07 Aralık 2008

Siyah ve Beyaz

Evden çıktığımda her şey siyah-beyazdı. Fuat amcamın dükkanındaki yiyecekler, Metin abinin köpeği, mahallenin camisi. Sokaklar olmadığı kadar sessiz, insanlar daha samimi, kalpler daha içten, binalar daha sıradan.

Anneannem, mantı malzemesi hazırlıyor. Hamurlar kesilmiş, etler yoğrulmuş. Bir de sos hazırlayacak ki, ömrüm billah yemedim ben başka bir yerde böylesine güzel mantıyı. Dedem, kenarda şekersiz Türk kahvesini yudumlarken içtiği sigara nedeniyle yüzünü göremiyorum. Birazdan alacak seyyar arabasını, doğru tren istasyonuna. Belki ben de giderim. Şimdi oyun oynuyorum.

Ayakkabılarımın ucu küt. İki de cırt cırtı var. Çok da sağlam, hiçbir yeri açılmadı. Hem buralarda ayakkabılar kolay kolay bozulmuyor.

Asiye teyze geldi. Elinde kova, inekten yeni sağdığı sütü getiriyor. Pastörize kullanmıyoruz ama, çok iyi kaynatıyoruz. Dayım diyor ki “ne kadar kaynatırsan kaynat, pastörize gibi olmaz”. Ama nedense ben, en çok bu sütün tadını beğeniyorum.

Merkezdeki sahile gidiyoruz. Babam ve ben, sahildeki kumdan kocaman kaleler yapıyoruz. Kum yumuşak, bir türlü yapılar oluşmuyor. Sıkıldım. Suya girdiğimde bir balık, yarı baygın gidiyor suyun üzerinde. Yakalamamı söylüyor babam, ama yakalayamıyorum. Su boyumu geçmeden, geri dönüyorum.

En sevdiğim şeylerden biri, akşam vakitlerinde balıkçıları seyretmek. “Rasgele” diyor babam Engin abiye. Engin abi okulumuzun hademesi, çok iyi balık yakalar. Hatta yakaladığı balıklardan fazlası varsa, bir torbası mutlaka bizimdir. Dalgaların sesi kayalara vurdukça, içim ürperiyor, biraz da heyecanlanıyorum. Heyecan iyidir demişti birisi ama, hatırlayamadım. Biz de limanda bazen zargana yakalamaya gidiyoruz ama, ben her seferinde yukarı çekmeye fırsat bulamadan, balık oltadan kurtuluyor.

Akşam ev yolunda ateş böcekleri dolanıyor. Babam, ablam ve ben, en az 4-5 tane yakalıyoruz. Eve gidinceye kadar elimizdeler ama, sonra bırakıyoruz gece fenerlerini ait oldukları doğaya.

Misafirlikteyiz. Onlar Almanya’dan geldiler. Reklamlar başladığında, bazı görüntüler renkleniyor. Bizi ilgilendiren pek bir şey yok ama, ben gene de mutlu oluyorum. Sonradan, diğerleri de renkleniyor. Renksiz bir şey kalmıyor.

Evden çıktığımda her şey renkleniyor. Fuat amcam artık yok. Sokaklar sesli, insanlar samimiyetten uzak, binalar gittikçe yükselmeye başlamış. Anneannemin mantılarını özlüyorum ama, sadece kokusu yüreğimde kaldı. Dedemin gideli çok oldu. Kumdan kaleler yaptığımız sahilde, şimdi sevimsiz bir liman var. Aldığım ayakkabılar ise, daha yeni olmasına rağmen su geçiriyor. Ayakkabı tamircisi Rahmi bey, dükkanını kapatmış. Dayımın dediği oldu, pastörize süt içiyoruz. Zargana balığı ise, artık bizim kente uğramıyor.

Ateş böceklerini çocuklara anlatıyorum, anlattığım sanki masal perisiymiş gibi bana bakıyorlar. Bir türlü inanamıyorlar. Artık müezzin efendi de çıkmıyor minareye, aşağıdaki mikrofondan ezanı okuyor.

Şimdi elimde renkli bir dünya kaldı. Siyah beyaz mı güzeldi, yoksa renklendikçe mi bozuldu? Samimiyetine güvenemiyorum hayatın. Belki de beyaz, siyahın altında kaldı.

Gökyüzü ne kadar mavi olsa da, bulutum bembeyaz. Siyah gecelere beyaz hayaller yüklüyorum. Şükürler olsun ki, aşkımı kalbimde hala özlemi çekilen masallardaki gibi yaşıyorum. Dünyaya ayak uydurmak için renkleniyoruz ama, ben nostaljik siyah beyazı nedense unutamıyorum.

Emre Türker

picture: deviantart

2 yorum:

  1. Özlemlikler zamanla ayrıntı renklerini kaybediyorlar zaten. Siyah beyaza yaklaşıyorlar; ve ne kadar siyah beyaz kontrastı yaparlarsa bence o kadar özlemle anılır oluyorlar. Beni geçmişe götüren bu güzel yazım anlatınız için kaleminize sağlık diyorum.

    YanıtlaSil
  2. Muharrem Soyek... Güzel ve anlamlı yorumunuzla renk kattığınız için teşekkür ederim.

    YanıtlaSil