Gülümsedikçe, yaşantımızda zor giden çoğu olaylara daha olumlu bakabiliyoruz. Mutlu olmak için gülüyor, güldükçe mutlu oluyoruz. Gülümsemek için komedi programlarına yöneliyoruz. İnsanın hoşuna veya tuhafına giden olaylar-durumlar karşısında, genellikle sesli bir biçimde duygusunu açığa vurmak olarak sözlük anlamıyla belirtilen gülmek, sağlık sektörünün de bir numaralı antibiyotiği sayılmaktadır.
Profesyonel çalışma hayatında gülümsemek, genelde fazla insan gücüne ihtiyaç duyarak işletilen şirketlerin işe alım dahil, her anlamda önem verdiği bir kavramdır. Örneğin; bir alışveriş merkezine gittiğinizde sizi karşılayan mağaza çalışanları, ya standart cümlelerle basmakalıp gülümsemek, ya da “müşteri her zaman haklıdır” cümlesiyle yoğrulduğundan hizmetkârınız olmak durumundadır. Bizler ne kadar farklı yüz ifadeleriyle karşılarına çıksak da, onlar mutlaka gülümsemek zorundadır. Son zamanlarda hoşgörü kavramı gittikçe kaybolduğundan, gülümsemeyen çalışanları şikâyet etmek için türlü yollara başvurduğumuz ortada. Çalışanların birçoğu, öyle çok bu konu üzerinden baskı görmüştür ki, onlar da müşteri olduğunda kendilerini aynı hoşgörüsüz tavrı sergilemek zorunluluğunda hissedecektir. “Ben yapmak zorundaysam, o niye yapmıyor? Bu iş böyle mi olur?” İstisnaları bir kenara bıraktığımızda, müşteri olarak acaba biz ne kadar gülümsüyoruz? Çalışanın gülümsemesi için ne kadar ödüyorlar, kazanmak için ne kadar ödetiyorlar? Gerçek mutluluk, stratejilerle gelişmez, mizah ve sevgiyle gelişir. Baskı gülümsetmez, destek olmak verimi arttırır. Eğer bu tip hizmet veren herhangi bir yerde çalışmışsanız, karşılaştığınız müşterilerin en az yarısı, sinirlerinizin alınmış olması beklentisi içindedir. Bazen öyle çok dolarsınız ki, sıvı kapasitesini aşmış bir bardak gibi taşıverirsiniz. Gülümseme mi bekliyorsunuz, önce siz gülmeyi dener misiniz?
Anthony Robbins’in Sınırsız Güç adlı kitabında, Norman Cousins’in orijinal adı Anatomy of an Illness olarak geçen kitabından güzel bir örnek vermiş. Öncelikle 1976 yılında bir tıp dergisinde hastalığını gülerek yendiği ile ilgili makalesi, daha sonradan onun başkalarına da yardım etmek üzere hazırladığı kitabına dönüşecekti. Anthony Robbins’in kitabındaki bu bölümü, çeviriyi hiç bozmadan sunmak istiyorum. “Cousin, Bir Hastalığın Anatomisi adlı kitabında halsizlik yaratan, uzun süren bir hastalıktan, gülme aracılığıyla, mucizevi bir şekilde sağlığına nasıl döndüğümü anlatmaktadır. Gülmek, Cousin’in yaşam sevinci ve zenginliğini artırmak için bilinçli olarak kullandığı tek araçtı. O’nun rejiminin çok önemli bir kısmı kendisini güldürecek film, televizyon programları ve kitaplardan oluşuyordu. Bunlar da onun iç temsilini, olumlu yönde geliştirdi. Gülmek; fizyolojisini temelinden değiştirdi ve sinir sistemi de mesajlara bu yönde cevap verdi. Böylece daha iyi uyuyarak, acılarını azaltarak, bütün fiziksel varlığını geliştirdi. Doktorların birisinin, bütünüyle iyileşme şansının yüzde bir ihtimal olduğunu söylemesine rağmen; Cousin sonunda tamamen iyileşti. Cousin, ulaştığı sonucu şu şekilde açıklamaktadır. Görünüş çok kötü olsa bile, insan zihni ve vücudunun yeniden oluşturma gücü asla küçümsenmemelidir. Yaşam gücü, belki de yeryüzünde en az anlaşılan güçtür.” Norman Cousins’in rahatsızlığı, tıbbi ismi Ankylosing Spondylitis olarak geçen, omurgadaki şiddetli ağrı ve iltihabın vücudun diğer bölümlerini de etkilediği bir kanser hastalığıydı. Kurtulma ihtimali ise çok azdı. Fakat herkesi şaşırtan sonuç, mükemmeldi.
Hz. Süleyman (a.s), “İnsanlar için en güzel hediye, hiçbir masrafa gerek olmayan tatlı bir gülümseyiştir.” sözüyle gülmenin önemini anlatmış. Bizler gülmedikten sonra dünyaları versek sevdiklerimize, ne derece karşılık alabiliriz ki? Hediye, karşınızdakinin sevincini görebilmek için sadece bir amaçtır. Eğer öyle olmasaydı, değer verdiğiniz birinden aldığınız ufak bir kâğıt parçasını yıllarca saklarken, önemsemediğimiz kişilerden aldığımız hediyeleri her ne olursa olsun unutur veya kaybeder miydik? Gençlik yıllarımızda platonik sevdaları, aşk acılarını, hüzünlerimizi bir halt sanıyorduk. Meğer ne kadar yanılmışız! Yıllarca birçok hüznü edebiyatta bir numara sayarken, mizahı fıkralarla geçiştirdik. Yemeklerdeki acıyı sevdiğimiz kadar benimsedik dramı, biraz olsun mutluluk serpiştiremediğimizden olsa gerek, sindiremedik komedyayı…
Yüzümüze ne kadar kusurlarımız ya da hatalarımız vurulsa, o kadar yerin dibine göçeriz. Kusur dediğin nedir ki? Kusuru elbet görmezden gelemeyiz. Ama hatalarımızdan ders almak diye bir şey vardır. Hatasız insan yoktur. Sizleri eleştiren kişilerin belki de bizden çok yanlışları bulunuyordur. Ama siz kaçtıkça, hatalar peşinizden kovalar. Kaçan balık kovalanır hikâyesi burada da karşımıza çıkıyor. Kendinize acındırmadan gülmeyi başarırsanız, kolaylıkla ezilmezsiniz. Hem kahkaha atarken, sinirlenemezsiniz.
Öncelikle hayata bakış açımızı ayarlamalıyız. Değişim kelimesinden bahsetmiyorum. Çünkü radikal kararlar almaya gerek yok, sadece gülebilmek için gereken malzemeleri bir araya getirip, en uygun kıvamda pişirebilmeliyiz. O zaman hayata en güzel servisi yapar, karşılığını fazlasıyla alırız.
Emre Türker
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder