Yüksekten atlamak, çocukluğumdan beri vazgeçemediğim tutkularımdan biridir. Toprak kokan tarlaların çitlerinden, yosun kokan limanın taşlarından, tanıdıklarımızın görev yaptığı müstakil bankanın iki katlı tepesinden inşaat kumlarına atlamak vb. gibi bir sürü çılgınlıklarımız olmuştur.
Gençlik yıllarımda bir ara moda olan bungee jumping yapmak için yeterli parayı bulamayınca, soluğu İzmir’deki paraşüt kulesinde almıştım. Ücretini ödeyip merdivenleri tırmandıktan sonra sıraya giriyor, ön saflardan gelen tiz seslerden oluşan ciyaklama korosuyla irkilmeye başlıyordum. Oradaki görevlilerin insanları beklemek için çok fazla tahammülü yok. Önce atla derler, sonra bir anda itiverirler sizi…
Heyecanla yerimde beklerken, “aynı şeyi bana yapmalarına izin vermeyeceğim” demiştim.
Önümdeki kız atlamamak için demirlere yapışmış, fakat paçayı kurtaramamıştı. “Madem atlamayacaktın, ne diye girdin sıraya değil mi?” İşte öyle hisler besliyorsunuz, tabi sıra size gelinceye kadar…
Bedenimi sarmaya başlayan paraşütün emniyet kemerlerinin birbirine takılması sırasındaki çıtçıtları dinlerken, aşağıdaki zemin görüntüsünün hiç de bu kadar ürküteceğini düşünmemiştim. O an, sıradaki kızların kulak tırmalayan cırlamaları için söylediğim tüm sözlerimi geri almıştım. Erkekliğe toz kondurmamak için hızla nefes alıp veriyor, kendimi telkin etmeye çalışıyordum.
- hadi oğlum, hadi aslanım, yaparsın sen, nerelerden atladın sen yürü be!
Yok ama gerçekten çıldırmak üzereydim. Kalp atışlarımdaki tempoyu müzik eşliğinde duyabiliyordum sanki.
- Hazır mısın?
Görevliler konsantre olmam için konuşuyorlardı. Beni aşağıya itme fırsatını onlara vermeden, müthiş zevki içime sindirerek bırakmak istiyordum kendimi. Derin bir nefes aldım ve tramplenden suya atlar gibi zıpladım gökyüzüne.
O da ne?
Hala havadaydım ve birileri beni tutuyordu. Yüzümü çevirdiğimde, yaklaşık üç dört kişilik bir görevli grubu, şapşala dönmüş surat ifadeleri ve pörtlek gözleriyle bana bakıyorlardı.
- Napıyosun oğlum sen?
- Atlıyooom.
- İyi de seni paraşüte bağlamadık ki!
Bana “hazır mısın” dediklerinde, sadece son aşamaları yerine getiriyorlarmış. Yani paraşütün iplerini tam olarak üzerine bağlamamışlar.
Ah be kardeşim, tüm cesaretimin içine ettiniz. Ne büyük kasıntıyla gelmiştim buraya, şimdi balon gibi söndü adrenalinim. Yediniz bitirdiniz beni. Ne olacak şimdi? Atlayacak cesaret de kalmadı. Artık sürekli bağlanmamış olmanın paranoyasını yaşayacağım.
- Atla kardeş bağladık.
- Bir daha kontrol edin, belki tam olarak bağlanmamıştır.
- Uzatma yahu, atla işte. Biraz önce biz sana işaret vermeden atlamaya kalktın.
- Şu işareti bana verirken bir daha mı baksak kemerlere, ipler sağlam mıdır?
Vakit geçirme çabaları içinde, istemediğim şey başıma gelmişti. Arkadan iki el beni sadistçe boşluğa doğru iterken, eski Türk filmlerindeki kötü adamların surat ifadelerini anımsıyordum. Ayrıca içimdeki yağlar kasıklarımdan sinir uçlarıma doğru yayılırken, erkekliğe toz kondurma işinden vazgeçmiş, avazım çıktığı kadar bağırmaya başlamıştım. O arada aşağıdaki görevli bana bağırıyordu.
- Ayaklarını yere inmeden önce birleştir, öyle sallayarak hareket etme. Heeeey!!!
Yerdeki çakıl taşlarının üstüne düşerken, görevlinin sözlerini algılayamamıştım. Yere kıç üstü oturmuştum. Kalça kemiklerim kırıldı diye düşünüyordum. Aşağıda bekleyen sevgili dostum beni ayağa kaldırırken, dudaklarımı yemekle meşguldüm. O gün eve gidinceye kadar neler çektim bir bilseniz!
Yüksekten atlarken stres bulutları arasından süzülüyor, her türlü şamataya rağmen yeniden doğmuş gibi oluyorsunuz. Keşke şu yoğun hayat temposunda bizlere yeteri kadar mola verseler de, şu müthiş adrenalinin dibine vurabilsek.
Emre Türker
Heyecanla yerimde beklerken, “aynı şeyi bana yapmalarına izin vermeyeceğim” demiştim.
Önümdeki kız atlamamak için demirlere yapışmış, fakat paçayı kurtaramamıştı. “Madem atlamayacaktın, ne diye girdin sıraya değil mi?” İşte öyle hisler besliyorsunuz, tabi sıra size gelinceye kadar…
Bedenimi sarmaya başlayan paraşütün emniyet kemerlerinin birbirine takılması sırasındaki çıtçıtları dinlerken, aşağıdaki zemin görüntüsünün hiç de bu kadar ürküteceğini düşünmemiştim. O an, sıradaki kızların kulak tırmalayan cırlamaları için söylediğim tüm sözlerimi geri almıştım. Erkekliğe toz kondurmamak için hızla nefes alıp veriyor, kendimi telkin etmeye çalışıyordum.
- hadi oğlum, hadi aslanım, yaparsın sen, nerelerden atladın sen yürü be!
Yok ama gerçekten çıldırmak üzereydim. Kalp atışlarımdaki tempoyu müzik eşliğinde duyabiliyordum sanki.
- Hazır mısın?
Görevliler konsantre olmam için konuşuyorlardı. Beni aşağıya itme fırsatını onlara vermeden, müthiş zevki içime sindirerek bırakmak istiyordum kendimi. Derin bir nefes aldım ve tramplenden suya atlar gibi zıpladım gökyüzüne.
O da ne?
Hala havadaydım ve birileri beni tutuyordu. Yüzümü çevirdiğimde, yaklaşık üç dört kişilik bir görevli grubu, şapşala dönmüş surat ifadeleri ve pörtlek gözleriyle bana bakıyorlardı.
- Napıyosun oğlum sen?
- Atlıyooom.
- İyi de seni paraşüte bağlamadık ki!
Bana “hazır mısın” dediklerinde, sadece son aşamaları yerine getiriyorlarmış. Yani paraşütün iplerini tam olarak üzerine bağlamamışlar.
Ah be kardeşim, tüm cesaretimin içine ettiniz. Ne büyük kasıntıyla gelmiştim buraya, şimdi balon gibi söndü adrenalinim. Yediniz bitirdiniz beni. Ne olacak şimdi? Atlayacak cesaret de kalmadı. Artık sürekli bağlanmamış olmanın paranoyasını yaşayacağım.
- Atla kardeş bağladık.
- Bir daha kontrol edin, belki tam olarak bağlanmamıştır.
- Uzatma yahu, atla işte. Biraz önce biz sana işaret vermeden atlamaya kalktın.
- Şu işareti bana verirken bir daha mı baksak kemerlere, ipler sağlam mıdır?
Vakit geçirme çabaları içinde, istemediğim şey başıma gelmişti. Arkadan iki el beni sadistçe boşluğa doğru iterken, eski Türk filmlerindeki kötü adamların surat ifadelerini anımsıyordum. Ayrıca içimdeki yağlar kasıklarımdan sinir uçlarıma doğru yayılırken, erkekliğe toz kondurma işinden vazgeçmiş, avazım çıktığı kadar bağırmaya başlamıştım. O arada aşağıdaki görevli bana bağırıyordu.
- Ayaklarını yere inmeden önce birleştir, öyle sallayarak hareket etme. Heeeey!!!
Yerdeki çakıl taşlarının üstüne düşerken, görevlinin sözlerini algılayamamıştım. Yere kıç üstü oturmuştum. Kalça kemiklerim kırıldı diye düşünüyordum. Aşağıda bekleyen sevgili dostum beni ayağa kaldırırken, dudaklarımı yemekle meşguldüm. O gün eve gidinceye kadar neler çektim bir bilseniz!
Yüksekten atlarken stres bulutları arasından süzülüyor, her türlü şamataya rağmen yeniden doğmuş gibi oluyorsunuz. Keşke şu yoğun hayat temposunda bizlere yeteri kadar mola verseler de, şu müthiş adrenalinin dibine vurabilsek.
Emre Türker
picture: deviantart
hahahhahha:)
YanıtlaSilBende yamaç paraşütü yapmıştım.. Çok zevk alıp bi okadarda korkmuştum açıkcaksı.. Ama senin gibi tecrübe yaşamadım tabi.. Ben pilotla beraber uçtuğum için sorun yaşamadım.. Ama pilotumda pilotu hani.. Hiç sorunsuz kendini teslim edebilirdim ona :)
Neyseeeee :)
Fethiyede ölüdenizin üstünde uçmak o güzelliğe yukarıdan bakmak ayrı bir keyifti benim için Fethiyeye yolunuz düşerse Yamaç Paraşüt'ü yapmadan geri dönmeyin derim ben...
Kelebeğin Ömrü... Uçuş mu güzeldi yoksa pilot mu :) Neyse Fethiye'de Ölüdeniz'e gidersek artık bir bakarız yamaç paraşütüne.
YanıtlaSilofffffffff koptum yaaaa, resmen atlıyodun yani :))) Allah'ım yarabbim ya :D süpermiş çok güldüm çok hoş ya :))
YanıtlaSilbi dost… Valla atlıyordum. :)
YanıtlaSilAllah korumuş :))
YanıtlaSil