laf-ı güzaf'ın blogunda, zor bir yerden mimlenmişiz. Bu aralar zaten yazmak adına enerji yüklenemez, hatta güce fazla yüklenerek düşüş yaşarken, bu konuyla beraber iyiden iyiye yerde sürüneceğiz.
Amaç, küresel kriz ile ilgili düşünce ve önlemler hakkında, kişisel yorumlarla ilgili...
Her anlamda politik davranıp, politikadan uzak durmaya çalıştığımı yinelemek isterim. Ne tam anlamıyla kimseyi deşifre etmek, ne de yapılan yanlışların seyircisi kalmak niyetinde değilim. Ama politik konuşmalar öyle farklı ki, karşılıklı konuşmalarla bir yere varamıyorsunuz. Yetişkin bir Galatasaray taraftarını, Fenerbahçeli yapabilir misiniz? Bu kadar radikal olmayabilir ama politika anlayışı, fanatiklikten pek uzak değil.
Küresel krizin ne anlama geldiğini, artık herkes öğrenmeye başladı. Derinlere giderek boğulmayı düşünmüyorum. Tüketmeyi seven insanların acınası durumudur bu. Yaşanan kaoslarda; büyükler ezip geçer, küçükler arada sıkışarak can verir. Büyüklerin çığlıkları, onların acı çektikleri anlamına mı geliyor? Hiç sanmıyorum.
Yıllar önce The Marmara Oteli’nde yapılan bir konferansa, arkadaşımın davetiyle katılmıştım. Orada, birbiri ardına gelebilecek satış dalgasından bahsediliyordu. Yani bizler her anlamda bu titreşimlerin kölesi olacaktık. “Eyvah” demiştim. “Şimdi gittikçe bataklığın dibini göreceğiz.” Beklediğim gibi de oldu. Bataklığın dibi yetmedi, daha derinleri kazar olduk.
Neydi bu satış dalgası? Durumu, masalsı anlatımla dile getirmeye çalışacağım. Ortada bir dev yaşar. Bu dev, cücelerin mekânına el atarak, onların her türlü besinini tüketir. Açlığı öyle dayanılmazdır ki, yemek bulmak için cüceleri kullanmanın yolunu arar. Onlara güzel tatlılar sunar. Ama asıl tatlıyı yiyecek olan, devdir. Böyle başlar hikâye. Dev, dolabını doldurmak için küçük malzemelerle büyük parçalar toplamaya çalışır. Dağıttığı malzemeleri bir başkasına satmaya ve onu kendi bünyesine katmaya çalışan cüce, her katılımcıdan kâr sağlayacaktır. Kazançların ana kaynağı dev olacaktır. Böylece en sondaki cüce kıvranırken, ayakta kalamayanlar yutulacaktır.
Sonrasında gelen yabancı baskılar, üretimi durma noktasına getirdi. Zaten kolayı arayan halk, sömürmenin rahatlığına ulaştıkça, sonunun geldiğini anlayamadı. Aslına bakacak olursanız, halen de anlaşılmış olduğunu sanmıyorum. Çünkü kölelik sisteminden kaçmak için artık çekilecek yer kalmadı.
Emre Türker
Picture: deviantart
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder