Belki en son hangi kitabı okuduğunuzu hatırlıyorsunuzdur. Belki sizden istenildiğinde kitabın konusunu da anlatabilirsiniz. Peki en son ne zaman kitap okudunuz? Kitap kurtları, kitabın sayfa kokusunu bile anımsayabilir. Çünkü onlar okumaya başladıkları kitapları, her öğün yedikleri yemek gibi sindire sindire hazmederek bitirirler. Ya okumayanlar? Onların birçok sebebi vardır; zaman, iş, ortam, sorumluluklar…
Geçenlerde arkadaşlar arasında konuşuyoruz, “en son hangi filmi izlediniz?”. Sinema fiyatları, ülke standartlarımıza göre oldukça yüksek sayılır ama, güncel filmler yine de pek çok kişi tarafından takip edilebilmektedir. Fakat iş kitaba gelince, biraz suskun kalıyoruz. Belki de konuşacak konumuz o kadar da fazla değildir. Çünkü, yeterince okumuyoruz. Kitap fiyatları mı pahalı? Aslında ben bu şikayeti, belirli bir azınlık dışında kabul etmiyorum. Kitap almak için yeterli kazancı sağlamadığım konusunda kendimi bir şekilde ikna edip, araştırma yoluna gittim. Aradığım kitapları arkadaş çevremden temin etmeye çalıştım. Arkadaşlarımdan , temiz bir kullanıcı ve çabuk okuyucu olduğum için, kitap verme konusunda genelde pek çekimser kalanlara rastlamadım. Aslında kitap vermekten çekinenleri de anlayabiliyorum. Örneğin ben, harcanan emek ve zamanı düşündüğümde, kitapları en az altın kadar değerli eşyalar olarak görüyorum. Bu nedenle yıpranma payı ve geri gelmeme gibi çeşitli sebeplerden dolayı, yeri geldiğinde ben de ödünç verme konusunda çekimser kalabiliyorum. Bu çekinme işi, zaten sıkı okuyucular adına geçerli değildir. Kitap okumayı sevmeyen, okumayı sıkıcı bir iş gibi gören ya da sahiplenme duygusunu benliğinde barındıran kişiler, ödünç aldıkları eserleri geri vermeyi ya unuturlar, ya da kitapları sahiplerine teslim etmemeyi tercih ederler. Oysa ki potansiyel okuyucular için bir kitabı bitirmek, ortalama olarak bir filmi seyretmek kadar kısa zaman kavramıyla açıklanamasa bile, bir televizyon dizisinin haftalık bölümlerini seyretmekten daha fazla süre içermeyecektir. Aynı zamanda sahaflarda, güncel satış fiyatlarının daha altında birçok kitabı temin edebilirsiniz. Ayrıca klasik kütüphaneler, sanal kütüphanelere rağmen yine de ayakta kalmayı başararak halka hizmet vermeye devam etmektedir. Oysa ki en son gittiğim kütüphanede, dersleri konusunda araştırma yapan birtakım öğrenciler dışında pek de okuyucuya rastlamadım. Genel okunacak kitaplar ise, ilgisizlikten sıkılmış, tozlanmış raflarda el sürülmemekten şikayetçi gibi görünüyordu. Herhangi bir kitabı ya da özellikle de ansiklopedileri elinize aldığınızda, birçok yırtık sayfa ve kalem çizikleri ile karşılaşabiliyordunuz. Kitap sayfalarının kopyasını fotokopi ile almak için kütüphanelerin talep ettikleri para miktarı düşünülünce, tüm bu eserlere yazık oluyor demekten başka elimden bir şey gelmiyor. Çünkü biz, gerçekten kitapların ne işe yaradığını halen anlayamamışız. Eğer toplum olarak anlayabilmiş olsaydık, onları yıpratmaktan çok, gelişmesi için çaba veriyor olurduk.
Yakın zamanda yapılan bir araştırmanın ortalamalarına göre bir yıl için, okumak adına Japon vatandaşına 25, Türk vatandaşına ise 1 adet kitap düşüyormuş. Gelişmekte olan bir ülke olduğumuzu varsayarsak, Türkiye’de yazarlar açlıkla mücadele ederken, yurtdışında bulunan yazarların büyük kazançlar elde etmesi oldukça düşündürücü. Oysa ki bir romanın ortaya çıkışı adına verilen emek, gerçekten azımsanmayacak kadar büyük bir zaman dilimini içeriyor. Zaten ülkemizde kitap yazarak para kazanan ve geçimini sağlayan kişiler, maalesef artık parmakla sayılabilecek kadar azalmıştır.
“Kitap fiyatları yüksek” diye yapılan sohbetler hiç tükenmiyor. Korsan kitap satış payının %60’lara ulaşmasının sebebi buna bağlanıyor. Hal böyleyken yayınevleri, bazı kitapları çeşitli elemelerden geçirerek astronomik fiyatlarla çıkarmaya çalışıyor. Fakat bizler yine de korsana yönelmeye devam ediyoruz. Acaba korsanlık bizim ruhumuzda mı saklı? Yoksa bizler bunu, yazar ve yayınevlerini eleştiri için mi kullanıyoruz, yoksa içimizdeki şeytanı yenemediğimiz için mi devam ettiriyoruz? Biz bu konuda ne kadar dürüst davranıyoruz? Korsan yayın almaya devam ettiğimiz sürece, daha kaç adet değerli Türk eseri üretilebileceğini düşünüyor muyuz? Artık kitap çıkarmak da bir lüks haline geldi. Çünkü eserlerini yayınlatma işi, sanat dışında herhangi bir dalda popülerliğe ulaşmış kişiler tarafından gerçekleştirilmeye başladı. Artık bu işten geçim sağlanabilecek paralar kazanılamıyor. Ayrıca mevcut üniversitelerimizde de, halen yaratıcı yazarlık üzerine eğitim veren bir bölüme el atılmış değil…
Yıllar önce ünlü bir yazar gelmişti kasabamıza, şimdilerde toprağı bol olsun rahmetlinin… Elinde mürekkepten dolma bir kalem, kırtasiyeden satın alınan kitaplarını imzalıyordu. Kitap satışları o kadar düşüktü ki, kasabada yalnızca kitap satmaya kalksanız, aç kalırdınız. Kendisine ait eserleri oturduğu yerden her isme özel ayrı bir not ile yazarak imzalarken, ayak topuğunu hafifçe ayakkabısından dışarıya uzatmış, bu sayede yırtılmış çoraplarını istemeden ortaya çıkarmıştı. Sakın “yırtılmış çoraplar” deyim olarak anlaşılmasın, gerçek anlamda eksi çoraplar… Ayrıca ceketinin dirsekleri de, deri yamalar ile kapatılmıştı. O zamanlar ağlanacak haldeki bu duruma, çocukluğum dolayısıyla gülmüştüm. Şimdi düşündükçe, boğazımda bir düğümlenme hissediyorum.
Sinema ve televizyon seyretmeyi seviyoruz. Ünlü filmler, çoğu zaman ünlü romancıların kaleminden derleniyor. Yazarlar para kazanamayınca, gerçek eserler de yavaş yavaş ortadan kayboluyor. Artık bir yazar, ancak kitabının filmi çekilebilirse para kazanmaya başladı. Onlar da para kazanmak için senaryo yazmaya yöneldi. Çünkü görsel sanat, insanların daha kolayına geliyor. Böylece okumayı seven kesim için de güzel eserleri elde etme imkanı gittikçe daralıyor. Zaten bir eseri yazarından okuyan gerçek okuyucu, kitaptan sahnelenen oyunu da hiçbir zaman yeterli bulamamıştır.
Aileler televizyon dizilerine ve filmlere merak salınca, çocuklar da okumaktan çok seyretmeye yöneliyor. İlk eğitimin aileden geldiği düşünülünce, çocukların zeka ve hayal gücü etkenine verilen en büyük zarar, yine ailelerden gelmiş oluyor. Çocuklara kitaptan çok, gelişmeye pek katkıda bulunmayacak çeşitli hediyeler alınıyor. Evin erkeği gazetede ilk olarak spor sayfalarını çevirip, geri kalan sayfaları yok sayıyor. Gazete sütunlarının köşelerinde bulunan makaleler ya unutuluyor, ya da unutturuluyor. Oysa ki okuma alışkanlığı çocuklara; konsantrasyon, zeka gelişimi, düşünme, anlama, fark etme ve çözüm sonuçlarına ulaşma konusundaki gelişmede, ciddi anlamda katkıda bulunmaktadır. Bizler bu konudaki ciddiyeti önemsersek, başkalarına da bunun önemini anlatabilecek düzeylere gelebiliriz.
Büyük şehirlerde önemli trafik sorunları ile karşı karşıya kalıyoruz. Neredeyse günümüzün yarım saatten fazla bir zamanını, ya yollarda ya da birilerini beklerken geçiriyoruz. Bu zaman diliminde, sıkıntıdan ne yapacağımızı şaşırabiliyoruz. Kitap alışkanlığı, böyle zamanlarda ruhen daralma ya da boş vakitleri değerlendirme konusunda en sağlam ilaç olarak önerilebilir. Çünkü okumaya konsantre olunduğu vakit, saatlerin nasıl geçtiği pek de anlaşılmaz.
Hz. Muhammed(S.A.V)’e ilk vahiy, “oku” olarak gelmiştir. Ayrıca “İlim Çin’de olsa bile git” sözü yine kendisine aittir. Hz. Ali (R.A.)’nın “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” sözüyle; bilgi, okuma ve öğrenme konusuna İslâm dininin verdiği önem anlaşılabilir. Çünkü edinilen bilgi ve okumanın bize kazandırdıkları, ne kelimelerle yeterince anlatılabilir, ne de değeri maddiyat çerçevesinde ölçülebilir. Bu sözleri göz önüne alarak, ülkemizde kadınların erkeklere göre halen daha az okutulma düşüncesine de anlam veremiyorum. Kelimeleri öğrenmek; temel bilgileri geliştirmek adına bir son sayılamaz. Başka bir deyişle öğrenmek, kitaplara sarılıp rasgele almak değildir. Bu konuda bir kılavuza ihtiyaç vardır ki, o da okullarımıza verilen önemle anlaşılabilir. Çünkü okullarda, bilginin ne şekilde değerlendirilebileceği öğretilmeye çalışılır. Bernard Shaw’ın, “Bir adama her şeyi rasgele öğretirseniz, hiçbir şey öğrenmez.” sözleriyle, bu konumuza noktayı koymuş oluyorum.
Emre Türker
picture: deviantart
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder