Romanlara olan ilgimden dolayı, öykülere hep bir üvey evlat muamelesi ile yaklaşmışımdır. Ama bu belki gerçek anlamda tat alamadığım öykü kitaplarından ötürü, belki de çabucak biten şeylere karşı olan bir önyargım, bilemiyorum. Okuma alışkanlığınız, sabit konularda takılı kalınca, yeterli doyuma ulaşamıyorsunuz. Şahsen ben bunu çok sonralardan anladım.
Önyargımı bir tarafa bırakıp, Akışı Olmayan Sular isimli, Pınar Kür’ün kitabını kütüphanemden aldım ve sayfaları vakit geçirmek amacıyla çevirmeye başladım. Fakat kitabı okudukça, sonu hiç gelmesin istedim.1984 yılında Sait Faik Ödülü’ne layık görülen bu kitap, bence her türlü övgüyü hak ediyor. Yazar, gelişi güzel insan manzaralarını o kadar akıcı bil dille anlatmış ki, hiçbir cümlesini gereksiz bulmuyorsunuz. Sizi sıkan gereksiz ayrıntılardan söz edilmiyor. Kitabı okurken, biraz nostalji yapıyorsunuz. Eski İstanbul insanları, tazeliği kaybolmamış aşklar, çocukça hayaller, kıskançlıklar, arzular… Kişilerin aklında yer etmiş anlarını okuyucuyla paylaşan bir günlük gibi öyküler kaleme alınmış. Kitabı okurken, sanki en yakınlarımdan birinin gizli kalmış duygularını öğrenircesine, merakla yazılanların tümünü kısa bir sürede bitiriverdim.
Ben okuduğum her yazıda bir kusur aramaya bayılırım. Bunu sırf eleştirel yaklaşmak amaçlı değil, iyi yazılara ulaşmak adına da yaparım. Fakat bu kitapta, eleştirecek hiçbir nokta bulamadım. Okurken hiç bitmesini istemediğim içindir ki, kitap için tek huzursuzluğum, sonuna ulaşmaktan duyduğum sıkıntıdan başka bir şey değildir. Çünkü kitapta hem öyküler oldukça rahat okunuyor, hem de edebi yönden sizi doyurarak gerçek bir eserle okuyucuyu buluşturuyor. Yayınlanmış birçok eser, geçip giden zaman yenik düşerken, Pınar Kür’ün öyküleri, yıllandıkça değeri artan bir şarap gibi...
Akışı Olmayan Sular’da, romanda adı geçen kişiler, geçmiş zaman ile bugünlerini kıyaslamakta, yaşanan acı- tatlı olaylarla hayatın zorluklarından bahsetmektedir. Bir çeşit erişilemeyen duygulardan yola çıkılarak öyküler anlatılmıştır. “Su gibi akıp gitti ömrüm” sözüne inat, bütün akan sular, öykülerde duraksama dönemine giriyor.
Pınar Kür’ün yaşamına göz atacak olursak; 15 Nisan 1945 tarihinde Bursa’da doğan yazar, orta öğrenimini Ankara ve New York’ta almış, üniversite eğitimini ise, New York Queens College ve İstanbul Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Fransa’da bulunan Sorbon Üniversitesi’nde “Yirminci yüzyıl tiyatrosunda gerçeklik ve yanılsama” konusunda Karşılaştırmalı Edebiyat alanında doktora alan Pınar Kür, Ankara’da Devlet Tiyatrosu’nda dramaturg (tiyatroya gönderilen eserleri okumak ve bunları değerlendirerek ilgili raporlar tutmak anlamına gelir) olarak çalışmıştır. Tiyatroyla ilgilenen yazarın, bu konuda çeşitli eserleri de bulunmaktadır. 1976’da yayınlanan Yarın Yarın adlı kitabı ile okuyucu karşısına çıkan KÜR, eser yayınlandıktan 6 yıl sonra sıkıyönetim idaresi tarafından yasaklanmıştır. Sonrasında Asılacak Kadın adlı eseri, yine müstehcenlik iddialarına sahne olmuştur. Bitmeyen Aşk adlı kitabı da aynı iddialara maruz kalmış, fakat tüm alınan kararlar, her döneminde yapılan gerekli incelemelerden sonra aklanmıştır.
Ülkemizde, edebiyatla hiçbir alakası olmayan, sadece ün ve para ile hazırlanmış birçok kitap bulunmaktadır. Fakat suçluyu birilerinde değil, yine kendimizde aramamız gerektiğini çoğu zaman unutuyoruz. Çünkü ayakta kalmak, ancak desteklemekle mümkündür. Gerçek sanat eserleri, ilgisizlik ve anlaşılmamak gibi sebeplerden ötürü, kitap raflarında tozlanmaya terk edilmiştir. Fakat onlar ne kadar tozlansa da, değerlerini hiçbir zaman kaybetmemişlerdir. Çünkü popülerlik ile ortaya çıkan, yetenekle desteklenen alın teriyle kazanılmamış tüm oluşumlar, zaman içinde kaybolmaya mahkum olacak, ama bu iş için tüm varlığını ortaya koyanlar, asla pas tutmayacaktır. Balzac’ın “Şöhret, uzaktan güneş gibi parlak ve ısıtıcı; yaklaştınız mı bir dağ tepesi kadar soğuktur.” sözü, popülerliğin ruha hitap etmekten ne kadar uzak olduğunu yeterince anlatmaktadır. Bunun yanında, dalında gerçekten iyi olup yüceltilmekle şımaran, kazandığı unvanın nereden geldiğini unutan birçok kişi de, gelecek vaat ederken kendilerini geliştirmedikleri için, zamana yenik düşenler arasına girmektedir. Yine eserleri ile ölümsüzleşmiş Balzac’ın “Şöhret, ancak küçük dozlarla alındığında faydalı bir zehirdir.” Sözü de, anlatmak istediklerimi tek bir cümle ile özetlemektedir.
Sanata verilen değer, kişilerin araştırmaları ve destekleriyle ortaya çıkar. Bizler bir konu hakkında hiçbir bilgi sahibi olmazsak, her söylenilene yabancılaşarak bakar ve ne anlatılmak istendiğini tam olarak anlamayız. Türkiye’de, halkın edebiyat konusunda çok fakir olduğu belki bir gerçek ama, kitaba ilgi göstermediği düşüncesi yanlıştır. Çeşitli seyahatlerde, elindeki bir kitaba dalmış kişilerin sayısındaki artışı fark etmişsinizdir. Bence yapılan hata, gerekli yönlendirmelerin yetersiz ve gelişigüzel olmasından kaynaklanıyor.
Ülkemiz yazarlarının kitap satışları, yurtdışındakilere oranla alt seviyelerde kalması, eserlerdeki hatalardan değil, gerekli tanıtımların yeteri kadar yapılmamasından kaynaklanıyor. Dünya çapında ün kazanmış edebiyatçılarımızın belki de hemen hemen hepsi, isyankarlıkla ortaya çıkanlardır. Çünkü düşünceleri ile dışlanmaları sebebiyle gerekli destekleri dış kaynaklardan alan bu yazarlarımız, hak ettikleri değere ülke sınırlarının dışında kavuşmuşlardır. Yabancı eserleri elimize alırken, kendi içimizden çıkan birçok değerli oluşumun varlığını unutmayıp, edebiyatımıza sahip çıkmamız gerekir. Çünkü ancak üreterek ve üretilenin hakkını vererek gelişebiliriz. Pınar Kür gibi yazarların her zaman keşfedilmesi ve desteklenmesi dileğiyle….
Emre Türker
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder