Uzun saç modasının zirveye oynadığı yıllarda, dünyadan kaçmaya çalışan hippisel bir grubumuz vardı. Özellikle hafta sonları bir araya gelir, buluşmak için açtığımız kafede saatler geçirirdik.
Belli dönemlerde, sırasıyla arkadaş evlerinde toplanırken, sabaha kadar eğlenmenin türlü yollarına başvurmuşuzdur. Kimi pikabın iğnesinde gezinen cızırtılı müziği dinler, kimi vhs kasetlerden geçmiş yılların unutulmaz konserleri izler, kimi de kendi halinde sohbetler ederdi. Hatta o gece, kısa film çekmeyi bile başarmış, çekimleri izlerken büyük keyif almıştık. Aramızda her türlü şekil vardı. Sanki dönemin Woodstock konserine hazırlık yapıyorduk.
Bir ara hava almak için dışarıya çıkmıştım. Eminönü’nden Beşiktaş’a doğru otobüsle giderken, birkaç durak öteden diğer çocuklarla buluşup boğazda turlayacaktık. En arka demirlere tutunmuş dışarıyı gözlerken, içerden delikanlı geçinen bir grubun klasik sözlü tacizlerine uğramaya başladım. “saça başa bakacağına adam ol, kime özeniyorsun, neye benzediğini biliyor musun, otobüsten inince sana dünyanın kaç bucak olduğunu gösterelim” gibi sözler. Aslında şu an benim için geyik sayılabilecek birçok kelimeyi gereksizlik nedeniyle kullanmadım. Erkekteki uzun saçlara yapılan klasik hakaretleri hepimiz biliriz.
İlerdeki durakta bekleyen 30 kişilik grubumuzu görüp binmeleri için işaret ediyorum. Önce ilk binenlerle de dalga geçen grup, 30 kişinin içeriye girdiğini görünce dut yemiş bülbüle dönüyorlar. Arkadaş soruyor;
- Bunlar ne ayaktır abi?
- Bilmem, klasik düz tipler. Şekilsiz olunca dikkat çekmeye çalışıyorlar sanırım. Ha! Bir de otobüsten indiğimizde, bu dünyanın bucakları hakkında bilgi vereceklermiş.
- Delikanlının yandan yemişi gibi, baksana ses de çıkmıyor.
Arkadaş çocukların yanına giderek “Görmediğiniz yerler hakkında kılavuzluk yapmayın, kuyuya düşer çıkamazsınız. Dilinizi yutmuşken bir daha konuşmayın.” demişti.
İçimizden her biri, ayrı bir tipti. Yani o kadar farklı adamı bir arada görseniz, eminim siz de şaşırırdınız.
Şekil kavramına kendimi bildim bileli karşıyımdır. Yani kimin ne şekle girdiği değil, kimin ne olduğu önemlidir. Zaten şekilcilik nedeniyle, göremediğimiz zekanın altında eziliyoruz. Kişilik, beyin ile kalp arasında gezinir, dışarıdaki makyaj yanıltır insanı. Hani derler ya, din iman para kimdedir, kim akıllı kim deli, bilemezsin.
Emre Türker
picture: deviantart
Şekilciliğin şirket politikaları için önemine de karşı olan biriyim ben.. Hani en azından designer tadında iş yapan bünyelerin çalışanlarını giyim kuşam tarz konusunda kısıtlamalarını hiç kabullenememişimdir. Bu adamlar birşeyler tasarlıyorlar, kendi dünyalarına kısıtlama getirdiğin birinden ne kadar verim alabilirsin ki,hayal gücünden ne bekleyebilirsin ki?...
YanıtlaSiland lov hippies:)
cherry chan… Kısıtlamalar yüzünden hayatımda çok değişiklik yapmama rağmen, her seferinde bir şeylerden vazgeçtim. Aslında renkli dünyalar oluşturmak yerine, dar kalıplar içinde monotonlaşıyoruz. Siyah beyaz ve renkli ekranlar arasında git gel oyunu sanki yaşantımız.
YanıtlaSilben önceleri bazı şeylere çok direndim. ama kadınım. kırılganım.. bu gerçeği gözardı edemiyorum ne yazık ki. yoruldum insanlar içinde görünüşümle uğraşılmasından.. taciz edilmekten.. evet monotonlaşıyoruz. halbuki bizi değerlendirebilmiş olmaları gerekirdi. kınıyorum. büyük bir mimar olmak istiyorsam sebebi budur zaten. benim gibi insanlara özgürce çalışabilme platformu oluşturmak istiyorum. o zaman görücekler insanlardan asıl verim nasıl alınır. herkesin ego şavası içinde harcanıp gidiyoruz. biz kulagımızı kapasak bizi değerlendirmesi gereken bünyeler dinliyor bu anlamsız yargıları.. işte öyle sinirlenip içerliyorum ben bu durumu:) zira gelip gidip yazıyor olmamdan belli olmuştur bu:)
YanıtlaSilcherry chan… Bir gün diyelim, üç noktayı yan yana koyalım. Belki diyelim umut edelim. Düşüncendeki platformda çok başarılı bir yol almanı diliyorum. İçimizde tükenmemiş sıcaklık olduktan sonra, közlenmiş duyguları yeniden alevlendirmek bizim elimizde. Sen git gel yaptıkça, içimdeki cevherleri keşfediyorum :)
YanıtlaSil