Yüzyıllardır insanlar zekanın gelişimi üzerine çeşitli oyunlar hazırlamış, ölçüm niteliğinde testler düzenlemiş ve uygulamaların sonucunda oluşan tecrübelerden yola çıkarak, neler yapılabileceği konusunda bilgi edinmiştir. Bununla beraber, şans ve zar oyunlarıyla, düşüncelerin yoğunluğundan kaçıp, gelişimi körelten ve kazananın üstünlüğü, kaybedenin başarısızlığını kabullenen yanlış tutumlar da sergilemiştir. Bu tip insanlara “vakit öldürmenin cinayet olmadığını savunan kumarbazlar” benzetmesini uygun görüyorum. Teknolojinin tüm gelişmelerini takip ederken, kültürel inançlarını korumayı başaran Uzakdoğu insanına her zaman saygı duymuşumdur. Böyle bir toplum bilinci, böyle bir disiplin, böyle bir sabır, böyle bir motivasyon, günümüz ülkelerinde eşi benzeri zor görülen örneklerdir.
Yaklaşık iki sene önce, kendisinden yaşam konusunda çok fazla örnekler alabileceğim bir kahramanla tanıştım. Adı Nicholai Hel. Bask dili dahil yedi dili ana dili gibi konuşan, Japon bilgesinden go oyununu öğrenen, yarı Rus, yarı Alman asıllı biri… Siz de tanışmak ister miydiniz? O zaman çok uzaklara gitmenize gerek yok. Bu kahramanı tanımak yalnız bana değil, en az kahramanı kadar esrarengiz, kendisi ile yalnız yayıncısının bağlantı kurabildiği usta bir yazar olan Trevanian’ın yazdığı Şibumi kitabını okuyan herkese nasip olmaktadır. Ünlü gizemli yazar Trevanian, bu kitabı sanki Go oyununu yaşıyor gibi anlatmış. Kitabı okuduktan sonra, oyunu öğrenmeye karşı yanmaya başlayan merak ateşinin sıcaklığını tüm varlığınızla hissedeceksiniz.
2002 yılının başlarında gösterime giren Akıl Oyunları filminde, beni etkileyen birçok nokta vardı. Özgüven, inanç, toplum baskısı ve tüm olumsuzluklara rağmen iradeyi kaybetmemek… Süper beyinlerin kabul edildiği bir okulun bahçesinde, sınıf arkadaşı ve en büyük rakibi ile go oyunu oynayan John Nash, kaybettiği karşılaşmadan sonra şaşkına döner. O sırada kısa bir müddet oyuna takıldığım için, 5-10 dakikalık bölümde kendimi toparlayamamıştım. Bir çeşit Dama’ya benziyordu bu oyun. Ama taşların yerlerine dizilişi ve oyun sahası, damaya göre farklılık gösteriyordu. Oyun taşları ise, küçük bonibon şekerlerini andırıyordu. Ama oyunun sonu nasıl bitmişti? Oyun nasıl kazanılmıştı? Anlayamadım. Sonrasında bir merak uyandı bende. Peki neydi bu Go oyununun amacı, nasıl oynanıyordu?
Ülkemizde son yıllarda tanınmaya başlayan Go oyunu, belki de dünyanın en eski zeka oyunlarından biridir. Mazisi 4000 yıl öncesine dayanan go oyunu, Çinlilerin keşfine rağmen, Japonlar tarafından oldukça benimsenince, Japon milli oyunu olarak tanınmıştır. Oyunun ortaya çıkışı ile ilgili üç ayrı söylenti vardır. Bunlardan en fazla benimseneni ise, Çin İmparatoru Shun’un, aklı pek fazla gelişmemiş oğlu Shang Kiun’un zekasını geliştirmek üzere icat edildiği yolundaki söylentidir. Oyunun kuralları ayrıntılı değildir. Her bir taş, aynı değeri içerir. Boş bir simetrik alanda, oyun taşların teker teker yerleştirilerek başlanan go oyununda, günümüzde halen profesyonelleri yenecek güçte yapay bir zeka ortaya çıkarılamamıştır. Hatta bilgisayar programcılarından profesyonelleri yenecek düzeye ulaşan bir program geliştirmeleri halinde, üzerine milyon dolarlarla ifade edilen ödüller konmuştur. Bunun en büyük sebebi ise, programlara hissetmeyi öğretememekten kaynaklandığı belirtilmektedir.
Go, karşılıklı iki rakibin, oyundan aynı zevki tadabilmesi için, ustaların kendilerinden daha amatör olanlara karşı avans verdiği bir oyundur. Bu avansa, oyun içinde handikap deniyor. Saha içindeki boşlukların genelde orta bölgelerinde, zayıf oyuncu eşit aralıklarla kendi taşlarını yerleştirir. Ustaya saygı duymak ve tecrübelerinden faydalanmak adına, zayıflığı kabullenmek ve gelişene kadar çaba göstermek gerekir. Go oyunu için söylenen “öğrenmek bir dakika, ustalaşmak bir ömür sürer” sözü, çabaladıkça ustalaşmayı anlatan güzel bir cümledir. Oyunu hiç bilmeyen kişi, 35 kyu seviyesindedir. Seviye düştükçe, tecrübe artar. 1 kyu seviyesinden sonra artış gösteren seviye birimleri, karate-do da olduğu gibi “dan” kelimesiyle ifade edilir. En yüksek seviye “9 Dan” seviyesidir. Bu seviyeye ulaşan bilge kişi sayısı, ancak bir elin parmakları kadardır. Go oyunu tembellerin değil, eğitimli insanların oyunudur. Go oyunu motivasyon ve yoğunlaşmayı gerektirir. Öyle ki, Kore’de Go oynayan iki kişinin, evlerindeki çıkan yangını fark edemeyip yanarak öldüğü söylenir. Japonya’da atom bombası atıldığı zamanda, sarsıntı nedeniyle dağılan taşları toplayarak tekrar eski yerlerine dizen, sonra oyuna kaldıkları yerden devam eden kişilerin hikayesi ise bir hayli ilginç…
Ustaları tarafından, adına birçok şiir yazılmış Go oyunu için… Şibumi kitabında romanın kahramanı Nicholai Hel’in söylediği şöyle bir söz vardır; “insan hem matematikçi olmalı hem de şair. Sanki şiir bir bilimmiş, matematik de bir sanatmış gibi.” Sözüne ettiğim gibi, Şibumi kitabında Go’yu yaşamak adına birçok şey bulabilirsiniz. Örneğin satranç ile karşılaştırma adına Nicholai Hel “Filozoflar ve savaşçılar için Go oyunu ne ise, muhasebeci ve tüccarlar için de satranç o bence.” cümlesiyle yanıt veriyor Kişikava-san’a… Sayısal nitelikler göze alındığında, satrançta en iyi oyunculara karşı koyabilen yapay zekalar tasarlanabilirken, taktikler ve düşüncelerin yanında hislerle çevrili go oyunu için, amatörlerle başedebilecek bir program bile tasarlanamamış. Peki filozoflar ve savaşçılar için Go oyunu ne ifade eder?
Go ve Zen arasında bir ilişki kurmak mümkündür. Zen, insanların doğal yapısıyla, toplum baskıları ve yaptırımlarından arınarak saf zihniyete ulaşmasıdır. Ünlü filozof Konfüçyüs’ün anlatımlarında da Go’dan bahsedildiği söylenmektedir. Ayrıca Çin’de Taocuların yin-yang felsefesindeki denge temellerinin, Go’dan geldiği ileri sürülmektedir. Karşılıklı iki kişi tarafından oynanan go oyunundaki siyah ve beyaz taşlar, ying-yang felsefesi ile bağdaştırılır. Siyah taşlar Yang, beyaz taşlar ying olarak tanımlanırken, kare şeklindeki boşluklara da gözler adı verilir.
Go oyunu, eğitim almış kişilere yöneliktir. Dünyada birçok yönetici ve asker, Go oyununda ustalık seviyesindedir. Japon askerleri, strateji konularında, Go oyunu oynatılarak ve alan etrafında nasıl dağılacağı anlatılarak eğitilmektedir. Japonca’da çevreleme anlamına gelen Go, rakibi sarıp yok etmeyi görebileceğimiz en etkili oyunlardan biridir. Satranç gibi önce piyadeleri öne sürüp onları harcayarak, ustaların sonradan ortaya çıkması bilinci bu oyunda yoktur. Go’daki tüm taşlar eşittir. Her birinin ayrı bir önemi vardır. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların, İngiliz ordularına karşı çevirme taktikleri, Amerikan Hava İndirme birliklerinin Normandiya çıkartmasında düşmanın geri çekilme yollarını kapatarak savaştaki üstünlüğü, Japonların Pearl Harbor’da kullandıkları çevirmeler, go oyunu stratejisinin başarılarını anlatmaya yeter de artar bile…
Go oyunu; dar görüşü genişletmek, doğuştan gelen kabiliyetleri ortaya çıkararak geliştirmek, beceriler üzerine yoğunlaşmak üzere, Japon ailelerin çocuklarına öğrettiği bir oyundur. Çünkü olasılıklar ve çözümlerin, sıfırdan başlayarak tüm düşünceler üzerine yoğunlaşması sağlanıyor.
Ülkemizde ilk Go Topluluğu, Alpar Kılınç öncülüğünde kurulmuştur. Türk-Japon Dostluk ve Dayanışma Derneği yoluyla, go’yu üniversite dışında yaygınlaştırmaya çalışmış ve bu sayede, go oyuncuları Avrupa ve Uluslararası Go Federasyonları’na yine onun öncülüğünde kabul edilmiştir. 1995 tarihinde ise trafik kazası sonucu hayatını kaybederek aramızdan ayrılmıştır. (Go Kurallar Kitabı-Mehmet Dardeniz’in anlatımlarından alıntı yapılmıştır.)
Japonya’da gözü kapalı go oynayan oyuncuların varlığından söz edilir. Şibumi kitabından bununla ilgili bir örnek vardı. Kitaptaki bu bölümde, Nicholai Hel’in “9 Dan Otake” olarak ün yapmış Otake-san ile karşılaşmaktaydı. Ustanın ona söylediği “son iki hamlende gerçi fazla bir deha eseri göstermedin ama, hata da yapmadın. Fakat… sen hayale dalmışken nasıl oynayabiliyorsun?” sözüne karşılık “Dinleniyordum, şimdi geri döndüm. Tabii o sırada tahtaya bakmama gerek de yoktu” diye yanıt vermişti Nicholai Hel…
Şimdi boş vakitlerinizi öldürebileceğiniz kağıt ve zar oyunlarını bir kenara bırakın. Şans mutlaka sizin yanınızda olmalı ama, insan biraz da bu şansı kendisi yaratmalıdır. Öyleyse hislerinizi ortaya koyun, düşüncelerinizle boşlukta yayılmaya başlayın. Aceleye gerek yok, “sabır taşı çatlamaz” derler. Boş vakitlerinizde zekanızı geliştirebileceğiniz ya da eğitebileceğiniz, bir oyundan çok yaşam felsefesi olarak bilinen Go’ya gönül verin. Çevreleme tekniği ile, aklınızdaki boşlukları çevreleyip şekillendirebilecek, geniş çapta düşünmeye başlayacaksınız. Unutmayın ki go, profesyonellerin seçimidir.
Emre Türker
picture: deviantart
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder