Düz ve sorunsuz uzanan yollar isteriz ama, hayat karşımıza mutlaka taşlı topraklı, engebeli yollar sunar. Çünkü, ulaşmak istenilen hedeflerden hiçbiri, önümüze gümüş tepsi ile sunulmaz. Bazı şeylerin bir bedeli vardır ve onu ödememiz gerekir. Amaçlarımız doğrultusunda en büyük silahlarımız ise, sabır ve irademizdir.
Yaşantımın birçok yerinde, hedeflerim doğrultusunda ilerlerken, sorunlarla mücadele yerine toplumdan kaçmayı tercih etmişimdir. Hani yamaç paraşütü için dağın eteğine kadar gelirsiniz de, yükseklikten başınız döner ve geri dönmeye karar verirsiniz ya, işte benimki de öyle bir duyguydu. Şimdilerde yükseklik korkutmuyor beni. Çünkü, karar vermeden önce hedefe nasıl ulaşacağım konusunda araştırma yapıyorum. En önemlisi, her gün kendimi biraz daha iyi anlıyorum. Henüz kimsenin yapamadığını başarmak gibi büyük atılımlarım olmadı ama, belki bir gün ona da sıra gelecektir. Yaşadığımız hayat, saygı çerçevesinin haricinde, hiçbir zaman başımızı önümüze eğmemeyi öğretiyor. Bilmem duydunuz mu; “siz eşek olduktan sonra, semer vuran çok olur” derler. Başkasının sırtından geçinmek, başkalarının yaptıklarını kendine mal etmek gibi düşüncesi olanlara karşı, dimdik ayakta durmayı bir şekilde öğrenmek gerekiyor.
Her insanın, kendine özgü bir hüneri, bir becerisi vardır. Bu yetenek, insanın kendisi tarafından keşfedildikten sonra, beslenmek ister. Siz yeteneklerinizi ne kadar geriye atarsanız, yetenekleriniz de sizi o kadar geri plana alır. Bir gün öyle çok uzaklaşırsınız ki, geriye dönmek için ömrünüz bile yetmez.
Amaçlarınızı kıskananlar, sizden medet umanlar, hazıra konmak isteyenler, mutlaka çevrenizi saracaktır. Çünkü başarının kokusu, güzel bir yemeğin kokusu gibi yayılıverir. Bazıları o kokunun yayılmaması için, kapıları kapatmaya çalışacaktır. Unutulmaması gereken şey şudur ki, eğer iyi bir aşçı olmuşsanız, başka kapıların ardında da yemek hazırlayabilecek konuma gelmişsiniz demektir. Olgunlaşmış kişilik, becerisini acemice orta yere saçmaz. Önce kokunun hangi taraftan hissedildiğini gözler. Bazen de kişiye ya da bölgeye göre emeğini harcar ve hakkı ödendikçe yeteneklerini ortaya çıkarır. Hepimiz kendimiz için yaşıyoruz. Hedeflere ulaşacak kadar yaşamaya fırsat bulamasak bile, “hiç değilse denedim” diyebilecek bir söz hakkımız olacaktır.
1905/1982 yıllarında yaşamış Ayn Rand gibi ustalar, hedefleri doğrultusunda tırmanırken, tırnaklarını hırpalamayı göze almış kişilerdir. Ayn Rand, zorlu hayat koşullarında, ülkesindeki çeşitli zorluklara katlanmış ve bir gün hedeflerinin kokusunu alan bölgelere doğru yolculuk yapmış. Kimi zaman bu yolda tökezlemiş, kimi zaman düşmüş, kimi zaman kalkmış ama, hayat onu yıpratamamış. 1935 yılında ikinci kitabı olan Pınar’ı, tam 12 yayınevi reddetmiş. Fakat sonunda Bobs-Merrill tarafından 1943 yılında kabul gören bu kitap, kısa sürede klasik haline gelmiş. Yazarın kitaplarının her yıl 100 bin genç tarafından okunduğu ve yine her yıl yayınlarının dünyada 500 bin sattığı, satış raporları ile belgelenmiştir. İşte Ayn Rand, gösterdiği sabrın karşılığını, halen popülerliğini kaybetmeyen kitaplarının, elden ele dolaşması ile almaktadır. Yazarın Pınar adlı kitabı; hayatı boyunca inancı doğrultusunda hareket eden, zorlu şartlara aldanıp boyun eğmeyen, paranın değil emeğin karşılığını bekleyen, istenilen emek konusunda ona yapılan yatırımlardan kaçınılmasını asla kabullenemeyen bir mimarın, azim dolu hikayesini ele alıyor. Kimbilir, belki çoğu yazar gibi Ayn Rand da(gerçek adı Alişya Rosenbaum) kendisinden birçok parçayı, bu romanına yansıtmıştır.
“At yedi günde, it yediği günde” diye bir atasözümüz var. Demek isterim ki, amaçlara ulaşmak için girişimde bulunan terbiye edilmiş soylu kişiler, kalabalık içerisinde hemen fark edilmeyeceklerdir. Zaten onların amaçları da, kendini göstermek değil, inandığı değerler için çalışmaktır. Gün gelecek, kişilikleri ve yapıları, nasıl olsa bir gün ortaya tüm gerçekliğiyle çıkacaktır.
Emre Türker
Yaşantımın birçok yerinde, hedeflerim doğrultusunda ilerlerken, sorunlarla mücadele yerine toplumdan kaçmayı tercih etmişimdir. Hani yamaç paraşütü için dağın eteğine kadar gelirsiniz de, yükseklikten başınız döner ve geri dönmeye karar verirsiniz ya, işte benimki de öyle bir duyguydu. Şimdilerde yükseklik korkutmuyor beni. Çünkü, karar vermeden önce hedefe nasıl ulaşacağım konusunda araştırma yapıyorum. En önemlisi, her gün kendimi biraz daha iyi anlıyorum. Henüz kimsenin yapamadığını başarmak gibi büyük atılımlarım olmadı ama, belki bir gün ona da sıra gelecektir. Yaşadığımız hayat, saygı çerçevesinin haricinde, hiçbir zaman başımızı önümüze eğmemeyi öğretiyor. Bilmem duydunuz mu; “siz eşek olduktan sonra, semer vuran çok olur” derler. Başkasının sırtından geçinmek, başkalarının yaptıklarını kendine mal etmek gibi düşüncesi olanlara karşı, dimdik ayakta durmayı bir şekilde öğrenmek gerekiyor.
Her insanın, kendine özgü bir hüneri, bir becerisi vardır. Bu yetenek, insanın kendisi tarafından keşfedildikten sonra, beslenmek ister. Siz yeteneklerinizi ne kadar geriye atarsanız, yetenekleriniz de sizi o kadar geri plana alır. Bir gün öyle çok uzaklaşırsınız ki, geriye dönmek için ömrünüz bile yetmez.
Amaçlarınızı kıskananlar, sizden medet umanlar, hazıra konmak isteyenler, mutlaka çevrenizi saracaktır. Çünkü başarının kokusu, güzel bir yemeğin kokusu gibi yayılıverir. Bazıları o kokunun yayılmaması için, kapıları kapatmaya çalışacaktır. Unutulmaması gereken şey şudur ki, eğer iyi bir aşçı olmuşsanız, başka kapıların ardında da yemek hazırlayabilecek konuma gelmişsiniz demektir. Olgunlaşmış kişilik, becerisini acemice orta yere saçmaz. Önce kokunun hangi taraftan hissedildiğini gözler. Bazen de kişiye ya da bölgeye göre emeğini harcar ve hakkı ödendikçe yeteneklerini ortaya çıkarır. Hepimiz kendimiz için yaşıyoruz. Hedeflere ulaşacak kadar yaşamaya fırsat bulamasak bile, “hiç değilse denedim” diyebilecek bir söz hakkımız olacaktır.
1905/1982 yıllarında yaşamış Ayn Rand gibi ustalar, hedefleri doğrultusunda tırmanırken, tırnaklarını hırpalamayı göze almış kişilerdir. Ayn Rand, zorlu hayat koşullarında, ülkesindeki çeşitli zorluklara katlanmış ve bir gün hedeflerinin kokusunu alan bölgelere doğru yolculuk yapmış. Kimi zaman bu yolda tökezlemiş, kimi zaman düşmüş, kimi zaman kalkmış ama, hayat onu yıpratamamış. 1935 yılında ikinci kitabı olan Pınar’ı, tam 12 yayınevi reddetmiş. Fakat sonunda Bobs-Merrill tarafından 1943 yılında kabul gören bu kitap, kısa sürede klasik haline gelmiş. Yazarın kitaplarının her yıl 100 bin genç tarafından okunduğu ve yine her yıl yayınlarının dünyada 500 bin sattığı, satış raporları ile belgelenmiştir. İşte Ayn Rand, gösterdiği sabrın karşılığını, halen popülerliğini kaybetmeyen kitaplarının, elden ele dolaşması ile almaktadır. Yazarın Pınar adlı kitabı; hayatı boyunca inancı doğrultusunda hareket eden, zorlu şartlara aldanıp boyun eğmeyen, paranın değil emeğin karşılığını bekleyen, istenilen emek konusunda ona yapılan yatırımlardan kaçınılmasını asla kabullenemeyen bir mimarın, azim dolu hikayesini ele alıyor. Kimbilir, belki çoğu yazar gibi Ayn Rand da(gerçek adı Alişya Rosenbaum) kendisinden birçok parçayı, bu romanına yansıtmıştır.
“At yedi günde, it yediği günde” diye bir atasözümüz var. Demek isterim ki, amaçlara ulaşmak için girişimde bulunan terbiye edilmiş soylu kişiler, kalabalık içerisinde hemen fark edilmeyeceklerdir. Zaten onların amaçları da, kendini göstermek değil, inandığı değerler için çalışmaktır. Gün gelecek, kişilikleri ve yapıları, nasıl olsa bir gün ortaya tüm gerçekliğiyle çıkacaktır.
Emre Türker
picture: deviantart
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder