02 Aralık 2008

Aman Bitez Yalısı

Kimisi mavi sularda keyif çatarak, kimisi balık tutarak, kimisi yöresel yemeklerin tadına bakarak tatiline renk katmaya çalışır. Benim için tatil; biraz eğlence, biraz gözlem demektir. “Keşke” kelimesini kullanmamak için, tatil öncesinden yapılan ufak tefek araştırmalar, hayal kırıklıklarınızı önlemek açısından büyük önem taşır. Bunu en iyi iki şekilde anlayabiliriz. Birincisi, hiç araştırma yapmadan tavsiyelerle hareket edip, eve dönüş zamanınız geldiğinde “keşke” kelimeleriyle dudak bükerek, ikincisi ise baştan birtakım şeyleri araştırıp, her bir bölgede neyin olduğunu öğrenerek ve bilerek… Şüphesiz bilerek ve öğrenerek gittiğiniz yerler hafızanızda yer edecek ve bulunduğunuz bölgeyi tüm benliğinizde algılayacaksınız.

Tatil planları yaparken, kafamı biraz olsun dinlemek için, radyonun frekanslarını şöyle bir karıştırıyorum. Çocukluğumdan beri duymaya alışık olduğum bir türkünün ezgileri kulağıma takılıyor. “Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez Yalısı.” Nereye gideceğime henüz karar vermemiştim. Ama radyoda dinlediğiniz herhangi bir türkünün, size planlarınız açısından yardımcı olacağını kim bilebilirdi ki? Bodrum’un Bitez Yalısı’na yolculuğum işte böyle bir türküyle başlamıştı.

Uzun ve yorucu otobüs yolculuğumun sonuna yaklaşırken, içimdeki kıpır kıpır duygularla bodrum sahilleri ve irili ufaklı küçük adacıkları seyrederek, “doğru karar verdim” diyordum. Aklımda çılgınca eğlenceler, farklı insanlarla tanışma düşünceleri, ikinci planda kalmıştı. Denizden yürüme mesafesi kadar uzaklıkta bulunan ve tatil süresi boyunca ikamet edeceğim o küçük otel, farklı sahillerde serinlemek ve her günümü farklı değerlendirmek adına yaptığım tercihlerimden biriydi. Üstelik vızır vızır işleyen minibüslerle Bodrum merkezine ulaşmak, en fazla 10 dakikalık bir zaman diliminizi alıyordu. Burası Gümbet’in biraz daha ilerisinde kalıyor. Eşyalarımı odama bıraktıktan hemen sonra, bunaltıcı havanın etkisinden biraz olsun kurtulmak için, kendimi sahile atmak üzere hareket etmiştim. Şemsiye kiralamaya gerek yoktu. Çünkü her yerde şezlonglar kurulmuş, kumların bittiği yerdeki yan yana sıralanmış barlarda çalışan sezonluk elamanlar, sürekli servis yapıyordu. “Can I have your order?” Türk insanını pek fazla görmeye alışık olmayınca, garsonların bu sorularla müşterilerine cevap vermesini gayet normal karşıladım. Garsonu bozmak istemedim, “an orange juice, please”. Gerçi aksanımdaki farklılıktan ve şeklim itibariyle Türk olduğumu genç garson anlamıştı ama, hiç bozuntuya vermeden “okey” diyerek yanımdan ayrıldı. Sipariş verdiğim bardan, “aman Bitez Yalısı” yani çökertme türküsünün ezgisi yükseliyordu.

Bodrum’um mavi yolculuğuna çıkanların ilk durağı olarak bilinen sessiz, kendi halinde, doğayla iç içe bir köydür “çökertme”. Bu yörenin ünlü çökertme türküsünün öyküsünü, bölgeye gelen ya da yerli halkından herhangi birisi mutlaka az-çok bilmektedir. Destan şöyle; yiğitliği dillerde dolaşan, mert, irikıyım, kaşı-gözü eli-yüzü düzgün bir Bodrum delikanlısı varmış, adı Halil’miş. Herkesin yüreğini sızlatan türkünün dilden dile dolaştığı dönemlerde, yerli halkın geçimini sağlaması oldukça güçmüş. Bu nedenle de Halil, kimseye zarar vermeksizin sadece ekmek parası kazanmak için kaçakçılıkla uğraşıp, yaşamını sürdürüyormuş. Yaptığı iş ise, en yakın dostu İbrahim Çavuş ile memleketindeki tütünleri, Yunan adalarına taşımak, dönüşte uzo rakısı, kahve ve kanyak gibi şeyler getirmekmiş. Bitez Yalısı’nda oturan, güzelliği dillere destan Çakır Gülsüm adında biri varmış. Tüm yöre halkı, bu iki sevilen kişiyi birbirlerine yakıştırırmış. Zaten onların kalbi de birbirlerine aitmiş. Bir de astığı astık, kestiği kestik, “Çerkez Kaymakam” olarak bilinen “Bodrum Kaymakamı” varmış ki, halk arasında “Kalleş Kaymakam” olarak bilinen bu adam da aynı Halil gibi Gülsüm’e aşıkmış. Kimilerine göre aynı sevdadan yola çıkarak, kimilerine göre kaymakamın yalakaları “Efe Halil’i yakala, Gülsüm’ü kendine al, adın şanın yayılsın” şişirmeleriyle başlamış bu öykü. Yiğit Halil ve can dostu İbrahim Çavuş, kaçak malları yükleyerek, yine Yunan adalarına doğru yola çıkmışlar. Kendisine pusu kurmaya hazırlanan kaymakamın planlarını bildikleri için, gammazcıları şaşırtmak adına dönüşte Bitez Yalısı’na inecekleri haberini yaymışlar. Fakat Aspat’a yanaşacaklarmış. Gece çok karanlık olduğundan, yanlışlıkla Aspat yerine Bitez Yalısı’na yanaşınca olan olmuş. O arada sandalı kurşun yağmuruna tutan kaymakamın adamları, yine söylentilere göre ya kurşunlayarak, ya da bir kolcunun hançer darbesiyle yiğit Halil’i öldürmüşler. Bu olaydan sonra Çakır Gülsüm kadar Bodrum halkının da yüreklerini ateş sarmış. Ardından işte bu ağıt yakılmış. Gece karanlığında yanlışlıkla Bitez Yalısı’na yanaşan Halil’in ardından “Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez Yalısı” diyerek yüreklerine acıyı gömmüşler. İşte ünlü “Çökertme Türküsü”’nün hikayesi. Bodrum’a hiç gitmediğim dönemlerde, Bitez Yalısı’nı bir malikane zannederdim. Sonradan anladım ki, burası da diğer Bodrum’un kıyıları gibi bir bölgenin adıymış.

Bitez Yalısı’nda güneşlenmek istiyorsanız ve denize sıfır olan bir oteli tercih etmediyseniz, sabah erkenden kahvaltınızı yapıp sahile inmelisiniz. Yoksa güneşlenecek bir gölge bulma derdi, sizi çileden çıkarıp tüm gününüzün rezil olmasına neden olabilir. Akşamdan kalma uyuyakaldığım otel odasından çıkarken, sahilde yer bulamama konusunda telaşa düşmüştüm. Tesadüfün bu kadarı, yıllardır tanıdığım çocukluk arkadaşlarımdan biriyle karşılaşıyorum, her Türk insanının ömründe bir kere bile olsun Bodrum’u görme merakını düşünürseniz, buna o kadar da çok şaşırmıyorsunuz. Bu güzel tesadüf ve yer bulamamaktan ötürü can sıkıntısıyla beraber yola koyulduğumuzda “Mor Plajı” keşfediyoruz. Kayalıkların arasında gizlenmiş, denizin bir havuz görüntüsünü aldığı bu Mor Plaj, daha sonrasında her zaman tercih ettiğimiz tek sahil bölgesi oluyor. Mor Plaj, hasırdan yapılmış sabit şemsiyelerin mora boyanmasından adını almıştır diye düşünüyorum. Hem yüzmek için sürekli çok açıklara doğru ilerlemek zorunda kalmadan sahildeki küçük limancıktan hemen denize dalış yapabiliyorsunuz, hem de rüzgarın bol olduğu diğer bölgede dolaşan yüzlerce yelkenliye dikkat etmek zorunda kalmıyorsunuz. Baştan söylemeliyim, daha önce hep Akdeniz bölgelerini tercih ettiyseniz ve Bodrum’a hiç uğramadıysanız, deniz sıcaklığı size burada biraz soğuk gelebilir.

Bodrum’a gelip de tuzlu sayılmayacak ve yerine göre değişkenlik gösteren fiyatlarla düzenlenen yat gezilerine katılmak istiyorsanız, bir gün öncesinden bilet almanız gerekebilir. Çeşitli fiyatlarda tekne turları olduğunu görüyorsunuz ama, ucuza kaçarsanız, kendinize ait bir gölgeniz, yeterince görebileceğiniz bölge ve adamakıllı sizi gezdirebilecek bir yatınız olmayacaktır, bunu bilmeniz gerekir. Yat gezisinde dikkatimi çeken iki bölge vardı. Birincisi Karaada ve ikincisi de Meteor Çukuruydu. Bodrum’a yaklaşık 6 km. kadar uzaklıkta bulunan Karaada, şifalı sıcak suyu ile ünlenen bir yer. Adı kara ama kendisi yeşillik alanlarla kaplı bir adadır Karaada. Doğal bir mağaradan çıkan bu suyun ve mağaradaki çamurun çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiği söyleniyor. Daha da önemlisi güzelliği ile ünlü Kleopatra’nın güzelliğinin bu çamurdan geldiği, söylentiler arasındadır. Özellikle kadın ziyaretçiler bu söylentilerden etkilenip, vücutlarının her bölgesine çamur sürerek, sıcak mağara suyunun içinde yıkanıyorlar. Belediyenin belirlemiş olduğu cüzi rakamı ödeyip mağaranın içine girdiğinizde, yürürken adımlarınıza dikkat etmezseniz, ayağınızı sivri kayalar kesebiliyor. Bahsettiğim çamuru içeride bulmak öyle kolay bir şey değil, bu nedenle belediye görevlileri meraklılar için önceden çamuru çıkarıp hazırlıyorlar. Karaada bölgesi, dalgıçların tercihi vazgeçilmez yerlerden biridir. Çevresinde irili ufaklı başka mağaralar da var. Ama ben bu zevki tadacak zamanı ve lüksü bulamamıştım. Belki başka sefere demiştim. İkinci dikkatimi çeken bölge, Meteor çukuruydu. Seyahat ettiğimiz yatın görevlileri, karaya oturmamak için sahilin biraz uzağından demir attılar. “Dileyen herkes yaklaşık 12-15 metre yüksekliğindeki bu bölgeden denize atlayabilir, ama size tavsiyem bunu yapmamanızdır, hiçbir sorumluluk kabul etmiyoruz” diyordu elindeki megafonla bağıran yat rehberi. Bu sözler, beni daha fazla heyecanlandırdı. Tekneden kendimi bırakıp kıyıya doğru yüzerken, sığ görünen beyaz kayalık bölgeye ayaklarımla dokunmak istedim. İki arkadaş kendi arasında “yere basma” gibi sözlerle konuşuyorlardı. Neden bu tip şeyler söylediklerini, ayaklarım kayalık bölgeye dokunduğu zaman büyük bir acıyla öğrenmiştim. Başparmağıma hiç de azımsanmayacak kadar çok, bulunduğu yerde sabit duran deniz kestanelerinden birinin iğnesi batmıştı. Daha sonraları kan pıhtılaşması sandığım bu kara noktacıkların, tatilden geri dönüşümdeki acısı nedeniyle kontrol ettiğimde, denizkestanesinin iğneleri olduğunu öğrendim ve her birini büyük bir dikkatle temizledim. Hem canım çok yanmıştı, hem de bazı sözlere kulak vermem gerektiğini anlamıştım. Neyse, yukarıdaki taştan yapılmış tramplene, sahildeki yan taraftan uzanan yoldan ulaşabiliyordunuz. Yukarı çıktığım zaman, aşağıdaki kayalıkların arasında kalan kara noktaya baktığımda başım döndü. Atlamak hiç de kolay değil. Hatta yanımdaki kadın “delilere özgü bir heyecan” diyerek, her atlayanın ardından elleriyle gözlerini kapatıyor, sonra parmak aralarından atlayanlara bakmaya çalışıyordu. İçimdeki cesareti herkes yanımdan uzaklaştıktan hemen sonra kazanabilmiştim. Çünkü aşağıya atlayan birkaç kişi, yüksekten çarptığınızda beton etkisi yapan deniz yüzeyine yan düşerek, acı içinde kıvranmaya başlamıştı. Nihayet sonunda, çivileme dediğimiz sitille, kendimi aşağıya bıraktım ve şükürler olsun ki, dik düşmeyi başardım. Biraz derine battıktan sonra, su yüzeyine yavaş yavaş çıktım ve yeniden doğduğumu düşünmeye başladım. Benim için unutulmaz bir heyecan, muhteşem bir duyguydu bu.

Akşam vakitlerinde, minibüse atlayıp Bodrum Merkezi’ne doğru yol alırken, yapılan kazılar sonucunda sahne bölgesi ortaya çıkartılan ve oturma yerleri restore edilen, ünlü Pop şarkıcılarının konser verdiği 13.000 kişilik Antik Tiyatro’yu görüyordum. Ben oradayken, hafta boyunca sürecek olan tüm konser biletleri tükendiği için, Antik Tiyatro’yu adamakıllı inceleme fırsatını yakalayamamıştım.

İki liman arasındaki kayalık bölgede kurulmuş, antik çağlarda ada iken sonradan karaya bağlanarak yarımada şeklini almış, M.S. 15. yüzyılda Rodos Şövalyeleri tarafından yüzyıla yakın bir zamanda St. Peter adına inşa edilen Bodrum Kalesi’ni görmeden gitmek olmazdı. Bodrum Kalesi’nin tam 5 kulesi var. En büyüğü Fransız kulesi olmak üzere, diğerleri İtalyan, Alman, İngiliz ve Yılanlı kuleleridir. Osmanlılar zamanında içindeki kiliseye bir minare ilave edilip cami haline getirilen bu ünlü kalenin kapısı önünde, geleneğe uygun fotoğraf çektirip, elimdeki biramı yudumlamak üzere limanın en uç noktasına gittim. Gecenin karanlığı içinde tepemde ışık saçan yıldızları seyrediyordum. İşte adamakıllı dinlendiğim ilk zaman, o zamandır.

Şapkasız dışarı çıktığınızda, yarım saate kalmadan tepenizde yumurta bile pişirebileceğiniz Bitez Yalısı’nda, akşam vakitlerini tercih edip gezintiye çıkıyorum. Gelen misafirlere hitap eden ve hediyelik eşyalar satan sokağa yolum düşüyor. Genellikle akşam saatlerinde kalabalık sayılabilecek bu mekanlarda, ilginç bir adam gözüme çarpıyor. Cam tüplerle bir lastik gibi oynayan adam, sanki onların üzerinde hakimiyet sağlamış gibiydi. Cam ve porselen eşyalar satan mağazaların önünden geçerken, bu işin nasıl yapıldığını hiç düşünmediğimi fark ettim. Merakımı yenemeden cam ustasının yanına yaklaşıp, “nereden öğrendiniz bu cam tüplerine şekil vermeyi” dedim. Yüzüme bakmadığı için “sen de nereden çıktın be adam” diye söylendiğini düşünmüştüm. Fakat yüksek ateşte şekil verdiği cam baloncuklarının en ufak bir dikkatsizlikle bile bozulacağı gerçeğini öğrendikten sonra, aklımdan geçen bu kelimeler nedeniyle biraz utanmıştım. İşin erbabı cam ustası, üretimine büyük sabırla devam ederek sorularımı yanıtlamaya çalıştı. Yıllarca cam işçiliğinde çalışmış, şimdi sanatını turistik bölgelerde hediyelik eşya yapıp satarak kazanıyormuş. Bu kadar konuşmanın ardından, sanatkar cam ustasına, içindeki sulandırılmış mavi mürekkepte yüzen küçük bir gemi yerleştirdiği yatık şişelerden herhangi birini seçip satın alarak teşekkür etmek istedim. Üzerine Bitez Yalısı Hatırası kabartmasını da eklettirmeyi unutmadım.

Ömrünüzde bir kere olsun, Bodrum’u görmek ve hareketli yaşamını tatmak lazım. Yurdumuzun çeşitli bölgelerinde ne kadar güzel yerler olduğunu, ancak yaşayarak öğrenebiliyoruz. Kitaplardan ya da televizyonlardan gördüğünüz çoğu görüntü, aynı heyecanı yaşatmıyor. Hem belki sizler, kimsenin keşfedemediği farklı bir heyecanı bulabilir, hayata daha mutlu gözlerle bakabilirsiniz.

Eğer bir gün yolunuz, anlatmaya çalıştığım yerlere düşerse, Bodrum’un barlarını görmeden, günlük yat gezilerine katılmadan, Bodrum kalesi ve Sualtı Müzesi’ni gezmeden evlerinize dönmeyin. Bitez Yalısı’nda konaklama imkanınız varsa, ne olursa olsun mutlaka “çökertme”yi yerinde dinleyin. İster istemez, ünlü türkünün sözlerinde geçen öyküyü, çevreyi görerek daha iyi anlayabilirsiniz.

Emre Türker

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder