Çocukluğumun ilk dönemi, bir kasabanın sevgi dolu köyünde geçti. Bu nedenledir ki, ne zaman köy topraklarına adım atsam, içimdeki harekete engel olamıyorum.
Eskiden biz organikle inorganik tanımlarına takılmadan meyvelerimizi yerdik. Ağacın yere döktüğü dikenli kabukları ayağımızla parçalarken, kestanenin taze kokusunu içimize sindirerek mideye gönderirdik. En zevk aldığım şeylerden biri de, babamın ağaca çıkarak minik dallarından koparıp bize attığı kirazın yumuşak dokunuşuydu. Fakat yağmur ertesi zamanda kurtçuklar nasıl ortaya çıkardı, anlam veremezdim. Acaba gökten düşen su damlacıklarının içinde mi saklıydı bu hayvancağızlar. Hele o kaynağından gelen buz gibi suya ne demeli! Yanınızda getirdiğiniz karpuzu altına koyar, buzdolabından yeni çıkmış gibi soğuyan sulu merkezini, dudaklarınızın arasında gezdirirsiniz.
Bu sefer gençliğe adım atılan yıllara gidelim. Saçımızı başımızı beğenmez, ayna karşısında saatlerce kendimizi test ederiz. Aşkın etkili kokusunu duyar, taşkınlıklara engel olamaz, içimizdeki yaramaz veletle çarpışır, henüz yeşeren cinsellikle fırtınayı çağrıştırırız.
Yakın bir arkadaşımın köyüne gitmiştik. Derme çatma tahtalardan özenle yapılmış evlerinde gezinirken sanki yer yerinden oynuyor, yoldan geçen her ağır vasıta, küçük zelzeleler yaşatıyordu. Akşam vakti sohbetlerinden birinde, tepemizde gezinen karanlıktan irkilmiştim.
- Amaaaaan, yarasa bu!
- Eeee nolmuş, hayvan dolanıyor işte.
Şok olduğum anlardan biridir. Bu karanlık düşünceleri çağrıştıran canlı, sanki evde beslenen evcil hayvan misali, rahatça tepemizde dolaşıyordu. Benim kadar kimsenin telaş ettiğini sanmıyorum. Herkes ürünlerden alınacak gelirin hesabını yapmakla meşgul oluyordu. Sivrisineklerden hiç hoşlanmıyordum ama onlar benim kanıma bayılırdı. Eğer bir odada benimle kalan birisi varsa çok şanslıdır. Çünkü sineklerin derdi sadece benimledir. Sabaha kadar ne çok uykusuzluk çekmiştim. Ne gariptir ki, şimdiki uykusuz ve yorgun geçen gecelerin ardından gelen müthiş can sıkıntısı, o dönemlerde hiç olmuyordu. Temiz hava ve horozların çalar saat edasıyla güne merhaba demeleri, sanki size ekstra bir enerji verirdi.
Köydeki gençlerin en büyük zevki, akşam vakitleri toplanarak oyunlar oynamaktır. Televizyonla kimsenin arası yoktur. Zaten toplasanız, en fazla yirmi civarında genç vardır. Onlar da birbiriyle kavgalı bile olsalar, kopmuyorlar. Çünkü her ayrılık, yalnızlık demektir. İşte o dönemde, gençlerin buluşmalarından birine katılıyorum. Dışarıdan gelen bizler, yaşadıklarımızı anlatıyoruz. Orada gerçekleşmeyen her olay, gençler için hazine gibidir. Çünkü farklı mekânlardaki farklı yaşantılar, heyecan verir. Aslında şanslı olan asıl kişiler onlardır. Bu kadar huzur dolu ortamı nerde ararsanız arayın, bulamazsınız.
“Nesi güzel” diye bir oyunu çok seviyorlar. Ortaya konulan sandalyede bir kişi oturuyor. Sonra odadaki şeylerden biri seçilerek, sorularla keşfi isteniyor. Sandalyeye otuyor ve sormaya başlıyorum. Kızlardan birinin bana verdiği cevaplara odaklanıyorum. “Nesi güzel”, şeklindeki soruma; “Duruşu güzel, ayakları güzel, önemi çok büyük, gözleri güzel, bağlantıları güzel, sesi güzel” gibi çeşitli yanıtlar veriyor. Öyle cevaplar alınca, başlıyorum onun bunun ismini söylemeye. Ben her isim söylediğimde, kahkahalar gırla gidiyor. Anlam veremiyorum.
Sorunun cevabı ne miydi? Oturduğum sandalye!
Aman Allah’ım. Biz oyunda sandalyeyi bulmaya çalışırken, kız bize hafiften yazılma çabası içindeymiş. Aman efendim köy yeri burası, muhabbet ederken yanlış çağrışımlar can yakar. En akılıca olanı, oyunu güzel tarafında kahkahalarla bırakıp oradan ayrılmaktı, ben de öyle yaptım.
Bazen çevremdeki teknolojik düğmeleri tamamen kapatıp, kendimi karanlığın ortasında yalnız bırakıyorum. Elektromanyetik dalgalar titreşimlerini durdurduğu vakit, hayallerim özgürlüğüne kavuşuyor. Tıpkı güne başlarken, gecenin prizinden şarj olmuş misali…
Emre Türker
picture: deviantart1, deviantart2
Eskiden biz organikle inorganik tanımlarına takılmadan meyvelerimizi yerdik. Ağacın yere döktüğü dikenli kabukları ayağımızla parçalarken, kestanenin taze kokusunu içimize sindirerek mideye gönderirdik. En zevk aldığım şeylerden biri de, babamın ağaca çıkarak minik dallarından koparıp bize attığı kirazın yumuşak dokunuşuydu. Fakat yağmur ertesi zamanda kurtçuklar nasıl ortaya çıkardı, anlam veremezdim. Acaba gökten düşen su damlacıklarının içinde mi saklıydı bu hayvancağızlar. Hele o kaynağından gelen buz gibi suya ne demeli! Yanınızda getirdiğiniz karpuzu altına koyar, buzdolabından yeni çıkmış gibi soğuyan sulu merkezini, dudaklarınızın arasında gezdirirsiniz.
Bu sefer gençliğe adım atılan yıllara gidelim. Saçımızı başımızı beğenmez, ayna karşısında saatlerce kendimizi test ederiz. Aşkın etkili kokusunu duyar, taşkınlıklara engel olamaz, içimizdeki yaramaz veletle çarpışır, henüz yeşeren cinsellikle fırtınayı çağrıştırırız.
Yakın bir arkadaşımın köyüne gitmiştik. Derme çatma tahtalardan özenle yapılmış evlerinde gezinirken sanki yer yerinden oynuyor, yoldan geçen her ağır vasıta, küçük zelzeleler yaşatıyordu. Akşam vakti sohbetlerinden birinde, tepemizde gezinen karanlıktan irkilmiştim.
- Amaaaaan, yarasa bu!
- Eeee nolmuş, hayvan dolanıyor işte.
Şok olduğum anlardan biridir. Bu karanlık düşünceleri çağrıştıran canlı, sanki evde beslenen evcil hayvan misali, rahatça tepemizde dolaşıyordu. Benim kadar kimsenin telaş ettiğini sanmıyorum. Herkes ürünlerden alınacak gelirin hesabını yapmakla meşgul oluyordu. Sivrisineklerden hiç hoşlanmıyordum ama onlar benim kanıma bayılırdı. Eğer bir odada benimle kalan birisi varsa çok şanslıdır. Çünkü sineklerin derdi sadece benimledir. Sabaha kadar ne çok uykusuzluk çekmiştim. Ne gariptir ki, şimdiki uykusuz ve yorgun geçen gecelerin ardından gelen müthiş can sıkıntısı, o dönemlerde hiç olmuyordu. Temiz hava ve horozların çalar saat edasıyla güne merhaba demeleri, sanki size ekstra bir enerji verirdi.
Köydeki gençlerin en büyük zevki, akşam vakitleri toplanarak oyunlar oynamaktır. Televizyonla kimsenin arası yoktur. Zaten toplasanız, en fazla yirmi civarında genç vardır. Onlar da birbiriyle kavgalı bile olsalar, kopmuyorlar. Çünkü her ayrılık, yalnızlık demektir. İşte o dönemde, gençlerin buluşmalarından birine katılıyorum. Dışarıdan gelen bizler, yaşadıklarımızı anlatıyoruz. Orada gerçekleşmeyen her olay, gençler için hazine gibidir. Çünkü farklı mekânlardaki farklı yaşantılar, heyecan verir. Aslında şanslı olan asıl kişiler onlardır. Bu kadar huzur dolu ortamı nerde ararsanız arayın, bulamazsınız.
“Nesi güzel” diye bir oyunu çok seviyorlar. Ortaya konulan sandalyede bir kişi oturuyor. Sonra odadaki şeylerden biri seçilerek, sorularla keşfi isteniyor. Sandalyeye otuyor ve sormaya başlıyorum. Kızlardan birinin bana verdiği cevaplara odaklanıyorum. “Nesi güzel”, şeklindeki soruma; “Duruşu güzel, ayakları güzel, önemi çok büyük, gözleri güzel, bağlantıları güzel, sesi güzel” gibi çeşitli yanıtlar veriyor. Öyle cevaplar alınca, başlıyorum onun bunun ismini söylemeye. Ben her isim söylediğimde, kahkahalar gırla gidiyor. Anlam veremiyorum.
Sorunun cevabı ne miydi? Oturduğum sandalye!
Aman Allah’ım. Biz oyunda sandalyeyi bulmaya çalışırken, kız bize hafiften yazılma çabası içindeymiş. Aman efendim köy yeri burası, muhabbet ederken yanlış çağrışımlar can yakar. En akılıca olanı, oyunu güzel tarafında kahkahalarla bırakıp oradan ayrılmaktı, ben de öyle yaptım.
Bazen çevremdeki teknolojik düğmeleri tamamen kapatıp, kendimi karanlığın ortasında yalnız bırakıyorum. Elektromanyetik dalgalar titreşimlerini durdurduğu vakit, hayallerim özgürlüğüne kavuşuyor. Tıpkı güne başlarken, gecenin prizinden şarj olmuş misali…
Emre Türker
picture: deviantart1, deviantart2
ya ne güzel yazmışssın öle bayıldım.. sölediklerinin hepsine fazlasıyla katılıyorumm.
YanıtlaSilKüçükken her yaz biz köye giderdik diğer arkadaşlarım antalyalara bodrumlara giderken.. İlk önceleri imrenirdim onlara .. Ama şimdi yaşım büyüdü her tafara gittim ama köyün yerinin farklı olduğu anladım.. Şimdi her sene oralara gitmeden duramıyorum.. toprakla oynamakdan , ağaca çıkmadan, inek sağmaktan
Sanırım bazılarına için komik geliyodur bu isteklerim ama benim için ayrı bir zevk....
Kelebeğin Ömrü... Haklısın. Anlamak için her iki hayatı da yaşayabilmek lazım. Başka türlü tahmin etmek zor sanırım.
YanıtlaSilköy dediğin şey hakkaten hoştur, güzeldir, köyü olmayan bahtsızdır hatta o derece..:) yazları giderdik biz de köye.. büyüyünce hiç bişey eskisi gibi olmamaya başladı, ama çocukken bi başkaydı.. güzel yazmışsın, güzel şeyler yazmışsın..
YanıtlaSilbi dost… Biliyor musun o özlemle yazdığım şeylerden eskiden şikâyet ederdim. Sonradan anlayanlardanım ben de. Çocukken başka olmasının sebebi, az şeyle yetinmeyi bildiğimiz, pahalı oyuncakların şekilsiz büyüsüne kapılmadığımız içindir belki.
YanıtlaSilbeni mimlee beni mimleeee:)) ben bu konuda ileride yazıcam...ilham veren sensin kayıtlara geçsinnnn:))
YanıtlaSilyarasaaaymışşş...benim ilk evcil hayvanım bir buzaktı nabeeerrr:))onunla aramızdaki bağ bambaşkaydııı ahhh ahhh:))
yesari... Kayıtlara geçmiştir, sabırsızlıkla bekliyoruz yazını :) Bu arada buzak derken buzağı demek istedin sanırım. :) Kafama göre mimledim seni, konu:
YanıtlaSilaşk mı acıdır, biber mi :)
sen geç dalganı geeeeçççç:)) aşk acısına gelesinn...hıh
YanıtlaSilyesari... O ne kötü dilektir öyle, küserim ha :) Dalga mı geçiyoruz biz. Aşkolsun, torba dolsun yahu.
YanıtlaSilÇok şanslısın bence.
YanıtlaSilSivrisinekler,bedeninden çekmilyosa sen çok sağlıklı bi insansın demektir. :)
Sel... Kan grubuyla alakalı falan diyorlar ama farklı kan grubundan tanıdığım birini de çok kötü ısırıyor. O birşey değil, İzmirde bir cins sinek var ismi aklıma gelmedi, çok kötü sokuyordu. Nerden getirdin beni şimdi sineklere, bak şimdi onlar hakkında yazı yazasım geldi :)
YanıtlaSil