02 Aralık 2008

Göz Doymadıktan Sonra Karın Doymaz

Hepimizin belli bir hedefi vardır. Yönetici olmak, çok fazla kazanmak, ev sahibi olmak vs. Dilek sahibi canlı, insan olduktan sonra, dilek hakkı hiç bitmez. Sürekli bir şeyler istenir. Elde edilenlerden sonra yeni arzular, yeni istekleri doğurur ve hayat böylece akıp gider.

Doğadaki tek doyumsuz canlı, insan olarak bilinir. Kuşlar; topladıkları çalılarla bir yuva yapar, orada yavrularını dünyaya getirir, çevreden topladıkları kırıntılarla karınlarını doyururlar. Karıncalar sürekli çalışır, yuvalarının yakınlarında bulunan yiyecekleri depolamaya çalışırlar. Ortak amaçları; karınlarını doyurup yaşamlarını devam ettirmektir. Ama diğer yandan insan, bir ev sahibi olduktan sonra, neden başka bir evim daha olmasın yada bir iş sahibi olduktan sonra, neden daha iyi para kazanmayayım, diye söylenir. Çevresindeki yakınlarının sahip oldukları, insan için hep bir özenti kaynağıdır. Sahip olunanlar yeterli gelmez ve hep daha üst model, daha kaliteli mal ya da daha büyük olanı istenir. Oysa ki eldekiler, çoğunlukla yaşamak için yeterlidir. Neden daha iyisi olsun denir de, sahip oldukları şeylerin bir başkasında olmamasından söz edilmez?

Geçenlerde üç arkadaş bir araya geldik. Yol üzerinde, elindeki kutuda bulunan tükenmez kalemleri satmaya çalışan bir görme özürlü dikkatimi çekti. “10 kalem 1 milyon” diye söyleniyordu. Arkadaşıma 1 milyon uzatıp onu adama vermesini rica ettim. Arkadaşım söylediğimi yaptı ve parayı adama verdi. Tam arkadaşım oradan uzaklaşırken, adam “sen bana kaç para verdin?” diye arkasından seslendi. Parayı beğenmediğini düşünmüştüm, yanılmışım. Meğerse, 1 milyon karşılığında 10 kalem almamızı istiyormuş. Ne yaptık ne ettik, adamdan kalem almadan oradan uzaklaşamadık. Kutudan 1 adet kalem aldım. Görme özürlü adam, kendisinin dilenci olmadığından yakınıyordu. Kalbimden gelen paranın, bu kaleme 1 milyon değer biçtiğini ona inandırdıktan sonra adamı ikna edebilmiştim. Oysa biz, o olaydan yarım saat sonra, verdiğimiz paranın daha fazlasıyla, yol üstündeki bir kafeteryadan 3 çay içmiştik. Düşünün bir kere, çoğu zaman küçük saydığımız ve cüzdanımızda kalabalık yapmasın diye pantolonlarımızın cebinde bulundurduğumuz paraları, ihtiyacı olanlara uzatmayıp, bahşiş diye sağa sola dağıtıyoruz. Biz millet olarak yardım etmekten çok, söylenmesini biliyoruz. Hepimiz birer politikacı olarak konuşuyor, çene yapıyor, ama emek harcamaktan kaçıyoruz. Belki de harcadığımız emeğe biçilen değeri beğenmiyoruz. Asıl zavallı, sokakta gördüğümüz o görme özürlü adam değil, aslında çoğu şeyi göremediğimiz için bizleriz. Çünkü göremeyen o adam, neye ihtiyacı olduğunu bilmekte ve görebilmekte, ama biz gerçek gerekliliği asla fark edememekteyiz.

İnsan, elindekinin değerini ancak kaybettikten sonra anlıyor. Ben, çalıştığım işyerinin değerini, bundan birkaç yıl önce kaybettiğim işimden sonra anlamıştım. Arada bir arkadaşlar arasında, aynı çalışma şartlarına sahip diğer insanların ne kadar kazandığı ve ne gibi imkanlara sahip olduğu konuşuluyor. “Bizim yerimizde olmak isteyen sokakta ne kadar çok insan var”, diye dostlarıma yeri geldiğinde mutlaka söylüyorum. Bir kıyaslama yapmak için, daha azına sahip olanlar göz önünde bulundurulmalıdır. Ramazan ayı sayesinde, açlık ve susuzluğun nasıl bir şey olduğunu anlıyoruz. Oysa bu açlığı, imkansızlığı, beklentiyi, sadece Ramazan’da değil tüm aylarda yaşayan daha niceleri var, işte biz bunu göremiyoruz. O nedenle asıl kör olan bizleriz.

Önce gözü doymalı insanın. Göz doyduktan sonra, açlık bir şekilde bastırılır ve gıda bekleyen karın, bir şekilde doyum sağlar. Yaşamdan zevk almak için, insan olarak eldekilerin değeri mutlaka bilinmelidir. Eldekilerin değerini bilmek, fazlasını kazanmaktan daha önemlidir. En büyük yeterlilik ise, gerçek sevgiden geçer. Çünkü gerçekten sevdikten sonra, asla yakınmaz insan…

Emre Türker

picture: deviantart

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder