince soluyordun yüzüme karşı ve ben, kapalı gözlerindeki masumluğu izliyordum heyecanla.

İlk gecemiz ne zamandı? Kaç kez yalanlar söylemiştik aynı mekânda gözlerimizi açmak için bu evde?

Önceleri hafif bir melodiyle çıkan ortamın müziğiyle sarhoş olurduk içmeden önce. Dışarıda ne olup bittiği önemli değildi. Kokun, her bedenden ayrılırdı algılarım arasında.

Seni hiç kıyaslamadım başka kadınlarla. İlk değildin belki, ama son olacaktın. Bundan sonraki duraklarda bekleyecek başka kimse olmayacaktı hayatımda.

Ne zordu başlarda özgür bir yaşam sürmekte olan safsata dolu hayatıma seni katmak, ne zordu yalnız uyanırken seninle kalkmak. Bu bir isyan değil, mükemmelliğe alışamamaktı.

Özlenmek isterdim, özledin beni her uzaklaştığımda. Sevmeni isterdim, sevdin aşkın her nakaratı söylendiğinde tüm kalbinle ve her boşluğu doldurdun samimi cümlelerinle.

Hayatımızda kaç ilk var birlikte başaramadığımız? Belki de en çok, bu ilklerini sevdim birlikteliğimizin.

Gece bitmeden yüzünü seyrederken, derince soluyordun yüzüme karşı. Korkmuştun. Ellerin bilinçsizce açık ve avuç için bana doğru uzanmıştı. Hafifçe tuttum elini ve “korkma” dedim kelimesiz, düşünsel bir yanıtla.

Gözlerini açtığında, o çocuksu ifadeyle gözyaşı döküyordun. Hafif bir kâbustu gördüklerin.

“Hayatım” dedin bana, “kâbusumda ortaya çıkan bir masal prensi gibiydin, elimi tutarak korkmamam gerektiğini hissettirdin. İyi ki varsın.”

Emre Türker

Picture: deviantart

17 Mayıs 2009

Alışverişlerdeki Rutin Hesap Hataları

Ali, annesinin kendisine teslim ettiği listede bulunan malzemeleri almak üzere bir markete gider. Alışveriş sonrası hesabı ödemek için kasaya yanaşır ve ürünlerin üzerindeki barkotları makineye okutan kasiyerin kendisine söylediği fiyatı ödeyerek evinin yolunu tutar. Eve geldiğinde aldığı şeylerle fiyatları karşılaştırır ve kasiyerin, aynı peyniri iki kez makineden geçirdiğini görünce, köpürür. Markete tekrar geri dönerken, çok sinirlidir. İçeriye girer girmez kasadaki kadına bağırmaya başlar.

Şimdi iki yanıt üzerinde düşünelim.

-1-
- Neden dikkat etmiyorsun kardeşim?
- Özür dilerim beyefendi, makine aldığınız ürünü iki kere okutmuş.
- Madem bu işi bilmiyorsun, neden orda oturuyorsun?
- Bu tip hatalar olabiliyor, fişi o yüzden size veriyoruz ya!
- Bak bir de cevap veriyorsun.

-2-
- Neden dikkat etmiyorsun kardeşim?
- Neye dikkat etmiyorum, senin iki tane peynir almadığın ne malum!
- Bana yalancı mı diyorsun?
- Üzerinizde doğru adam diye yazmıyor ki!
- Ürün de senin olsun, para da. Allah belanı versin.
- Söylediklerini aynen size iade ediyorum. Kötü söz, söyleyene yakışır.

Bu tarz durumlarla ne çok karşılaşıyoruz değil mi? Herkes hata yapabilir. Kasiyerlerin işi gerçekten zordur. Kasiyerle aynı yerde oturduğunuzu ve akşama kadar ürünleri kasadan geçirdiğinizi hayal ederseniz, hata yapma riskinin ne kadar yüksek olduğunu az çok tahmin edersiniz.

Bir de şu var. Eğer kasiyer, kasadan ürünleri geçirirken peynirin fiyatını okutmayı unutmuş ya da makine o an miktarı algılayamamışsa! O zaman ne yapardınız?

Aslına bakacak olursanız, çevremde gördüğüm kadarıyla birçok insan, bunu kâr saymaktadır. “Bu da bedavaya geldi” diye gülümsemektedir. Özellikle bankalarda, veznedarın müşteriye verdiği para, kolay kolay geri dönmez. Gerçek yaşanan bir olaydan bahsedeyim. Adamın birine veznedar yanlışlıkla fazla para vermiş, durumu fişlerden fark edince müşterisini geri aramış. Adamın cevabı “o benim kısmetimmiş, parayı size getirmem” olmuş.

Bilmeyenler için söyleyeyim. Karşılığı olmadan aldığınız çoğu şey, size teslim eden tarafından ödenir. Kasiyer veya bankacı için bu, açık vermek demektir. Ne kadar fazla miktarda açık verirse, o kadar tutarı maaşından ödemek zorundadır. Bu sebepten, aylarca para kazanamayan kişiler olduğunu unutmamak gerekir.

Fatih Sultan Mehmet dönemindeki bir mahkemeye, padişahın görevlendirdiği iki papaz tanıklık eder. Davayı izleyen iki papaz, olayı hayretle padişaha anlatır. Durum şöyledir:

Tarla sahibi, ücreti karşılığında yerini alıcıya teslim eder. Yeni mal sahibi toprağı sürerken, alet bir küpe çarpar. Küpün içi ağzına kadar altınla doludur. Derhal altınları alıp, tarlanın eski sahibine götürür.

- Al bu altınları, bu senin tarlandan çıktı. Eğer toprakta altın olduğunu bilseydin, tarlayı bana satmazdın.

Eski mal sahibi, altınları almaz.

- Hayır, bu altınlar senin hakkın. Eğer altınlar benim hakkım olsaydı, sana satmadan önce ben bulurdum. Demek ki senin kısmetinmiş.

“Altın benim değil, senin” tartışması uzayınca, olay mahkemeye taşınmış. Mahkeme, çözümü farklı şekilde bulmaya çalışmış. Davalılardan birinin oğlu, diğerinin kızı varmış. Oğul ile kız tanıştırılmış ve gönülleri olunca, Allah’ın emri peygamberin kavliyle davalının kızı, diğerinin oğluna istenmiş. Altınlar ise, onlara düğün hediyesi olarak verilmiş.

Eğer almak kadar vermek bilinseydi, sorun yaşanma oranı oldukça düşerdi. Unutmayın ki, kaybeden taraf, bir gün siz de olabilirsiniz.

Emre Türker

Picture: deviantart

In the Name of the Father (1993)

Türkçe Adı: Babam İçin
Tür: Biyografi / Dram
Yönetmen: Jim Sheridan
Süre: 133 dakika
Oyuncular: Alison Crosbie, Philip King, Emma Thompson, Nye Heron, Daniel Day-Lewis, Anthony Brophy, Frankie McCafferty, Paul Warriner, Julian Walsh, Stuart Wolfenden, Jo Connor, Karen Carlisle, Seamus Moran, Billy Byrne, Maureen McBride
1970 Belfast'ta sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve İngilizler, IRA örgütünün elindeki silahları toplama çalışmalarına başlamıştır.

İngiliz askerleri, hurda hırsızlığı yapan Gerry Conlon’ın (Daniel Day-Lewis) peşine düşerler. Onu, IRA örgütünün bir üyesi zannetmişlerdir.

Sakin ve inançlı bir adam olan babası Giuseppe Conlon (Pete Postlethwaite), beladan uzak durması için Gerry’i İngiltere’ye teyzesinin yanına gönderir.

1974'te İngiltere’de meydana gelen bombalama olaylarının birinde, Gerry ve arkadaşlarının ismi geçer. Hiç suçu olmadığı halde, Gerry ve 3 arkadaşı gözaltında alınır. Üstelik onu korumak için İngiltere’ye giden Giuseppe ve İngiltere’deki akrabaları, olayla bağlantısı olduğu gerekçesiyle tutuklanacaktır.

Suçsuzluğunu ispatlamak için ortada hiçbir delil bırakmayan İngilizlere karşı ayakta kalmak, hiç de kolay olmayacaktır.

Gerçek hayat hikâyesinden alınan film, İngiliz adaletinin bir ayıbını yansıtmaktadır. Kesinlikle kaçırılmaması gereken, insanın kanını durduracak bu yapım, izleyici için bir tavsiyedir.

Emre Türker

Picture: impawards

16 Mayıs 2009

Düşüncelerinizi Köreltin

Uyanmaya ayarladığınız cihazların seslerini parmak ucuyla kapatırken, “gene mi sabah oldu” diye söylenip bir küfür savurarak yatağınızdan kalkın.

Sabah kahvaltı yapmadan çıkın evden, ya da hiç çıkmayıp odanızda tek bir noktaya bakarak kös kös oturun. Yüzünüzü yıkamayın sakın ki, uykunuz açılmasın. Erkekler tıraş olmasın, kadınlar aynada kendine bakmasın.

Televizyonu açtığınızda güncel haber kanallarını değil, magazin içerikli geyikleri seyredin. Eski Brezilya dizilerini örnek almış, kendini tekrar eden Türk dizilerinin dram içerikli sahnelerini seyredip, gereksiz yere ağlayın.

Gazete alıyorsanız, sadece ön kapağını ve arka sayfasını okuyun, içine bakmaya gerek yok. Yolda giderken kitap okumayın, servis ve otobüslerde uyuklayın. İşe mutlaka geç gidin veya işlerinize geç başlamak için zaman kaybetmenin formüllerini arayın. Her gün, bir işiniz olduğu için şükretmekten çok, işin berbatlığını, krizin sonsuzluğunu, işsizliğin arttığını düşünerek, sürekli “bu millet adam olmaz” diye söylenin, bu milletin bir ferdi olduğunuzu unutarak…

Sebze ve meyve tüketmeyin. Tüketime katkıda bulunup, yabancı kaynaklı vücut düşmanı fast food’ları hızla yiyin, patates kızartmalarını size öğrettikleri gibi elle yiyin.

Çöplerinizi pencereden dışarıya fırlatın, beslediğiniz köpeğin pisliklerini kaldırımlarda bırakın, siz bakanlara “açıkta bir yer mi gördün” diyerek laf atın. Yiyecek ve içecek kabuklarını yere atın. Çünkü sadece siz atmıyorsunuz, hata sizde değil.

İşyerinde birlik olup bir şeyler üretmekten çok, dedikodulara vakit ayırın. Her kişisel başarıya torpil gözüyle bakın.

Sürekli kendinize acındırın, üşengeçliğinizi geliştirin. Her çayın yanında, cips gibi tuz ve yağı bol şeyler tüketin ki, bedeniniz tükenmeyi öğrensin.

Akşam vakitlerinde kahvehanelere takılın, sürekli kâğıt, okey gibi oyunlar oynarken, “ben olsaydım böyle olmazdı” diyerek, her olaya maydanoz olun. En iyisini siz bilirsiniz.

Nefretinizi geliştirin, mutlulukların üzerine beton dökün ki çıkamasınlar.

Herkesi eleştirin, sürekli somurtun, ağlayın, doğduğunuz güne lanet okuyun.

Son olarak yataklarınıza uzandığınızda, sürekli karamsar düşüncelerle boğulup, sabahlara kadar uyumayın.

Saçmalıyor muyuz?

O zaman çevrenize bir göz atın. Farklı gördüğünüz yerleri kırmızıyla boyayın.

Şimdiden kolay gelsin…

Emre Türker

Picture: deviantart

Blindness (2008)

Türkçe Adı: Körlük
Tür: Dram / Gizem / Romantik / Gerilim
Yönetmen: Fernando Meirelles
Süre: 121 dakika
Oyuncular: Mark Ruffalo, Julianne Moore, Yusuke Iseya, Jason Bermingham, Eduardo Semerjian, Don McKellar, Ciça Meirelles, Antônio Fragoso, Lilian Blanc, Douglas Silva, Daniel Zettel, Yoshino Kimura, Joe Pingue, Susan Coyne, Danny Glover, Fabiana Guglielmetti, Mitchell Nye, Gael García Bernal
Trafiğin yoğun olduğu saatlerde, arabasıyla yol ortasında kalan Asya kökenli bir adam, göremediğini söyleyerek çevresinde toplanan kalabalıktan yardım ister. Sorun yaşamasına rağmen evine ulaşmayı başaracaktır.

Körleşen adamı inceleyen Doctor (Mark Ruffalo), muayenede hiçbir problemle karşılaşmayınca, konunun psikolojik olduğunu düşünür. Fakat o gecenin ertesinde uyanan doktor, aynı körlüğü yaşayacaktır.

Körlüğün bulaşıcı olması nedeniyle, acil şekilde karantina yöntemine gidilir. Toplama merkezine götürülmek üzere araca bindirilen doktorun eşi de (Julianne Moore) kör olduğu iddia ederek onunla gider. Fakat doktorun eşi, hastalıktan etkilenmemiştir.

Yardımlaşma ve birlikte hareketin önemi anlatılırken, insanların her durumdan çıkar sağlayabileceğini gösteren yapım, ince esprilerle zenginleştirilmiş. Farklı görsellikteki bakış açısıyla, ilgi çekici bir film olduğu söylenebilir.

Emre Türker

Picture: impawards

14 Mayıs 2009

Dün, Bugün, Yarın

Dün, geçmişte kaldı.
Yarın yaşanacak,
Bugünse devam ediyor.

Yarınların olmasını bekliyoruz umutla. Her günün ardından, yenileri doğuyor anasının karnından.

Plansız, programsız, amaçsız, hayalsiz, olumsuz bakarak geçirdiğimiz gün, defterimizin boş sayfaları… Şöyle bir göz gezdirirken tüm sayfalara, boşa giden zamana yanıyoruz ve dün yine geçmişte kalıyor.

Artık her gözümü açtığımda, aynada kendime gülümseyerek “günaydın” diyorum yansımalarıma. Boşlukta kalan zaman aralıklarına; bulmacalar, dergiler, kitaplar sığdırıyorum. Pazarları uyanırken, pazartesi sendromu yaşamadan yapıyorum kahvaltımı. Sabah erkenden çayımı yudumlarken, güneşin doğuşunu seyrediyorum umutla. Hafta başı, hafta sonu kavramlarımı rafa kaldırdım. An’ı yaşıyorken, sıkıntı tozlarımı eliyorum. Elekten geçenlerdir mutluluklarım.

Boş safsatalarla doldurduğum çöp kutumu boşalttım dün gece ve sokağımın temizlik görevlilerine teslim ettim yok etsinler diye. Artık zamanımı boşa harcayacak kadar zengin değilim. Hayallerimi, umutlarımı, hatalarımı ve doğrularımı not alıyorum cebimdeki kâğıt parçalarına.

Geceyi seviyorum gündüzü beklemeden, gündüzü seviyorum geceyi beklemeden. Gece daha bir gizemli, o başka…

Sevgi, nefretimi yendi. Hatalarımın otopsisinden suçlu, kararsızlıklarım çıktı. Mahkemeye verdiğim boşa geçen yıllarım, delil yetersizliğinden beraat etti. Fakat artık benden korkuyor.

Canınız mı sıkılıyor? Hemen analiz edin kötü ve iyiyi. Gereklileri yanınıza alıp, gereksizlerden arının. Çünkü an’ı yaşarken dolu dolu, geçmişe yanmaz, geleceğin talih oyunlarına bel bağlamazsınız.

Sabah kalkanlara Gün aydın, günü yaşayanlara iyi günler, geceye varanlara iyi geceler diliyorum. Ekşimeyen suratlar maskınızı takın ve çıkın sahneye, seyirci sizi bekliyor.

Emre Türker

Picture: deviantart

Road to Perdition (2002)

Türkçe Adı: Azap Yolu
Tür: Macera / Polisiye / Dram / Gerilim
Yönetmen: Sam Mendes
Süre: 117 dakika
Oyuncular: Tom Hanks, Tyler Hoechlin, Rob Maxey, Paul Newman, Liam, Jude Law, Jennifer Jason Leigh, Daniel Craig, Ciarán Hinds
Michael Sullivan hakkında bir sürü hikâye var.
Bazıları iyi bir adam olduğunu söyler.
Bazıları içinde hiç iyilik olmadığını söyler.

İşte bu sözlerle başlıyor Azap Yolu.

Yetim Michael Sullivan’ı (Tom Hanks), John Rooney (Paul Newman) adındaki zengin ama karanlık işler çeviren bir adam büyütmüştür. Michael, ona olan minnettarlığını bu düzenin parçası haline gelerek ödemektedir. Bay Rooney’in oğlu Connor (Daniel Craig) ise, kendi başına buyruk hareketleriyle sorun olmaya başlamıştır.

Yıl 1931, kış ayı. Michael büyük oğlu, görmemesi gereken bir olaya şahit olur. Connor, bu olaydan hiç hoşlanmamıştır.

Michael’ın eşi Annie ve küçük oğlu Peter, öldürülür. Kendisi de hazırlanan tuzaktan zor kurtulmuştur. Artık baba ve oğul, karanlık dünyada tek başlarınadır. Ortada alınması gereken bir intikam vardır ve ne pahasına olursa olsun, hesap kapatılmalıdır.

Geniş oyuncu kadrosuyla hazırlanmış bir mafya filmi. Kötünün içindeki iyinin vicdan muhasebesi yapılırken, baba-oğlu arasındaki dayanışmaya şahit olacaksınız.

Emre Türker

Picture: impawards

12 Mayıs 2009

Hayal listesi

Teşekkürlerimle, sevgili RiGoR MoRtiS in sorularına yanıt vermek istiyorum. Konu, hayal listesi. Şimdi kısa bir yolculuğa çıkalım...

Bir köşe istiyorum okurlarına açılan. Her geçen gün yazılarım gelişsin, geliştikçe kabından taşsın, taşkınlıktan herkes nasibini alsın istiyorum.

Bir ev istiyorum denize karşı. Sabah güneşi evime doğsun, su masmavi olsun. İçinde balıklar oynasın.

Bir dergi istiyorum yönetebileceğim. İçindeki çalışanların her gün yüzü gülsün. Her çalışan hakkını alsın, başarılar birlikte kutlansın. Ayrım yapılmasın bu şirkette.

Bir yardım kurumu işletmek istiyorum. Şirketimden gelen paranın bir kısmı buraya aksın. Yardımsever ekibim, ihtiyaca uygun doğru kişileri bulanlardan kurulsun. Para aklama, adam kayırma, sevimsizlikler olmasın. Herkes ihtiyacı kadar alsın, geri kalanı diğer ihtiyaç sahiplerine bırakılsın.

Okullarda, gelişimci ve umut verici danışman dersleri olsun. Ülke, yarınlara bilinçli bakan çocuklara emanet edilsin. Kan dökülmesin bundan sonra.

Her türlü kötülüğü silen bir temizleyici icat etmek istiyorum. Öyle etkili temizlesin ki dünyayı, gülen yüzler hiç solmasın.

Bir bahçem olsun içinde hormonsuz ürünler yetiştireceğim.

Gezip dolaşabileceğim, yol üstü lokantasında yemek yiyebileceğim, kahvehanelerinde çay içeceğim, gülüp eğleneceğim ve “biraz borç versene” demeyeceğim kadar param olsun. Dünyaları satın almak istemiyorum.

Öldükten sonra geride bıraktığım bir eser, bir iz olsun. Yaptıklarım unutulmasın, yeni yapılacaklara yol açsın.

Aşkımız hiç bitmesin. Sevdiklerimiz hiç terk etmesin. Ayrılık olacaksa, el sıkışarak olsun.

Hayaller sulansın, hiç kurumasın.

Emre Türker


Ben de bu güzel konunun cevabını vermeleri için, birilerine gönderme yapayım ki adet yerini bulsun.
Eğlenceli ve alkollü dostumuz
Darkstar,
Asi görünümlü delikanlı kızımız
Sel
Mimlere kapandığını söyleyen ama kırmayıp açılacağını ümit ettiğim
yesari
Onun hayallerini çok değerli bulduğum, bir kuş kadar narin, kalpten ve içten
Öykü
Yorumlarından güç bulduğum, kadınların örgü hobisi uzmanı Beyaz Mendil
Hayatında olanları blogundan takip ederek özenle dinlediğim
kelebeğin ömrü
Düş gezgini, kelimeleri uyumlu dizme uzmanı, duygusal nehirsel
Muhtemelen şu an sınavlarıyla ve dersleriyle çarpışan, ama döndüğünde iz bırakan
Franche,
Son zamanlarda tanıdığım, ama kelimelerinde pınar gördüğüm
münzevi,
Az - öz ama etkili, çizgilerinde usta, başarılı ve dik duran
demet
İnsancıl, sevgi dolu, sıcacık bir kahve molası diye nitelendirdiğim
KaRaMeL
Sanal kanka, gecelerin tatlı sesi, az biraz çılgın
BodrumSibel
Ve son olarak,
Bu aralar yeni kariyeriyle meşgul olduğundan pek aramıza katılamayan blogların
böcek’i

Picture: deviantart

11 Mayıs 2009

Mükemmelliğe Yaklaşmak

Yaşayan her canlı, yaradılışı itibariyle mükemmeldir. İnsan beyni, düşünceleri itibariyle diğer canlılardan ayrılmakta, fakat bu mükemmelliğini tam olarak yansıtamamaktadır.

Bazıları, beyin kapasitesini diğerlerine göre daha iyi kullanabilir. Fakat bu üstünlük, kişinin uygulama aşamasında gösterdiği başarıyla tescillenir. Her üstün zekâlı, ömür süresince unutulmazlar arasına giremez.

Bizler, başarı hikâyelerini takip ederek tepelere tırmanırız. Her iyi uygulama, ışığa giden yeni yolun pusulasıdır. İyi olmak için kendini üstün görmeyecek ve çabalamaktan vazgeçmeyeceksin.

Bir işe baş koymuşsak, önce onu yapacağımıza inanacağız. Burada ince bir ayrıntı var. Yani kendine güveneceksin ama mükemmelliğini ilan etmeyeceksin. Bu hata, zirvedeki sarhoşluğun göstergesidir. Megaloman olmak, etkiden çok tepkiye neden olacaktır.

Çalışma hayatında sıkça duyduğum bir söz var. “Benden iyisini bulmazlar. Buradan gidince, beni çok arayacaklar.” Bu sözler, yalnız çalışma hayatında mı kullanılır? “Benim gibisini zor bulursun. Şimdi gidiyorsun ama geri döndüğünde ben olmayacağım.” şeklindeki sözler, ilişkide terk edilenin avuntusudur. Unutmamak gerekir ki, boşluklar çabuk dolar. Kimler geldi, kimler geçti bu hayattan. Gidenin yeri dolmasaydı, hayat devam etmez, bir yerde tıkanırdı. O nedenle, kendini üstün görme avuntusu, yanlıştır.

Geçmişte kaybettiklerimiz, hayattaki eşsiz derslerimizdir. Kayıplar, yanlış yollardan birinin elenmesi, doğru için yeni bir şanstır.

Kısacası, ne kendini beğenmiş olacaksın, ne de boyun eğeceksin. Nefes aldığın sürece, gidecek yolun var demektir. Yoksa bitti sandığın o yerler, aslında dinlenmek için konakladığın hayat duraklarıdır.

Emre Türker

Picture: deviantart

Martyrs (2008)

Türkçe Adı: İşkence Odası
Tür: Dram / Korku
Yönetmen: Pascal Laugier
Süre: 99 dakika
Oyuncular: Morjana Alaoui, Mylène Jampanoï, Catherine Bégin, Robert Toupin, Patricia Tulasne, Juliette Gosselin, Xavier Dolan, Isabelle Chasse, Emilie Miskdjian, Mike Chute, Gaëlle Cohen, Anie Pascale, Jessie Pham, Erika Scott, Hervé Desbois, Philippe Laugler, Louis Thevenon
İşkence gördüğü yerden kaçmayı başaran Lucie (Mylène Jampanoï), hastanenin çocuk bakım servisinde gözlem altına alınır. Konuyla ilgilenen birimler, oda arkadaşı Anna’dan (Morjana Alaoui) yardım isterler. Çünkü Lucie, olağan dışı varlıklar görmekte ve korktuğu için fazla konuşamamaktadır.

Aradan 15 yıl geçmiştir. Bir eve giren Lucie, içeride yaşayan tüm aile fertlerini kurşuna dizer. Sonrasında kendisinden haber bekleyen Anna’yı arayacak ve olanları anlatacaktır.

Martyrs, fazlasıyla kanlı ve işkence dolu sahneler içeriyor. Kendi tarzında başarılı olan film, vahşeti bol görüntülerle çoğu izleyiciyi rahatsız edebilir.

Emre Türker

Picture: impawards

Kesintisiz Öğrenme

Yazar: Mümin Sekman
Sayfa Sayısı: 305
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5 cm
Yayınevi: Alfa Yayınları

Mümin Sekman, kişisel gelişim üzerine başarı yakalamış biridir. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Mümin Sekman, kariyerine kişisel gelişim uzmanı olarak devam etmiştir. Ülkemizde kişisel gelişimin yeni tanınmaya başladığı yıllarda, ilklerden biri olarak karşımıza çıkmıştır.

Kesintisiz öğrenme, Anthony Robbins’in Sınırsız Güç adlı kitabından yeterince kaynak almış görünüyor. Yazar, araştırmaları ve başarılı insan hikâyelerine, bu kitabında da yer vermiş. Felsefenin düşünme aşamasındaki önemine yer verirken, felsefi kelime oyunuyla, yani öğrenmeyi öğrenmekle konuya başlamış.

Mümin Sekman’in kolay anlaşılır bir yazı dili var. Kendine güveni gayet normal olabilir ama bazı zamanlarda kendini övmesi, okuyucuda yanlış izlenim bırakıyor diye düşünüyorum. “Ya Bir Yol Bul, Ya Bir Yol Aç, Ya da Yoldan Çekil” isimli ilk kitabının reklamını, slogan cümleleriyle fazlasıyla yapıyor. Ayrıca en sonda yer alan kaynakça’lardan birinde, yine bu kitabı gösteriyor.

Bu tarz anlatımlar yapan birçok yazar biliyorum. Fakat aldığı eğitim ve konumları gereği, kitaplarında okuyucuyu yoracak teknik terimler kullandıkları ve reklamını yeterince yapamadıkları için ortalarda görünmüyorlar.

Emre Türker

10 Mayıs 2009

Meyvenin Ağaca Özlemi

Hatırladıklarım ve hatırlayamadıklarımla beraber, bana öğrettiğin tüm harikalar için teşekkür ederim ilk öğretmenim.

Ne çok gittim, ne çok arsızlık yaptım, ne çok kaoslar yaşattım sana. Hayatta beni senin kadar affeden oldu mu? Geçmişe uzanıp keyif çatmak istiyorsam, anıları özlüyorsam, “ah o günlere dönmek istiyorum” diyorsam, senin sayendedir.

Dünyaya yeniden gelsem, yine senin kollarında açmak isterdim gözümü. Ellerimi tut isterdim. Ninniler söylemeni beklerdim.

Dünyaya yeniden gelsem, üzmezdim seni. Her defasında “bir daha yapmayacağım” havalarındaki yaramaz karakterimi, dizginlerdim. Sözlerine daha sıkı sıkıya sarılırdım.

Ne çok uzaklara gitmek istedim. Ya sen durdurdun beni, ya da hasret boğdu ve tutunamadım uzaklarda.

Zaman korkutuyor beni. Kimin sırasının geldiği önemli değil. Bir gün gelecek ki, ya sen göremeyeceksin beni, ya da ben seni. Şimdi sana uzanabiliyorken, kıymetini bilmek istiyorum.

Ve her gün daha çok özlüyorum seni.

Emre Türker

X-Men Origins: Wolverine (2009)

Türkçe Adı: X-Men Başlangıç: Wolverine
Tür: Aksiyon / Fantastik / Bilim-Kurgu / Gerilim
Yönetmen: Gavin Hood
Süre: 107 dakika
Oyuncular: Hugh Jackman, Liev Schreiber, Danny Huston, Will i Am, Lynn Collins, Kevin Durand, Dominic Monaghan, Taylor Kitsch, Daniel Henney, Ryan Reynolds, Tim Pocock, Julia Blake, Max Cullen, Troye Sivan, Michael-James Olsen, Peter O'Brien, Aaron Jeffery, Alice Parkinson, Matthew Dale, Stephen Leeder, James D. Dever, Nathin Butler, Peter Barry, David Ritchie, Asher Keddie, Panou, Johnson Phan, Elizabeth Thai, Jade Tang, Joelle Tang, Scott AdkinsHenüz çocuk yaşardayken, evde yaşanan talihsiz bir olay sonucu Logan / Wolverine (Hugh Jackman) ve Victor Creed / Sabretooth (Liev Schreiber) birlikte kaçarlar. Önlerine çıkan hiçbir engel, onları durduramayacaktır.

Savaş yıllarında mutant oldukları ortaya çıkınca, Albay William Stryker (Danny Huston) onları himayesi altına alır. Kurduğu gizli örgüte bu iki mutantı dahil etmeyi başaran Stryker, örgütteki diğer mutantlarla birlikte ölüm saçmaya başlar. Fakat Logan, bu işin parçası olmak niyetinde değildir. Öldürmekten zevk alan Victor’u da geride bırakarak, sakin bir yaşama doğru yol alır.

Kalabalıktan uzak huzur arayan Logan’ı, geçmişi rahat bırakmayacaktır.

Film, aksiyonu bol ve X-Men serisinin gerekli bir parçası olmuş. Daha önceki 3 seriyi de izleyenler, aynı lezzeti tadacaktır.

Emre Türker

Picture: impawards

09 Mayıs 2009

Düşlerinizi Fırçalayın

Büyük beyaz bulutun üzerine kurduğum şato, diğer bulutlardaki şatolarımdan daha gösterişliydi. En büyük yatırımı, bahçesine yapmıştım. Çünkü çiçek gezegeninden en konuşkan papatyaları getirtmiş, baharın gelişine katkıda bulunmak istemiştim. Çok da güzel durdular bahçemde. Sabahlara kadar şarkı söylüyor, beni her gördüklerinde selamlıyorlar.

Garajda duran jetimle, ışık hızı turbo butonunu kullanarak, pek çok gezegen gezdim. Kaç çeşit güneş gördüm, anlatamam.

Kış aylarında kutuplarda yaşıyorum. Küresel ısınmadan kopan bir buzdağı satın aldım, kelepirdi, çok pahalıya gelmedi. Eriyecek korkusu taşımıyorum. Çünkü yeni bir soğutucu icat ettim. Ayrıca bahçemde penguenler besliyorum. Çok da sevimliler.

Bazı zamanlar, okyanusun altına iniyorum. En derinlerdeki ilginç canlılarla beraber, aktif volkanlar sayesinde oluşmuş kristalleri seyrediyorum. Bir gün onlardan kolye yapmayı ve pazarlamayı planlıyorum. Kesinlikle çok satacak.

Geçen gün bir ansiklopedinin çipini satın aldım. Gerçekten iyi hazırlamışlar ki, beynimi yormadı. Resimli anlatımlar sayesinde, çevremdekileri daha iyi gözlemleyebiliyorum.

Ne mi saçmalıyorum?

Her vakti, değerlendirme peşinde koşturan biriyim. Boş vakit kelimesini sevmiyorum. Hayatımda boşluklara yer kalsın istemiyorum. Tabi yoğunluk sırasında, bilgi arası boşluklar oluşuyor ama onları da birleştiriciyle sıkıştırarak çözüyorum. Böylece, her anımı değerlendiriyorum. Boş kelimesi, hobilerimle doluyor.

Hayal kurmayı unuttuk. Sevmeyi, icat etmeyi, üretmeyi geride bıraktık. Hep birlikte el ele vermiş, tüketiyoruz. Tek üretken, düşlerimiz kaldı. Onların da çoğu, çocukluğumuzla birlikte unutuluyor. Bunun olmaması için, saçma da olsa, sınır tanımayan hayallerle süslüyorum düş bahçemi.

Düşlerinizi fırçalayın ki, çürümesin.

Emre Türker

Picture: deviantart

Sınırsız Güç

Kişisel Başarıda Zirveye Ulaşmanın Yolu
Yazar: Anthony Robbins
Çeviren: Dr. Mehmet Değirmenci
Sayfa Sayısı: 432
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5 cm
Yayınevi: İnkılâp Kitapevi

Kişisel gelişim kitaplarına önyargıyla bakardım. Herkesin bir söyleyeceği vardır ama bu neyin motivesi, derdim. Konu o kadar basit değil. Çalıştığım şirketlerde, iletişim üzerine profesyonel firmalardan çeşitli eğitimler aldım. Bu eğitimlerin sonunda kendimde birtakım kıvılcımlar hissetmiş, her şeyin bu kadar basit olmadığını öğrenmiştim.

