Bir daha asla bu zahmete giremem diyerek terk ettiğim akvaryum hobisine geri döndüm. Rengârenk, zarif, sevimli yaratılmışlıklarıyla çektiler beni içine. Bazı alışkanlıklar size göredir, isteseniz de yüz çeviremezsiniz. Alışkanlıklar hobiye, sonra bir tutkuya dönüşür. Bu tutkularınızı kimi zaman yakın çevrenize bulaştırır, kimi zaman akıllarında yer edersiniz.
İlk zamanlar çok basit yöntemle, küçük bir fanus almıştım. İçinde kaç tane Japon balığı katlettiğimi bilmiyorum. “Hep ölüyor bunlar” diyerek sinirleniyor, kendimi yiyip bitiriyordum. Daha kalıcı olması için bir akvaryum edinmem gerektiğini öğrendim. Küçük bir akvaryum, basit bir filtre, ne olduğunu bilmediğim bir ısıtıcı ve ucuz taşlar aldım. Sanki çok anlarmış gibi, dış cephesine de termometre yerleştirdim. Her şey daha bir güzel olacaktı, ya da ben öyle zannediyordum. Eğer bu işte acemiyseniz, akvaryumcular sizden sonuna kadar yararlanmaya çalışacaktır, bende söylemesi. Neden mi? Sahip olduğum o küçücük akvaryumda yaşayabilecek, aslında sınırlı sayıda balık varmış. Ama bana neler vermediler ki! 35 cm’e kadar büyüyebilen Astronot, 1 metreyi geçebilen Pangasius, çeşitli Japon balıkları, 25 cm’ye kadar büyüyen Papağan Cichlid ve yine 25 cm’e kadar büyüyebilen Venüstüs ve daha nicelerini torbaya tıkıştırıp bana satmayı başarmışlardı. Balıklardan kimi birbirini yedi, kimi soğuktan öldü, kimi akvaryumdan dışarıya atladı. Eve geri döndüğümde, yerde balıkları görünce, bazı balıkların küçük akvaryuma hiç tahammülü olmadığını da anlamış oldum. Belli bir dönem sonunda, artık balıklarımı yaşatmayı başarmama rağmen, çok büyük keyif alamıyordum. Çünkü araştırmalarım, akvaryumculara gidip, oradaki çalışanlardan aldığım bilgilerden öteye gidemiyordu. En son papağanlar kaldı. Bir tanesi hala yaşıyor ama benden çok uzaklarda, bir yakınımın evinde…
Uzun zaman geçti. Tam da unutmayı başarmışken, eşimle iki küçük su kaplumbağası gördük. Büyükçe bir kapla beraber, iki küçük yavru ve biraz da yem aldık. Aslında farklı bir deneyimdi. Elinizden yem yiyen yarı suda yarı karada yaşayan bu sevimli hayvanlar, sizi ne kadar gülümsetiyor, yaşamadan anlayamazsınız. Ayrıca yere koyduğunuzda atlaya zıplaya koşuyor, küvette ise deli gibi yüzüyorlardı. Bir gün eşim beni, kafeteryanın birine çağırdı. Yanına gittiğimde bana kocaman bir su kaplumbağası gösterdi. Mutluluğumun şekil değiştirdi bir andı. Evdeki kaplumbağalar, gözümde bir deve dönüşmüştü. Belki kafeteryadaki kaplumbağalar da oldukça sevimliydi, ama uğraşı biraz zahmete dönüştüğünden, evde beslediklerimin de bu hale gelebileceğini hayal ettim. Üstelik soğukta kış uykusuna çekildiklerini de öğrenince, çok geçmeden aldıklarımı aynen iade ettim. Bu sefer balıklara gözümüz takıldı. 1983 yapımı klasik bir James Bond filmi “Never Say Never Again” de olduğu gibi, “Asla Asla Deme”yeceksin. Akvaryum hobisine geri döndük.
Bu sefer o kadar çabuk olmadı. Artık devreye internet de girdiğinden, balıklar hakkında detaylı bir araştırma yaptım. Bir aylık araştırmalarım sonucu –fakat yine de satın alıncaya kadar iyi araştırmadığımı anladım- daha büyük bir akvaryum edindim. Öncelikle, akvaryumcunun bana kaptırdığı birçok malzemeyi değiştirmek zorunda kaldım. Tam profesyonel olmasa da, amatörlükten iyi bir seviyede başlamış oldum. Basit filtre yerine dış filtre, akvaryum ile birlikte malzeme dolabı, hava motoru ve ısıtıcı aldım. Kendi amatörlüğümün bir başkasına zarar vermemesi için, detaylı çalışmalarımı, yakın dostum olan eniştem ile birleştirip onun evine daha farklı bir akvaryum kurduk. Yaz ayında tatillerimizin çoğunu, akvaryum içine doğadan ve denizden taşlar araştırmakla geçirdik. Bu hobimize ablamı ve eşimi de dahil edince, yardımlaşmayla beraber neler yaptığımızı anlatmakla bitiremem. Akvaryumumuz daha doğal göründü. Üstelik düzenlemesini yaptığımız tüm aksesuarlar, kendi emeğimiz olmuştu. Ayrıca Hindistan cevizinden yuva yapma girişimimiz var ki, her babayiğidin altından kalkabileceği bir şey olmadığını düşünüyorum. Çünkü kabuğundaki boyar maddeyi suya bıraktığı için, uzun bir dönem çeşitli aralıklarla kaynatma ve suda bekletme safhalarından geçirmek gerekiyor. İşlem tamam gibi görünse de, bu işi tutkuya dönüştürmeye başlamışsanız, ısrarla farklı şeyler aramaya devam ediyor, yenilikler keşfetmeye çalışıyorsunuz.
Akvaryumu temizlemek ne kadar zor görünse de, aslında zamanınızın ne kadarını ona ayırdığınızı düşününce, zorluklar gözünüzde küçülüyor. Üstelik belli dönemlerde evden ayrılmak durumda kalsanız bile, otomatik yemleme makineleri ile bu işi çözüyorsunuz.
Akşam vakitlerinde akvaryumunuzun karşısına geçip balıkların hareketlerini izlemek, sanki size şov yapıyorlar düşüncesine kapılmak ve kendi aralarında çekişmelerini seyretmek büyük zevk. Hele bir de üstüne, beslediğiniz balıklardan benim gibi yavru almayı başarmışsanız, değmeyin keyfinize…
Eğer bir hevesle bu işe atılmak istiyorsanız, önce düşünmeniz gerekiyor. Kendinize “bu hobiyi gerçekten istiyor muyum?” diye sormalısınız. İlk zamanlarda balıkların belli zaman aralıkları içinde ölme ihtimali kaçınılmaz olacaktır. Yaşam içinde, sorunların birçoğunu yaşayarak öğrenmiyor muyuz? Ama işi tutkuya dönüştürebilirseniz, her şey daha farklı olacaktır. Geçenlerde bir gazete haberinde, hediye edilen akvaryumu tutkuya dönüştürüp ellinin üzerinde çeşitli akvaryum ve balık türleri edinen birini haberini okumuştum. Kim bilir, tutkuya dönüşen nice akvaryum merakları vardır da, biz bilmiyoruzdur.
Sizi dinlendiren ve gülümseten bir hobidir akvaryum sevdası. Bazen düşünmek, bazen unutmak, bazen hissetmek için geçersiniz karşısına. Her şeyden önemlisi, onların sizden beklediği, sadece temiz bir ortam ve beslenmekten ötesi değildir. Doyumsuzluğumuzu düşündüğümde, bazen balık gibi olabilsek diyorum. Belki o zaman durum daha farklı olurdu.
Emre Türker
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder