Hayatta en büyük problemlerden biri, emeğin değerini kaybettikten sonra anlamak veya önümüze çıkan fırsatları hiçe sayıp yanlış yöne hareket etmektir. Kaybetmenin ezikliğini yaşayan her insan, büyük fırsatları görmezden gelip kaçırdığında, onları küçük gösterip kendini tatmin etmeye çalışır. Bu savunma, fırsatı kaçıran bir insanın çaresizliğinin son çırpınışlarıdır.
Elindekiyle yetinmesini, bulunduğu konumu geliştirmesini bilen kişi, ne yapmak istediğini de biliyor demektir. Ama, ah şu yükseklere erken tırmanma hayali yok mu? İşte bu hayal, sağlam adımlarla gidilen yollar yerine, kayıp düşmeye müsait irili ufaklı yollara sevk ediyor. Varmak istenilen hedeften sapmalara sebep oluyor. Balıkçıların büyük balık hevesini birçoklarımız duymuştur. Ne kadar çok balık da takılsa oltaya, büyük balıklar devreye girince, diğerleri ikinci plana atılır, hatta unutulur. Ne demiş atalarımız, “kaçan balık büyük olur”. Yani arzular yerine gelmeyince, asılsız sebepler bulunur. Fakat fırsat varken kaçan her balık, derinlerde kapanmayan yaralar açabilir. Bu sızlanış, fazlasıyla hayalperest insanların, hayatın gerçeklerini unutup farklı sulara yelken açması gibi açıklanabilir. Ama araştırmadan, öğrenmeden, gerçekliği kesinlik kazanmadan uygulanan riskler, bazen çıkmaz sokaklara sokar. Kimi zaman, bu çıkmazı görenler, dönüş yolunu şaşırır. Bazen de dönüşler zor gelir insana, bulunduğu yerde saplanıp kendi derinliğinde kaybolur. Kavak ağaçları hızlı büyürler ama, erken kesilirler.
Gidenin ardından ne çok ağıtlar yakılır, oysa kimi zaman sorunun sebebi gidenler değil, kalanlardır. Fırsatlar, bir gün ansızın çıkıverir karşımıza. Önce elini sıkarız, bir merhaba ile konuyu geçiştiririz, en son sıcak gülümsemeleri görmezden gelip, el uzatan diğerlerine yöneliriz. Karşımıza çıkanlar, öyle yüzümüze bakmayı sürdürmezler. Tekliflerini sunar, yanıt beklerler. Yanıtlar ya tatmin edici değildir, ya da kararsız kelimelerle gereksiz süslenmiştir. İş başvurularında insanlar en çok bu nedenle kaybeder. Çünkü arayış, ya bilinçsiz bir şekilde yapılmıştır, ya da ne istenildiğini gerçekten bilmeden uygulanmıştır. Üniversite hazırlıklarını sürdüren öğrenciler, açıkta kalmamak uğruna, hayatlarının mesleki eğitimin tercihlerini kazandıkları puanlara göre yapar. Belki bir başkasına uygun olan bu yol, aslında puanı yakalayan kişinin seçmesi gereken en son yol olacaktır. “Biraz daha bekleyip başka tercih yapsaydım” düşüncesinin artık hiçbir hükmü kalmaz. Okullara giriş imzaları atılır, asılsız sözleşmelerin sonunda duyarsız elemanlar yetişir. Mesleğe atılan kişiler, isteksiz bitirdikleri bölümlerin sonunda, kendilerine uygun dallardan çok uzak konulara yönelirler. Bu yönelmeler, sınavlardaki dört yanlışın bir doğruyu götürmesine de benzemez. Bazen bir yanlış, her doğruyu silebilir.
Hayatın aceleciliği, bir an önce olması düşüncesi, hayatımızdaki en duygusal kavram olan aşkı da etkiler. Birileri çıkar karşınıza ve o kişi, kalbinin bir köşesini size uzatır. Belki de masa başı sohbetleri sırasında gülümseyen o gözler, bir daha karşınıza hiç çıkmamak üzere son hoşça kal sözlerini dile getirir. En kötüsü de, dış güzellikle kandırılan iç dünyalardır. Bazen dış görünüm aldatıcı olabilir. Geçici hevesler uğruna iç kapılar kapanır. Ardından gelen pişmanlık duygusu, karanlık gibi duyguların üstüne çöker. Bundan sonra; iç dünyaya uzanan kapının ya kilidi kaybolur, ya da kapının ardında bulunan kişi, geri dönmemek üzere başka bir yere taşınır. Her arama, cevapsız olarak son bulur. Ömür biter, yaşam boş yere harap olur. Kuşlar gibi yaratılmamışız ki, daldan dala konup yiyecek kovalayalım…
Hayatı bizler yaşıyoruz. Çevremizdeki her insan, her olay ya da her araç, birer etkendir. Mutlaka tavsiyeler olacak, onlara uymamız beklenecektir. Ama her tavsiye, bize altın anahtarı sunmayacak, her kalıp diğerine uymayacaktır. Hayatımıza uygun gerçekleri, sadece bizler anlayabiliriz. Tercihlere doğru hareket edecek trene binmeden önce; bileti nereden temin edeceğimizi, trenin nereden kalktığını, gitmek istediğimiz yere ulaşmak için muhtemel süreyi birilerine sorabiliriz ama, ne yöne gideceğimizi ancak biz biliriz.
Emre Türker
picture: deviantart
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder