Takıların tarihine bakacak olursak, bundan 30 bin yıl gerisine uzanmak lazım. Kuşkusuz bizim karar verme aşamamızı zorlayacak, şimdiki kadar fazla çeşit yoktu. İlk teknik bakımdan güzel ve etkileyici olarak nitelendirebileceğimiz takılar, Mısır, Mezopotamya ve Anadolu’da yapılan kazılarda ortaya çıkmış. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise, yoğun olarak altından işlenmiş takıların bulunduğu, müzelerde sergilenen eşyalardan anlaşılabiliyor. Bugün kadınların en fazla ilgisini çeken, küstüklerinde gönüllerini almayı kolaylaştıran, onları yumuşatan, renk renk tezgahlarda karşımıza çıkan, benim sihirli şeyler diye adlandırdığım popüler takılardır.
Sevgili annem, bir Kadıköy gezintisinde, incik boncuk diye söz edilen irili ufaklı kolye ve bilekliklerin, hapishanede cezalarını çeken insanların boş zamanlarında yaptıkları bir uğraş olduğunu öğrenmiş. Daha sonraları bu takılar, sokak satıcılarının vazgeçilmezleri olarak tezgahlardaki yerlerini almışlar.
Şimdi yoğun olarak bu takıları görebileceğimiz yerler; İstanbul’da Taksim, Kadıköy, Bakırköy ve Ortaköy’dür. Hatırladığım kadarıyla Ankara’da Yüksel Caddesi ve İzmir Kemeraltı’nda da, farklı tarzda ve modelde hazırlanmış ya da müşteri isteğine göre o anda hazırlanan takılar yapılmaktadır.
Takıların bulunduğu sokak tezgahlarında neler vardır? Gözlerimizi kapatıp, önümüzde tezgahların varlığını hayal edecek olursak, bu renk cümbüşünde mücevher kutusu, kolye, kolye ucu, halhal, hızma, bileklik, süs iğnesi broş, seramik boyama kolye uçları, masklar, tütsü ve tütsülükler, mumluklar, küçük heykelcikler, el yapımı boncuk takılar, gümüş takılar, boncuklu küpe, bilezik, bijuteri (kolye, kemer, bileklik, halhal, küpe, saç tokası) aksesuar (çanta, ayakkabı, konfeksiyon) hatırımıza gelebilir.
Eskidiğini ya da modası geçtiğini düşündüğünüz şeyleri atmayın. Biliyorsunuz, son yıllarda artık eskitilmiş giyim eşyaları ve takılar, moda haline gelmeye başladı. Yani mazide kalanlar, daha sonra tekrar moda olmaya adaydırlar. Mesela eskilerde, o tezgahlarda gördüğümüz kocaman saatler vardı. Hatta ben onlara, gözleri iyi göremeyenler için hazırlanmış saat kuleleri diye isim takmıştım. Anladığım kadarıyla tekrar karşımıza çıkmaya başlıyorlar. Kalp şeklinde iki parçalı kolye uçları –laf aramızda ayrılıktan sonra sap gibi ortada kalıveriyor bu yarım kolyeler- tezgahların vazgeçilmez parçalarıydı. Bir de basit tarzda ucuz maliyetlerle hazırlanmış plastik, arkasındaki lastik banda monte edilmiş dokuz voltluk pillerden aldığı enerjiyle ışıl ışıl yanıp sönen renkli sigorta lambalı şapkalar vardı. Şimdi birinin başında görsek güleriz belki ama, ileride farklı yapılarda tasarlanıp ortaya tekrar çıkmayacağını kim garanti edebilir? 1991-1992 yıllarında, İzmir’de dolanırken yabancı bir turistin üzerinde renkli bol bir pantolon görmüştüm. Sonra ne kadar çok aradım öyle bir pantolonu anlatamam. Bir gün ansızın karşıma çıkıverdi. Küçük bir kasabada yaşıyorduk o zamanlar, pantolonumu giyip sokağa hevesle çıktığımda, yakın çevrem benimle “pijamayla sokağa çıkmış” diye dalga geçmeye başlamıştı. Sonradan bir Acid-Rap müziği dalgası akın etti bizim küçük kasabamıza. Aradan bir yıl geçmemişti ki, memlekette moda oldu. Ben de modanın öncüsü… Kadınların omuzlarını geniş göstermek için kullandığı vatkalı kazaklar, saç bantları, şimdi de rastlamakta olduğumuz taytlar, diğer mazidekiler olarak sıralanabilir.
Takılar, hayal gücünün hünerli ellerle yansıtıldığı, küçük sanat eserlerinin insan üstünde sergilendiği esrarengiz parçalardır. Örneğin, geçen haftalarda arkadaşımla beraber plastik bir yüzük üzerine makara ipliğiyle şekil verilmiş hoş görünümde bir kolye aldık. Vallahi uzun süre düşünsem, bunun kolye olarak tasarlanabileceği aklıma gelmezdi. Tabi bizler bu takılar için potansiyel müşteriler olduğumuzdan, hazırlanan ürünleri ancak satın alarak değerlendirebiliyoruz. Benim için çok fazla çeşit demek, karar verme psikolojimi sınamak anlamına geliyor. Bazen onlarca, yüzlerce çeşit içerisinden neler alınabileceği konusunda ortada kalabiliyorum. Daha çok kadınlara yönelik tasarlanan bu takılar, ucuz ürünler olduğu için, kararsızların tüm beğendikleri şeyleri almaya teşvik edebiliyor. Bir de bakıyorsunuz ki, alınan çoğu şey, ya bir kere kullanılmış, ya da iki kere. Neden? Çünkü sonradan aldığınız takıların modası geçmiş oluyor. Erkek olarak bizler; genelde partnerimiz, kardeşimiz ya da annemiz için bir şeyler beğenmeye çalışıyoruz. Bizim için bu tip şeyler çok sınırlıdır. Belki de bir erkek gözüyle seçilmiş takılar, kadınların daha fazla ilgisini çekebilir. Sonuçta, görüp de etkilenecek kişiler bizler oluyoruz. Bu yaptığım yoruma, kadınların kendi aralarında “ay çok şeker olmuş, çok da cici durmuş sende” gibi iltifatlarından farklı olarak yaklaşıyorum.
Mutluluk verici şeyler olarak nitelendirdiğim kavramlar içinde, takıların bence çok önemli bir yeri var. Çünkü ne zaman takıların bulunduğu bir bölgede dolaşıyor olsak, etrafımdaki kadınların bu tip takılara bakınırken genel anlamda yüzlerinin güldüğünü görüyorum. En başta belirttiğim gibi, bu küçük sihirli şeyler, birçok problemi kolayca çözen cevap anahtarları olarak karşımıza çıkabiliyor.
Takılar yalnız bunlarla sınırlı değil. Burçları içeren semboller ve taşlar da satılıyor. En son olarak, renk değiştiren yüzükler ortaya çıktı. Bu yüzükleri satın alanlara, bir de renklerin ne anlama geldiğini içeren küçük bir not veriliyor. Parmağa takılan bu yüzük, insan vücudunun sıcaklığına göre renk değiştirdiğinden, o andaki ruh yapınızı ve neler hissettiğinizi görme şansınız oluyormuş. Yılbaşı dolayısıyla süs eşyalarının sergilendiği bir fuarda dolaşırken, satıcı önündeki taşları büyük bir başarıyla pazarlıyordu. Herhangi biri bu taşlardan birini seçip “bu ne anlama geliyor” diye sorduğunda, “aslında hangisi sizde bir ilgi uyandırdıysa, hangisinde bir yakınlık duyuyorsanız, sizin taşınız o demektir” diyerek, müşterilerini her yönden etkilemeyi başarıyordu. Doğru sözü farklı yollarla açıklıyordu aslında. Yani hangisini beğendiysen onu al.
Takılar çok fazla kullanıldığından, tüketilen varlıklar olarak alınmasına karşı değilim. Sonuçta alınanlar çeşitli kutularda muhafaza edilebiliyor. Ama çok fazla süs eşyasının evlerde bulundurulması, bana anlamsız geliyor. Çünkü belli bir sayıdan sonra, ilgi çekmekten çok, anlamsız kuru kalabalık haline geliyorlar. Nedendir bilinmez, yine de vazgeçilmezlerimiz oluyorlar. Örneğin sadece benim küçük çalışma odamda; mumluk, tahtadan bir mask, Çin işi stres topları, ufak taştan biblo, mumlar, birden fazla kalemlik, sadece gözüme takılan ayrıntılar…
Ne olursa olsun, hangi zamanda yaşarsak yaşayalım, asla hayatımızdan çıkmayacak bu takılar. Onlar bizim vazgeçilmezlerimiz arasında yerlerini çoktan aldılar bile. Dünyanın neresinde olursak olalım fark etmez, gözlerimiz yoldan geçerken bu tezgahlara mutlaka takılır, bedenlerimiz bu sihirli şeylere karşı ilginç bir çekim kuvvetiyle hızla yaklaşır. Aklımızdaki hiçbir düşünce, bu irili ufaklı şeylerden kurtaramaz bizi. Madem öyle, hangisini beğendiyseniz onu alın, gerisi boş…
Emre Türker
picture: deviantart
Emrecim merhaba, ben Berna Aydın. Adrese yeni ulaştım ve gezdim blogunu, hayırlı uğurlu olsun. Blogun çok düzenli, iki şey çok dikkatimi çekti, alıntı yaptıgın yazıların kaynaklarını belirtmişsin ve neredeyse sıfır imla ve noktalama hatasıyla girmişsin yazılarını. Bu iki özelliğe hiç bir blogda rastlamadım ben, tebrik ederim. :-) İlk defa bu kadar yakınım blog sahibi oluyor, gerçekten çok sevindim. Hayırlara vesile olur inşallah blogun.
YanıtlaSilAmaç, güzel şeyler paylaşmak... Kişiliğimi ve yaşantımı tanıtmaktan çok, okunmaya değer konular hazırlamaya ve çevreye faydalı olmaya çalışıyorum. Teşekkürler Berna.
YanıtlaSil