03 Aralık 2008

İçimizdeki Süper Kahramanı Yaşatmak

Hayat, inişli çıkışlı yollarla uzayıp giden bir yarış halinde devam ediyor. Ergenlik döneminde başlayan insanın kendisiyle yarışı, bir süre sonunda toplum bilincinin ortaya çıkışıyla birlikte, çevreyle yarışa dönüşüyor. Bizler, çıkışlı yolları hep sevmişizdir. Ama yol virajlıysa ya da yokuş aşağıya doğru gitmeye başladıysa, o zaman sorunlar ortaya çıkabiliyor. Kimisi umutlarını kaybediyor ve ne yapacağını bilmez bir şekilde başlangıç noktasına geri dönüyor.

Geçen Pazar, arkadaşımla birlikte Spider Man-2’ye gittik. Amerikan sineması, yine üst düzey bir film ortaya çıkarmış. Seyrine doyum olmuyor. Heyecan, kahkaha, macera; hepsi bir arada… Benim dikkatimi çeken bir başka kavram daha var. Seyretmeyenler için fazla açıklayıcı olmayacağım ama ufak-tefek ayrıntılardan bahsediyor olmam, filmi seyretmeyenleri rahatsız etmeyecektir. Filmde Örümcek Adam, hayat içerisindeki süper kahraman rolünü oynarken, herkes ona imreniyor, yaptıklarını alkışlıyor ve yere göğe sığdıramıyor. Bir de Örümcek Adam’ın ikinci yüzü var. Genç Peter Parker, süper kahramanlığı dışında kalan zamanda, geçim sıkıntısına düşen ve yokuş aşağıya doğru hızla ilerleyen bir genç oluveriyor. Kız arkadaşını kaybediyor, para kazanamıyor ve devam ettiği okulunda başarısız bir grafik çiziyor. Sonunda umutsuzluğa kapılıp hayatına geri dönmeye karar veriyor. Yani, “hayat bensiz de devam ediyor, benim rolüm olmasa ne yazar” moduna geçiyor. İçindeki kahramanı yavaş yavaş öldürüp, toplumu görmezden geliyor. Aynı, çevremizde karşılaştığımız; çöpleri pencerelerinden fırlatan, yedikleri kabuklu yemişlerle sokakları kirleten, yolda düşen bir kişiye yardım etmeyip seyirci kalan, televizyonda yardım konusunda hesap numaraları belirtilirken “neden kimse yardım etmiyor” sözleriyle cık cık’layıp kendisinin de seyirci kalışını unutan, sözle peynir gemisini yürütmeye çalışan, yürümeyince kızan, “yani bir tek ben mi yapmıyorum, herkes duyarsız” fikrini savunan birçok vurdumduymaz gibi… İnsanlar yalnız bununla da kalmıyor. Hayallerini geride bırakıp, sadece yaşamını monoton şekilde devam ettirmeye çalışıyor ve “karnım doysun ve mutlu olayım, gerisi boş” gibi bir düşünceyle hareket ediyor.

Şunu hiçbir zaman unutmamak lazım, çevrenizdekiler gülümseyemiyorsa, eninde sonunda siz de mutsuzluk hapını mutlaka yutarsınız. Çevremizdeki sıkıntıları görmezden gelirsek, bir gün aynı sıkıntılar bizi de bulabilir ve o zaman diğerleri de bizi görmezden gelirler. Atalarımız ne güzel söylemiş, “iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır.”

Hayatımızda inişli-çıkışlı yollar mutlaka olacaktır. Hatta bazı başarısızlıklar, yolunda gitmeyen işler ve hayatta karşımıza çıkan kötü sürprizler, bize sorunların ne olduğunu öğretecek ve başarıya daha emin ve sağlam adımlarla basmamıza yarar sağlayacaktır. Bunu hiçbir zaman unutmamak lazım. Nitekim, Spider Man’de de aynı şeyler söz konusu oluyor. Bu nedenle filmin heyecanına kapılırken, bu ana fikri göz önünden kaçırmamanızı tavsiye ediyorum. İçinizdeki Süper kahramanları öldürmeyin. Birilerinin onlara mutlaka ihtiyacı olabilir.

Bizim toplum bilincimiz, Avrupalı düşünce sisteminden biraz daha farklı... Oradaki aileler, çocuklarının belli bir yaşa gelmesinden sonra, artık kendi başlarının çaresine bakabilmesi gerektiğini savunup onları hayat içinde serbest bırakıyorlar. Bizde ise, ne olursa olsun bir aile, gücü yettiği sürece, çocuğunu her fırsatta destekliyor ve asla yalnız bırakmıyor. Her fırsatta cebine para koyuyor ve böylece parasız kalmanın ne demek olduğunu ona unutturuyor. Belki bu zamana kadar, ekonomik krizler ne kadar hayat standartlarımızı düşürse de, ayakta kalmayı başarmış ve her şeyi kabullenebilecek durumlara gelmişizdir. Ünlü gece kulüplerinde, bu tip zavallılara –ben onlara öyle diyorum- rastlamak mümkündür, hem de her gece… Çoğu mirasyedi, patron oğlu… Ellerindekileri alsanız, birçoğu ne yapacağını bilmez, açlıktan ölür.

Bunları eleştirirken, kendimi farklı biri olarak görmüyorum. En azından geçmiş dönemlerime kadar… Üniversite yıllarımın başlangıcına kadar, her şeyi aileden bekleyen biriydim. Yani, bir çay yapmaktan bile aciz konumdaydım. Hatta, o yıllara kadar, çekirdeklerinin ayıklanmaması durumunda karpuz yemeyi bile reddederdim. Çünkü sevgili babam, karpuzun çekirdekli olduğu kavramını unutturmuştu bana. Yıllar sonra yalnız kalmaya başladığımda, hayatın nasıl bir şey olduğunu, ilk defa kendi çayımı demlemek zorunda kaldığım zaman anlamıştım, ailem de bana karşı yanlışını…

Hayat bir çeşit soğuk savaş halinde devam ediyor. Savaşı kaybetmemek için çabalıyorsunuz. Yenilmekten korkan, ilk darbeyi alıp kaçan ve çekimser kalanlar hep mutsuz, ama asla yılmayan, başarıyı eninde sonunda yakalamaya çalışan, çabalayan, istediklerine kavuşamasa bile umutlarını hiç kaybetmeyenler ise, ne olursa olsun gülümseyebiliyor.

Emre Türker

picture: deviantart

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder