Kulakların çaresiz kaldığı, gözlerin hayallerin aynasında yansıyan görüntüleri seçtiği, kalbin tüm titreşimleri yakaladığı bir yaygaradır aşkın feryadı. Çığlıktan acıyan gözlerden akan yaşlar, gece gündüz demez, boğar insanı. Karşı tarafın duyuları kapalıysa haykırışlara ve figana âmâ olmuş gözlere, ne alev olup parlasan, ne de yalvarsan kâr etmez.
Aşık olunca insan, ayrım yapmadan, pişman olmadan, gözü arkada kalmadan sevmeli. Aşk bu, ayrılmak da var, özlemek de, kavuşmak da, yolun sonuna uzanmak da… Ama her aşkın yok mu ki sonu? Dünyaya kazık çakamazsın ya! Eninde sonunda toprak olup göçmek de var. Yaşanmamış olmayı istemek, yaşanmış gerçeğini değiştirmez. Sonunu düşünmeden, cazibesinin yaydığı akımla, yarı akıllı yarı deli, yörüngesine pervane, kendimizden geçer, hayal havuzunu aşkla doldururuz. Yaşarken ne yakalasak kârdır, bittiğinde ise kâr getiren varlık, unutmaktır.
Aşkın figanı iki türlüdür: Birincisinde; gidenin arkasından yakılır ağıtlar, yaşananlara uygun şiirler ve şarkılar seçilir, her kadehin son yudumundaki acımtırak tadın teşhisi konulur. Figân-perver kişi, kanun önünde suçsuz, ama dostlar arasında hüküm giydirilmiş bir suçludur. “Yan yana gidip de bir süre/Ayrı Yönlerde Uzaklaşan/İki tren gibi…” Aşk şiirindeki ayrılığı, böyle etkileyici anlatmış Ataol Berhamoğlu. Yaşam damarlarından aşka uzanan yollar kesilince, ölüme davetiye vermek istenir. Ölüm ise meşguldür, kararını bir daha düşünmen için sana şans tanır. Eski birliktelikte güzel olan her şey acı verir. Akılda kalan anıları kayıt altında saklayan beyin, geçmişte tadılan mutluluğu ve huzuru düşündükçe, şimdilerde kaydettiklerinin neden acıya dönüştüğünü anlayamamaktan rahatsızdır. Kimsenin ona dokunmadığını, vücudunda herhangi bir yara açılmadığını bilen beden, içinde barındırdığı ruhun neden feryat figan rahatsızlık iniltileri verdiğini anlayamaz. Beden ruha küser, ruh da bedene. Dışarıda yaşanan küskünlük, içe de yansımış olduğundan, çelişkiler boy gösterir. Zamanında söylenen tatlı sözler, haykırışlar arasında küfre dönüşerek, en sevimsiz ikinci yüzünü gösterir. Hafıza duruma el koyar ve güzel defterine kaydettiklerini siler, kelimelerle ve anılarla oynayarak, biraz da argo ekleyerek en sevimsiz köşeye koyu harflerle, hiç silinmemek üzere yeni şekliyle kaydeder. İkincisinde ise; sonuna geldiğine inanarak vedalaşma, yollardaki mesafenin kalbe yansıması, duygulardaki ivmenin yön değiştirmesi gibi kavramlara yer yoktur. Aşkın figanı, özlemle tutuşmuş ateşin de etkisiyle, yürek kafesinde sıkışmaktan rahatsız, serbestçe dolaşmak ister. Bir iken iki olur beden, iki iken bir olur gönül. Yapılan çılgınlıklar saçma bulunmaz. Her fırsatta, hayata yeni giren kavrama ilgi gösterilir ve çevresi beyaz bulutlar artı hayallerle süslenir. Tanışılan kişiler ve tanışmayıp da bir şekilde tanınanlar, bu yeniliği bilmelidir. O zaman yüksek bir yere çıkılır ve sonuna kadar aşkın mutlu figanı ağızlardan boşluğa üflenir. Kalbin çığlığı, zaten hiçbir kulağın algılayamayacağı bir frekansla, günlerce, belki aylarca, belki de daha uzun bir süre boyunca, sürekli titreşimlerini yaymaya devam edecektir.
Kulaklara direk temas eden ya da bir yerlerden yansıyan, sizin için olanların yanında özellikle sizle hiç de alakası olmayan bir sürü ses işitirsiniz. Titreşimlerin yoğunluğu ya da süresi, insanı bir şekilde yormaya başlar. Nasıl bazen bakar kör oluyorsa insan, bazen de kişinin duyuları seslere sağır olur. Ama öyledir ki aşkın figanı, bir orkestranın konserini izleyen kemancının, tüm sesleri ayrıştırıp yalnız kemanın sesini işitmesi gibi, tüm çevreden aldığı haykırışlara kulaklarını kapatıp, yalnız sevdaya yönelir. Aradığı o sesi işitti mi bir kere, tüm gürültü kirliliğini analiz edip titreşimlerin geldiği tarafa doğru yönelir. Kusursuz değildir insan, bazı haykırışlar tanıdık gelir, bazıları neredeyse tıpatıp uygundur ama, aranan aşkın figanı yanılmıştır. Kimi gidenin ardından, sesler hep aynı yöne kayar. Emin olmak ister insan, bir yerlerde kendisi için aşk-ı figan kopuyordur ve ona ulaşmaya ramak kalmıştır. Çoğu kez hayal kırıklığı olsa da, bazı çırpınışları her iki taraf da analiz eder, sonuç bahtiyardır.
Kimi zaman bu figan ürkütür insanı. Haykırana da, haykıranı işitenlere de heyecan verir. Tüyler tel tel olur, tansiyon inişli çıkışlı bir grafik çizer. Sesin tüm etki alanındaki kişiler, ister mutlu olsun, ister acı çeksin, uzun süre bu galeyanın etkisinden kurtulamaz.
Kulaklar çınlar, vııııııın diye bir ses duyulur. “Hayırdır, kimdir beni çekiştiren” sözleri ağızlardan damla damla süzülür. Sağ kulağının çınladığını görmek hayra ve iyiliğe, sol kulağının çınladığını görmek, kendi aleyhinde yapılan konuşmalara yorulur. Kulakların çınlaması, yüksek feryatlarda da tekerrür eder. Yani kulak çınlıyorsa, birisi haykırıyor demektir. Kulak çınlıyorsa, birileri konuşuyor demektir. Eğer iki kulak birden çınlarsa ve uzun sürerse, kişinin çevrede uzun uzadıya iyi-kötü sözü ediliyordur.
Aşk iki kişiliktir. Aşkın figanı ise, duruma göre değişir. Kimi zaman duyup da duymazlıktan gelenler, sayı olarak hesaba katılmaz.
Emre Türker
Aşık olunca insan, ayrım yapmadan, pişman olmadan, gözü arkada kalmadan sevmeli. Aşk bu, ayrılmak da var, özlemek de, kavuşmak da, yolun sonuna uzanmak da… Ama her aşkın yok mu ki sonu? Dünyaya kazık çakamazsın ya! Eninde sonunda toprak olup göçmek de var. Yaşanmamış olmayı istemek, yaşanmış gerçeğini değiştirmez. Sonunu düşünmeden, cazibesinin yaydığı akımla, yarı akıllı yarı deli, yörüngesine pervane, kendimizden geçer, hayal havuzunu aşkla doldururuz. Yaşarken ne yakalasak kârdır, bittiğinde ise kâr getiren varlık, unutmaktır.
Aşkın figanı iki türlüdür: Birincisinde; gidenin arkasından yakılır ağıtlar, yaşananlara uygun şiirler ve şarkılar seçilir, her kadehin son yudumundaki acımtırak tadın teşhisi konulur. Figân-perver kişi, kanun önünde suçsuz, ama dostlar arasında hüküm giydirilmiş bir suçludur. “Yan yana gidip de bir süre/Ayrı Yönlerde Uzaklaşan/İki tren gibi…” Aşk şiirindeki ayrılığı, böyle etkileyici anlatmış Ataol Berhamoğlu. Yaşam damarlarından aşka uzanan yollar kesilince, ölüme davetiye vermek istenir. Ölüm ise meşguldür, kararını bir daha düşünmen için sana şans tanır. Eski birliktelikte güzel olan her şey acı verir. Akılda kalan anıları kayıt altında saklayan beyin, geçmişte tadılan mutluluğu ve huzuru düşündükçe, şimdilerde kaydettiklerinin neden acıya dönüştüğünü anlayamamaktan rahatsızdır. Kimsenin ona dokunmadığını, vücudunda herhangi bir yara açılmadığını bilen beden, içinde barındırdığı ruhun neden feryat figan rahatsızlık iniltileri verdiğini anlayamaz. Beden ruha küser, ruh da bedene. Dışarıda yaşanan küskünlük, içe de yansımış olduğundan, çelişkiler boy gösterir. Zamanında söylenen tatlı sözler, haykırışlar arasında küfre dönüşerek, en sevimsiz ikinci yüzünü gösterir. Hafıza duruma el koyar ve güzel defterine kaydettiklerini siler, kelimelerle ve anılarla oynayarak, biraz da argo ekleyerek en sevimsiz köşeye koyu harflerle, hiç silinmemek üzere yeni şekliyle kaydeder. İkincisinde ise; sonuna geldiğine inanarak vedalaşma, yollardaki mesafenin kalbe yansıması, duygulardaki ivmenin yön değiştirmesi gibi kavramlara yer yoktur. Aşkın figanı, özlemle tutuşmuş ateşin de etkisiyle, yürek kafesinde sıkışmaktan rahatsız, serbestçe dolaşmak ister. Bir iken iki olur beden, iki iken bir olur gönül. Yapılan çılgınlıklar saçma bulunmaz. Her fırsatta, hayata yeni giren kavrama ilgi gösterilir ve çevresi beyaz bulutlar artı hayallerle süslenir. Tanışılan kişiler ve tanışmayıp da bir şekilde tanınanlar, bu yeniliği bilmelidir. O zaman yüksek bir yere çıkılır ve sonuna kadar aşkın mutlu figanı ağızlardan boşluğa üflenir. Kalbin çığlığı, zaten hiçbir kulağın algılayamayacağı bir frekansla, günlerce, belki aylarca, belki de daha uzun bir süre boyunca, sürekli titreşimlerini yaymaya devam edecektir.
Kulaklara direk temas eden ya da bir yerlerden yansıyan, sizin için olanların yanında özellikle sizle hiç de alakası olmayan bir sürü ses işitirsiniz. Titreşimlerin yoğunluğu ya da süresi, insanı bir şekilde yormaya başlar. Nasıl bazen bakar kör oluyorsa insan, bazen de kişinin duyuları seslere sağır olur. Ama öyledir ki aşkın figanı, bir orkestranın konserini izleyen kemancının, tüm sesleri ayrıştırıp yalnız kemanın sesini işitmesi gibi, tüm çevreden aldığı haykırışlara kulaklarını kapatıp, yalnız sevdaya yönelir. Aradığı o sesi işitti mi bir kere, tüm gürültü kirliliğini analiz edip titreşimlerin geldiği tarafa doğru yönelir. Kusursuz değildir insan, bazı haykırışlar tanıdık gelir, bazıları neredeyse tıpatıp uygundur ama, aranan aşkın figanı yanılmıştır. Kimi gidenin ardından, sesler hep aynı yöne kayar. Emin olmak ister insan, bir yerlerde kendisi için aşk-ı figan kopuyordur ve ona ulaşmaya ramak kalmıştır. Çoğu kez hayal kırıklığı olsa da, bazı çırpınışları her iki taraf da analiz eder, sonuç bahtiyardır.
Kimi zaman bu figan ürkütür insanı. Haykırana da, haykıranı işitenlere de heyecan verir. Tüyler tel tel olur, tansiyon inişli çıkışlı bir grafik çizer. Sesin tüm etki alanındaki kişiler, ister mutlu olsun, ister acı çeksin, uzun süre bu galeyanın etkisinden kurtulamaz.
Kulaklar çınlar, vııııııın diye bir ses duyulur. “Hayırdır, kimdir beni çekiştiren” sözleri ağızlardan damla damla süzülür. Sağ kulağının çınladığını görmek hayra ve iyiliğe, sol kulağının çınladığını görmek, kendi aleyhinde yapılan konuşmalara yorulur. Kulakların çınlaması, yüksek feryatlarda da tekerrür eder. Yani kulak çınlıyorsa, birisi haykırıyor demektir. Kulak çınlıyorsa, birileri konuşuyor demektir. Eğer iki kulak birden çınlarsa ve uzun sürerse, kişinin çevrede uzun uzadıya iyi-kötü sözü ediliyordur.
Aşk iki kişiliktir. Aşkın figanı ise, duruma göre değişir. Kimi zaman duyup da duymazlıktan gelenler, sayı olarak hesaba katılmaz.
Emre Türker
Picture: deviantart
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder