02 Aralık 2008

Bir Ömrün Son Kullanma Tarihi

Yaşantımız, su gibi akıp gidiyor. Ne önüne set koyabiliyoruz zamanın, ne de geçmişi sihirli bir değnek yardımıyla geri alıp tekrar yaşayabiliyoruz. Anılarımızı bir film şeridi gibi düşüncelerde baştan sarıp izleyebiliyor, ama değiştiremiyoruz. İçinde bulunduğumuz hayat, çeşitli sürprizlerle çıkıyor karşımıza. Öyle anlar oluyor ki, önümüze çıkan birtakım konularda fazla seçim şansımız kalmıyor. Peki size ömrünüzün talimatlarını içeren bir prospektüs verilse ve içinde bu hayatınızın son kullanma tarihinin vadesi belirtilse, ne yapardınız?

Beklenmeyen tatlı ya da tatsız sürprizler, bizleri her zaman şaşırtmıştır. Duruma göre heyecanlanır, duraksar, düşünür ve tepkimizi yüz ifademize yansıtırız. Kısa şokların sonunda, kimseyle göz göze gelmemeye dikkat eder, meraklı sorulara kaçamak yanıtlar vermeye çalışırız. Beklenmeyen sürprizlerden en kötüsü, yaşantımızın ne zaman sona ereceği konusunda bize sürenin söylenmesi olmalı ki, böyle durumlarda bilinçaltı, plansız programsız kararlar almaya başlayacaktır. Tahminler dışında dünyanın oksijenini daha ne kadar soluyabileceğimizi bilemiyoruz. Tahminler bir yana, ya sonunuzu bilseydiniz? İşte o zaman, soluk alış-verişinizi saymaya başlayacak, göremediğiniz dostlarınızı aklınıza getirecek, gülümseyemeyecek, belki de bazı şeylerin hesabını yapmaktan artık kaçınacaktınız. Hatta bazı şeyleri, “daha çok var” sözleriyle erteleyemeyecektiniz. Bu sözlerden sonra, “gerçekten öyle mi davranırdım” diye düşünebilirsiniz. Yani yapmanız gerekenler konusunda, hayattan beklediğiniz süre ve gerçekleştirecekleriniz için acaba daha çok mu var? Sevimsiz bir soru ama, 3 aylık ömrünüz kalsa, gerçekleşmesi muhtemel şeylerin önem sırasını nasıl belirlerdiniz? “Gerçekleşmesi muhtemel” düşüncesi, insanın hep sona yaklaştığı durumlarda ortaya çıkar. Hayatının sonuna yaklaşan insan, olmayacak hayaller peşine düşmez. Çünkü zaman ve yapılacaklar bellidir. Oysa bizler; yaşadığımız zaman boyunca, olmayacak ne kadar çok hayal kurduk? Karşılıksız sevgimize yanıt alabilmek için ne kadar emek verdik? Kimler için kimleri feda edip sildik hayatımızdan? Hangi sırların arkasında kaldık, kimlerin güvenini sağladık, kimlerin gönlüne taht kurup umutlarını yeşerttik ya da solmasını sağladık? Uçuk hayaller, bazı gerçeklere ulaşmak için gereklidir ama, sonu belli olmayan hayallerden hiçbiri, sınırlı zamanı boşa harcamak veya karanlıkta takılıp bir ömrün altın yapraklarını yırtıp atmaya değecek kadar önemli değildir.

Yaşantımız boyunca, o kadar çok şey isteriz ki; her biri bizim olsun, her rüyamız gerçeğe dönüşsün, acılar sona ersin, çok para kazanalım, hep gülelim, hiç ağlamayalım. Yani bize seçim şansı tanınmadan, hepsi önümüze sunulsun, biz de hazıra konup tastamam alalım. Arzuları gerçekleştirmek uğruna çaba gösteren tüm emekleri hiçe sayalım. Bu kadar basit mi? Acılar olmazsa mutlu olmayı, rüyalar olmazsa umutları, göz yaşı akmasa duyguları, yaşanan olayların ardından alınması gereken dersleri, bunlar gibi birçok gerçeği, olumsuzlukları göz ardı ederek nereden bilebilirdik ki? Çok geç olmadan, yapmak istenilenler arasında ciddi kararlar almak gerekiyor. Her şeyden vazgeçmek değil, her şeyi kaybettirecek istekleri terk etmeliyiz. Uzmanlaşacağımız alanı seçip, geride kalanları hobi niyetine görmeyi öğrenmeliyiz ki, ihtiyaç anında profesyonel anlamda yardım elimizi uzatabilelim.

Sevmek ya da sevilmek, belki de dünyayı ayakta tutan ve kalplerde varolan en önemli kavramlardan biridir. Aslında sevginin olmadığı bir ortamda, hayatın anlamı da kalmaz. Sahip olunan tüm eşyalar feda edilebilir ama, maddiyattan arınmış gerçek bir sevginin acılara bağlanarak harcanması, büyük bir israftır. Çünkü hiçbir mal varlığı insan ruhunu tatmin etmeyecek, sevgi kavramlarından hiçbiri de miktarlarla ölçülüp hesaplanamayacaktır. Ardımızda bıraktığımız eşyalarından kimi tozlanacak, kiminin rengi solacak, kiminin nerden geldiği bile hatırda kalmayacak. Ama sevgi, kalplere kazınacağı için, yaşam içerisinde kullanılmaya, kırıntıları çevreden toplanıp tekrar yeşertilmeye devam edecektir. Para, harcandıkça tükenir, ama sevgi dağıtıldıkça büyür. Sevginin saklanacağı tek yer, yürektir. Maalesef birçok insanın bunu anlaması için, acılarla burun buruna gelmesi gerekiyor.

Gözler, düşüncelerde yoğunlaşan şeyleri yakalamayı her zaman daha kolay başarmıştır. Örneğin, sahip olduğumuz ya da almayı düşündüğümüz bir arabanın benzerleri, bundan sonraki yaşam diliminde gözümüze daha çok takılır. Oysa, aynı arabanın yakınından ne kadar çok geçilmiştir de, bu zamana kadar bir türlü fark edilememiştir. İşte kişisel olarak verilen değerin ortaya çıkış öyküsü, böyledir. Yapmayı planladığımız muhtemel listemizin önem sırası, akılda takılanlara ve arzuların gerçekleşmesine göre bu şekilde belirlenir.

Çocukluk yıllarından itibaren; okul, iş, evlilik veya emeklilik gibi şeylerin gelişi veya bitişi konusunda genelde aceleci davranırız. Çalışma saatleri içinde mesainin bitişi ya da haftalık tatilin gelişi, okul sıralarında sınavların sona ermesi, evlilik arifesinde belirlenen tarihin bir an önce gelmesi gibi istekler, aslında bu aceleciğin getirdiği sonuçlardır. Anı yaşamanın tadı değil, her anın tatsızlığı düşüncesi yüzünden, insanoğlu bir sonraki zaman dilimine kendini adapte eder. Oysa yaşanan her süre, eninde sonunda tükenir. Biten hiçbir zaman, istesek de geri gelmez. Yaşanan her anın ayrı bir değeri vardır ama, insan ancak ağır hastalıklar geçirdiğinde ya da mecazi anlamında yaş kemale erdiğinde bazı şeyleri anlayabiliyor. Anı hissederek yaşamak bu yüzdendir ki, fazlasıyla önemlidir.

Yeni bir keşif, yeni bir anlam demektir. Dünyaya gelen her insanın ilk keşfi, kelimelerin ve hareketlerin ne anlama geldiğini algılamayla başlar. Sonrasında düşünme ve öğrenme yetenekleri geliştikçe, bireysel keşiflere bir yenisini daha eklenir. Bu nedenledir ki; yapılan her seyahat, damaktaki her tat veya uzanılan her dokunuş, varoluş bakımından eşi benzeri bulunmaz farklı hazinelerdir.

Aramızdan ayrılan sevdiklerimizin ardından, yaptığımız hataları, bu hatalar sonucu pişmanlıklarımızı ve birliktelik süresince yaşayamadıklarımızı düşünürüz. Çünkü yaşantımız sırasında kişisel kırgınlıklarımızı bir şekilde ertelediğimiz için, duyguları onarmayı aklımıza bile getirmeyiz. Yaşam içindeki her son, başlangıçlara uzanan kapıları açar. Ama acı sona ulaşıldığında, başlangıcın hiçbir önemi kalmaz. Bundan sonrası Y.K. Beyatlı’nın “Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç” sözleriyle noktalanır. Çünkü zamanında düzeltilmeyen hataların, kırık kalplerden başka getirisi yoktur.

Yaşamın değerinin farkında değiliz. Sonsuz yaşam iksiri gibi bir şey söz konusu olamaz. Sonsuz yaşam, sadece insanoğlunun ortaya çıkardığı hayal kahramanlarında kişileştirilmiştir. Her insan doğar, yaşar ve nihayetinde bu dünyadan göçer. Öyleyse, mutsuz olmak için neden bu kadar çaba gösteriyoruz? Mutsuzluk ve tatminsizlik, sağlıktan ve yaşantıdan giderek uzaklaştıran sevimsiz düşüncelerdir. Eğer nefes alışımızın kıymetini bilmiş olsaydık; umutsuzluk peşinde koşmaz, özentilerimiz olduğu kadar bize özenilenlerin farkına varır, ne olursa olsun halimize şükrederdik. Çünkü yaşamının kıymetini bilen insan, elindekileri değerlendirmeyi, keşfedilecek güzellikleri bilen insandır. Çocukluk dönemlerimizin altın hikayelerinden, Danimarkalı yazar Hans Christian Andersen’in kaleme aldığı “kibritçi kız” masalı, bir yaşamın sonu yaklaşırken, olumsuzluklar içinde hayallerde oluşan güzellikleri görebilmeyi anlatan, şimdiye kadar duyduğum en güzel masaldır.

“Hayatın kısa rüyasına karşılık, sınırsız zamanın gecesi ne kadar uzun!” demiş Arthur Schopenhauer. Hayat bir film şeridi halinde hızla önünüzden geçip giderken, ömür başlangıcının ve geride miras olarak bıraktığınız hatıraların, hiçbir tatsız ifadeyle yüzünüze yansımaması, gülücükler saçarak finale ulaşmanız ve hayat oyununuzun içinde sahne olan oyuncuların isimleri son kare göründüğünde, filmden hoşnut seyircilerin memnuniyet alkışlarının kulaklarda yankılanacak kadar doyurucu bir yaşam sürmeniz dileğiyle…

Emre Türker

Picture: deviantart

2 yorum:

  1. o kadar etkileyici yazmışsın ki
    ne desem bilemedim.
    kesinlikle herkesin geç olmadan şöyle bir durup düşünmesi gereken ne varsa buldum yazında ((:

    YanıtlaSil
  2. fulya… Aynı etkiyi, güzel yorumunda kendimde buldum :) Teşekkür ederim. Zaman geçip gidiyor ama bizler birçok şeyi görmezden geliyoruz malesef.

    YanıtlaSil