14 Aralık 2008

Uçabilmek

Yer Atatürk Havalimanı. Uçak kalkmadan en az 1 saat önce işlemlerinize başlamanızda yarar var. İlk seferi yeterince heyecanlı oluyor. Sıraya girmek bile sıkmıyor insanı. Aslında hayatınızda hiç motorlu bir taşıta binmemiş olsaydınız, arabaya binmek de çok ilginç olabilirdi. Ama benim anlatmak istediğim biraz farklıydı. İstediğim duyguyu, kalkış saatimiz geldiğinde yaşayacaktım.

Hayatımın ilk uçak yolculuğunda, küçük sayılabilecek az yolcu kapasitesine sahip bir uçaktaydım. İyi ki de öyleydi. Önce piste doğru yol aldık. Sonra bir roketten çıkmış gibi hızlandık. Tekerlekler yerden kesildiğinde, görüntü muhteşemdi. Önce bulunduğunuz mekânı, sonra evleri, nihayetinde kenti görüntüleyebiliyordum. Hissetmek istediğim şey, uçmaktı. Fakat ne kadar farklı bir mutluluk yaşasam da, uçmanın derinliğine tam olarak varamamıştım. İlgimi çeken ise, o küçücük camdan dışarıyı seyrettiğimde görebildiğim bembeyaz bulutlar ve dağlar olmuştu. Bulutların üzerinde sanki yürüyebilirmişim gibi bir hisse kapılıyordum. Keyifli bir seyir için, gökyüzünün açık olması gerektiği anlaşılıyordu. Bunlardan en keyifsiz olanıysa, hiçbir şeyin görünmediği karanlık gece uçuşlarıydı.

Çocukluk yıllarımda, o zamanlardan bu yana hala görüştüğüm dostum Yalçın’la birlikte, yaşadığımız kasabada limanının yüksek duvarlarından aşağıya atlamak, en büyük eğlencemizdi. Duvara tırmanmak zahmetliydi ama atlamak harikaydı. Kısa uçuşlar hiç de yabana atılır değil, heyecan uçaktaki zamanlamadan daha iyiydi.

Bir diğeri, havuzun trampleninden atlamak, kayıktan atlamak veya kayaların tepesinden atlamak, hepsi de masmavi sulara… Bodrum’daki ucuz yat gezilerinden birine katılmıştım. Oradan atlamak daha zevkliydi. Biraz daha havada kalabiliyordum. Bir de Aquapark’ta en dik yerden aşağıya kaymak, işte bu çok daha iyiydi. Ama asıl final, Karaada’daki meteor çukuru denilen yerdeydi. Atlamak için tam 15 dakika beklemiştim. Dua etmenin önemini anladığım yerlerden biriydi. Birden kalbimin duracağı hissine kapılmıştım. Karar vermiş ve en sonunda vücudumu tepeden aşağıya bırakabilmiştim. Derin bir sessizlik ve rüzgârın uğultusuyla, içimden bir şeyler kopup havaya karışmıştı. Sonunda hızla suya gömülmüştüm. Kaç saniye havada kalmıştım, hatırlamıyorum. Suların altında, sizi bağlayan hiçbir etken yok. Siz ve suyun kaldırma kuvveti. Biraz yavaş hareketlerle, fakat isterseniz sağa, isterseniz aşağıya, isterseniz yukarıya doğru süzülebiliyorsunuz. Yüzeyden ve derinliklerden sesler duyuyorsunuz. Egzotik, renkli ve biraz da bulanık…

En sıkı hisler, rüyalarda yaşanalardı. Bir binanın tepesinden aşağıya doğru atlıyordum. Önce hızla aşağıya düşüyor, sonra birden yükseliyordum. Nerde olduğum, kiminle yaşadığım, kaçıncı yüzyılda bulunduğum belli değil. Ne kadar zaman orada olduğumu hatırlamıyorum, ama uyandığımda terlemiştim.

Uzaya gitmeden önce astronotların yaptıkları denemelerde bulunmak, hayallerimden biridir. Belki o da olur, zaman bize ne gibi sürprizler hazırlıyor, bunu bilemeyiz. Daha henüz yapamadıklarım arasında bungee jumping ve paraşüt de bulunuyor. Gerçi İzmir Fuarında paraşüt kulesinden atlamıştım, ama aynı duygu olduğunu zannetmiyorum. Sonuçta bağımsız değilsiniz, sizi tutan bir halat var. Yeri gelmişken anlatayım: İzmir paraşüt kulesindeki görevliler, atlamanız için size kısa bir süre tanıyor. Eğer atlamazsanız itiveriyorlar. Beni bu rahatsız etmişti. Çıkışa hazır hale getirdiklerinde, onlara itme fırsatı vermemek için birden aşağıya atlamak için zıplamıştım, ama o da ne? -Birkaç el beni tutuyor, suratlarda acayip bir şaşkınlık.- “Ne oldu?” diyorum. “Bağlamadık ki seni!” diye cevap vermişti birisi. Sonrası daha vahim, beni tamamen hazırladıklarında, bu sefer atlamamak için direnmiştim. Sonuçta onlar kazandı ve beni birden aşağıya itiverdiler. Aşağıya düşerken ayaklarımı kapamadığımdan, kıç üstü yere çakılmış, bir süre acısını üzerimden atamamıştım.

Sarhoş olarak uçmak, kimine göre çok keyifli olabilir. Ama bana göre, yükselmek iyi de, düşmek kötü. Hem uçarken bilinçli olmak lazım, sarhoşlukla gelen ise karanlık ve zihindeki derin boşluk şeklinde sona eriyor.

Ölüm de bir uçuş, ümidim gülümseyerek bitmesidir. Beni korkutan uçuşlardan biridir. Hazırlıksız yakalar bizi, nereye kaçsak, nereye saklansak da çare etmeyecektir. Umarım ki hepimiz, hayattaki hazırlıklarımızı tamamlayarak bu yolculuğa çıkarız.

Aslında en güzel uçuş, sevinçten olsa gerek. Dileklerin bir kısmı gerçekleşmiş, hayallerinizi uyguluyor veya uygulamaya devam ediyorsunuz. Bazen paketlere sarılmış, bazen sözlere, bazen de hislere. Uçtukça, yükselmek istiyorsunuz, düşmek kimseye göre değil…

Emre Türker

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder