06 Aralık 2008

Seyahat Etmek

Ülkemizde gerçek bir gezgin olabilmek için, ya belli bir para birikimine sahip olmalı, ya da yakın aile çevresinden iyi bir miras kalmalı. Üniversite yıllarında birkaç arkadaşımla beraber, sırtımıza çantamızı atıp, yoldan geçen her araca otostop çekerek, ülkeyi dolaşma düşüncesine sahiptik. Gittiğimiz yerlerde umduğumuzu değil, bulduğumuzu yiyecektik. Bunu kendi açımdan gerçekleştirme cesareti gösterememiştim. Yakın arkadaşlarımdan biri, hayallerimizi uygulamaya geçirdi. Fakat en fazla bir ay kadar dayanabilmiş, sonrasında acilen geriye dönmüştü. Çünkü yaşayacaklarına hazırlıklı olmadığı için yaptıklarının çoğunu gülümseyerek değil, sanki mecburi bir göreve çıkıp orada acı çekmiş gibi bizlere hararetle anlatmıştı. Ne olursa olsun, cesaretine hep saygı duymuştuk.

İlkokul yıllarımda, beni ekran başına adeta çivileyen en iyi çocuk programı, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinden yola çıkılarak hazırlanan gezi programıydı. Türkiye’nin hemen hemen her bölgesi, bugünkü yaşantısıyla ekrana aktarılır, Evliya Çelebi’nin çizgi film görüntüleri içinde, sözleri ve konuşmalarına yer verilirdi. Seyahatname’deki anlatım tarzında olduğu gibi, geçmiş ile günümüzdeki yaşananlar, sanki aynı zaman dilimindeymiş gibi, zaman kavramı tatlı şekilde kaybedilerek anlatılıyordu. Ben dahil tüm arkadaşlarım, okulumuza geldiğimiz gibi o programdan bahsederdik. Yeri gelmişken söylemeliyim, o yapıtların haricinde, kağıt katlama sanatı olan Origami’nin uygulamalı olarak anlatıldığı bir program daha vardı ki, elimizde boş bir dosya kağıdı, ekran başında sabırsızlıkla beklerdik. O zamandan bu zamana, şimdiki hiçbir çocuk programında aynı tadı verebilen, genel kültür içerikli bir dizi göremedim. Şimdiki çocukların dilinde, Örümcek Adam, X-Men, Hulk gibi fantastik kahramanlar dolanıyor. Hiçbir çocuk, yaşadıkları çevrenin dışında, farklı bölgelerdeki insanların hayatını, o bölgelerin doğa güzelliklerini ya da çevrenin coğrafi özelliklerini bilemiyor. Sadece sınavdan sınava, dersleri içerisinde yer alan konuları çalışarak bir şeyler öğreniyorlar. Yani zevk ve hobi anlamında kendi iradeleri ile seçerek değil…

Ne kadar yol alırsak alalım, gezi konusunda hiçbirimiz Evliya Çelebi kadar başarılı olabilmiş değiliz. Bugün geçmişe yönelik birçok şeyi, Çelebi’nin bu uğurda hayatını ortaya koyduğu Seyahatname’sinden öğrenebiliyoruz. Evliya Çelebi’nin seyahat başlangıcı ilginçtir. Bir gece rüyasında Peygamber’i gören Çelebi, “şefaat ya Resulallah” diyecek yerde şaşırıp “seyahat ya Resulallah” demiş, ondan sonra ilahi gücün yardımıyla tüm uzak ülkeleri, şehirleri dolaşıp ibadet edercesine gördüklerini ve öğrendiklerini anlatmış. Hem bu yazdıklarını Divan Edebiyatı’na bağlı kalmaksızın, halk dilinde, sade ve eğlenceli bir şekilde anlatmış. Evliya Çelebi, geçmişteki olayları görmüşçesine yazılarına aktararak, zaman kavramını kendi tarzında ortadan kaldırmış, bu konudaki yazma yönteminde üstün bir başarı göstermiştir. Evliya Çelebi, şehirlerdeki saray, cami, kilise, çeşme, kule, yol, sur gibi görselliklerin yanında, gelenek ve görenek, halk oyunları, türküler, söylenceler, öyküler, masal, mani, eğlence, inanç, giyim-kuşam, ilişkiler, sanat ve zanaat gibi kavramlardan bahsetmiştir. Bunları anlatırken yöre yönetimlerinden, şairlerden, aile büyüklerinden yardım almış ve onlardan söz etmiştir. Fakat onun bu eseri ne kadar ünlü olsa da, gerçek anlamda incelemeye tabi tutulacak kadar bilimsel çalışmalar kapsamına dahil edilmemiştir.

Seyahat etmek, genellikle yaz aylarında karşımıza çıkan bir düşünce tarzıdır. Güneş ne zaman sıcaklığını tam olarak bize hissettirmeye başlasa; gazetelerden, dergilerden veya seyahat acentelerinden turları incelemeye alır, özellikle deniz kenarındaki bölgeleri tatil için tercih ederiz. Bunun haricinde yaptığımız uzak seyahatler, akraba ziyaretlerinin ötesine gidemez. Ülkemizde gezi içerikli birkaç dergiden, para sıkıntısı yaşamamış varlıklı yazarların gezi kitaplarından ve en büyük görsel medya olan televizyonlardan, bölgeleri veya şehirleri tanıyabiliyoruz. Ama ne olursa olsun, anlatılan yerlerin havasını soluyamıyor, gördüklerimize dokunamıyoruz. Öyle farklı bir duygu ki, gittiğim herhangi bir bölgeyi, o zamanlardaki heyecanımı tekrar yaşıyormuşçasına anlatabilirim. Ama görsellikten uzak yalnızca okuduğum yazılardan öğrendiklerimi, eninde sonunda bir yerde unutabiliyorum. Burada teorinin yanında uygulamalı eğitimin de ne kadar gerekli olduğunu anlayabiliyoruz.

Bence, “su kadar gerekli” düşüncesiyle bir köşede gezi masrafları bulundurmalı, fırsatımız olduğu süre içinde görmediğimiz yerlere doğru yolculuklara çıkmalı, gittiğimiz yerleri anlatan yazılar okumalı ve hissettiklerimizi paylaşmalıyız. Yeni yerler gördükçe, düşüncelerimiz keşfe çıkar, hayatımız daha renkli olur.

Emre Türker

picture: deviantart

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder