Bayrağımız göndere çekilmeye başladığı sırada, göğsümüzü kabartan bir ses yükselir. En küçüğünden en büyüğüne her Türk genci, bu sesi duyup, saygı ile ayağa kalkar ve o kanımızın akışını hızlandıran, İzmir’e koşan atlıların dörtnal sesleri düşünülerek bestelenmiş sese eşlik eder. Bu ses, İstiklal Marşı’mızın sesidir.
Cumhuriyet ilan edilene kadar, Milli Marş yapılması hiç düşünülmemiştir. O dönemlere kadar, Padişahların şahsına yaptırdıkları marşlar kullanılmış ama, bu marşlar da halk tarafından pek bilinmemiş. Mecbur kaldıkları durumlarda, çeşitli türküler okuyarak sıkıntılarını gidermeye bile çalışmışlar.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, milletin kabul gördüğü bir marş olması için, İstiklal Marşı adı altında bir yarışma düzenlenmiş. Beste ve güfte için beşer yüz lira armağan kararlaştırılıp genelge ve mektuplarla halka duyurulmuş. Beste öncesi şiir yarışması düzenlenmiş ki, bu yarışmaya şairler tarafından yazılan 724 şiir katılmış. Fakat hiçbiri istenen başarıya ulaşmadığı için, maarif vekilinin isteği üzerine Mehmet Akif’in 17 Şubat 1921'de yazdığı İstiklal Marşı, Ulu önder Atatürk başkanlığındaki TBMM’nin 12.03.1921 yılındaki celsesinde, alkışlar arasında bestelenmek üzere seçilmiş. Mehmet Akif Ersoy, 1936’da İstanbul’da vefat etmiştir.
Beste yarışmasına 24 besteci katılmıştır. Güfte yarışması sonuçlanmasının ardından, Anadolu’daki savaşlar ne kadar kızışsa da, bestekarlar çalışmalara devam etmiş ve kendi bestelerini kulaktan kulağa yaymaya çalışmışlardır. En çok yurtta yaygınlaşan besteler; Edirne’de Ahmet Yekta Mardan’ın, İzmir’de İsmail Zühdü’nün, Ankara’da Zeki Üngör’ün, İstanbul’da ise Zati Arca ve Ali Rıfat Çağatay’ın besteleridir.
Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi, 1924’den 1930’lu yıllara kadar Milli Marşımız olarak söylense de, 1930’lu yıllarda alınan yeni bir kararla Zeki Üngör’ün bestesi Milli Marş bestesi olarak kabul edilmiştir.
Zeki Üngör’ün beste hikayesi ise şöyledir: İlkokul öğretmeni tarafından kendisine ve arkadaşlarına, süvarilerin İzmir’e girişi anlatıldığı sırada, Zeki Üngör piyano karşısına geçerek, içinden geçen parçayı çalmaya başlamış. İlk etapta giriş akorunu oluşturmuş, sonra arkadaşları “bu çok güzel bir şey olacak." demişler. Zeki Üngör, İzmir’in kurtuluşunu bir yandan teferruatlı bir şekilde dinlemiş ve piyanoyu çalmaya devam etmiş. Beste, Viyana Konservatuarına gönderilmiş ve direktörler tarafından, Türk Milletinin ihtişamına yakışacak bir beste olduğu mektupla bildirilmiş. O sırada Vahdettin henüz padişah olduğu için, beste gizlice dinletilmeye gönderilmiş. Birkaç aşama sonunda, Ankara’da verilen baloda, Atatürk karşısında beste çalınmış ve Milli Marş olarak kabul edilmiş. Besteci Zeki Üngör, “Ben İstiklal Marşı’nı bestelerken kulaklarımda İzmir’e koşan atlıların dörtnal sesleri vardı.” demiştir. Zeki Üngör, 28 Şubat 1958’de vefat etmiştir.
Ülkemizde belli dönemler bahane edilerek, Türk bayrağına ve ulusal marşımıza çeşitli saygısızlıklar yapılmaktadır. Bu ülke için varını yoğunu ortaya koyan atalarımız, yarının evlatlarını düşünerek mücadele etmiştir. Şimdilerde ise, toprağımıza sahip çıkmak bir yana, birbirimizi ve ülkemizi yiyip bitiriyoruz. Oysa ki bu, sadece kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir. Yarın, torunlarımız bu ülkeyi devralacak. “Ben ne olacağım” bir yana, “biz ne olacağız” diyerek çalışmalı ve bu ülkeye hizmet etmeliyiz. İstiklal Marşı, Türk Milletinin şanlı geçmişini ve mücadelesini bizlere aksettirmektedir. Onu yaşatmak, miras olarak bizden sonrakilere bırakmak, bizim en büyük görevimizdir. Bu büyük mirasa sahip çıkalım. İş işten geçmeden, herkesi daha duyarlı olmaya davet ediyorum.
Emre Türker
picture: deviantart
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder