30 Ağustos 2009

Önyargının Kantarı Bozuk

Önsezi genellemesiyle katı kuralların belirlenmesi, beklenmedik sonuçlar doğurabilir. Dünya, “''Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol'' sözüne uyarak hareket etmiyor. Kimileri değişmeye çalışırken, kimileri de karakterini gizlediğinden anlaşılamıyor.

Önyargı; sözlük anlamıyla bir şeyi bilmeden varılmış kanı; önceden verilmiş yargı anlamına gelir. Kişileri dış görünüşüyle tanımlama ve dışlama, güncel yaşamda büyük puanlar kaybettirebilir. Bir hikâye hatırlıyorum. Şirketin birinde takıntılı patron, çalışanlarına katı kurallar uyguluyor. Odasına giderken, asansörde kahverengi takım giyen biriyle karşılaşıyor. Bu rengi görmeye bile tahammül edemeyen patron, “bu ne biçim takım, git muhasebeye hesabını kestir ve bir daha gelme” diye bağırıyor. Adam gayet rahat, “şu an sizinle toplantımız vardı, yatırım ortaklığı düşünüyorduk ama ne olduğunuz ortadaymış” diyerek oradan ayrılıyor. Asansördeki adam çalışan değil, şirketin en büyük müşterisiymiş.

Önyargılı biri, yeni tanıştığı her kişinin karakter yapısını görebildiğini düşünür. Onun için hissettikleri nettir ve değişmesi zordur. Hatta böyle kişiler, yapılan hatalar dolayısıyla karşısındakine söz hakkı tanımadan ve olayı yargılamadan infaz kararı verir. Tanınmış bir hikâye kısaca şöyledir. Yaralı bir gelinciği bulup onu iyileştirdikten sonra evinde besleyen dul annenin, kısa süreliğine dışarı çıkması gerekir. Eve geri döndüğünde, ağzı kanlı gelinciği görür ve çılgına dönerek hayvanı oracıkta parçalar. Koşarak bebek odasına gittiğinde, yatağın önünde parçalanmış bir yılan görür. Gelincik sadece bebeği korumuştur.

Bazen önsezilerle hareket etmek doğru olabilir ama önyargı için aynı şeyleri söylemek zordur. Önyargının kantarı bozuktur. Çokbilmişlik kimseye yarar sağlamaz. Önyargılarla karara bağlanan birçok nokta, olumsuz etkilerle geri dönüş yapacaktır.

Öyle kişiler vardır ki, aradan yıllar geçse bile ne olduklarını anlayamazsın. Nefret ederken sevgiyi, çok severken nefreti görebilirsin. Ne çok güvenmek doğrudur, ne de güvensiz yaşamak. Bu tarz sorunlarla karşılaşmamak için, insanın önce kendini tartması gerekir. Eğer terazideki dengeyi sağlamışsan, başkasının hatalı yönlendirmeleri seni yolundan çeviremeyecektir.

Rahibe Teresa’nın güzel bir sözüdür: “İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz.” Sevgi, verdikçe artan en büyük hazinelerden biridir. Önce sevmeyi öğrenelim, yargı ikinci planda kalsın.

Emre Türker

Picture: deviantart

Obsessed (2009)

Tür: Polisiye / Dram / Gerilim
Yönetmen: Steve Shill
Süre: 108 dakika
Oyuncular: Idris Elba, Beyoncé Knowles, Ali Larter, Jerry O'Connell, Bonnie Perlman, Christine Lahti, Nathan Myers, Nicolas Myers, Matthew Humphreys, Scout Taylor-Compton, Richard Ruccolo, Bryan Ross, Nelson Mashita, Bruce McGill, Ron Roggé
Derek (Idris Elba) ve Sharon Charles (Beyoncé Knowles) yeni ev satın almış, oğulları Kyle ile birlikte mutlu yaşamaktadırlar.

Derek’in başarılı bir yönetici olduğu şirkete Lisa Sheridan (Ali Larter) adında geçici personel alınır. Lisa, güzel, seksi ve çalışkandır. Aralarındaki kısa laf atışmalarıyla başlayan sohbetin rengi koyulaşınca, yakınlık tehlikeli olmaya başlar. Zararsız flört, saplantıya dönüşecektir.

İlk bakışta aldatmayla ilgili sıradan yapımlara benzeyen Obsessed, gittikçe hareketleniyor ve gerilim yükseliyor. Olaylar biraz abartılı, fakat yine de keyifle izlenebilir.

Emre Türker

Picture: impawards

28 Ağustos 2009

Mutluluk Kitabı

Mutluluk Bir Seçimdir
Yazar: Nil Gün
Kuraldışı Yayıncılık

Mutluluk Kitabı; kıssadan hisse, anı ve yaşanmış hikayelerle, kişiyi negatif davranışlardan uzaklaştırmaya çalışan kişisel gelişim kitaplarındandır. Yazar, öncelikle kendinden bahsediyor. Çocuklarıyla mutlu yaşarken, eşinin ölümü üzerine düzeni altüst olmuş, fakat ayakta kalmak için kendini ideallerine adamıştır.

Kısa bölümlere ayırdığı anlatımlarında, pozitif düşünce ve olumlu yaşamdan yola çıkarak, çeşitli tavsiyelerde bulunuyor. Kişisel gelişimle yeni tanışanlara, rahatlamak veya zihin boşaltmak isteyenlere faydalı olabilir.

Nil Gün, Ankara Üni. Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu mezunudur. Kaliforniya’da kişisel gelişim üzerine çeşitli eğitimler almış, gönüllü hizmetlerde bulunmuştur. Televizyon kanallarında programları, dergi ve gazetelerde yazıları yayınlanmıştır. Birçok kitap, ses ve görüntü yayınları vardır.

Emre Türker

27 Ağustos 2009

Her şeye Rağmen Gülümse

Mutlu oldukça güler, güldükçe mutlu olursun. Bu, müthiş bir ikilemdir. İnsana en çok yakışan şey gülmektir. Çünkü güldükçe, pozitif enerji yayarsın.

Bakış açın hayatı iyi tarafından seçebiliyorsa, sorunlar kendiliğinden çözülmeye başlar. Çünkü her zaman göze batan o kara lekeler artık seni rahatsız etmeyecek, böylece zamanla görünmez olacaklardır.

Hayatı nasıl uzatırsın bilinmez ama güzel vakit geçirmek istiyorsan, gülümseyeceksin.

Unutma, herkesin derdi diğerlerinden büyüktür. Bu nedenle ahlar ve vahlarla bir yere varılmaz. Kendini toparlayıp ayakta durmanın yolunu arayacaksın. Kişiye en iyi yardımcı, yine kendisidir. Sen ayakta kalmak için azimli değilsen, kimse seni dinç tutamaz.

Norman Cousins, “Bir Hastalığın Anatomisi” (Anatomy of an Illness) adlı kitabında kendinden bahseder. Doktorların yaşama şansı tanımadığı Norman, kanser hastasıdır. Fakat ölmeye hazır olmadığını düşünen Norman, hayatındaki tüm olumsuzlukları bir kenara bırakır ve sadece mutlu şeylerle yola devam eder. Komedi filmleri izler, eğlenmeye gider, güler ve oynar. Kitapta anlatılanlar, ölümcül hastalığa yakalanan birinin kurtuluş hikâyesidir. Çünkü Norman, yaşamaya devam etmiştir, üstelik sadece mutlu olarak ve gülümseyerek...

Mutlu yaşayarak hastalıklardan kurtulmak, bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Prof. Donald Norfolk, “İş Hayatında Stres” adlı kitabında bir hikâyeden bahseder. Babasından kalan mirasla zengin olan William, servetini dörde katlamak için girişimlerde bulunur. Fakat ekonomik kriz nedeniyle iflas eder. Oturup ağlamak yerine, işçilik yaparak yeniden para kazanmaya çalışır. O sırada eşi kanser hastalığına yakalanır. Tüm birikimleri eşinin ameliyatlarına gider ama yine de eşini kaybeder. Kısa süre içinde gırtlak kanseri hastalığına yakalanır, fakat tedavi sonrası kurtulmayı başarır. Tüm bunlara rağmen, neşesi ve iyimserliğini kaybetmez. Doktoru Dr. John A. Schindler onun için şöyle der: “Hala gülümseyerek, her şeye ilgi göstererek ve herkeste bir şeye ilgi uyandırarak kasabada dolaşıyor.”

Bilinen eski bir dua vardır:
“Tanrım, değiştirilmesi gereken şeyleri değiştirebilmek için bana güç ver;
değiştiremeyeceğim şeyleri kabul edebilmek için cesaret
ve ikisi arasındaki farkı görebilmek için akıl ver.”

Vaktin kıymetini bilmeden, hafta sonralarını veya tatil günlerini iple çekiyoruz. Fakat bu sırada yaşam mücadelesiyle geçen çalışma saatlerinde mutsuz oluyoruz. Oysa hayatın mola zamanları çok kısadır. İçten gülümseyebildiğin anları güncel yaşamın geneline yayabilirsen, işte o zaman en mutlu sen olursun.

Emre Türker

Picture: deviantart

26 Ağustos 2009

Daha Fazlasını İstemek

“Bir arabam olsun, başka bir şey istemem.” Genelde liseli çağlardaki erkeklerin ağzından sıkça duyulan bir cümledir. Arabayı aldınız veya aldırdınız. İstekleriniz bitti mi? Belki içinde iyi bir ses sistemi olsa, süper olurdu. Yeterli mi? Ya sürekli almanız gereken benzin! O ne olacak?

Yetinmeyi bilmeyen bir canlıyız. Zevkler ve renkler, bizi bir şekilde buna zorluyor. Böylesi hem iyi, hem kötü…

Kötü tarafı, doyumsuzluk mutsuz eder. Elde etme hırsı büyüdükçe, daha hırslanırsın. İlgilendiğin bir şeyin başkasında olması kabul edilemez. Sabırsızlık artar ve huzursuzluk içini soyut bir kemirgenle yer bitirir.

Yetinmeyi bilmeyenin iyi tarafı, mükemmele duyulan tutkudur. Özellikle bu, hayal gücünde oldukça iyi bir taraftır. Besteciysen, sözleri müzikle uyumlu hale getirmeye çalışırsın. Bir süre sonra daha iyisini duymak, hatta önemli yıldızların ağzından şarkılarını dinlemek istersin. Eğer yazı yazıyorsan, ortaya çıkardıkların önce seni, sonra çevrendekileri tatmin etmelidir. Sonra yazdıkların bir kitapta toplanmalı, hatta çeşitli dillere çevrilerek dünya tarafından tanınmalıdır. Bunun için yerinde duramaz, hep daha iyisini elde edebilmek için var gücünde çalışırsın.

Başarı da öyledir. Yükselmek isteyen birinin hedeflerinde zirve diye bir şey yoktur. Çünkü her varış noktası, yeni bir başlangıca açılan kapıdır. Ulaşılan noktanın son olduğunu kabul etmek, idealleri bitirmek anlamına gelir.

Özetle;
— Doyum noktasıyla açgözlülük, birbirine karıştırılmamalıdır.
— Her doyum noktası, yeni bir açlık başlangıcıdır.
— Hırs, düşük dozlarda alınırsa, koşulların daha iyiye dönüşmesi mümkün olabilir. Sonuçta başarmak için kıvılcıma ihtiyaç vardır.

İşin pozitif yönü, elde ettiklerimiz veya eldekilerle mutlu olmayı bilmektir. Yoksa daha iyisine ulaşmak yolunda, tebessüm ve sevgi unutulacaktır.

Emre Türker

Picture: deviantart

Bu yazı JOYDERGi için hazırlanmıştır.

25 Ağustos 2009

Adventureland (2009)

Tür: Komedi / Dram / Romantik
Yönetmen: Greg Mottola
Süre: 107 dakika
Oyuncular: Jesse Eisenberg, Kristen Stewart, Ryan Reynolds, Kelsey Ford, Michael Zegen, Margarita Levieva, Ryan McFarland, Jack Gilpin, Wendie Malick, Matt Bush, Todd Cioppa, Stephen Mast, Kristen Wiig, Bill Hader, Martin Star, Adam KroloffYıl 1987. Okuldan mezun olan James Brennan (Jesse Eisenberg), hediye olarak ailesinden Avrupa tatili bekler. Fakat babasının işleri bozulduğundan, hayalindeki tatil gerçekleşmeyecektir. Sorun yalnız bununla da sınırlı kalmaz. Ayrıca üniversite için gerekli parayı ailesi karşılayamayacak, dolayısıyla yazın para kazanarak okula hazırlık yapması gerekecektir.

James, eğlence merkezi Adventureland’a oyun görevlisi olarak iş bulur. İşler çok sıkıcı, fakat arkadaşlıklar çok sıcaktır. Mesai arkadaşlarından biri, Em Lewin (Kristen Stewart) adında bir kızdır. Em’le arkadaş olmak James için rüya gibi görünse de, bu rüya gittikçe gerçeğe dönüşür. Fakat teknisyen Mike Connell’in (Ryan Reynolds) ortaya çıkışı, ortalığı biraz karıştıracaktır.

Mizah ve romantizm ustaca harmanlanırken, ortaya seyri güzel bir yapım çıkmış. İçinizi ısıtacak kadar sıcak ve gülümseten bu gençlik filmi, romantik komedi severlerin beğeneceği tarzdan.

Emre Türker

Picture: impawards

İş Hayatında STRES

Yazar: Prof. Donald Norfolk
Form Yayınları

İş hayatındaki muhtemel stres gerginliğini yumuşatmaya yardımcı olmak düşüncesiyle yola çıkan bu kitap, yalnız iş alanında değil, güncel hayatımızdaki sıkıntılara da yer veriyor. Norfolk’un bu kitaba gerçekten değer verdiğini anlamak mümkün. Çünkü her bölümde itinayla seçilmiş örnekler, çeşitli bilimsel testler, bu konuda yazılmış çeşitli kaynaklardan alıntılar ve özlü sözlerle yoğrulmuş yazarın kendi düşüncelerini okuyabilirsiniz.

Dil gerçekten akıcı ve kelimeler anlaşılır şekilde hazırlanmış. Kitabın, stres alanında yazılmış en iyi eserlerden biri olduğunu düşünmek için, kitabı bir kez okumanız yeterlidir.

Donald Norfolk, stresten kurtulmaktan değil, gerektiğinde onu kontrol edip faydalı hale dönüştürmekten de bahsediyor. Konularını üç ana başlıkta toplamış. Bunlar sırasıyla; stresin yapısı, Stres’in kaynakları ve Stres’in kontrolü. Üçüncü bölüm daha akıcı ilerliyor. Bunun sebebi, gerekli tanımları ve kaynakları öğrendikten sonra, örneklerin güncel yaşamda sık karşılaşılan olaylardan yola çıkılarak sunulmasındandır.

Geniş araştırmaya dayanan bu kitap, okuyucusunu hareketlendirmek değil, bilgilendirmek ve bilinçlendirmek niyetindedir. Stresin farkına varmanızı ve onunla başa çıkabilmek için uygulanılmış, başarılı olmuş yollardan faydalanmanızı amaçlıyor. Elinize geçtiği anda, kütüphanenizde saklanması gereken bir kaynak olacaktır.

Emre Türker

24 Ağustos 2009

Ödül

Blogger içinde ödül dağıtımı yeniden başlamış görünüyor.

HaYaLci
Benay
lOllA's
ay kopuğu(köpüğü)
desperately-in-love

Verdiğiniz ödülü alırken, hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. (Yalnız ödül fotoğrafını değiştirdim, yerine teşekkür koydum :)

Hızlıca sorulara geçelim.

7 ilginç şey (hayatımda pek ilginç şey yoktur, keyif aldığım desek ya şuna).

1- Ailemle birlikte olmak
2- Bilgisayarımın karşısında zaman geçirmek
3- Dergi, kitap, gazete vb. okumak, bilmediğim konuları araştırmak.
4- Sinema
5- Koleksiyon ve hobiler (Akvaryumdan, kutu oyunlarına kadar…)
6- Basit şeylerden dev mutluluklar çıkarmak (Denizde taş sektirmek, balık tutmak, güneşin batışını seyretmek vb.)
7- Dostlarla bir araya gelmek

İlle de ilginç şeyler arayacaksak, çok fazla incelerim. Hataları, bakışları, konuşmaları vs oldukça iyi tanırım. Belki de ben öyle olduğunu düşünüyorum. İnsan elinden geldiğince hoşgörülü, yardımsever ve mükemmel olmaya çalışmalı. İşin fesatlığıyla uğraşanların hayatlarımızda yeri olmamalı. Sevgiler.

Emre Türker

Picture: deviantart

23 Ağustos 2009

Coraline (2009)

Türkçe Adı: Koralin ve Gizli Dünya
Tür: Animasyon / Macera / Aile / Fantastik
Yönetmen: Henry Selick
Süre: 96 dakika
Coraline ve ailesi, büyük bir eve taşınırlar. Evin çevresinde dolaşırken, Wybie ve kedisiyle karşılaşır. Wybie’nin büyükannesi, Coraline ve ailesinin taşındığı Pembe Saray’ın sahibidir. Wybie, büyükannesinin sandığından bulduğu oyuncak bir bebeği, Coraline'ın evindeki verandaya bırakır. Bebek, tıpkı Coraline’a benzemektedir.

Ailesinin ilgisizliği ve arkadaşlarından uzak olması sebebiyle Coraline, oldukça sıkıntılı zaman geçirmektedir. Yapacak bir şey bulamayınca, evlerindeki odaları keşfe çıkar. Duvarın birinde kilitli küçük bir kapı görür. Annesine açtırdığı bu kapının arkası, duvarla kapalıdır.

Gece vakti yatağında uyurken, fare sesiyle uyanır. İzlediği fare, onu küçük kapıya doğru yönlendirir. Kapıyı tekrar açan Coraline, duvarın yerine gizli bir geçit görür. Geçidin ardında, özlemini çektiği bir yaşamla karşılaşacaktır.

Coraline, fantastik maceraya dayanan gizemli bir animasyondur. İçeriğindeki masalsı hava, izleyiciyi filme bağlayabiliyor. Türünden hoşlananların ilgisini çekecektir.

Emre Türker

Picture: impawards

22 Ağustos 2009

Zıt Kutuplar Birbirini Çeker Mi?

Evrensel çekim yasalarının, ilişki kitaplarında yeri yoktur. Bedensel görüntüde zıtlık birlikteliğe engel olmazken, düşünsel anlamda farklılık işin rengini biraz değiştirebiliyor.

“İlk görüşte aşk” diye bir kavram vardır. Gözlere çekici gelen ilk görüntüler aşkı değil, arzuları temsil eder. Bu olay, süslü olmasına karşın içi boş bir kaleme benzer. Kaleme sahip olma düşüncesi somut yanılgı, onu aldıktan sonraki pişmanlığınız ise soyut ifadelerinizdir. Bu tarz başlangıçlarda taraflar ya birbirlerinin düşüncelerine doğru kayar, ya da orta noktada anlaşıp birlikte hareket etmeye başlar. Fakat bu şıklar, dilimin küçük bir parçasıdır. Ruhen zıtlık, büyük olasılıkla ilişkiyi ayrılığa doğru götürecektir.

Düşünceleri uyuşan kadın ve erkek için, görüntü ikinci planda kalır. Yoldan gelip geçen çiftlere baktığınızda, “bu kadın bu adamı nerden bulmuş” gibi içten içe yorumlarda bulunabilirsiniz. İşin geri planında çok farklı duygular yatar. Siyahla beyaz veya zayıfla kilolu anlaşma yoluna gidebilir. Çünkü onlar aynı rengi seviyor ve aynı yoğunlu paylaşıyordur.
Yine de çiftlerin birliktelik arayışlarında, aynı tarz yapıda ve görünüşte seçimlere yönelme ihtimali, çok daha fazladır.

Bir de madalyonun diğer yüzü var, yani gizemli tavırlarla rengini göstermeyen insanlar. Onlar için sonuçlar tamamen bilmecedir. Birbirlerinin kutbunu bulmak için efor harcarlar. Bilmecenin sonucunda ya kabulleniş vardır, ya huzur, ya da ucu bulunamamış arapsaçı. Nötr ifadelerin nereye varacağına karar vermek zor.

Aynı kutupta yer alan ruh anlayışındakiler, her zaman birbirini çeker diye bir kural yok. İnatçıların sonu, iki keçinin tek kişilik köprüde karşılaştığı andaki tutumuyla, hazin bir öyküye dönüşebilir. Keçiler inadından vazgeçmediği sürece, zıt kutuplar birbirini itmeye devam eder. Onlar hangi tarafa gideceği konusunda anlaşmaya varsa bile savaş devam edecek ve taraflar birbirini hırpalamaya başlayacaktır.

Aslında ısrarcı olmamak lazım. Yeri geldiğinde dengeleyici olabiliyorsan, ilişkiyi sürdürebilirsin. Yani kutuplardan biri hiddetlendiğinde diğeri yumuşatmayı bilecek. Tabi bu kural, tek taraflı yürümeyecektir.

Emre Türker

Picture: deviantart

Bu yazı JOYDERGi için hazırlanmıştır.

20 Ağustos 2009

Hayallerinin Peşinden Git

Bir hayalin varsa, onu yapabileceğine inanmalısın. Rhonda Byrne’nın The Secret kitabında, özü oluşturan gerçek düşünce buna dayanıyor. Bu sizin hayallerinizi gerçekleştirmek adına ne kadar çaba gösterdiğinize ya da göstereceğinize bağlıdır.

Hayalleri uygulama yolunda bilinmesi gereken en önemli şey, başkalarının isteklerine değil kendi hayallerinize koşmaktır. Yani siz arkeolog olmak istemiyor ama sırf bu mesleği size çok yakıştırdıklarından dolayı çabalıyorsanız, zarar görebilirsiniz. İyi bir koşucu değilseniz, çalışmalarla hız sürenizi arttırabilir ama mükemmel derece yapamazsınız. Koşmak istiyorsanız koşun. Çok dinamik bir yapınız varsa ve en iyi siz olmak istiyorsanız, o zaman koşmayı hayatınızın amacı haline getirin.

Üniversite seçiminde en büyük yanlış, başkalarının istekleriyle başlıyor. En sık tercih, doktor ve mühendislik dallarında gerçekleşiyor. Bunların çoğu, okuldaki öğretmenlerin veya hayat standartlarının çizdiği yolda, akla kazınan sahte hayallerin ürünüdür. Hastalardan nefret eden o kadar çok doktor var ki, bazen “neden doktor oldun o zaman?” diye söylenen hastaları, hastane kapılarında sıkça görebilirsiniz.

Programcı olmak istediğini düşünelim. Öncelikle, bu mesleğe adım atacağına gerçekten inanmakla işe başlamalısın. Sonra, seçimlere sıra gelsin. “Artık puanıma göre neresi tutarsa” fikriyle hareket ettiğinde, hedeflerden uzaklaşıyorsun. Programcı mı olmak istiyorsun? Öyleyse, ilk denemede olmadıysa ikincisinde, o da olmazsa üçüncüsünde şansını deneyeceksin. Hayat seni erken para kazanma mecburiyetine zorluyorsa, amacından yine de sapmayacak, çalışıp okumayı sürdüren niceleri gibi çabanı arttıracaksın. Hem böylece, hayallerinin yanında iş tecrübesi de edinmiş olursun.

Çizimlerin çok iyi ve projelerin mimar olmayı destekliyorsa, mimar ol. Fakat sen inanmadığın için başka bir meslek seçtin ve ömrün yarım hayallerle devam etti. Yıllar sonra kafanda ışıklar yanacak ama geç olacak. Çünkü geriye dönmek istediğinde, zaman makinesi halen icat edilmemiş olacak. Yıllar boşa akacak ve sen, sevmediğin işte sallanıp gideceksin.

Hedefiniz neyse, onun için neleri göze alabileceğinize bir bakın. Çevrenizin “ben sana söylemedim mi bunlar boş hayaller diye” söylemlerine takılmadan uğraşacaksın. Eğer buna gerçekten inanırsan, bir gün gelir ve sen, “Bana olmaz demiştin ama ben yine de başardım” diyebilirsin.

Limandan son gemi kalkıyor. Bileti henüz almadıysan, yeniden düşün. Çünkü ufuklara açılmak için halen şansın var. Birileri başarabiliyorsa, bu niye sen olmayasın?

Zengin ama huzursuz nice insanlar var. Çünkü onlar, sadece para kazanmak için çalıştı. Şimdi keyfini bile süremiyorlar.

Hayaller, aşka benzer. Birine sevdalanınca, başkalarının sözleriyle sevginden vazgeçmezsin. Geceleri düşünür, şair olur, hayal kurar ve hiç kimseyi görmezsin. Hayaller de öyle olmalı. Öyle aşık ol ki; sen hayallerinden, o da senden kopamasın.

Emre Türker

Yazıyı beğendiysen, Hayat Limanı şiiri ilgini çekebilir.

Picture: deviantart

19 Ağustos 2009

Fal Baktırma Merakı

Özellikle kadınların bir araya geldiğinde en büyük eğlencelerinden biri, fal oluyor. Erkekler bu konuda biraz daha tutucu görünmekle beraber, içten içe falın fısıltılarını duyuyor ve kendini kaptırıyorlar.

Kafeteryalarda kahve yanında fal baktırma modası, hit düzeye ulaştı. Bazı isim yapmış kişilerden randevu almak için saatlerce beklemeniz gerekiyor. Ev ortamlarında söylenen “yol var, kısmet kapanmış, biri var” kelimeleri tatmin edici değil. İsteniyor ki, işin rengine kadar her şey söylensin, gizemli kapılar açılsın ve kartlar açık oynansın.

Kahve falı bakanlara, içinde ne gördüğünü sorduk. Bazıları şekilleri yorumladığını, bazıları hayaller gördüğünü, bazıları da hissettiğini söyledi. Şaşırtıcı sonuçlar alınsa bile, bilimsel açıdan geleceği görmek teknik olarak imkânsız.

Bu işin tutkunları var. Her hafta fal baktırmadan rahat edemiyorlar. Bir çeşit tiryakilik. Sonucun gerçekleşmesi veya işin fiyaskoyla sonuçlanması, onları ilgilendirmiyor. Yeter ki neler olduğunu söyleyin, ne yapması gerektiği konusunda tavsiyeler verin. Bu tarz insanlar, işleri olacağına bırakmadan gerekirse zar atarak veya iskambil kâğıtlarının sonuçlarına göre şansını değerlendirir ve hareketlerine yön verebilir.

Falcılar arasında, çok iyi yüz okuyan veya karşısındakini konuşturmayı başaran tipler mevcuttur. Bir şeyler söylerken oltasını atar ve siz, bazen yüz ifadenizle, bazen de sorular karşısında verdiğiniz yanıtlarla işin akışını belirlersiniz. “Yakın zamanda ilgilendiğin biri var mı?” gibi açık uçlu sorular, yanıta göre şekillendirilebilecek tarzdadır. “Hayır yok” derseniz o konu biter ve kısa anlatımların ardından yoğunluktan kaçılarak, yeni kehanetler başlar.

En ilgi çeken fallar, şimdilik kahve falı ve bakan olursa tarottur. Çünkü şekillendirme ve tahmin yürütme konusunda yorum için en fazla malzemeye sahip fallar, bunlardır. İşin bir de medyumluk kısmı var ki, o bölge biraz daha karmaşık olduğundan hiç girmeyelim.

Klasik, anlatıma zıt bir cümle vardır. “Fala inanma, falsız da kalma.” Yani demek isteniyor ki, söylenenlere kendini kaptırıp hazırlıkta bekleme ama her ihtimale karşı yine de hazırlıklı ol. İşe eğlence gözüyle bakıyorsanız, fal stres atmak için yöntem sayılabilir. Fakat kendinizi kaptırıp sonuçlanmasını bekliyorsanız, zihninize emirler yağdırdığınızdan dolayı, olmayacak şeylerin olma olasılığını yükseltiyorsunuz. Örneğin, “bu hafta çok stresli geçecek” düşüncesi, strese sizin adınıza davetiye çıkaracaktır.

Haydi şimdi kahvelerimizi içelim, söz sırası yorumcuların.

Emre Türker

Picture: flickr

Bu yazı JOYDERGi için hazırlanmıştır.

18 Ağustos 2009

Pozitif Düşünmek Yeterli Mi?

Hızlı değişimi yakından takip etmek gün geçtikçe zorlaşıyor. Daha dün bilgisayarlara karşı olup kalem kâğıttan vazgeçmeyenler, çoktan fikir değiştirdiler bile.

Stres, kontrol edilmesi gereken bir güç haline geldi. Hayatımızdan bu gerginliği tamamen söküp atmak mümkün değil. Onu bir şekilde kontrol altına almaya çalışmalıyız.

En basit düşünceyle yapmamız gereken nedir?

Öncelikle işe pozitif fikirlerle başlamalıyız. Olumlu düşünce; hayal, gerçek ve kader üçlemesi arasındaki savunma mekanizması olmalıdır.

Savunmak yeterli mi?

Savunma, sizi bir yere kadar koruyabilir. Futbol maçı izlediğinizi hayal edin. Taraflardan biri kendi sahasına geçmiş gol yememek için uğraşırken, zafere susamış rakibiyse var gücüyle saldırıyor. Savunmada kalan tarafın kazanma şansı yüzde kaç olur? Genel futbol düşüncesiyle, “topun kimi sevdiğine bağlı” sözlerini bir kenara bırakın. Biraz daha gerçekçi yaklaşın. Savunmayla elde edebileceğiniz beraberlik, sizi yüceltmez. Zafer için akın etmelisiniz.

Şu sorulara cevap verin.

— Ben neredeyim?
— Nerede olmalıyım?

Net bir cevap verebiliyorsanız, hedefi 12’den vurmak için zihin egzersizlerine başlayabilirsiniz.

Pozitif düşünceleriniz kalkansa, hedeflerinize kılıçtır. Güzel vakit geçirmek için kalkan yeterli, başınızı dik tutmak içinse kılıç gereklidir.

Emre Türker

Picture: deviantart

17 Ağustos 2009

Çocuk İlgi İster

İki kişi severek ya da anlaşarak evleniyor. Canım cicim aylarının ardından, yuvaya renk katmak amaçlı veya içgüdüsel bir şekilde çocuk dünyaya getiriyor. Sonra o mükemmel varlık gelişmeye başlıyor. Konuşmaya, iletişim kurmaya, hareket etmeye ve etrafındakileri tanımaya çalışıyor. Bunlar gayet normal.

Ailelerin çocuklarına yaklaşımını bir gün içerisinde izlemeye çalıştık.

1. izlenim, dışarıdan değerlendirme: Belediye otobüsü içersinde bir bebek feryat figan bağırıyor. Annesi ağlayan çocuğunu susturmaya çalışıyor. Onun ne anlatmaya çalıştığını çözümleme aşamasındayken çevresinde oturan birkaç kişi, sinirli ifadelerle kadını ve bebeği izliyor. Akıldan geçenler seziliyor. “Çocuğu sustursana, otobüse niye bindirdin bu çocuğu, bula bula beni mi buldu bu tip arızalar, başım şişti” gibi ifadelerin ardından, bir kişi daha sevecen yaklaşıyor. “İçerideki boğucu havadan dolayı bunalmış olabilir”. Aykırı görünmeye çalışan iki kız otobüsten inerken, “çakacaksın ağzına, bak bir daha ses çıkarıyor mu?” diye söyleniyor, sanki daha önce hiç çocuk olmamış gibi.

2. izlenim, bilinçli yaklaşım: Tekrar belediye otobüsündeyiz. Bakımlı anne, gülümseyen baba ve onların 4-5 yaşlarındaki mutlu çocukları. Yan yana oturmaları için genç kadına yer veriyorum. Hemen ardından, yanımdaki genç ayağa kalkıyor ve başka yere geçerek, çocuğa ailesinin yanında yer açıyor. Anne ve baba; el-kol işaretleri ve yüz mimikleriyle memnuniyetini dile getiriyorlar. Aralarında geçen kısa bir konuşma:
— Yemek ne zaman yiyeceğiz baba?
— Şimdi yedik ya! Karnın aç mı?
— Tokum. Akşam olmaya başlayınca, nedense yemek geldi aklıma.
— Bugün sağlıklı beslendik. Balık yedik. Yağda kızartılmadığı için daha zindeyiz. Tekrar acıkınca başka şeyler yiyebiliriz. Bunun sen de farkındasın.
— Evet anne, kendimi daha iyi hissediyorum. Çok güzel bir gün yaşadım. Teşekkür ederim.

3. izlenim, bilinçsiz yaklaşım: Alışveriş merkezinde bir çocuk, almak istediği her neyse alınmadığı için yürümek istemiyor. Kadının cevabı oldukça sert; “Beni sinirlendirme! Biraz daha konuşursan sana aldığım şeyi de geri veririm.” Çocuk kızgın ifadeyle surat asarak yürümeye devam ediyor.

4. izlenim, umursamaz: Mağazanın birindeyiz. Çocuk, ailesi tarafından şımartılmış ve serbest bırakılmış, annesi kendi halinde çevreye bakınıyor. O sırada çocuk bütün kalemleri raftan kaptığı gibi annesinin yanına koşuyor. Kadın “git bırak onları nerden aldıysan” diye bağırınca, çocuk tüm kalemleri yere fırlatıyor. Hiçbir şey olmamış gibi mağazadan çıkıyorlar.

İzlenimleri yorumsuz bırakıyorum. Zaten yaşananlar, her şeyi yeterince açıklıyor.

Laf olsun diye çocuk dünyaya getirmeyin. Onlar yarının büyükleri olacak, hem de sizin yönlendirmelerinizle. Aileler, çocuk yetiştirme konusunda uzman kaynaklardan yararlanmalıdır. Bu uzman kaynak, kitap, dergi, çeşitli programlar veya bir danışman olabilir. Çevredeki yakınların tavsiyeleri her zaman işe yaramayabilir. Hatta çoğu zaman yakın çevre aileyi yanlış yönlendirebiliyor.

Belli bir yaştan sonra, “bu çocuk niye böyle” veya “niye öyle değil de böyle” gibi yakınmalarda bulunmayın. Çocuğunuz ne kadar çevre koşullarından etkilenmiş olsa da, onu gerçek anlamda şekillendiren ailesidir.

Emre Türker

Picture: deviantart

16 Ağustos 2009

Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı

Yazar: Stephen R. Covey
Çeviren: Gönül Suveren, Osman Deniztekin
Sayfa Sayısı: 390
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5 cm
Yayınevi: Varlık Yayınları

Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı kitabına, kişilik etiği ve paradigma tanımıyla giriş yapılmış. Covey, kendi aile ve iş hayatından örneklerle, anlatmak istediklerini açıklamaya çalışıyor.

Giriş açıklamalarının ardından konu anlatımlarını, başlıklara uygun hazırladığı bir çeşit tabloyla haritalandırarak, akılda kalıcı halde okuyucuya sunuyor. Tüm maddeler birbiriyle bağlantılı olduğundan, anlaşılmadan diğer konuya geçildiği vakit, kitaptan kopma yaşanacaktır.

Kitap, psikoloji veya kişisel gelişim yayınlarıyla yeni tanışanlar için uygun olmayabilir. Çünkü içeriğinde, günlük hayatta çok fazla kullanılmayan terimler barındırıyor. Ne kadar yaşam kalitesini yükseltmek amaçlansa da, işletme veya yönetimle uğraşan kesime biraz daha fazla hitap ediyor. Kitaba başlamadan önce, aşağıdaki terimleri tam olarak anlamakta fayda var.

Aşağıdaki açıklamalar, “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı” kitabından aktarılmıştır.

Proaktif: Proaktivite sözcüğü, iş yönetimi literatüründe oldukça sık rastlanılan, ancak birçok sözlükte yer almayan bir sözcüktür. İnisiyatifi ele almaktan çok daha öte bir anlamı vardır: İnsan olarak, kendi yaşamlarımızdan sorumlu olduğumuzu ifade eder. Davranışlarımız, koşullarımızın değil, karlarımızın işlevidir. Değerlerimizi duygularımızdan üstün tutabiliriz. Bazı şeylerin olması için inisiyatifimiz vardır, hem de sorumluluğumuz.

Ü/ÜY: Ü, istenilen sonucun üretilmesi, ÜY ise üretim yeteneğidir. (Yazarın tanımladığı bir ilke.)

Paradigma: Paradigma sözcüğü Yunancadan gelir. Başlangıçta bilimsel bir terimdi; günümüzde ise daha çok model, kuram, algı, varsayım ya da referans kaynağı anlamında kullanılıyor. Biraz daha genelleştirirsek, dünya görüşümüzü belirtiyor; gözle görmek değil; algılamak, anlamak ve yorumlamak anlamındadır.

Emre Türker

Rain Man (1988)

Türkçe Adı: Yağmur Adam
Tür: Dram
Yönetmen: Barry Levinson
Süre: 133 dakika
Oyuncular: Dustin Hoffman, Tom Cruise, Valeria Golino, Gerald R. Molen, Jack Murdock, Michael D. Roberts, Ralph Seymour, Lucinda Jenney, Bonnie Hunt, Kim Robillard, Beth GrantLüks arabaların satıldığı bir galeri sahibi olan Charlie Babbitt (Tom Cruise), borçların nedeniyle zor günler yaşamaktadır. Kız arkadaşı Susanna (Valeria Golino), onun bu umursamaz tavırlarından sıkılmıştır.

Sorunlarına çare arayan Charlie, babasının ölüm haberini alır. Fakat onunla yıllardır görüşmediğinden dolayı haberden pek etkilenmez. Cenaze sonrası avukatıyla vasiyet işini görüşür. Babası ona miras olarak sadece tartışmalarına sebep olan 1949 model spor Buick Roadmaster’ı ve ödül almış güllerinin kullanım hakkını bırakmış, geriye kalan servetiniyse, başka bir varis adına vakıf fonuna bağışlamıştır.

Charlie, mirastaki paranın peşini bırakmaz. Sonunda vakfın Wallbrook adında bir yer olduğunu öğrenir. Wallbrook’ta bir şok yaşar. Çünkü orada yaşayan varis, şimdiye kadar adını bile duymadığı abisi Raymond Babbitt’tir (Dustin Hoffman).

Raymond, ilişki kurma sorunu yaşayan bir otistik olmasına karşın, zekâ yönünden benzeri zor görülen bir dahidir.

Rain Man; en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu ve en iyi orijinal senaryo dallarında 4 Oscar almış dev bir yapımdır. Yağmur adam, Dustin Hoffman’ın mükemmel rol yeteneğinin kanıtıdır. Raymond karakterinin ortaya çıkışında, gerçek hayatta Kim Peek adlı bir hastadan esinlenilmiştir. Klasik müzik hayranı Kim Peek’in, telefon rehberi ezberleme, kitapları akılda tutma ve iki ayrı sayfayı aynı anda okuma gibi özellikleri bulunuyor. Kesinlikle etkileyici…

Emre Türker

Picture: impawards

15 Ağustos 2009

Death to Smoochy (2002)

Türkçe Adı: Smoochy'ye Ölüm
Tür: Komedi / Polisiye / Müzikal / Gerilim
Yönetmen: Danny DeVito
Süre: 109 dakika
Oyuncular: Robin Williams, Edward Norton, Catherine Keener, Danny DeVito, Jon Stewart, Pam Ferris, Danny Woodburn, Michael Rispoli, Harvey Fierstein, Vincent Schiavelli, Craig Eldridge, Judy White, Tim MacMenamin, Bruce McFee, Glen CrossÇocuk programının sevilen ismi Gökkuşağı lakaplı Randolph Smiley (Robin Williams), usulsüz işlemlerinden dolayı FBI tarafından tutuklanır. Bunun üzerine kanal, yeni bir yüz arayışına girer ve kısa bir araştırmanın ardından, bakım evlerinde kimsesiz insanları eğlendirmeye çalışan Gergedan Smoochy lakaplı Sheldon Mopes’u (Edward Norton) denemeye karar verir. Nora Wells (Catherine Keener), her ne kadar Smoochy karakterine karşı çıksa da, görevi gereği onu bularak teklif götürür. Sheldon bundan gurur duyacaktır.

Gergedan Smoochy lakaplı Sheldon Mopes, Gökkuşağı lakaplı Randolph Smiley’dan çok farklıdır. Çünkü Smoochy; yardımsever, şiddete karşı ve çocuklara gerçek anlamda değer veren biridir. Böyle olunca, çocuklara zararlı her türlü yayına karşı çıkmaya başlar. Bu durum, bazı kişileri rahatsız edecektir.

Bir gece Sheldon, çocuk programları menajeri Burke Bennett’le (Danny DeVito) tesadüfen tanıştığını zanneder. Fakat Burke, her şeyi planlamıştır. Amacı, Sheldon’ı kullanarak büyük paralar kazanmaktır.

Gergedan Smoochy, çocuklar için vazgeçilmez bir karakter olur. Fakat günlük yaşamda Sheldon’un iyimser tavırları değişmeyince, Gökkuşağı Randolph dahil olmak üzere çevresinde gezinen karanlık dünya, onu bitirmek için kolları sıvamaya başlayacaktır.

Danny DeVito’nun yönetmenliğini yaptığı film, bünyesinde birçok ünlü ismi barındırıyor. Film izleyiciye kahkahalar attırmak niyetinde değil, daha çok sosyal mesaj vermeye çalışmaktadır. Eğlenceli, sevecen ve biraz uçuk-kaçık tarzda bir yapımdır. Her bünyeyi etkilemeyecektir.

Emre Türker

Picture: impawards

14 Ağustos 2009

Kadınlar Başarıya Koşuyor

Büyük mucitler erkeklerden çıktı. Yaptıkları icatlarla dünyayı yerinden oynattılar. Dehalar arasındaki sıralamalarda hep onların ismi yer aldı. Ya sonra?

Sonrasında kadının elinden alınan özgürlük, yine onların çabasıyla geri teslim edildi. Hayal gücünün önemi ortaya çıktı. Küçük şeylerden mutlu olabilen kadınlar, dünyanın sempatisini kazanmaya başladı. Bedensel anlamda olmasa bile, dayanıklılık bakımından üstünlüğünü ispatlayan kadın, vazgeçilmezliğinin fark edilmesini sağladı. Erkeğin egemenliğine esir düşmemek için ekonomik özgürlüğünün önemini kavrayarak, daha cesur bir kimlikle kendini gösterdi. Tüm bunların ardından kadınlar, şimdi başarıya koşuyor.

Müşteri ilişkileri konusunda genel bir izlenimde bulunursanız, kadınların bu sektördeki sayı fazlalığının ne kadar dikkat çekici olduğunu görebilirsiniz. Çünkü kadının etkili görüntüsü, olaylara daha sakin yaklaşımı ve paylaşımcılığı, müşterilerle daha iyi başa çıktıklarının bir ifadesidir. Kadın, dikkafalı değildir. Vermek istediğiniz değerleri iyice dinler ve uygular. Kaçmak yerine, daha ısrarcı olabilir. Bu yüzden, şirketlerin müşteriye dokunan yüzlerinde artık kadın yöneticilerin daha fazla görülmesi, hiç şaşırtıcı değildir.

Kadın, müthiş bir hayal gücüne sahiptir. Erkek daha somut ifadelerle olaylara yaklaştığından, bu geniş düşünceyi atlar. Yani erkeğin karakalem çalışmasını kadın, hayal gücüyle rengârenk yansıtır. Belki de sırf bu yüzden, kadın için üretilen ürünler çok daha fazladır.

Kadın, fark edilmekten hoşlanır. Aynı kalıplar ona göre değildir. Son yıllarda ortaya çıkan “fark yaratmak” deyimi, kadına özel biçilmiş bir kaftan. Basit bir örnekle kadın, erkek üzerindeki tüm değişiklikleri dikkatle izleyebilir. Oysa saç şekli ve kıyafet adına yaptığı değişikliği en son fark eden erkek olacak, savunmasında böyle şeylere önem vermediğini söyleyerek bu işten sıyrılmaya çalışacaktır.

Kadınlar, aile etkenleri nedeniyle uzun süre okuldan uzak kaldılar. Onlardan sadece okuma-yazma öğrenmesi ve sonrasında evlenerek, çocuğuna ve kocasına hizmet etmesi beklendi. Fakat bir devir kapandı. Şimdi eşitlikleri daha rahat konuşuluyor. Kadınlar, öğrenmeye daha hevesli. Kitap rafları arasında gezinen kadın sayısı, hızla artarak erkeği geçti bile.

Kimin daha zeki olduğunu tartışmak yersizdir. Çünkü kararlılığıyla yüzyılın stresli kalıplarıyla başa çıkmayı daha iyi kıvıran kadın, artık zirveye oynuyor.

Emre Türker

Picture: deviantart

Bu yazı JOYDERGi için hazırlanmıştır.

13 Ağustos 2009

Aradığın Kişi Nasıl Olmalı?

Not: Test tamamen eğlence amaçlı hazırlanmıştır. Bilimsel bir geçerliliği yoktur.
İlk karşılaşma veya kısa sohbetlerin ardından, “işte bu tam bana göre” dediğimiz anlar vardır. İlişki kurduğunuz karşı cinste ne gibi özellikler ararsınız? Kendinizi test etmek ister misiniz?

Aşağıdaki kısa tanımlamalarda size en uygun şıkkı seçerken, içinizden geldiği gibi davranın.

1- ) Vücut yapısı
A) Standart B) Önemli değil C)Yapılı D) Zayıf

2- ) Görünüş
A) Bakımlı B) Karizmatik C) Klasik D) Uçuk-kaçık

3- ) Tavırlar
A) Duygusal B) Değişken C) Sert D) Sempatik

4- ) Davranış
A) İlgili B) Gizemli C) Asi D) Uyumlu

5- ) Hangisi Uygun
A) Yardımcı B) Özel C) Bağlı D) Aşık, dost

6- ) Ruh Yapısı
A ) Sıcak B) Karmaşık C) Umursamaz D) Yerinde durmaz

7- ) Dışarıda, Yemekten sonra, sıra hesapta
A) Sırayla B) Sorun değil C) Hesabı ödesin D) Herkes kendi hesabını öder

8- ) Sözün Başladığı Yer
A) Az ve öz B) Suskun C) Yerinde D) Konuşkan

9- ) Arkadaşlık İlişkileri
A) Belli aralıklarla B) Çok az C) Düzenli D) Çok faal

10- ) Kendi Özeli
A) Hobilerle İlgili B) Yalnız C) Planlı hareket D) Aktiviteler

Sonuç analizi için tıklayın.

Hazırlayan: Emre Türker

Picture: flickr

Bu yazı JOYDERGi için hazırlanmıştır.

11 Ağustos 2009

My Sister's Keeper (2009)

Türkçe Adı: Kız Kardeşimin Hikayesi
Tür: Dram
Yönetmen: Nick Cassavetes
Süre: 109 dakika
Oyuncular: Abigail Breslin, Walter Raney, Sofia Vassilieva, Cameron Diaz, Heather Wahlquist, Jason Patric, Evan Ellingson, Alec Baldwin, Nicole Marie Lenz, Brennan Bailey, Olivia Hancock, Jeffrey Markle, Emily Deschanel, Joan Cusack, Elizabeth Daily, Rico Simonini, David Bortolucci, David Thornton, Annie Wood, Matthew Barry
Sara (Cameron Diaz) ve Brian Fitzgerald (Jason Patric) çifti, kızı Kate (Sofia Vassilieva) ve oğlu Jesse’yle (Evan Ellingson) mutlu bir yaşam sürmektedir. Fakat Kate’in lösemi hastası olduğu ve böbreklerinin neredeyse tükendiği ortaya çıkınca, dünya başlarına yıkılır.

Yapılan testler, aileden hiç kimsenin ilik nakli için uygun olmadığını gösterir. Bunun üzerine doktor, yasal olmayan bir çözüm önerir. Nakil için uygun bir çocuk dünyaya getirmek ve onu donör (Sözlük manasıyla verici, tıp dalında; organ, kan ya da doku veren bir çeşit bağışçı) olarak kullanmak.

Bu düşünceyle Anna (Abigail Breslin), 3. çocuk olarak aileye katılır. Donör olan Anna, hastanede kendisine yapılan müdahaleler nedeniyle zor günler geçirmektedir. Ondan bir böbreğini kız kardeşine bağışlaması beklenir. Fakat Anna, kendi kararlarını verebilme gerekçesiyle, iyi savunması kadar mahkeme şovlarıyla da ünlenen Alec Baldwin’i (Campbell Alexander) avukatı olarak tutacak ve ailesini mahkemeye verecektir.

Romantik komedilerle kendini kanıtlamış Cameron Diaz, bambaşka bir kişilikle izleyici karşısına çıkıyor. Tür bakımından ne kadar dramatik bir yapı içerse de, belli aralıklarda karşımıza çıkan komik ve romantik anlar, filme renk katıyor. 2009’un en iyi filmleri arasına girebilecek kadar güzel olan bu filmi izlerken, yaşamın değerini daha iyi anlayacak ve gözyaşlarınıza hakim olamayacaksınız. Kesinlikle izlenmeli…

Emre Türker

Picture: impawards

10 Ağustos 2009

Hepimiz Aynı Mıyız?

Erkeğe göre kadını, kadına göre de erkeği anlamak zor. Sohbetlerin gideceği nokta, genelde “hepiniz aynısınız” oluyor.

Öyle mi? Hepimiz aynı mıyız?

İlişkilerde kişisel arayışlar ön plana çıkıyor. Örneğin, gece hayatını seven siyahlara bürünmüş uçuk-kaçık bir kadın modeline göre, arabesk delikanlılar çekici gelmeyecektir. Bunun yanında edebiyat düşkünü, toplu partileri fazla hareketli bulan ve belli çizgiden çıkmaktan hoşlanmayan bir kadına göre, uzun saçlı, kural tanımaz ve evcil olmayan erkek modeli, kabullenilemez. Fikir, tarz ve ortam gibi etkenler, ilişkilerin rengini belirler. Birbirine çok zıt karakterler bir araya gelmeyi başarsa bile, uzun süreli ilişki yaşama olasılığı düşecektir.

Her birey, kendine göre farklıdır. Fakat ruh yapısı, kendine en yakın tarzı hisseder ve ona yaklaşır. İlk görüşler yanıltıcıdır. Nefretle başlayan bakışlar, tutkulu aşklara dönüşebilir.

Genel kanıya göre, kadınları anlamak daha zordur. Çünkü erkek, içyapısını gizlemekten pek hoşlanmaz. Kişiliği yüz ifadesine yansır ve rengini çabucak belli eder. “İstisnalar kaideyi bozmaz” kuralına göre, renk vermeyen erkeklere rastlamak da mümkündür. Fakat bu doğuştan değil, belli tecrübelerden doğar. Oysaki kadın daha gizemlidir. Düşüncelerinin, sevdiği erkek tarafından keşfedilmesini bekler. Çok açık konuşmaz. Mesafeli davranışları, erkeği anlamaya çalıştığına işarettir.

Bir kadın için erkeği elde etmek, bir erkeğin kadını elde etmesinden daha kolaydır. Çünkü erkeğin oyunları, kadın istemedikten sonra hiçbir işe yaramaz. Fakat kadının cilvesi, yüz ifadesi, giyim tarzı ve konuşması, erkeği kolaylıkla etkileyebilir.

Kadın soyutu, erkek somutu seçer. Yani kadın için düşünceler, yaşam tarzı, kişilik ve ilgi gibi kavramlar daha önemliyken, erkek için net ifadeler, dokunuş ve görüntü daha caziptir.

Hepimiz aynı değiliz. Öyle olsaydı, ilişkiler renksiz görünürdü. Oysa bütün birliktelikler, milyonlarca renk barındırıyor. Hepimiz kişilik bulmacaları içindeki boşlukları doldurmaya çalışıyoruz. Tam çözümlü olmasa bile, ipuçlarını toplayarak kalbin anahtarını bulabiliyorsak, sınavı geçiyoruz.

Emre Türker

Picture: deviantart

Bu yazı JOYDERGi için hazırlanmıştır.

09 Ağustos 2009

In Her Shoes (2005)

Türkçe Adı: Yerinde Olsam
Tür: Komedi / Dram / Romantik
Yönetmen: Curtis Hanson
Süre: 130 dakika
Oyuncular: Cameron Diaz, Anson Mount, Toni Collette, Shirley MacLaine, Richard Burgi, Candice Azara, Brooke Smith, John Mastrangelo Sr., Emilio Mignucci, Mark Feuerstein, Terrance Christopher Jones, Nicole Randall Johnson, Kateri DeMartino, Brandon Karrer, Jon Ingrassia, Jason Peck
Maggie (Cameron Diaz) ve Rose (Toni Collette), birbirine tamamen zıt iki kardeştir. Maggie, okulunu yarım bırakmış, günlük yaşayan, erkeklere düşkün ve sorumsuz biridir. Rose ise, avukatlık kariyerinde başarılı, günlük yaşamında monoton ve huzursuzdur.

Sorumsuz davranışları nedeniyle, üvey annesi Maggie’i eve kabul etmeyince, ablası onu yanına almak zorunda kalır. Fakat kaldığı süre boyunca Rose’un düzenini altüst etmekle kalmayacak, affedilmez bir hata yapacaktır.

İki kardeşin arası açılınca, Maggie gidecek yer aramaya başlar. Her zamanki gibi çekmeceleri karıştırıp para ararken, büyükannesi Ella’nın (Shirley MacLaine) yaşadığını öğrenecek ve onu bulmak için harekete geçecektir.

Maggie ve Rose, hayatlarında yeni başlangıçlara sayfa açarken, acaba tekrar bir araya gelebilecekler mi?

In Her Shoes, anlaşamasalar bile birbirinden kopamayan iki kardeşin hayatından kesitler sunuluyor. İlk yarısı dramatik geçen filmin ikinci yarısı daha eğlenceli ilerliyor. Vakit geçirmek için izlenebilir.

Emre Türker

Picture: impawards

Tatilin Keyfini Çıkarmak İçin 10 Öneri

Tatilde mükemmel vakit geçirmek, doğal olarak hepimizin arzusudur. Bazen çeşitli aksaklıklar yaşayabiliyoruz. Çalışırken, eğitimdeyken, buluşurken veya eğlenirken, her şey mükemmel geçmiyor. İnsanın keyif duygusu, ruh yapısıyla doğru orantılıdır. Bizler olumsuzlukları ne kadar arka planda bırakırsak, o derece eğlenceye ortak oluruz.

Her bireyin, eğlenceli tatil için kendine özel yöntemleri vardır. Bireysel planlarınıza dahil edeceğiniz çeşitli ipuçlarıyla, mutluluğu katlamak mümkün. İşte size çeşitli ipuçları…

1- Tatilin sonunu düşünme. Her günün ayrı bir güzelliği vardır. Bu güzelliklerin biteceğini düşünmek, sizin kâbuslarınız olabilir. “Tatilin bitimine 3 gün kaldı” veya “bir gün daha geçti gitti” yerine, “süper bir gündü” diyebilmelisiniz.

2- Bronzlaşırken vakti değerlendir. Güneşlenmek çekici geldiği halde, sıcak altında bekleyerek zaman geçirmek sıkıcı olabilir. Kitap, dergi veya bulmaca gibi yardımcılarla, düşüncelerinizi boşluktan kurtarabilirsiniz.

3- An’ları ölümsüzleştir. Tatildeyken; eğlenceli, unutulmaz, çekici veya etkileyici kareler yaşanması muhtemeldir. Öyleyse bu anları fotoğraflayarak unutulmaz hale getirin.

4- Güne erken başla. İnsanların çoğu, kalkma vaktini gösteren uyarıcılara karşı surat asar. Hatta “tatilde sürekli uyumak istiyorum” diyenlerle sıkça karşılaşabilirsiniz. Onların arasından sıyrılın. Güne ne kadar erken başlarsanız, vakit açısından o kadar şanslı olursunuz. Bir haftalık tatil için her gün 3 saat geç uyansanız, yaklaşık 1 gün kaybetmiş olursunuz.

5- Dinç kal. Sabah kalktığınızda yapacağınız kısa egzersizler, sağlıklı beslenme, kahvaltı sonrası bir fincan kahve ve gün arası kısa şekerlemeler, zihinde kalmanın en büyük ilaçlarıdır.

6- Aktivitelere katıl. Özellikle tatil köylerinde, çeşitli animasyon gösterileriyle sizleri eğlenceye davet eden görevliler olacaktır. Fakat farklı bir yerde de olsanız, oyunlara katılımcı arayanlarla karşılaşmanız mümkün. Sizi davet edenlere karşı nazlanmayın. “Böyle şeylerden hoşlanmıyorum” sözleri, sizin koşullanmanızdan kaynaklanıyor. Gruplarla kaynaşmak ve sosyalleşmek, gündelik yaşamınız adına da önem taşıyor.

7- Bulunduğun bölgeyi tanı, gez, dolaş. Bir otele çakılıp kalmayın. Gittiğiniz yerlerin mutlaka görülmesi gereken güzellikleri vardır. Yöresel yemeklerini tadın, tarihi yerlerini görün, çevreye göz atın. Hatıralarınız bu şekilde daha kalıcı olacaktır.

8- Kendini Zincirleme. Yaşamın bize öğrettiği belli kurallar vardır. Bunların dışına çıkmak, iç dengemizi rahatsız edebilir. Fakat siz o kalıplardan uzaklaşmak için oradasınız. Öyleyse dans edin, kahkaha atın veya şarkı söyleyin. Hiçbirinde profesyonel olmanız gerekmiyor.

9- Yiyeceklerle kendini şişirme. Özellikle “her şey dahil” sistemlerde, çok yiyecek tüketmek kâr sayılır. Oysa vücudun alabileceğinden fazlası, zarardır. Çok şey denemek istiyorsanız, her birinden tadımlık alabilirsiniz.

10- Gülümse. Sorunları bir kenara bırak, mutlu anları düşün ve çevredeki güzellikleri görmeye çalış. Böylesi çok daha eğlenceli olacaktır. Çünkü güzellikler, mutlu ifadelerle başlar.

Emre Türker

Picture: flickr

Bu yazı JOYDERGi için hazırlanmıştır.

07 Ağustos 2009

Tatile Gitmeden Önce Yapmanız Gereken 10 Şey

Yoğun çalışma temponuza mola verip, tatil gününü belirlediniz. Zaman hızla ilerliyor ve yerinizde duramıyorsunuz. Sonunda beklenen vakit geldi. Eşyaları toplayıp heyecanla evden çıktınız. O da ne? Almanız gereken en önemli şeyi unuttunuz. Olacak şey değil!

Beynimiz gün içerisinde o kadar çok şeyle mücadele ediyor ki, unutmamak elde değil. Tatile giderken unuttuklarımız, bir sonraki planlar için kulağımıza küpe oluyor. Fakat bu sıkıntıları hiç yaşamasak, daha güzel olmaz mıydı?

İşte tatile gitmeden önce yapmanız gereken çeşitli ipuçları:

1- Tatile gideceğiniz bölgeyi iyi belirleyin. Çünkü planladığınız yer, size hitap etmiyor olabilir. Amacınız yeni yerler görmek ve dolaşmaksa; tarihi, yöresel ve güncel bilgileri araştırdığınızda, “işte burası tam bana göre” diyebilme şansınız yükselir.

2- Kalacağınız yer hakkında çevrenizden, dergilerden ya da internet üzerinden bilgiler edinebilir, yorumları inceleyerek kararınızı netleştirebilirsiniz.

3- Büyük beklentilerle yola çıkmayın. Aklınızdaki görüntülerin şiddetini arttırırsanız, huzurunuz bozulabilir. Elinizdeki olanaklarla en iyi vakit nasıl geçirilir, onu düşünün.

4- Tatile borçla gitmek yerine, eğer yapabiliyorsanız her ay belirli miktar parayı tatile ayırın(biriktirin).

5- Yanınıza almanız gerekenlerin listesini çıkarın. Bu listeyi bölümlere ayırabilirsiniz. Böylece unutma riskini ortadan kaldırmış olursunuz.

6- Kullanmayacağınız gereksiz ayrıntılarla yükünüzü arttırmayın. Bu madde, özel araçlarıyla yola çıkmayanlar için uyarı sayılabilir.

7- Hoşunuza giden tarzdaki dergi ve kitaplardan seçmeler yapın. Güneşlenirken sıkılanlara ilaç gibi gelecektir.

8- Daha tatile gitmeden, döneceğiniz günün hesaplarını yapmayın. “Vakit çabuk geçecek, yine işbaşı yapılacak” vb. Bu durum, gereksiz stresle huzurunuzu bozacaktır.

9- Çantanızda kalem ve not defteri bulundurun. En olmadık anlarda ihtiyaç duyabilirsiniz.

10- Son olarak; tatil dönüşü uğraşmamak için evinizi temiz bırakın. Kapı ve pencereleri kapatın. Gerekirse bunları son anda yapılacaklar listesine ekleyin. Çünkü çoğu insan, “acaba ocağın altını kapatmış mıydım?” gibi ayrıntılarla tatilini zehir eder.

Emre Türker

Picture: flickr

Bu yazı JOYDERGi için hazırlanmıştır.

06 Ağustos 2009

İmkansızlık

Yaşam boyu birtakım konuları imkânsız görmemizin iki sebebi vardır. Birincisi, deneyip yapamadıklarımızdan kaynaklanır. İkincisi ise, çevrenin yaptırımları sonucu koşullandıklarımızdır.

Deneyip yapamadıklarımızın yardımcıları, tembellik ve inançsızlıktır. Hezarfen Ahmet Çelebi, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde anlattığına göre, kuşkanatlarına benzer araçla, İstanbul Galata Kulesi’nden Üsküdar’a kadar uçmayı başarmıştır. Oysa bunu yapmak, o zamanki koşullar göze alındığında imkânsızdı. Fakat o içindeki inancı kaybetmeyip, çevresinde garip bakışlara aldanmamıştı.

Evimizdeki bazı basit mekanizmalar bozulduğunda ya da evin herhangi bölgesinde bakım gerektiğinde, hemen konu hakkında ilgili kişileri çağırmaya başlıyoruz. Belki denediğimiz zaman birçok şeyin üstesinden gelebilecekken, tembelliğin bize verdiği rahatlıktan yola çıkarak, maddiyatı konuşturuyoruz. İşlerin kolayına gitmek o kadar ilerledi ki, çoğu teknik servis hizmetleri, sorunlu parçaları tamir etmek yerine değiştirmeyi tercih ediyor. Yakın çevremden birisi, buzdolabının bozulan parçası için evine teknik servis çağırıyor. Gelen firma görevlileri buzdolabının vadesinin dolduğunu, yine de parça değiştirmek istiyorsa, yenisine yakın bir fiyatla bu işten sıyrılacağını söylüyor. Onlar teknik servisi yolcu ettikten sonra, biraz da tamirden anlayarak, kopan parçayı büyüteçle inceleyerek sorunlu bölgeyi buluyor ve ufak bir lehimle işi çözüyor. Buzdolabı şu anda çalışmaya devam etmektedir. Hem de tamamen masrafsız olarak…

Çevrenin koşullandırdıkları, kendi tembelliğimizin biraz daha önündedir. “Bunun olması mümkün değildir” veya “sakın bunu karıştırma, işi berbat edersin” şeklinde o kadar çok olumsuz yaptırımlar duyuyoruz ki, sonunda buna kendimiz de inanıyoruz. Belki bu inançtan dolayı, bakar kör oluyoruz. Bilindik bir hikâye vardır. Dalgınlığı nedeniyle dersi dinleyemeyen öğrenci, zilin çalmasıyla beraber kendine gelerek, öğretmenin tahtada yazdığı problemi ödev sayarak defterine geçiriyor. Eve geldiğinde, soruyu yanıtlamak için elinden geleni yapıyor. “Dersi dinleseydim, problemi çabucak çözebilirdim” diyerek bir yandan kendine kızsa da, çabalamaktan vazgeçmiyor. Uzun geçen gecenin sonunda çözümü bularak sevinçle okuluna dönüyor. Şaşkın öğretmen, “Bu, çözümü olmayan sorulardan birine örnekti. Nasıl sonuca ulaşabildin?” diyerek, öğrencisine gıptayla bakıyor.

Başarılı bilim adamları, araştırmalarında imkânsızlığı kabul etmez. Belki de sırf bu yüzden, olağanüstü çözümlerle karşımıza çıkarak, hayatımızı kolaylaştırıyorlar.

İmkânsızlık, şimdilik sonucu bulunmayan çözümsüz problemlerdir. Bazı karmaşık konular teorik çözüme ulaşmamış olsa da, hayallerde hep sonuçlarıyla canlandırılmıştır. Günümüzde birçok şeyin icat edildiği düşünülürse, bundan sonrası sadece olanları geliştirmek şeklinde görülebilir. Fakat insan yaşamı devam ettiği müddetçe, keşif hiç bitmeyecektir.

Deneyip yapamadıklarınızdan dolayı moraliniz bozulmasın. Çünkü o denemelerdeki tecrübeleriniz, teoriklerle kıyaslanamaz. Belki o sırada farklı yolu siz bulur, çare beklerken çözüm olabilirsiniz.

Emre Türker

Picture: deviantart

04 Ağustos 2009

İlişkiyi Sıcak Tutmanın Yolları

Birlikteliğimiz çok güzel başlamıştı. Bana getirdiği çiçeklerlerden oluşturacağım bir bahçe hayal ederdim. Her gün yeni sürprizlerle karşılaşır, bir sonraki adımda neler yapacağını düşlerdim. Buluştuğumuzda gözlerinin içi gülerdi. Ruhum çocuk gibi heyecanlı, saf ve mutluluk doluydu. Kısa süreli ayrılıkların ardından yanıma koşarak gelir, "Nerde olursan ol, hep yanında olacağım" derdi. Benden daha mutlu başka birini düşünemiyordum bile.

Ne oldu bilmiyorum. O sohbetlerimizin yerini, hararetli tartışmalar aldı. Artık eskisi kadar görüşmediğimiz gibi, buluşma zamanlarını da ertelemeye başladık. Sevgi dolu cümlelerin yerini, eleştirel oklar aldı. Çiçek bahçemiz çoktan kurudu. Karşılıklı çaylarımızı yudumlarken gözlerimize bakmaktan kaçıyor, dakikalarca söyleyecek kelime bulamıyoruz. Masalsı ilişkimiz sıradanlaştı. Böyle olacağını hayal bile etmemiştim. Bizi ayıran nehrin suları nerden geliyor?

Aşk, sıcaklığı korunması gereken bir kavramdır. Öyle ki, soğumaya yüz tuttuğu andan itibaren geriye dönmek, hiç kolay olmayacaktır. Yukarıdaki kısa sitem, değerli bir ilişkinin çarçur edilerek harcanışının son çığlıklarıdır.

İlişkiyi sıcak tutmanın yolları nelerdir? İlk başlardaki heyecanı nasıl koruyabiliriz?

1- Kadın ve erkek, birbirlerine karşı zaman konusunda saygılı olmalıdır. Erkek; maç seyretmek, dostlarıyla bir araya gelmek ve özel sohbetler yapmak isteyebilir. Kadın; alışverişe çıkmak, arkadaşlarıyla günün modasından konuşmak, romantik diziler seyretmek isteyebilir. Her ikisi de gayet olağan şeylerdir.

2- Aşkın en iyi ilacı, özlemdir. Hayatlarını sürekli birlikte geçiren, birlikte çalışan ve neredeyse birlikte nefes alanlar, heyecanlarını kaybedenlerdir.

3- Cinsellik, bir ihtiyaçtır. Cinsellik, insanın tabiatında vardır. Doğru yer ve zaman olduktan sonra, cinselliği konuşmaktan çekinmeyin.

4- Aynı mekânlarda buluşmak ve standart şeyler yapmak, ilişkiyi monotonlaştırır.

5- Kendinize özen gösterin. İlk buluşmalarınızda, saçınızı tarıyor, kıyafetlerin uyumuna dikkat ediyor ve hoş kokular sürüyordunuz. Eğer bunları devam ettirmiyorsanız, aranızdaki saygıyı kaybediyor olabilirsiniz.

6- Kıskançlık, az dozda güzeldir. Unutmayın ki insan istedikten sonra, her durumda aldatmayı başarabilir. İpleri biraz gevşetin. Aşk, kalbinizdeki bağla sağlamlaşır, zincirler vurarak değil!

7- Küçük sorunlar, büyük problemlerin kaynak noktasıdır. Eğer bunları görmezden gelir ya da üstünü kapatmaya çalışırsanız, er geç saklandıkları yerden çıkar ve sizi bulurlar.

Aşıksanız, bunun değerini bilin. Ruh ikizini bulmak için her şeyini vermeye hazır o kadar çok insan var ki! Gerçek aşklar parayla satın alınamaz. Eğer onu bulduysanız, kaybetmemek adına elinizden geleni yapın. Çünkü aşk, mutluluk adına en büyük gereksinimlerden biridir.

Örnek aşkın sizi bulması ve heyecanını koruması dileğiyle...

Emre Türker

Picture: deviantart

Bu yazı JOYDERGi için hazırlanmıştır.

Passchendaele (2008)

Tür: Dram / Tarih / Romantik / Savaş
Yönetmen: Paul Gross
Süre: 114 dakika
Oyuncular: Paul Gross, Caroline Dhavernas, Joe Dinicol, Meredith Bailey, Jim Mezon, Michael Greyeyes, Adam Harrington, Gil Bellows, James Kot, Jesse Frechette, Rainer Kahl, Landon Liboiron, Patricia Benedict, Hugh Probyn, Brian Dooley, Robert Nogier
1917 yılında Kanada, 8 milyon nüfuslu genç bir ulustu. Üç yıldır süren Birinci Dünya Savaşında Kanadalı birlikler, çamura saplandı. 600.000’den fazla Kanadalı bu savaşa katılmış, her 10 kişiden biri asla evine dönememiştir. (Bkz. Battle of Passchendaele/ Eng.)

Ypres bölgesinde Kanadalı birliklerin Almanlarla girdiği mücadele, kendi takımındaki herkesin hayatını kaybetmesine rağmen çavuş Michael Dunne (Paul Gross) sağ olarak kurtulmayı başarmıştır. Ülkesinde gördüğü fiziksel tedavinin ardından, firar ettiği gerekçesiyle yargılanmak üzere beklemektedir. Fakat psikolojik açıdan sinir bozukluğu teşhisi nedeniyle, geri planda görev yapması kararlaştırılır.

Tedavi gördüğü sırada Michael, hemşire Sarah Mann’a (Caroline Dhavernas) tutulmuştur. Sarah, astım hastası kardeşi David’le (Joe Dinicol) yaşam mücadelesi vermektedir. David ise, gençliğinin en hızlı dönemini yaşarken yaptığı hatalarla işleri çıkmaza sürüklemekte, korkak olarak anılmamak adına hasta ve yaşı küçük olmasına rağmen, askere alınmak istemektedir.

Michael, savaşın vahşetinden rahatsızdır. Bu nedenle cahil David’in heyecanını bastırmaya çalışır. Fakat David, çevresindekilerin de kışkırtmasıyla Michael’in durumunu korkaklıkla suçlayacaktır.

Passchendaele, gerçekçi çatışma sahneleriyle izleyiciyi büyülüyor. Film, yanlı taraf gözetilmeden, vahşetin getirdiği sonuçlar üzerinde duruyor. Savaş sahneleri arasında gezinirken, aşkı, dramı ve fedakârlığı yaşayacak, uzun süre izlediklerinizi unutamayacaksınız.

Emre Türker

Picture: impawards

03 Ağustos 2009

I Love You, Man (2009)

Türkçe Adı: Adamım Benim
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: John Hamburg
Süre: 105 dakika
Oyuncular: Paul Rudd, Jason Segel, Jaime Pressly, J.K. Simmons, Thomas Lennon, Rashida Jones, Sarah Burns, Greg Levine, Jon Favreau, Jane Curtin, Andy Samberg, Jean Villepique, Rob Huebel
Peter Klaven (Paul Rudd), kız arkadaşı Zooey’le (Rashida Jones) evlenme hazırlıkları içindedir. Daha çok kadınlarla anlaşan Peter, çevresinde arkadaşı olmadığından dolayı düğününe sağdıç bulamamaktadır.

Zooey’in evinde toplanan kız arkadaşları, Peter’ın hiç dostu olmadığını konuşmaya başlar. Tesadüfen konuşmalara kulak misafiri olan Peter, durumun tersini ispat etmek üzere hazırlıklara girişir.

Yakın arkadaş edinme çalışmalarındaki tüm çabaların boşa gittiği düşünülürken, bir gün ev satış tanıtımdan Sydney Fife (Jason Segel) ile tanışır. Sydney’in tavırları, Peter’ı keyiflendirecektir. Acaba Sydney, Peter’ın aradığı dost mudur?

Baştan sona kadar eğlenceli bir havada geçen film, kadın ve erkeğin genel ilgi alanlarına değiniyor. Gülümseten ve çizgisini sonuna kadar koruyan film, romantik komedi severlerin beğenisine sunulur.

Emre Türker

Picture: impawards

02 Ağustos 2009

Dorothy Mills (2008)

Tür: Polisiye / Dram / Gizem / Gerilim
Yönetmen: Agnes Merlet
Süre: 102 dakika
Oyuncular: Carice van Houten, Jenn Murray, David Wilmot, Ger Ryan, David Ganly, Gary Lewis, Rynagh O'Grady, Joe Hanley, Gavin O'Connor, Charlene McKenna, Louise Lewis, Ned Dennehy, Marie Mullen, Sean Stewart, Eamonn Owens, Ian Lloyd Anderson, Michelle Forbes, Helen Norton, David Murray, Niamh Shaw
Dorothy Mills (Jenn Murray), bakıcı olarak gittiği Kearsley’lerin evinde, bebeğe zarar vermekten yargılanacaktır. Dorothy’nin psikolojik durumunu incelemek üzere psikiyatr Jane Morton (Carice van Houten) gönüllüdür.

Yaşanan olayları incelemek üzere adaya feribotla gelen Jane, arabasıyla olayın geçtiği yere doğru giderken, karşıdan hızla gelen iki aracın etkisiyle kontrolünü kaybedip sulara gömülür. Fakat şans eseri kurtulmuştur. Kendisini kurtarmaya gelen adanın insanları, tarife uygun iki aracın kayıtlarda olmadığını söyleyecektir.

Dorothy’nin dışında, adanın diğer insanları da garip davranışlar sergiler. Güvenliği sağlayan Colin (David Wilmot ) dışında, Jane’e yakınlık gösteren kimse olmayacaktır.

Kişilik bozukluğu yaşayan Dorothy, farklı isimlerle tuhaf konuşmalar yapar. Jane ise, bu karakterler arası bağlantı kurarak sorunu çözmeye çalışır. Fakat gece vakitlerindeki yaşanan garip olaylar, onun huzurunu gittikçe bozacak ve işler gittikçe karışmaya başlayacaktır.

Dorothy karakterini canlandıran Jenn Murray’nin başarılı performansı, izleyiciyi filme bağlayan önemli etkenlerden biridir. Psikolojik gerilim sevenlerin izlemekten keyif alacağı bir yapımdır.

Emre Türker

Picture: impawards

01 Ağustos 2009

Çiftçi ve Düş Bahçesi

Çiftçi, iyi güneş alan bir yerde evini seçmiş, tasarladığı yeri kurmak için çalışmaya başlamıştı. Aklındaki düş bahçesindeki ürünleri tasarlayıp, alınacaklar ve yapılacaklar listesini hazırladı. Hiç vakit kaybetmeden pazara çıkıp, gerekli hayallerinin tohumlarını toptancısından pazarlıkla ucuza mal etti.

O gece, rüyalarına yön vermek üzere gülümseyerek uyudu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yatağından kalkarak, heybesindeki tohumları özenle toprağa ekti. Filizlenmesini beklerken, ürünlerinin canlı ve organik büyümesi adına, bahçesindeki özel alanı klasik müziklerle aşıladı. Tohumlarının her biri sevgiyle büyümeliydi. Zihnin şifalı çeşmesinden kaynakla sulamanın önemini bildiğinden, düzenli ve aksatmadan toprağa saygılarını sundu.

Vakit gelmişti. Güneşin ilk ışığı boy gösteren ürünlerine vurduğunda, düş bahçesi muhteşem bir manzaraya dönüştü. Çevredeki köylüler, çiftçinin çalışmalarını hayretle izlediler. Her biri, bu muhteşem adamın ilk ve son halini düşününce şaşkına döndü. Düş bahçesi, soyut kavramdan somuta geçerek amacına ulaşmıştı.

Düş bahçenizde neler var?

Solan çiçekleriniz nedeniyle, toprağı mı suçluyorsunuz?

Bulunduğunuz yerde başarısız olmanızın nedeni, çorak yerlere yatırım yapmanızdan kaynaklanıyor olabilir mi?

Ürünleriniz kendinize mi ait, yoksa sizi kobay olarak kullanan ve laf salatası yapan aşçılara mı?

Aklınızın yolları bozuksa, delikleri yamayla kapatmayın. Hızla ilerlemek için asfalt çalışmalarına başlayın. O yol ayrıcalıklı olsun istiyorsanız, zihnin derin kütüphanesini araştırıp, gereken doğru kitapları raftan çıkarın. Aklınızı okumak sizin elinizde…

Unutmayın, her insan özeldir.

Başarılı insanlarla sizin aranızda ne fark var? Onların elindeki imkân sizde mi olsaydı? Adam gibi yatırım yapmaya gücünüz mü yok? Hayalinizdeki yıldızın yerinde olmak için neler vermezdiniz, değil mi?

Albay Harland David Sanders’in Kentucky’de başlayan rüyasını araştırın. Sadece hayallerle çıkılan yolda başarılı olmak, imkânsız değildir. Eğer hayallerinizi geliştirmemişseniz, size servet verseler de, sarhoşluktan her şeyi kaybedebilirsiniz.

Kendinize güvenin. Hayatta imkânsız görülen birçok düşünce, zamanla çürütülmüştür. İnandığınız masallar varsa, son gülen siz olabilirsiniz.

Emre Türker

Bu yazı ilginizi çektiyse, Düşlerinizi Fırçalayın'a bir göz atın.

Picture: deviantart