Sınırsız Güç, kendini motive açısından oldukça iyi bir kitap ve akışkan bir dille anlatılmış. Anlatılan hikâyeler sizi etkiliyor. Yazar yabancı olduğu için seminerlerine katılma gibi bir şansım yok ama bahsettiği ateş yürüyüşünü görmek ve denemek isterdim.

Kitabın bana göre eksi bir yanı, beslenme ve diyet gibi birtakım uzmanlık gerektiren konulara da yer vermesidir. Temel besin olarak gördüğümüz şeyleri, yenmemesi gereken zararlı maddelere dönüştürmüş. Bu bana göre yanlış olan bir şey. Anlatımlarından, çeşitli testler yapıldığını anlıyorsunuz ama aynı görüşte olduğumu söyleyemeyeceğim. En zor okuduğum bölümlerden birisi, bu beslenme alışkanlıklarıydı.

En akılda kalıcı sözleri, modelleme ile ilgili açıklamalarıydı. Ayrıca kitap içinde yaşam sevinci olan bir hastanın, yani Norman Cousins’in “Bir Hastalığın Anatomisi” (Anatomy of an Illness) adlı kitaptan bahsediliyor. Ölümcül hastalığa yakalanan birinin kurtuluş hikâyesi. Bu kitabın Türkçe çevirisini bulamadım. Eğer olsaydı, okumak isterdim. Mutluluk ile yaşamayı başarmış bir adam, kendi biyografisini kaleme alıyor.

Eğer bu tarz kitapları seviyorsanız, ilginizi çekecektir.

Emre Türker

05 Mayıs 2009

Gecenin Çekiciliği

Öyle çok seviyorum ki geceyi, tarifi kısa kelimelerle geçiştirmek yavan kalıyor. Çünkü yalan yok, boş laflara, kuru gürültülere karnı tok gecenin…

Gecenin sessizliğinde karalanan yazılar ve dillere düşen sözler, gündüz daha farklı görünüyor düşüncelere. Ben en çok geceleri aşık olmuşumdur. Gündüzleri zemini hazırlanan titreşimlerin, karanlıkla beraber getirisi bir başka patlak veriyor yanardöner dağlarımda. En sağlam analizlerini yapıyorum hesaplarımın, okuduğum romanların kahramanına dönüşüyorum ve cesaretle yürüyorum rüyalarıma. Kâbuslar da oluyor elbet, ama huzurumun eteklerinde kalıyor etkisi ve iki fırça darbesiyle tozunu alıyorum sıkıntılarımın…

Gece siyahtır. Işıktan yoksun ortamda görüntü, hayallerde beliren çizgilerle netleşir. Aslında ne olmak istersen, öyle görünür gece. O sessiz bir dost olarak yaklaşır bize çırılçıplak. Toplumdan ayıklanırken tanımamazlıktan geldiğimiz gece, her aldatışımızın suçunu üstlenir. Bizimkiyse, ona ihanetten başka bir şey değildir. Alçaklığımıza rağmen terk etmez ve bekler bizi sadık geceler.

Güneşin doğuşunda değil, batışında arıyorum ben hazineyi. Bulduğum küplerin içindekiler, paha biçilemez. Gece bende, üstü sizde kalsın.

Emre Türker

Picture: deviantart

Bride Wars (2008)

Türkçe Adı: Gelinlerin Savaşı
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Gary Winick
Süre: 89 dakika
Oyuncular: Kate Hudson, Anne Hathaway, Bryan Greenberg, Chris Pratt, Steve Howey, Candice Bergen, Kristen Johnston, Michael Arden, Victor Slezak, Kelly Coffield Park, John Pankow, Zoe O'Grady, Shannon Ferber, June Diane Raphael, Charles Bernard
New Jersey’de aileleriyle birlikte Plaza Otel’e gelen iki küçük kız, otelde yapılan düğüne hayran olurlar. Yetişkin olup evlenmeye karar verdiklerinde, düğünlerini aynı anda ve Haziran’da yapmaya karar verirler.

Liv Lerner (Kate Hudson), şirketinde başarılı bir avukattır. Emma Allan (Anne Hathaway) ise öğretmenlik yapmaktadır. Erkek arkadaşları aynı dönemde evlilik teklifi yapınca, çok mutlu olurlar.

Manhattan'ın ünlü evlilik organizatörü Marion St. Claire’e gelip, düğün zamanı danışırlar. Bayan Claire, Haziran ayının ilk ve son cumartesi günü, onlara Plaza Otel’de düğün ayarlar. Fakat bayan Claire’in yardımcısı Angela büyük bir hata yaparak, her ikisinin düğününü de ilk cumartesi olarak belirleyince, işler karışır. İki yakın arkadaş, evlilik günü konusunda çetin bir mücadeleye girecektir.

Romantik komedi severlerin beğenisine sunulan film, çok fazla beklenti içinde olmadan izlenebilir.

Emre Türker

Picture: impawards

04 Mayıs 2009

Hayal, Gerçek ve Kader

Hayaller kurarız çocukluğumuzdan kalma bir alışkanlıkla,
Belki doktor olacağızdır, belki de öğretmen.
Ama zaman öğretir bize ne yapacağımızı,
Birileri karışır oradan buradan karıştırır aklımızı.

Gerçekler acıdır ki yemeklerdekinden daha fazla yakar mideyi
Hayallerle geçiştiremeyecek setler çeker önümüze
Hayal kurdukça gerçeklerin işkencelerine maruz kalır
Ve sularına kapıldıkça unuturuz beyaz bulutları.

Sonradan kadercilik başlar.
Hayaller gerçeklere dönüşememiştir, gerçekler de hayallere.
Olacağı varmış dersin, olur
Olmayacağı varmış dersin, olmaz.
İşte böyle geçer doğumla ölüm arasındaki ince çizgi.

Hayaller kurulur, gerçekler görülür ve gerisi kadere bırakılır.

Emre Türker

Picture: deviantart

Kişiliğin Oyuncakları

Şahsımıza yönelik en sık sorulardan biri, ilgi alanlarımızdır. İş başvurularında hazırladığımız cv’lerde, genelde geyik muhabbeti olarak kabul ettiğimiz bu soru, aslında kişilik anlamında önemli bir faktördür.

Çevremdeki kişilerin ilgi alanlarını fazla irdelerim. Yazanlara, yazmak için kimi örnek aldığını, hangi türde yazdığını, yazdığı türü tanıyıp tanımadığını sorarım. Okumayıp da lafta okuyanları, sorularım fazlasıyla boğabilirim. Çünkü son okuduğu kitaptan başlar, yazarın ruh halini anlamaya kadar giderim. Yaşamdan zevk almanın anlamı haline gelen bu tutkular, dikkatle seçilmelidir. Resimden hiç anlamayan birisinin resme ilgili görünmesi, kişiyi komik durumlara düşürebilir.

Her bünyeye uygun bir ilgi alanı mutlaka vardır. Benim hiç ilgi alanım yok diyenler, kendini tanımayanlardır. Küçük yaşlardan itibaren, kişisel ilgi alanları ve kabiliyetler keşfedilmeli, böylece kişinin kendini bulması sağlanmalıdır.

Bir zamanlar, akvaryumda balık beslemeyi denemiştim. O dönemler, aldığım balıkların fazla ömrü olmuyordu. Küçücük akvaryuma kabına sığmaz balıkları alıyor, sonra onların stresini fark edemeyip ölmelerine sebep oluyordum. Fakat şimdilerde gerçek manasıyla kendimi verdiğim bu huzurlu uğraşıda, hangi balık nerde yaşar, ortam nasıl oluşturulur, uygun yemler ne şekilde sağlanabilir, biliyorum. Artık internet, bize çok fazla kaynak sağlıyor. Fakat bazı kolaylıklar, bizi tembelleştiriyor. Sanal ortam, dünyanın en büyük bilgi kaynağı gibi görünse de, uygulamalar yaşanarak öğrenilir.

Hobi, kişinin bağımlılığıdır. Bu nedenle zoraki ilgi alanı olmayacaktır ama bazı şeyler öğrenilebilir. Örneğin, kitap okumak gerekliliktir. Birçok kişi okurken sıkılabilir. Doğru zamanda ve kişinin bünyesine uygun seçilen kitaplar, okumaya ilgiyi arttırabilir. Hiç kitaba ısınamayan kişi bile, aradığını bir dergide veya gazetede bulabileceği için, o yönde okuma sağlayabilir. Fakat bu gereklilik, kişinin hobisi olmayacaktır. Bu durum, ikili ilişkilere benzer. Farklı cinsiyetlerle her ortamda sohbet edebilirsiniz ama aşkı sadece biriyle yaşarsınız.

Emre Türker

Picture: deviantart

03 Mayıs 2009

Aşk Tutulması (2008)

Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Murat Şeker
Süre: 90 dakika
Oyuncular: Tolgahan Sayışman, Fahriye Evcen, Tim Seyfi, Ali Erkazan, Suzan Aksoy, Ayten Uncuoğlu, Murat Akkoyunlu, Yasemin Öztürk
Fanatik Fenerbahçe taraftarı Uğur’un (Tolgahan Sayışman), takımının yenileceğini düşündüğü maçları seyretmeme gibi batıl bir inancı vardır. Onun haricinde, hiçbir maçı kaçırmaz.

Genç ve güzel Pınar (Fahriye Evcen) ile Uğur, seri tesadüflerle sıkça karşılaşır. Aralarında tatlı-sert geçen çekişmeleri, tanışmalarına engel değildir. Ayrıca Pınar’ın da babası, Uğur gibi koyu bir Fenerbahçe taraftarıdır.

Aşk Tutulması; sevdiği kadınla takımı arasında kalmış fanatik bir erkeğin, eğlenceli hikâyesi olarak görülebilir. Konusu sıradan da olsa, izlerken gülümsetiyor.

Emre Türker

Picture: impawards

02 Mayıs 2009

Doyumsuz Bekleyiş

Sabah güneşi gibi doğan açlığımızı bastıran duygulara sahip olamadıkça, gecelere ulaşmak zor olur. Ne arzular besledik biz doyumsuz, gönül mıknatısı gibi huzursuzlukları çeken kaoslarımızı…

Bir adam vardır gelip geçenlerin rastgelesinde, kovalardaki balıkların paylaşımını bekleyen. Adamın kirli tabağına, türü belirsiz yarı pişmiş ya da pişmiş ama soğumuş balıkları koyduğunuzda, afiyetle tüketir. Kısa süre nefsini rahatlatan bu doyum, zaman içinde ona yeni ve hazır beklentiler verir. Tabağını yeniden uzatır ve bir başka besini beklemeye koyulur. Bu böyle sürüp gider.

Aslında maharet, suyun kenarında bekleyen adamı doyurmak değildir. Ona bir olta vereceksin. Oltayla balık tutmanın inceliklerini öğretip, sabır dolu bekleyişin huzuruna erdireceksin. Öyle ki, bir süre sonra hangi balığın nasıl yakalanacağını öğrenecek, hangi balıktan ne zaman kısmetleneceğini bilecek ve tabağına kendi balığını koymanın tadına varacak. İşte budur gerçek doyum. Yoksa, açlığını suyla bastırmaktan farkı yoktur boş bekleyişlerin.

Emre Türker

Picture: deviantart