Üsküdar açıklarından ışıltılı ve asi görüntüsüyle dikkat çeken Kız Kulesi, kimi zaman kalbimizin barut yüklü gemilerinin demir attığı gizemli bir yer olmuştur. Dört bir yanı boğazın sularıyla çevrili bu kule, kimi zaman özgürlüğü, kimi zaman hapsedilmişliği, kimi zaman yolunu kaybetmişlerin arzuladığı bir feneri simgeler… Asya ile Avrupa’nın kesiştiği bir noktada tümseğe inşa edilen bu kule, konumu itibariyle dünyadaki eşsiz yapılardan biri olarak bilinmektedir.
“Atı alan Üsküdar’ı geçti” deriz, deriz ama, bu sözün nereden geldiğini bilmeyiz. Her bir atasözünün bilinmeyen öyküleri, efsaneleri ve ortaya çıkışlarında yaşanan ilginç olayları vardır aslında…
Geçmişi 2500 yıl öncesine dayanan Kız kulesi, Bizans’tan Osmanlı’ya kadar uzanan bir döneme şahitlik yapmış ünlü bir yapıdır. Kız Kulesinin bulunduğu yerin, daha öncelerden bir yarımada olduğu söylenmektedir. Vus adıyla anılan bu yarımadada M.Ö. 341 yıllarında Komutan Chares tarafından eşi adına bir anıt mezar yaptırılmıştır. M.Ö. 410 yıllarında ise, Sarayburnu’ndan kulenin bulunduğu yere kadar bir zincir gerilmiş ve boğazın giriş çıkışlarının kontrol edildiği bir gümrük istasyonu haline getirilmiştir. M.S. 1110 yılında Manuel Comnenos tarafından savunma kulesi olarak yeniden inşa edilen kuleye, “Küçük Kale” anlamına gelen Arcla denilmiş. 1453 yılında İstanbul’un fethiyle beraber Osmanlılar burayı gösteri platformu haline getirmişler. 1509 depreminden sonra zarar gören kule, depremin ardından tekrar inşa edilmiş, sonradan fener de eklenerek gemiciler için yol gösterici haline getirilmiştir. 1719 yılında çıkan bir yangınla alev alev yanan Kız Kulesi, Damat İbrahim Paşa tarafından 1725 yıllarında tekrar düzenlemiştir. 1830 senesinde kolera salgını başlamasıyla birlikte, Kız Kulesi hastaların tedavi altına alındığı bir karantina haline getirilmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemlerinde ise etrafı toplarla çevrilerek savunma kulesi olarak kullanılmıştır. Dönemin ünlü hattatı Rakim’in yazısı ile kapısı üzerindeki mermere II. Mahmut’un tuğrasını gösteren kitabe eklenmiştir. 1944 yıllarında tekrar restore edilen kule, 1959 yılında Askeri birliğe teslim edilmiştir. Askeriye tarafından radar istasyonu olarak uzun süre kullanılmasının ardından, 1982’de Denizcilik İşletmesine devredilmiş ve son olarak meydana getirilişinden tam 2500 yıl sonra da özel sektöre devredilmiştir. Özel sektöre devriyle birlikte kulenin yeniden yapılandırılması büyük tartışmalara yol açmıştır. Kız Kulesi, günümüzde halen restoran ve kafeterya olarak kullanılmaktadır.
Kız kulesi ile ilgili çeşitli efsaneler bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Ovidius’un anlattığı bir aşk hikayesidir. Afrodit’in rahibelerinden Hero, aşka yasaklıdır. Tapınakta düzenlenecek bir tören için kuleden ayrılan Hero, orada Leandros ile karşılaşmış ve aşık olmuştur. Aşkı adına defalarca kuleye yüzerek giden Leandros, fırtınalı geçen bir gecede, Hero’nun yaktığı sevda ateşinin sönmesi üzerine karanlıkta yolunu kaybetmiş ve boğazın akıntılı sularına kapılıp boğulmuştur. Cesedinin bulunmasından sonra aşk acısına dayanamayan Hero da boğazın sularına atlayarak sevdalısının ardından intihar etmiştir. Diğer bir olayda Bizans Kralı, Tanrıdan bir evlat dilemiş, duaları sonunda bir kız çocuğuna sahip olmuştur. Kimi söylentilere göre kızın 18 yaşına geldiğinde bir yılan sokması sonucunda öleceğini kral bir rüyasında görmüş, kimi söylentilere göre de ünlü falcılardan öğrenmiş. Bunun üzerine kral, kızını denizin ortasında yaptırdığı bir kuleye kapatarak oluşabilecek tehlikelerden korumaya çalışmıştır. Bundan sonrası için yine iki söylenti vardır. Birincisi, kralın kızına saraydan her gün yiyecek ve içecek gönderdiği ve bu yiyeceklerden kendi elleriyle hazırladığı bir üzüm sepetinin içinden çıkan yılan hikayesi, diğeri de kıza aşık olan genç bir subayın prensese sunmak üzere gönderdiği bir demet çiçek içinden çıkan yılan hikayesi… Sonuçta Bizans kralının kızı, yılan sokması sonucu hayatını kaybetmiş. Bu hikaye bana “kaderden kaçılmaz” sözünü çağrıştırdı. Yani ölüm yazgısını değiştiremezsin. Neyse, gelelim üçüncü hikayemize… Evliya Çelebi’nin anlatımında geçen hikayede, Selçuklu döneminde yaşamış olan Battal Gazi, Üsküdar Tekfuru’nun kızına aşık olmuş. Bunun öğrenen Tekfur, denizin ortasında bir kule inşa ettirmiş ve hazinesi ile birlikte kızını bu kuleye hapsetmiş. Battal Gazi deniz üzerindeki bu kuleye kayık ile ulaşıp, hem kızı hem de hazineyi alıp oradan uzaklaşmış. Sonradan bu kuleye Kız Kulesi denmiş. İşte günümüzde geçen “Atı alan Üsküdar’ı geçti” lafı buradan gelirmiş.
Kimsenin göremediği geçmişi yakından izlemiş, efsanelere konuk sevgilileri, şarkılardaki hoş ezgileri, çare arayan hastaları ya da sürgün edilmiş mahkumları bünyesinde barındırmış, yaşayan bir tarihtir Kız Kulesi… Yangın, fırtına, deprem ya da dalgalardan yılmamış, her zaman dimdik ayakta kalmayı başarmıştır. Boğazda nefes alan, suyun yüzeyinde bitmiş bir nilüfer gibi farklılık gösterir. Yıllar geçmesine rağmen o halâ genç kalmayı başarmış ve dillere destan güzelliğiyle insanları büyülemeye devam etmiştir. Hani Kayahan şarkısında diyor ya, İstanbul’da bir güzel, İstanbul kadar güzel… İşte öyle bir şey.
Emre Türker
“Atı alan Üsküdar’ı geçti” deriz, deriz ama, bu sözün nereden geldiğini bilmeyiz. Her bir atasözünün bilinmeyen öyküleri, efsaneleri ve ortaya çıkışlarında yaşanan ilginç olayları vardır aslında…
Geçmişi 2500 yıl öncesine dayanan Kız kulesi, Bizans’tan Osmanlı’ya kadar uzanan bir döneme şahitlik yapmış ünlü bir yapıdır. Kız Kulesinin bulunduğu yerin, daha öncelerden bir yarımada olduğu söylenmektedir. Vus adıyla anılan bu yarımadada M.Ö. 341 yıllarında Komutan Chares tarafından eşi adına bir anıt mezar yaptırılmıştır. M.Ö. 410 yıllarında ise, Sarayburnu’ndan kulenin bulunduğu yere kadar bir zincir gerilmiş ve boğazın giriş çıkışlarının kontrol edildiği bir gümrük istasyonu haline getirilmiştir. M.S. 1110 yılında Manuel Comnenos tarafından savunma kulesi olarak yeniden inşa edilen kuleye, “Küçük Kale” anlamına gelen Arcla denilmiş. 1453 yılında İstanbul’un fethiyle beraber Osmanlılar burayı gösteri platformu haline getirmişler. 1509 depreminden sonra zarar gören kule, depremin ardından tekrar inşa edilmiş, sonradan fener de eklenerek gemiciler için yol gösterici haline getirilmiştir. 1719 yılında çıkan bir yangınla alev alev yanan Kız Kulesi, Damat İbrahim Paşa tarafından 1725 yıllarında tekrar düzenlemiştir. 1830 senesinde kolera salgını başlamasıyla birlikte, Kız Kulesi hastaların tedavi altına alındığı bir karantina haline getirilmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemlerinde ise etrafı toplarla çevrilerek savunma kulesi olarak kullanılmıştır. Dönemin ünlü hattatı Rakim’in yazısı ile kapısı üzerindeki mermere II. Mahmut’un tuğrasını gösteren kitabe eklenmiştir. 1944 yıllarında tekrar restore edilen kule, 1959 yılında Askeri birliğe teslim edilmiştir. Askeriye tarafından radar istasyonu olarak uzun süre kullanılmasının ardından, 1982’de Denizcilik İşletmesine devredilmiş ve son olarak meydana getirilişinden tam 2500 yıl sonra da özel sektöre devredilmiştir. Özel sektöre devriyle birlikte kulenin yeniden yapılandırılması büyük tartışmalara yol açmıştır. Kız Kulesi, günümüzde halen restoran ve kafeterya olarak kullanılmaktadır.
Kız kulesi ile ilgili çeşitli efsaneler bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Ovidius’un anlattığı bir aşk hikayesidir. Afrodit’in rahibelerinden Hero, aşka yasaklıdır. Tapınakta düzenlenecek bir tören için kuleden ayrılan Hero, orada Leandros ile karşılaşmış ve aşık olmuştur. Aşkı adına defalarca kuleye yüzerek giden Leandros, fırtınalı geçen bir gecede, Hero’nun yaktığı sevda ateşinin sönmesi üzerine karanlıkta yolunu kaybetmiş ve boğazın akıntılı sularına kapılıp boğulmuştur. Cesedinin bulunmasından sonra aşk acısına dayanamayan Hero da boğazın sularına atlayarak sevdalısının ardından intihar etmiştir. Diğer bir olayda Bizans Kralı, Tanrıdan bir evlat dilemiş, duaları sonunda bir kız çocuğuna sahip olmuştur. Kimi söylentilere göre kızın 18 yaşına geldiğinde bir yılan sokması sonucunda öleceğini kral bir rüyasında görmüş, kimi söylentilere göre de ünlü falcılardan öğrenmiş. Bunun üzerine kral, kızını denizin ortasında yaptırdığı bir kuleye kapatarak oluşabilecek tehlikelerden korumaya çalışmıştır. Bundan sonrası için yine iki söylenti vardır. Birincisi, kralın kızına saraydan her gün yiyecek ve içecek gönderdiği ve bu yiyeceklerden kendi elleriyle hazırladığı bir üzüm sepetinin içinden çıkan yılan hikayesi, diğeri de kıza aşık olan genç bir subayın prensese sunmak üzere gönderdiği bir demet çiçek içinden çıkan yılan hikayesi… Sonuçta Bizans kralının kızı, yılan sokması sonucu hayatını kaybetmiş. Bu hikaye bana “kaderden kaçılmaz” sözünü çağrıştırdı. Yani ölüm yazgısını değiştiremezsin. Neyse, gelelim üçüncü hikayemize… Evliya Çelebi’nin anlatımında geçen hikayede, Selçuklu döneminde yaşamış olan Battal Gazi, Üsküdar Tekfuru’nun kızına aşık olmuş. Bunun öğrenen Tekfur, denizin ortasında bir kule inşa ettirmiş ve hazinesi ile birlikte kızını bu kuleye hapsetmiş. Battal Gazi deniz üzerindeki bu kuleye kayık ile ulaşıp, hem kızı hem de hazineyi alıp oradan uzaklaşmış. Sonradan bu kuleye Kız Kulesi denmiş. İşte günümüzde geçen “Atı alan Üsküdar’ı geçti” lafı buradan gelirmiş.
Kimsenin göremediği geçmişi yakından izlemiş, efsanelere konuk sevgilileri, şarkılardaki hoş ezgileri, çare arayan hastaları ya da sürgün edilmiş mahkumları bünyesinde barındırmış, yaşayan bir tarihtir Kız Kulesi… Yangın, fırtına, deprem ya da dalgalardan yılmamış, her zaman dimdik ayakta kalmayı başarmıştır. Boğazda nefes alan, suyun yüzeyinde bitmiş bir nilüfer gibi farklılık gösterir. Yıllar geçmesine rağmen o halâ genç kalmayı başarmış ve dillere destan güzelliğiyle insanları büyülemeye devam etmiştir. Hani Kayahan şarkısında diyor ya, İstanbul’da bir güzel, İstanbul kadar güzel… İşte öyle bir şey.
Emre Türker
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder