18 Aralık 2012

Küçük kızın Aşık babası

“““Kapıda karşıladı beni “ba-ba” “baaa-ba” kelimeleriyle, duymaktan en keyif aldığım ses tonuyla. Ne güzel bir gülüştü o.

Annesinin peşinden bir an bile ayrılmazken, ilk defa bu kadar uzun süre benimle birlikte baş başa vakit geçiriyordu. Sonra yere uzandı aniden. Yanında istedi beni ve sokuldu kollarımın arasına. Bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ve ben, her kelimesinden yeni manalar çıkarmaya çalışıyordum.”””

----------

Babalık duygusu bir erkek için ilk zamanlar çok derinlik ifade etmez. Çünkü bir baba, doğumdan sonra bir annenin bebeğine olan bağlılığını hissedemez. Taaa ki, bir zaman sonra, onunla yakınlık kurana dek. Öyle ki, artık o babanın aklında kendisiyle ilgili ayrıntılar, çocuğunun hayatına adadığı süre içinde, buğulaşan camın ardında kalan sisli görüntüden ibaret...
 
Evden ayrılırken, küçük kızın defalarca gözyaşı dökmemesi için gizlice kaçıvermek vardır ya, nasıl bir suçluluk hissidir o. Yürek burkulur, nefes daralmaya başlar. Dönüş için planlar o andan itibaren yapılmaya başlanmıştır bile.
 
Yolda yürürken babanın aklında, küçük kızından kalan gülüşler vardır. Kalabalık bir halk otobüsüne bindiğinde, kirli camdan dışarıyı izlerken aslında bakarkör vaziyette, küçük kızını görmektedir. Aklın bir zaman önceki kaydedilmiş görüntüleri sonrası yeniden play tuşuna basılmış ve onunla yaşanmış kareler, rengârenk oynamaya başlamıştır hayatın arasında açılan pencereden.
 
Emre Türker

30 Ekim 2012

Benzer Sorunlar Yaşıyoruz Ama…

Kilo problemi, platonik aşklarımız, bir eve ya da arabaya sahip olamama, az kazanç, sigarayı bırakamama vs.

Hayatta pek çok benzer problem var. Bunların bir kısmı bizim kişisel nedenlerimizden. Bazıları hem kişisel hem de toplumsal. Bazıları ise hiç göremediğimiz bencilliğimizden.

Aslında girişte belirttiğim sorunları özellikle seçtim. Çünkü bu problemler, genel olarak “evet ya, benim de problemim” diyebildiğimiz en genel problem çeşitlerinden örnekler. Fakat ciddi ve yansız olarak incelendiğinde, çoğu kişisel nedenlerle ortaya çıkmış problemler. Mesela açlık sorunu varken kilo problemi, kimsesiz kalma yanında platonik aşk problemi, evsiz yaşam yerine ev ya da arabaya sahip olamama problemi, işsizlik yerine az kazanç problemi, parası yetişmediği için marketteki ihtiyaçlarından kısanların varlığı yanında sigarayı alıp da bırakamama problemi vs.

Madalyonun diğer yönünden bakacak olursak, pek çok problemin temelinde doyumsuzluk yatıyor. Mesela, gelişmiş toplumların aşırı ve gereksiz tüketimleri nedeniyle, 3. Dünya ülkeleri açlık çekiyor. Prof. Dr. Muammer Tuna’nın akademik çalışmalarında, Ted Trainer’dan topladığı bilgiler arasında çok çarpıcı örnekler var. Mesela;

Evinde 50’yi aşan sayıda elektrikli araç-gereç bulunduran bir Amerikalı, buna rağmen sahip olduklarının çoğunu kullanmadan günlük yaşamını sürdürüyor.
Batılı ülkeler, aşırı yemek yüzünde obezite problemi yaşarken, 3. Dünya ülkeleri pek çok gün yetersiz besleniyor ya da aç yatıyor.
Dünyada A vitamini eksikliğinden dolayı her yıl 100.000 çocuk kör kalıyor. Halbuki her biri için 1-2 liralık harcama ile bunun önüne geçilebilir.
Tüm III. Dünya toplumları için, kişi başına 7,5 tl harcama ile hastalıktan uzak bir yaşama ortamı ve çocuk başına 5 tl harcama ile 5 temel hastalığa karşı korunma sağlayacak bir aşılama mümkünken; bunu sağlayacak olan 1.6 milyar Amerikan doları, Amerika’da güzellik endüstrisi için bir yılda harcanan paradır. (Bu paragraf, Muammer Tuna’nın çalışmalarından derlenmiştir.)

Gelişmekte olan ülkeler arasında yer alıyoruz ama sorunlarımız gelişmiş merkez ülkeleri aratmayacak düzeyde. Bazı sorunlar ise, bizim aşırı şahsi doyumsuzluklarımızdan.

Çoğu problemler kafamızın içinde. Yani çözmek için değil, şikâyetimiz üzerinde yoğunlaşmış olduğumuzdan, çözüme odaklanmaktan uzağız.

Yokluk görmemiş birinin yokluğu anlaması zordur. Gereksiz ya da fazla tükettiğimiz, yemeden çöpe gönderdiğimiz, duygularımızı körlediğimiz, bakarken görmediğimiz ne çok sorunumuz var. Tabiki bunun yanında ciddi sorunlarımız da var ama çoğunlukla incir çekirdeğini doldurmayacak meselelerle uğraşıyor ve onları kafamızda büyüterek yeni problemler yaratıyoruz.

Öyle değil mi?

Emre Türker
Picture: wordpressflickr

14 Ekim 2012

Başarmak istiyorum çocukça


“İstiyorum” diyorum. Her yerde bir adım, her nokta bir yapıtım olsun.

Hep bir şeyler isteriz değil mi? Doğamız gereği. Doyduğumuzu sandığımız ama hiç doyuramadığımız arzularımız vardır bizim… 

Eğer bir yere ulaşmak, bir yeri kazanmak, bir şeyi almak istiyorsak, her şeyden önce inanmakla başlamalıyız işe. Eğer inanmıyorsak, zaten baştan kaybetmişizdir.

Zaman kaybetmiş olabiliriz. Hayat bize zaman kaybettirmiş olabilir. Çevre bizi oyalıyor da olabilir. Ama biz ne istiyoruz?

Arzu ettiğiniz noktaya ulaşmak istiyorsanız, bu yol hayatınız boyunca sürmeli. Eğer bir noktadan sonra geri dönüyorsanız, siz gerçekten istememişsiniz demektir. Kim dedi ki herşey çok kolay olacak diye?

Başarılar…

Emre Türker

Picture: flickr

22 Eylül 2012

Katre-i Matem


Yazar: Prof. Dr. İskender Pala
Sayfa Sayısı: 466
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5
Yayınevi: Kapı Yayınları

İskender Pala’nin anlatım tarzına uygun, belki bir kademe daha ağır, fakat her tarzından biraz biraz içine kattığı, tarihi, aşkı, gizemi, masalları ve laleleri barındırdığı bir kaos hikayesidir Katre-i Matem…

Kitabı sevmek için, önce edebiyatı sevmek gerek. Çünkü bir devrin lisanını hakkıyla barındıran, masalları anlattıkça ballandıran cümlelerde, ciddi bir bilginin ağırlığı var. Zaten Matem Damlası olarak içeriğinde sadeleştirdiği, fakat kapakta ise, anlattığı 1700’lü yılların lale devrine uygun olarak adını Katre-i Matem koyduğu kitap, romanın hiç de lay lay lom bir tarzda yazılmadığını da açıklamaya yetiyor. Bazen bölüm başların anlatılan cümlelerin içeriği, bölümlerin ortasında açıklanıyor ki, o kısımlarda biraz akıl karışabiliyor.

Dilinin tutulmasına sebep olduğu Şehnaz’ın aşkından Bimarhane’ye düşmeye razı Yanık Yusuf’un aklından geçen ve onu anlatan bölüm sonlarında yer alan –derkenar- başlıklı küçük aşık hikayeleri, içeriği zenginleştirmiş. Anlatılanların fazla bir zamana yayılmadan, kısa sürede okunması gerekir ki, anlam bütünlüğü kaybolmasın ve hikâye net bir şekilde akıla otursun. Ancak ve ancak böyle anlaşılır kitabın gerçek değeri…

Gerçek midir bilinmez ama İskender Pala, Marmara Oteli’nden geçerken tesadüfen gördüğü Eski Kitaplar Müzayedesinde, kitabın değerinin kendisi için yüksek olduğu Osmanlıca yazılmış bir eseri, üçüncü arttırımda alır. Çok beğendiği ve kim tarafından yazıldığı bilinmeyen bu kitap öyle hoşuna gider ki, onu sadeleştirip yayınlamaya karar verir. İşte böyle başlıyor sunuş kısmı…

1700’lü yıllar.

Gerdek gecesinin sabahına kadar aşkı Nakşıgül’ün kollarında rüyalar gören Şahin, aynı günü sabahında, sevdiği kadının parça parça olmuş bedenini yorgan altında bulunca, çılgına döner. Ne var ki, çevresindeki yakınları da onun o gece Nakşıgül’ü öldürdüğüne kesin gözüyle bakacak ve cezalandırılmasını isteyeceklerdir.

Bunun yanında başka bir yerde bir genç Yusuf, sevdiği ve sevmeye devam edeceği kız Şehnaz’ın dilinin tutulmasına sebep olacak ve bu nedenle Haseki Bimarhanesi’ne kapatılacaktır. Lakabı, aşkından dolayı Yanık Yusuf olsa da, nihayetinde bimarhanedeki katip çelebi onun lakabını, kayıtlarını tuttuğu deftere Yanık kelimesinin “y” si ile Yusuf’un “y” sini birleştirip Yeye olarak geçirecek, Yusuf da bu lakabı benimseyecek.

Gelgelelim bu iki talihsiz aşık, kaderin onları bir araya getirmesiyle dost olur ve birbirlerini zamanla kardeş belleyip dermanlarına çare ararlar. Her ikisin de hikâyesi uzundur ve anlatılacak kadar yaşanacaklar da bunu göstergesi sayılacaktır.

Tüm romanın içeriğinde gezinirken, III. Ahmet’in padişahlığında bir dönemin açılıp kapamasına kadar, akıl almaz bir cinayetin aydınlanmasına tanık olacaksınız. Şahsen oldukça beğendiğim bu romanı.

Eline sağlık İskender Pala…

Emre Türker.

17 Eylül 2012

Aşk’a Yolculuk / Veysel Karani

Yazar: Sinan Yağmur
Sayfa Sayısı: 269
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5
Yayınevi: Destek Yayınları

Veysel Karani, Karenli Amir’in oğlu Üveys’dir. Tam anlamıyla adı, Üveys Bin Amir ül-Kareni. 4 yaşındayken babasını kaybeden Üveys, kısa bir süre içinde de annesinin rahatsızlanmasıyla yıkılacaktır. Aslında, sağlığında kendisine yaptığı iyiliklerin bir saç teli kadar kısmını bile ödeyemeyeceğini belirten Üveys, annesinin başucundan ayrılmayarak onu daima hoşnut tutmaya ve gönül borcunu seve seve ödemeye çalışır. Hayatını annesine adayan Üveys, o dönemki insanların kendi yaptıkları putlara ibadet etmelerine de bir anlam veremez. Geçinmek için çobanlık yaptığı dönemde daima bunu sorgulayacak ve gerçek inancı buluncaya kadar da bu sorularına devam edecektir.

Kitabın başında ve sonunda, geniş alandan çekilmiş bir çöl resmi ve hemen arkasında, Hz. Muhammed’in miraca çıkarken üzerinde bulunan hırkanın resmi var. Kitabın anlamı açısından, iyi bir başlangıç resmi. Sinan Yağmur, biyografik romanını Veysel Karani’nin ağzından dile getirmiş. Fakat konunun bir biyografik roman olduğunu düşünürsek, sonunda din dersi şekline dönüşen bir anlatım, sanki kitabın biraz uzatılmaya çalışıldığı hissini veriyor. Genel olarak anlatım güzel ve dil kolay anlaşılır düzeyde olunca, çabucak okunuyor. Veysel Karani’yi tanıma anlamında okuyucusunu doyuracak bir roman olduğunu söylenebilir.

Bir din dersi öğretmeni olan Sinan Yağmur, ünlü yazarları geride bırakarak liste başlarına ulaşmış ve ciddi bir hasılat elde etmiş. Böyle olunca, okuyucu ve yayınevleri baskısıyla birbiri ardına kitaplar yazmaya başlamış. Aralıksız çıkan kitaplar, sanırım yazarların kalitesini de etkiliyor. Çünkü bazı eserler aceleye getirilince, okuyucu beklentisi maalesef tam olarak karşılanamıyor. Fakat popüler düzeye ulaşan bir yazarın da bunu yapması gayet doğal. Nitekim Türk yazarlarının yapıtlarıyla doyurucu para kazanması ve yazdıklarının pek çok dile çevrilerek ülke dışına açılması, gurur verici.

Emre Türker

11 Eylül 2012

Yerli Romanlar Liste Başını Zorluyor!

İlkokul yıllarımda, bazı Türk yazarları ve onların klasikleşmiş romanları, dönem sonu ya da yaz aylarının mecburi ödevi olarak bizlere okutulurdu. Yeni dönemle birlikte özet çıkarma zorunluluğu, öğretmenlerin standart düzende hareket etmeleri, belli çizgiyi geçmemeleri gibi pek çok sebep, şahsen beni yerli romanlarımızdan uzaklaştırmıştır. Fakat bunun yanında Jules Verne, Cervantes (Don Kişot), Daniel Defoe (Robinson Crusoe), Antoine De Saint-Exupery (Küçük Prens) ve La Fonten Masalları gibi pek çok dünya klasiği, hatırımda iz bırakmıştır.

İlkokul sıralarında bir yakınım bana Ömer Seyfettin’in Bomba isimli romanını hediye etmişti. Kitabın ilk iki sayfasının ağır dilinden hiçbir şey anlamamış ve Türkçe sözlükten ilk sayfada tam 22 bilmediğim kelime çıkarmıştım. Aman Allah’ım, bir çocuk romanının bu kadar ağır yazılması, bir çocuğa Ömer Seyfettin’i nasıl sevdirebilir ki?

Hayatım boyunca pek çok roman okumuşluğum vardır. Açıkça söylemek gerekirse, okuduklarımın %80’i Dünya Edebiyatından Türkçeye çevrilmiş kitaplardan oluşmaktadır. Belki de çocukluğumuzda bize Türkçe derslerinde, konu olarak anlatılan özetler ve konu sonu soruları nedeniyle de bunalmışlığımızın etkisi vardır ama ben bir edebiyat aşığı olarak, edebiyat derslerinden hep sıkılmışımdır. Belki öğretmenlerin, belki kitapların, belki de hatalı eğitim düzeninin etkisidir bu. Bir gün Türkçe dersinde, bir Yunus Emre klasiği olan “Sordum Sarı Çiçeğe, Annen baban var mıdır?” dizelerinin bir arkadaşım tarafından makamına uygun okunması sonrası öğretmen sinirlenmiş ve arkadaşa iki sağlam tokat atmıştı. Sebep, arkadaşımız şiir gibi okumamıştı da ondan. Acaba hata kimde, nerede?

Biyografik yazıları ve romanları severim. Fakat kendi tarihimizle ilgili bir araştırma yaparsanız, dönemle ilgili ya incecik basit kitapçıklar, ya da tez kıvamında standart ders türü kitaplar çıkar karşınıza. Bu nedenle de Albert Einstein, Thomas Edison, Leonardo da Vinci gibi dehalar hakkındaki bilgimiz, Hezârfen Ahmet Çelebi, Piri Reis ve Mimar Sinan gibi dehalarımız hakkındaki bilgimizden daha fazladır.

Her şeye rağmen, son yıllarda gördüğüm gelişmeler karşısında oldukça heyecanlıyım. Çok satanlar listesinde artık yerli yazarlarımız listebaşı olmaya başladı. Reklamlar da bu yönde olumlu gidiyor. İyi yazarlardan iyi romanlar çıkarken, bunlara bir de tarih ve edebiyatın doğru harmanlanmış biyografik romanları da eklenmeye başladı. Yayınevleri yerli yazarları keşfe çıkmış durumda. Hal böyleyken, okuduğum ve okumakta olduğum kitaplar arasına pek çok Türk yazar dahil oldu. Anladığım kadarıyla, hiç okumayan bir millet profilinden çıkmaya başlıyoruz. Şahsen biz arkadaşlarla dizi film havasında romanları konuşuyoruz. Belki bir gün bizim romancılarımız da, J.K. Rowling’in Harry Potter serisinde olduğu gibi, kendi kitabının kitapçılara dağıtımının ardından kapış kapış gittiğini görebilir.

İyi yazarlarımızı okuyucu olarak desteklememiz gerek. Bizim yazarlarımızdan listebaşı eserlerin bu zamana kadar çıkmaması ardında, reklam kaygıları da yatıyor. Pek çok medyatik ünlüden bu zaman kadar çıkan boş kitaplar okuyucuyu bezdirmişken, şimdilerde konusuyla ilgili yazarlarımızdan kaliteli eserlerin piyasaya çıkması ve desteklenmesi de umut verici. Devamının gelmesi dileğiyle…

Emre Türker

09 Eylül 2012

Şah & Sultan

Yazar: Prof. Dr. İskender Pala
Sayfa Sayısı: 390
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5
Yayınevi: Kapı Yayınları

Karşılıklı iki farklı pencereden, Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim arasındaki gerginlik bir roman havasında anlatılmış. Bu sırada; taht kavgası, geçmişte yapılan hatalar, ödenen bedeller, ödetilen bedeller, çekilen çile ve acılar, şah, sultan ve onların aşkı, bu tarih sayfaları arasına serpiştirilmektedir.
 
Kitabın içeriğinde, Osmanlı’daki bir dönem alevi ile sunni mezhepleri arasında yaşanmış tarihteki en büyük anlaşmazlık dile getirilirken, iti tarafın birbirine yaptığı göndermeler, bugün halen dillerde dolaşmaktadır. Kitapta, yönetme gücüne erişmiş bir kişinin, ne kadar kısa zamanda ne kadar büyük kararlar alabildiğini, almak zorunda kaldığını ve bu esnada ne kadar acımasız davranabildiğini de öğrenmiş oluyoruz.
 
Kitapta buram buram bir tarih kokusu var. Şahsi kanaatim, tarihle uğraşmıyor olsanız bile bu kitabı beğeneceğiniz yönündedir. Fakat diyalog içinde geçen şiirsel anlatım ve göndermeler, Osmanlı dönemine uygun olduğundan dili biraz ağır kaçabilir. Bunun yanında, ne kadar ağır kelimeler kullanılmış olursa olsun, ne anlatılmak istendiği gayet açık ve anlaşılır. Konuşma havasındaki anlatım, tarihi keyifli bir öğrenme şekline sokuyor.
 
İskender Pala’nın “Od” romanıyla beraber iki kitabını okumuş oldum. Şunu söyleyebilirim ki, yazar aşk kelimesi üzerine kesinlikle sağlam basıyor. Aşk anlatımı geçen her cümle, adeta bir destana dönüşüyor. 390 sayfalık kitabın belki 150-200 sayfasında, ciddi bir aşk anlatımı bulacaksınız. Bu anlatım, inanç üzerine aşk ile kişiye bağlılık üzerine aşk arasında gidip geliyor. Aşk anlatılırken, kelimeler birbiri ardına mükemmel bağlanıyor. Hatta bir ara, “bu kadar aşk, bu kitap içeriğinde gerekli miydi?” diye düşünmüştüm ama kitaba herhalde ruhu veren de bu aşk oluyor.
 
Tarih, aşk, çelişki, strateji, inanç ve bağlılık, hepsi bir arada. Okumak isteyenlerin bilgisine…
 
Emre Türker

28 Ağustos 2012

Rüzgarı Dizginleyen Çocuk

Yazar: William Kamkwamba
Sayfa Sayısı: 380
Kitap Boyutu: 13,5 x 21
Yayınevi: MARTI

Malawi Kasungu’da ailesiyle birlikte yaşayan William Kamkwamba’nın, yaşadığı bölgede açlık ve hastalıklarla mücadelesi sırasında, eğitimi ve çalışmalarıyla ilgili olarak azmini konu alan harika bir otobiyografi.

“Çalıştım ve başardım” diye özetlediği hikâyesinin perde arkasında, daha çok bölge halkının yaşadığı sorunları, hükümetin kendi halkına el uzatmadığı/uzatamadığı ve sorunları görmezden geldiği, bu ve tabiat koşulları nedeniyle Afrikalı halkın açlıkla büyük mücadelesi ve açlık nedeniyle ölüme terk edilen insanları okuyacaksınız. Son bölümlerde icatlarıyla ilgili daha fazla açıklamaya yer veriyor. Bu hayat hikâyesinde; mutluluk, acı, bağlılık ve azim gibi pek çok kavramı bir arada bulmak mümkün. Konuşma havası içinde geçen ve bölümlere ayrılmış kitap, oldukça rahat okunuyor. Dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanların arasındaki refah farklılıklarını daha iyi anlamamızı sağlayan kitaptan yeterince alınacak dersler var.

Afrika, zamanında kölelik gibi insanlık dışı bir olayı görmüş, bedenler hayvan gibi pazarlarda satılmış, siyah ten rengiyle aşağılanmış bir topluluğun yaşadığı kıta. Gerçi mevcut durumda da Afrikalı halk, geri kalmışlık nedeniyle merkez ülkelere karşı halen bir köle gibi yaşamaktadır. Din ve dil, bu baskılar sonrasında halka işlenmiş ve yaşadıkları köleliğe göre seçimler yapılmış. Kitabın derinliğinde bunu da hissedebilmeniz mümkün. Afrika’da eğitim veren okullarda, dil eğitimi de dikkat çekici. Bu kadar sefalete ve eksik kaynağa rağmen, iyi derecede İngilizce bilgisine sahip olabilmeleri, dil konusundaki yetersizliğimizi düşündüğümde, ilgi çekici bir durum.

Afrika’da yaşanan açlığı okuduğumda, pek çok şeyi bahane ederek yiyeceklere “ne biçim bu yemek” gibi genel nitelendirmeler yaparak eleştirilerimizi düşündüm. Otellerde kovalar dolusu çöpe giden yiyecekler aklıma geldi. William Kamkwamba’nın otobiyografik kitabında, lağım kenarlarında kalmış muz kabuklarını aç kaldığı için yiyen ve bu nedenle hastalanıp feci şekilde yaşamını yitiren insanları örneklediğini okuyunca, bölgeler arasındaki bakış açısı nedeniyle oluşan farklılıkları düşündürücü buldum. Fakat güzel olan şey, William’ın bu olanları gayet açık şekilde ve normal bir yaşam tarzında anlatması ve bu durumu ağır dram içine almamasıdır. Yani yaşam koşulları içinde yapılabilecek en iyi şeyin nasıl olması gerektiğini çok güzel açıklıyor. Delilik ve dahilik arasındaki ince çizgiyi bu kitapta kesinlikle daha net göreceksiniz. Okumanızı tavsiye ederim.
 
Emre Türker
 
Yazarın kendi blogu: williamkamkwamba

16 Ağustos 2012

Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları: SU

Yazar: Buket Uzuner
Sayfa Sayısı: 329
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5
Yayınevi: Everest Yayınları

Komiser Ümit Kaman, kızlarının kayıp haberini olayın ardından tam kırk saat sonra haber veren garip bir aile ile karşılaştığında, izne çıkmaya hazırlanıyordu. Karakola gelen Umay nine, anne Ayten ve abla Aysu, her kafadan ayrı telden çalan bir dünyada yaşıyor gibidir. Bu durum, komiser Ümit’in canını sıkmaya başlar. Üstelik sevdiği kızdan bir süredir haber alamamış Ümit, izine çıktıktan sonra olayın diğer polisler tarafından uğraşılacak bir mesele olduğunu düşünürken, kayıp kişi ile soyadı benzerliğinden dolayı bu kişiyle akraba olduklarını düşünen meslektaşlarına da bunun doğru olmadığını anlatmaya çalışmaktadır.

İşler hiç de Ümit’in düşündüğü gibi gitmeyecek, kayıp Defne’nin durumu gittikçe ilginç bir hal almaya başlayacak ve komiserin dertleştiği Sahaf Semahat da bu araştırmaya dahil olacak. Çünkü bu kayıp hikâyesi, eski şamanlara kadar uzanan ve Kutadgu Bilig şifresi ile bir bulmacaya dönüşen ilginç bir serüven.

Buket Uzuner ile tanışmam, “İki Yeşil Susamuru” ile başlar. Sonrasında Kumra Ada Mavi Tuna ve Gelibolu’yu da bir çırpıda okumuşluğum vardır. Buket Uzuner, bir çırpıda okunabilecek, sohbet havasında, okuyucusunu sıkmayan, ilginçlikler ile olayları derinleştiren, her romanında özenle araştırılmış konuları da içeriğine kattığı açıkça belli olan değerli bir güncel yazarımız. Bu kitapta, çağımızın dayanılmaz sıcaklarını, internetteki facebook alemini, mezhep ayrılıklarını, aile bağlarını ve unutulmaz aşkları da bulacaksınız. Kitap, bir çeşit mistik havada gidiyor. Olaylar sohbet havasında okuyucuya yansıtılırken, kutadgu bilig ile ilgili anlatılanlar, bu yöne doğru merak uyandırıyor. Kadıköy sahilinde takılan gençlik, yazılanları biraz daha sıcak bulabilir, çünkü olay tam da bu civarlarda geçmektedir.

Hatırlatmakta yarar var: Bu kitap, muhtemelen dört bölümden oluşacak bir seri ve bu kitap, SU ile ilk ayağı oluşturuyor. Tam da bitti derken, yeni bir bölüme kucak açtığını anladığınızda, hiç de şaşırmayın.

Emre Türker

09 Ağustos 2012

Neleri Paylaştık Bu Güne Kadar?

Doğum sonrasında, karşılıksız besin aldığımız bir anne sütü, yaşamdaki ilk paylaşımı tattığımız andır. Sonra sevgiyi paylaştık onlarla. Oyunları, eğlenceyi, koşuşturmaları ve hayatı paylaştık sonrasında… Bir dönem vardı, işte o dönemin tamamı gerçekti…

Bir ara paylaşmayı unuttuk. Bazen hatırladık, bazen hatırlattık. İlk aşklarımızı paylaştık çocukluğumuzda. İlk kıskançlığı yaşadık ve ilk oyuncaklarımızı, oyunlarımızı ve düşlerimiz paylaştık. Kitaplarımızı, notlarımızı, öğrendiklerimizi ve hissettiklerimizi paylaştık.

Sonra bişeyler oldu, gerçek ile araya bir perde girdi.

Facebook’ta paylaşılmaya başlandı herşey. Face’den eklendik, face’den silindik, tiwit attık, tiwitten aldık. Anlarımızı, fotoğraflarımızı ve düşüncelerimizi paylaştığımız kadar gerçek yaşamda paylaşmayı unuttuk. Face’den sildiklerimizi, mail listesinden çıkardıklarımızı, hayattan çıkardıklarımızla eş tuttuk. Öyle ki, eklenip eklenmediğimizden bile hesap sormaya başladık.

Elimizdeki gerçekleri paylaşmayı sevmiyoruz. Bizimle paylaşılan şeyleri, bizim paylaşacağımız şeylerden üstün tutuyoruz. Gerçek olanı değil, sanal olanı paylaşımda tercih ediyoruz. Sanal gerçek, tutulabilir gerçekten daha gerçek şimdilerde.

Geçen gün bir masada birkaç kişi otururken, sohbet etmediğimizi fark ettim. Diğerleri ellerindeki akıllı telefonlarla paylaşım yapıyorlardı. Gülüyorlar, “bak şuna neler yapmış” gibi sözlerle kendi kendilerine konuşuyorlar, sonra güldükleri o resimcikleri yanlarındakine göstererek sanal kahkahalarını paylaşıyorlardı. Herşey koca bir yalan. Aslında ortada bir paylaşım yok. Herşey kupkuru.

Paylaşacak gerçek bir dilim çok az kalmış bu hayat pastasında.
Oysa dilim dilim geçiyor ömrümüz ve her dilimi ziyan oluyor.
Tatlarımız, tattıklarımız ya da tadamadıklarımız, paylaşamadan çürüyor paylaşımı unuttukça.

Size tavsiyem!
Ufak miktar da olsa, cebinizdeki parayı tanıdık-tanımadık birileriyle,
Sevginizi, çocuklar, aile, dostlar ve arkadaşlarınızla,
Önemli anlarınızı, gerçek zamanla sanal ortamı karıştırmadan coşkuyla
Hissederek,
İçten,
Yürekten paylaşın.

Belirtmediğimiz, belirtemediğimiz
atladığımız, atlatıldığımız
unuttuğumuz, unutturulduğumuz,
Paylaşacak ne çok şey var aslında…

Emre Türker

Picture: flickr

08 Ağustos 2012

Öfke Nöbeti

Yazar: Eileen Hayes
Sayfa Sayısı: 93
Kitap Boyutu: 15 x 21
Yayınevi: Mikado

Kısa, dergi tadında, bolca resimli, öfke nöbetinin tanımından baş etme yollarına uzanan bir aile kitabı. Çocukların 15 aylık döneminden ortalama 3 yaşına kadar olan dönemde, klasik öfke nöbetlerini kapsıyor. Kitap 7 bölümden oluşuyor.

1-Öfke nöbetleri hakkında gerçekler
2-Çocuğunuzu anlamak
3-Öfke nöbetinin nedenleri nelerdir?
4-Öfke nöbetlerinden sakınılabilir mi?
5-Öfke nöbetleri ile baş etmek
6-Olumlu Yaklaşım
7-Hareket Planı

Kitabın geneli, olumlu ve ılımlı yaklaşımların söylenme tarzlarını çeşitli şekillerde anlatmakta, anlatımın bulunduğu sayfalarda, kutucular içinde öfkelenmiş sevimli bebek resimleri ve anne babalardan alınan hikâyeler var.

Çok fazla bir beklenti içine girmeksizin okunabilecek, 1-2 günde bitirebileceğiniz, kaliteli baskıda bir tavsiye kitabı diyebiliriz.

Emre Türker

04 Ağustos 2012

Üç Oyun Kitabı

Çocuklara ve bebeklere özel, onlarla “ne oynayalım?” diye düşünenler için, üç oyun kitabı önereceğim. Bunlar genel anlamda ebeveyni oldukça tatmin edici, eğitici, gruplara ayrılmış ve renkli resimli sayfalarla tatlandırılmış, şeker mi şeker oyun kitapları.

 Haydi Oyuna

Yazar: Jorge Batllori, Victor Escandell
Sayfa Sayısı: 192
Kitap Boyutu: 19,5 x 27,5
Yayınevi: Altın Kitaplar Yayınevi
0-3 yaş grubu için hazırlanmış, her yaş ayrı ayrı gruplandırılmış ve her oyun sayfası resimlerle desteklenmiş, basit anlatım şekilleri ile kafa karıştırmayacak, 150 farklı ve oldukça güzel bir oyun kitabı. Her yıl için, çocuklarınızın neler yapabileceği ve başarabileceği ile ilgili fikir edinmeniz için maddeler halinde sunulmuş özellikler rehberi de var. Mesela “bebeğiniz 0-3 ay arası, ilk ayda yaklaşık 30 cm mesafeyi görebilir” gibi… Her oyunun nasıl oynandığı bir yana, oyun sayesinde bebeğinizin hangi özelliği kazanabileceği de anlatılıyor.

50 Eğitici Aktivite

Yazar: Sally and Phill Featherstone
Sayfa Sayısı: 80 (16-36 ay Ufaklıklarla Yapılacak 50 Eğitici Aktivite için)
Kitap Boyutu: 16,5 x 23,5
Yayınevi: Mikado

Aslında bu 4 kitaptan oluşan bir oyun aktivite programı. 0-20 Ay Bebekler, 16-36 Ay Ufaklıklar, 30-50 Ay Okul Öncesi Çocuklar ve 4-5 Yaş Arası Çocuklar düşünülerek gruplandırılmış bu kitaplar, size dergi havasında kitapçıklar sunuyor. Oyun sayfalarında, oyun haricinde “bunları biliyor muydunuz?” ve ”faydalı ipuçları” gibi ek bilgiler yer alıyor. Mikado yayınları, zaten bebekler üzerine çalışmalar yapan kaliteli bir merkezin yayınları ve eğitimli pedagoglara sahipler. Diğer yayınlarına da göz atmanızı öneririm.

Zekâ Geliştirici Oyunlar

Yazar: Uzm. Dr. Dorothy Einon
Sayfa Sayısı: 159
Kitap Boyutu: 16 x 23
Yayınevi: Mikado

Bu da Mikado yayınevine ait. Yaş sırasına göre değil de, aktivitenin türüne göre gruplandırılmış, 2-5 yaş çocuklar için hazırlanmış, 200’ün üzerinde beyin jimnastiği için oyunlar mevcut. Kitabın anlatım tarzı, yine dergi havasında ve kolay okunabilecek bir yapıda hazırlanmış. Sayfalar arasında önemli bilgiler de yer alıyor.

Emre Türker

Küçük Adımlar

Yazarlar: Moria Pieterse, Robin Treloar, Sue Cairns, Diana Uther, Erica Brar
Hazırlayan Kurum: Macquarie Üniversitesi, Sydney, Avustralya
Sayfa Sayısı: 8 kitap toplamı 813 sayfa
Kitap Boyutu: 19 x 27
Dizi Uyarlama Editörü: Prof. Dr. Gönül Kırcaali-iftar
Yayınevi: Daktylos Yayınevi

Çok fazla ismini duymadığınız bir setten bahsetmek istiyorum. Bu set, 0-4 yaş arasında gelişim geriliği olan çocuklara yönelik hazırlanmış 8 kitaptan oluşan bir erken eğitim programıdır. 1974 yılında, Avustralya’nın Sidney şehrindeki Macquarie Üniversitesi Down Sendrom Programı’nda hazırlanmış bu program, yalnız Down sendromu için değil, her türlü gelişimde yaşanan gerilikte, çocuklara ışık tutacak bir eğitim seti. Eğer aileler pedagog ya da çocuk doktorlarına fazla gitme şansı bulamıyorsa, bu eğitim seti genel anlamda ailelerin faydalanacağı şekilde hazırlanmış (Hatta sadece gelişim geriliği değil, küçük bebekler için standart öğrenme ve öğretme yöntemi şeklinde bile bebeklerinize/ ufaklıklarınıza uygulama şansı bulabilirsiniz). Bu eğitim seti, anne-babalar ve eğitimciler için kolay uygulanabilir “ev merkezli” bir eğitim programıdır.

Küçük adımlar ismi ise, çocukların daha yavaş öğrenmesine olanak sağladığını anlatmak için kullanılan bir başlık. “Her çocuk öğrenebilir ama bazıları daha yavaş öğrenebilir” düşüncesini taşıyor.

Kitabın genelini tamamen incelemiş biri olarak, bu program genel olarak çocuklara verebileceğiniz eğitimlerin de bir bütününü kapsıyor. Yani konuşma çalışmaları, bedensel çalışmalar, oyun çalışmaları gibi programları okuduğunuzda, herhangi bir engelli programı okuduğunuz hissine kapılmazsınız. Çünkü böyle bir farklılık amacında değil, daha ağır adımlarla tane tane öğretmek gibi bir hedefi var.

Birinci kitap, seti tanıtıyor. 2. Kitapta nasıl çalışmalar yapacağınızı anlatırken, 8. Kitap ise çalışma programının tablolarda hazır bir şekilde hazırlanmış çizelgelerini sunuyor.  3. Kitap iletişim becerileri, 4. büyük kas becerileri, 5. küçük kas becerileri, 6. alıcı dil becerileri ve 7. kitap Kişisel ve toplumsal becerileri kapsıyor.

Kitap bir rehabilite amacı taşıdığından ve herhangi bir satış hedefi olmadığından dolayı, standart kitapçılarda bulmanız zor. Fakat internet üzerinde bir araştırma yaparsanız, kitaba kolayca sahip olabileceğinizi görürsünüz. Bu tanıtımdaki amaç, bu tarz bir kaynağa ihtiyaç duyanlar için yol göstermektir. Çünkü piyasada satılan birçok kitap, size sadece genel bilgiler vermekte, çalışmalar konusunda yeterli olmamaktadır. Faydalı olması ümidiyle, sağlıklı günlere…

Emre Türker

31 Temmuz 2012

Mahallenin En Mutlu Yumurcağı

Yazar: Dr. Harvey Karp
Sayfa Sayısı: 396
Kitap Boyutu: 13,5 x 21
Yayınevi: Yakamoz Yayıncılık

Dr. Harvey Karp’ın Temmuz 2010’da doktorun ülkemizde seminer vermesi ve bu doğrultuda basın duyurularıyla birlikte, kitap satışlarında patlama yaşandı. Kitap da zaten o yıl yayına hazırlandı. Hollywood ünlülerinin bebek yetiştirmek için danıştıkları bir uzman olunca, “herhalde mükemmeldir” düşüncesi, sanırım tüm annelerin kitaba saldırmasının temel sebebi olmuştur.

Kitabın içeriğine geçecek olursak: Farklı. Fakat bu farklılık, şahsen benim onayladığım bir farklılığa işaret etmiyor. Bebeklerin 12-18 aylıkları için Şempanze, 18-24 aylıklar için Neandertal, 24-36 aylık için mağara çocuğu ve 36-48 aylık için de yetenekli köylü (tarih öncesi devirlerdeki) benzetmeleri, farklı görünmenin ayrı bir bakış açısı. Bilimsel açıdan benzetmeler ve çocuğun hareketleri ile maymunların kıyaslanması, bebeğinin mutluluk bulması için annelerin işine ne kadar yarar? Kitaptaki bilgiler oldukça hoş, dikkat çekici ve önemli. Sonuçta bu konuda yıllarını vermiş bir uzman. Fakat bilgiler çok dağınık. Ne yapılabilir? Başucunda tuttuğunuz bir kitap olarak saklanabilir ve çözüm aradığınızda kaynak olarak maddelerinden faydalanılabilir.

Bilgilerin işe yaramaz olduğunu söylemiyorum. Fakat fayda sağlamak için tercih edilen kitapları arayan annelere, kitaplar üzerine derinlemesine araştırmalar yapmaya çalışan biri olarak, dönemsel yayınları öneriyorum. Mahallenin En Mutlu Yumurcağı, geniş bir yaş aralığı, yani ortalama 0-4 yaş aralığını kapsayan bir zaman dilimi. Anlatılanlar ancak size hikâye gibi gelecektir. Bu doğrultuda okunacaksa, eğlenceli de olacaktır. Fakat aradığınız faydaysa, dönemsel yayınlar, belli konuda uzmanlaşmış kitaplar, mutlak anlamda daha iyi olacaktır.

Sonuç olarak kitap için ilginç yorumu yapabilirim. Fakat gerekli mi, orası tartışılır.

Emre Türker

30 Temmuz 2012

Neden Ben?

Hayatımızın hangi döneminde bu isyanı içten içe yaşamadık ki? Yıllar geçtikçe, sadece bu soruyu kendimizi daha mantıklı konularda sorduğumuzu söyleyebilirim. Gençlik çağlarımızda “neden ben?” sorusu, “neden ben yakışıklı değilim, neden güzel değilim, neden babamın arabası ve iyi bir işi yok, neden kız arkadaşım olmuyor” gibi anlık patlamalar şeklinde geliyor ve yıllar geçtikçe tatlı-komik hatıralara dönüşüyor.

Yıllar geçtikçe, “neden ben?” sorusu değişim gösteriyor. Artık mantık devreye giriyor. Uçarı hareketler yerine, geçim derdi, yaşam arzusu, gelecek kaygısı, ölüm korkusu gibi derin mevzular zihnimizi kurcalıyor. “Neden beni işe almıyorlar, neden o okulda okumadım, neden o benden fazla kazanıyor, neden terfi edemiyorum, neden ev alamıyorum, neden eşim beni sevmiyor, neden bu hastalığa yakalandım, neden?” gibi sorular, artık çözüm bulunması gereken ciddi problemlere dönüşüyor. Psikologlar gençlik yıllarında rotayı düzeltmeyi sağlayabilirken, artık bir ekonomist, uzman, sağlam tanıdıklar, akranlar ve dostlar da destek olarak gereklilik gösteriyor.

Ebeveynler için çocuk olduktan sonra daha farklı, iç gıcıklayan “neden ben?” soruları geliyor. “Neden benim çocuğum içine kapanık, neden konuşmuyor, neden çocuğum bana uzak, neden beni sevmiyor, neden o hasta, neden ben, neden?” soruları, anne ve babalar için oldukça yorucu.

Hayatın nedenleri hiç bitmez. Yaşanması gerekenler vardır ve biz bir şekilde onları yaşarız. Yani o sorular sorulsa da, kendimizi suçlasak da, geçmişe dönmek istesek de, hiç yaşamamış olmayı dilesek de, artık buradayız. Çözüm bir yerlerde saklı. Birileri “hadi artık gül biraz, gülmek için şuraya git, pozitif ol, oyna zıpla boşver takma” gibi sözler, sizin için komik gelebilir. Her tavsiye size uymak zorunda da değil. Hayat sizin hayatınız ve karar sizin kararınız.

Sanırım önce “neden ben?” soruları sonunda, çözüm için boşluğa dalmak yerine, bir an önce kendimizi silkelemek gerekiyor. Dut ağacını silkelerseniz, meyveleri aşağıya doğru yağmur gibi yağar ya! İşte o şekilde silkelenmeli, tüm çıkar ve çıkmazları ortaya dökmelisiniz. Çözüm, karanlıklar içinde ve kapalı kapılar ardında kendini dinlemekle çok fazla sonuç sağlamayacaktır. Kendi kararlarımızı, dostlarımız ve ailemiz ile paylaşılmalı ve sonuca birlikte gitmeliyiz. Herşeyin sonunda, son karar tabiki bizim.

Neden ben?

Çünkü o sensin?
Senin yaşamın.
Senin kararların ya da yaşamın sana sundukları bu.
Acısı da var tatlısı da.
Hadi silkelen artık.
Çünkü yaşanması gereken yarınlar var ve yaşanmak zorunda.

Mutlu yarınlara…

Emre Türker

Picture: flickr1, flickr2

29 Temmuz 2012

Sevgili Kardeşim

Evde tek iken bir sorun yok gibidir, yalnızlıktan başka.
Yeni bir doğum sonrası başlar kıskançlık.
Paylaşmak istemez, seviyor gibi görünür ama içten içe bir nefret beslersiniz içinizde.

Çocukluk yıllarında biraz korumacılık başlar kıskançlık devam etse de. Hani onsuz da olmaz, onla da. Oyunlarda birliktesinizdir. Tatillerde, yemekte, denizde… Fakat yine de, bir farklılık vardır sizi birbirinizden iten. Yeni arkadaş ortamları edindikçe, onu hep bu halkanın dışında bırakırsınız.

Yıllar yılları kovaladıkça, işler değişmeye başlar. Sevgi gittikçe artar. Birçok değerli parçanızı ondan saklarken, şimdi her şeyinizi vermeye hazır olursunuz. Çünkü Yirmili yaşlar bitmiş, yeni dönem başlamıştır hayatınızda.

Ne garip.
Kardeş sevgisi böyledir işte.
Değerini yıllar sonra anlar,
Bir daha asla vazgeçmezsiniz,
gittikçe yalnızlaşan bu garip dünyada.

Emre Türker

Picture: flickr

28 Temmuz 2012

Hızlı Okuma ve Anlamı Yapılandırma

Yazar: Prof. Dr. Firdevs Güneş
Sayfa Sayısı: 339
Kitap Boyutu: 16 x 23,5
Yayınevi: Nobel Yayın Dağıtım

Bu konu üzerinde oldukça ayrıntılı araştırmalar yapmış biri olarak, Prof. Dr. Firdevs Güneş’in kitabını beğendiğimi söyleyebilirim. Popüler kitaplar arasında pek ismini bulamadığımız bu kitap, diğerlerine oranla çok daha dikkatle, özenle, ayrıntılandırılarak ve merakınızı cezp edecek ilgili örneklerle süslenmiş. Popüler yayınlardan farklı olarak, daha bilimsel bir yaklaşım görüyoruz. Bu nedenle kimi zaman standart okuyucuyu sıkabilir. Şekil örneklerden çok, şema kullanımları mevcut. Belki de popüler yayınlar arasında bulunmamasının sebebi de budur. Genel olarak basit, resimlendirilmiş, çabuk biten ya da kısa örneklerle geçiştirilmiş kitapları daha fazla tercih ediyoruz.

“Hızlı Okuma ve Anlamı Yapılandırma” kitabı, öylesine okunup geçilecek bir yayın değil. Size belli bir düzen içinde ve toplam 16 bölümde, hızlı okumanız ve anlamı zihninizde yapılandırmanız için çalışmalar sunuyor. İlk iki bölümde, konu hakkında teorik bilgiler verilmiş. Sonraki 6 bölüme kadar, çalışma ortamı ve sağlık konusunda çeşitli bilgilerle birlikte, ilgili örnekler veriliyor. 9. Bölümden itibaren, hızlı okumanın yanında anlamı yapılandırmak için detaylı konulara geçiliyor. Bunlara örnek olarak, “tam okuma, “yerini bulma” ve “seçmeli okuma” bölüm başlıklarını gösterebiliriz.

Prof. Dr. Firdevs Güneş, çocukların eğitiminde hızlı okuma ve anlamı yapılandırma konusunda çalışmalar yapan biri. Bu konu üzerinde “Sınıf Yönetimi”, “Türkçe Öğretim ve Zihinsel Yapılandırma” gibi kitapları da mevcut. Kitabın sayfaları, 1. Baskı hamur kâğıt ve cilt kısmı ise kolay dağılmayan, defalarca okunmaya müsait bir şekilde sağlam.

Kitabın içinde yer alan ve bölüm aralarında çalışmalar için kullanılan konu parçaları, makaleler, gazete haberleri ve yazarın kendine ait çalışmalardan kesitler, ilgi çekici. Örnekler bir test havasında değil de, daha çok merak uyandırıcı parçalar olduğundan, test için hazırlık yaparken zorlanmayacaksınız.

Tony Buzan’ın Hızlı Okuma kitabında, satır aralarında kalem kullanarak kelimeleri izleme yönetiminin daha başarılı olduğu konusundaki tezi, Prof. Dr. Firdevs Güneş için geçerli değil. O, daha çok göz ile izlemenin faydası üzerinde durmakta. Fakat iki yayını da okumuş biri olarak, kalem ile satırları takip etmenin başlarda faydalı olduğunun, hızlı okumaya geçiş sonrası ise artık kalemle takibin kaldırılabileceği kanısındayım.

Yazarın “kaynakça”sını incelediğimizde, kitabın içeriğine uygun, bilimsel ağırlıklı yayınların tercih edildiği bir kapsamlı araştırma dikkat çekiyor. Bu doğrultuda, bilgilerin daha güvenilir olabileceğine kanaat getirebilirsiniz. Sonuç olarak, bu kitaptan pek çok şey alacağınızı söyleyebilirim.

Emre Türker

İlgili konular: Konu başlıklarını tıklayarak, ilgili konuları görüntüleyebilirsiniz.