Gözlerini açtığı zaman bir hastanenin temiz beyaz çarşafları içinde paketlenmiş olarak buldu kendini Ali. Önce neler olduğunu anlayamadı. Kendine geldiğin zaman, kollarının yokluğunu fark etti. Oysa geçen sene kendi elleri ile babasını kucaklamış, arkadaşlarıyla oyunlar oynamış, yine kendi elleriyle birkaç lokma yiyecek için annesinin pazardan aldığı malzemeleri evlerine taşımıştı. Şimdi kolları da yoktu, babası da…
Annesi yanındaydı. Acı içinde inliyordu kadın. Kocasını kaybettiğine mi üzülmeli, yoksa dünyaya getirdiği zaman sağlıklı olduğu için dua ettiği oğlunun artık “anneciğim” diye koşarak sarıldığı kollarının olmayışına mı?
Annesinin çığlıklarına boş gözlerle baktı Ali. Halâ neler olduğunu anlayamamıştı.
“Rüya mı görüyorum anne?”
“Rüya değil yavrum, kabus görüyorsun. Rüyalar temiz olur ama bunların tümü kirli…”
“Babam nerde anne.”
“Çiçeklerin altında gülümsüyor. Belki biz göremiyoruz ama o bize gülümsüyor.”
“Onu kim aldı anne?”
“Hırs ve kin aldı yavrucuğum. Şimdi tanrının himayesi altında.”
“Onu bana geri verebilir mi yüce Allah’ım.”
Ali’nin arzularını, muhtaç olduğu babasını, yemek ya da oyun için kullandığı kollarını, kim ona geri verebilir? Doğuştan sakat değildi Ali. Öyle olsa kendini bir şekilde hazırladı. O bir insanlık ayıbıydı. Bundan sonra hangi para onun isteklerini karşılayabilirdi ki?
Ali daha önceleri, tüm insanlığın eşit olduğuna inanıyordu. Babası ona “elini dostluk için kaldır yavrucuğum” demişti. Şimdi düşünüyor Ali. “Hangi elimi?”
Petrol, para, kıymetli mücevherler, doğal kaynaklar, size gerçek mutluluk adına ne getirebilecek? Sevgi ile büyümüş bir çocuğun, hayata aşkını kim geri verebilecek?
Zamanında binlerce kişiyi bir hiç uğruna harcayan Nazi’lerin, Yahudilere yaptığı işkence hep konuşuldu, üzerine yüzlerce film çekildi, çekilen filmler ödül üstüne ödül aldı. Hadi bakalım. Şimdi de Filistinliler ölüyor. Bizler top oynayan çocukları görüyoruz ama orada çocukların oyunu farklı. Oyunun adı “tankın üzerine kim taş atabilir?” Hem oyunun galibi, kurşunlanarak ödüllendiriliyor. Oyunun amacı değişti. Ödül bekliyoruz. Yalnız Oscar ödülü olmaz, her şeyinizi ortaya koyun ve tüm ödülleri bu uğurda toplayın. Bakalım gidenleri geri getirebilecek misiniz?
Ali’nin kollarının kopması ardından bir yıl geçti. Ali rahat değil. Eskiden mahallenin futbol takımında forvet oyuncusuydu. Şimdi sevenleri onu sırf oyunda yer alsın diye kaleci yaptılar. Ama artık koşamıyor. Çünkü elleri ile dengeyi sağlamaya alışmış olduğundan, terazinin iki kefesinin yokluğunda, kendisinin neye yaradığını bilemiyor. Maç bitimlerinde, kazanan kendileri olursa, tebrikleri tokalaşmayla kabul edemiyor Ali.
Babam bana şöyle demişti; “Güçlü olmak, yumruğu attığın gibi karşındakini yıkmak değildir. Gerçek güç, sevgiden geçer. İnsan olan kişi, yaptıkları kötülüklerden dolayı bir gün pişmanlık duyar. Çocukluğunu köyde yaşadın sen, öküz arabalarını gördün. Öküzler, bir sopanın ucuna çakılmış çivilerin, kıçlarına batması ile hareket ederler. Ama biz öküz bile olsak, kıçımıza batan çivilerle hareket etmeyi bir türlü normal göremeyiz. Yani diyorum ki, o öküzün acısını, ancak elimize batan küçük kıymıkları temizlerken anlayabiliriz.”
Sokrates’in anlattığı bir hikaye vardır. Orada bir baba, çocuğuna her acılı geçen günü ardından, boş tahtaya bir çivi çakmasını söyler. Sonradan huzura kavuşan çocuğun bu sefer çaktığı çivileri sökmesini ister. Çiviler sökülünce geride kapanmayacak delikler kalır. Acılarımız da işte böyledir. Kalbimizde açılan yara, hiçbir zaman kapanmaz. Ancak üstü yamalarla örtülebilir. Ali’nin kolları yok. Hangi güç kopan kolların yerine yenisinin çıkacağını vaat edebilir? Ali yaşadığı süre boyunca, o kolların neden koptuğunu unutabilir mi? Acı böyledir. Yara bizde açılmadıkça, anlayamayız.
Emre Türker
picture: deviantart
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder