Hayat öyle bir akıp gidiyor ki, geriye dönüp baktığımız kimi zaman, pişmanlıklarımızın, bizi mutlu edecek şeylere göre çok daha fazla olduğunu görüyor ve üzülüyoruz. Gençlik yıllarına tekrar geri dönmek isteyen insanların yüzdesi hiç de azımsanmayacak ölçüdedir ki, ben buna defalarca şahit oldum. Çünkü bizler, vaktin nasıl değerlendirileceği konusunda çok az şey biliyor, ya da zamanı iyi kullanma konusunda yetersiz kalıyoruz. Oysa ki toplum olarak bilinçsiz bir şekilde vakit öldürüp, hayatımızdaki en önemli cinayeti kendi içimizde işliyoruz.
1 günün 24 saat olduğunu bugün kime sorsanız bilir. Ama bu 24 saatin ne şekilde değerlendirilmesi gerektiği sorusuna verilen yanıtlar, kişiye göre değişiyor. İlköğretim sırasında öğrencilere, zamanın aktif kullanımı konusunda planlama yöntemleri öğretilmektedir. Planlama önemli bir ayrıntıdır. Rasgele düzenlenmiş bir zaman programı, kişiye yarardan çok zarar getirir. Planlama; temel ihtiyaçlar için genel, ilgi alanları gibi konularda ise kişisel anlamda değerlendirilmelidir. İnsanların; algılama, uyku, ihtiyaç ve hareket gereksinimleri, yaşa ve konuma göre farklılık gösterdiğinden, niteliklere uygun planlamaya gidilmelidir.
Kişinin boş zamanlarında ne gibi konularla ilgilendiği, bugün işverenlerin çalışanlarına uyguladığı anketlerde veya iş başvurularındaki yazılı ve sözlü sınavlarda değerlendirilen ayrıntılardan biridir. Çünkü çalışma sonrasında yaşanan hayat, kişinin işine de yansımaktadır. Sorulara verilen cevaplar; kitap, yazı, sinema, tiyatro, satranç ve spor gibi güncel konulardan oluşur. Bu yanıtların içeriği araştırıldığında, verilen cevapların hiç de samimi olmadığı gözlenmektedir. Çünkü insan, kendisi ile ilgili özellikleri değil, gerekli olduğunu düşündüğü cevapları sözlerine yansıtır. Örneğin, kitap okuduğunu söyleyen kişiye; neler okuduğu, hangi yazarları beğendiği, okuduğu kitabın neyi içerdiği gibi sorular yöneltildiğinde, okumayı alışkanlık edinmemiş kişi, kaçamak cevaplarla soruyu geçiştirmeye çalışacaktır.
Önceki dönemlere göre okuma alışkanlığı konusunda çok daha iyi konumlara ulaşsak bile, kitap okuma alışkanlığı konusunda diğer ülkelere oranla zayıf kalıyoruz. Okuma alışkanlığı olmayan kesimin savunması; kitap fiyatlarının yüksek olması, çalışmaktan vakit kalmadığı düşüncesi, evin ihtiyaçlarını karşılamanın getirdiği stres gibi sıralanabilir. Oysa ki okumak isteyen kişi; işe giderken kullandığı araçlarda, yatmadan önce odasında, tatillerde ya da herhangi bir boş vaktinde, kendine zaman tanıyabilir. Fiyatları yüksek bulan kişiler ise, sahaflara, kütüphanelere veya arkadaşlar arasında değişim yöntemine başvurabilir. Yeter ki, insanın içinde okuma adına bir heves olsun. Özellikle kırsal kesimlerdeki okuma alışkanlığı, kentsel bölgelere göre daha düşük seviyelerdedir. Ailelerin bu okuma alışkanlığı konusundaki eksikliği, çocuklarına da yansımaktadır. Bir annenin televizyon karşısında saatlerce oturması ve erkeğin kahvehanede uzun zaman harcaması, çocuğun etkilenebileceği en kötü örnekler arasında diyebilirim. Toplumumuzda, genelde vaktin değerlendirilmesi üzerine değil, vaktin bir şekilde geçmesi için uğraşılıyor.
Genel anlamda oyun, içeriği açısından düşünülecek olursa, zamanı değerlendirme açısından önemle üzerinde durulması gereken konulardan biridir. Kahvehanelerdeki masa başında oynanan kağıt ve zar oyunları, bilgisayarlara yüklenen kısa süreli oyunlar, zeka gelişimini olumsuz etkileyen ya da düşünmeyi tembelleştiren etkenlerden sayılır. Zeka oyunları ise, diğer oyunlara göre daha fazla sabır ve çaba gerektirdiği için, günümüz insanlarında pek tercih edilmemektedir. İnsanlar, özellikle bilgisayar oyunlarında, ekran karşısında saatlerce vakit geçirip hem sinirlerini, hem de gözlerini yormaktadır. Kişi, bu oyunların sonunda, anlam veremediği bir boşluk içerisine girebilir. Çünkü gözün temas ettiği ışık, tekrar tekrar başa dönülerek yenilenen bölümler, aynı seslerin belli aralıklarla dinlenmesi, hafızanın gereksiz doluşuna neden olmaktadır. Hatta oyunun başından kalkıldığında bile aynı sesler ve görüntüler, düşünceler içerisinde sahnelenmeye devam edecektir. Bu nedenle bilgisayar oyunları sırasında geçirilecek vakit, mutlaka sınırlandırılmalıdır. Çocukların zeka ve beden gelişimi açısından bu tip oyunlardan uzak tutulması, aklın özgür çalışması ve düşüncenin gelişimine katkıda bulunacak oyunlara yönlendirilmesi gerekir. Özellikle satranç, dama, kelime oyunları ve bizde yeni meşhur olmaya başlayan go oyunu, zeka gelişimi konusunda verebileceğim güzel örnekler arasındadır.
Televizyon, çağın en önemli araçlarından biridir. Ama hazırlanan programlar, genelde eğitim ve gelişim üzerine değil, kişiyi televizyona bağlamak adına hazırlanıyor. Çocukların televizyon karşısında geçirdiği zamanın, diğer uğraşılar, uyku ve okulda harcadıkları zamana oranı fazla olduğundan, bireysel gelişim olumsuz yönde etkilenmekte, vücuttaki stres gerginliği artmaktadır. Televizyon alışkanlığına yakalanmış bir çocuk, diğer aktiviteler konusunda isteksiz davranmaktadır. Ayrıca televizyon izleme alışkanlığı, fiziksel aktivitelerde zayıflığa ve tembelliğe neden olmaktadır. Televizyon karşısında geçen zaman hesaba katılmadığı için, kişilerin aile ve arkadaşları arasındaki diyalogları da zayıflamakta, uykuya gösterilmesi gereken özen azalmaktadır.
Vakit; önemi yüksek, geriye dönüşü mümkün olmayan ve değeri maddiyat anlamında ölçülemeyecek bir kavramdır. Vakit üzerine yapılan yatırım hafife alınırsa, kaybedilenler için geriye dönüş olmayabilir ya da pişmanlık sonrasında yapılan çalışmalar, zaman aşımına uğrayıp değer kaybedebilir. Birey olarak vaktin nasıl iyi değerlendirilebileceği konusunda tedbir almalı, en iyi değerlendirme yöntemlerini araştırmalı ve çalışmalar sonunda kazandığımız tecrübeyi, yakın çevremizle paylaşmalıyız. Çünkü çevremizdeki mutlu yüzler, bizim yüz ifademize dolaylı da olsa bir şekilde yansıyacaktır. Ayrıca ekonomik kalkınma ve toplumsal refahın, vakti iyi değerlendiren ülke insanlarının gösterdiği kararlılık ve beceriye bağlı olduğunu unutmamak gerekir. Ne demişler, “vakit nakittir”.
Emre Türker
picture: deviantart
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder