30 Kasım 2009
Paranormal Activity (2007)
Yönetmen: Oren Peli
Süre: 86 dakika
Oyuncular: Katie Featherston, Micah Sloat, Mark Fredrichs, Ashley Palmer, Amber Armstrong
Yıl 2006, San Diego. 8 yaşından beri ruhsal varlıklarla mücadele etmek zorunda kalan Katie (Katie Featherston), erkek arkadaşı Micah’ın (Micah Sloat) yanına yerleşir. Ruhani düşünceleri saçma bulan Micah, olası yaşanacaklar için kamera almıştır. Önce eve medyum (Mark Fredrichs) davet edilir. Fakat medyum, ruhani varlığın çok güçlü olduğunu, onunla uğraşmamaları gerektiğini ve bir an önce bu konuda uzman olan Dr. Abrahams’la bağlantıya geçmeleri gerektiğini söyler. Öneriyi saçma bulan Micah, problemi kendisinin çözeceğini iddia edecektir.
Kameranın çektikleri inanılmazdır. Fakat bu kayıtlar, ruhani varlığı sinirlendirecektir.
Blair Cadısı tarzındaki film, amatör ve sıradan görüntüler şeklinde geçiyor. Fakat finale doğru şüpheler artıyor. Birçok dinde adı geçen varlıklar nedeniyle, dikkatli izleyicilerin çoğunu uykusuz bırakabilir. Korku severler için şiddetle tavsiye edilir.
Emre Türker
Girl on the Bridge (1999)
Orijinal Adı: La fille sur le pont
Tür: Komedi / Dram / Romantik
Yönetmen: Patrice Leconte
Süre: 90 dakika
Oyuncular: Vanessa Paradis, Daniel Auteuil, Frédéric Pfluger, Demetre Georgalas, Catherine Lascault, Isabelle Petit-Jacques, Mireille Mossé, Didier Lemoine, Bertie Cortez, Stéphane Metzger, Claude Aufaure, Farouk Bermouga, Nicolas Donato, Enzo Etokyo, Giorgios Gatzios
Özgürlüğü uğruna 22 yaşında evden kaçan Adele (Vanessa Paradis), yeni bir hayata adım atmıştı. Sevdiği gence kapılıp ailesinden kopmuş, fakat işler istediği gibi yürümemişti. Erkeklerin bakışlarına karşı olan zaafı (düşkünlük, eğilim) nedeniyle, daha sonraki ilişkilerinde de problemler yaşadı. Şanssız ve mutsuz biri olarak, artık hayatın bir anlamı kalmadığına inandı.
Köprüde intihar planları yapan Adele’in yanına, “tükenmiş kadınlar benim sermayem” diyen bir adam yaklaşır. Adı Gabor (Daniel Auteuil) olan bu adam, hedef tahtasındaki kızlara bıçak atarak geçinen bir gösteri cambazıdır. Şanssız olduğuna inanan Adele, tüm sözlere rağmen suya atlayacak, fakat Gabor onu kurtaracaktır. Bu Adele’in ilk şansıdır.
Birlikte oldukları zamanlarda, adeta talihle dalga geçerler. Gabor ve Adele, bir bütünün iki parçası gibidir. Fakat henüz bunun farkına varamamışlardır.
Fasıl heyetinin ezgileriyle başlayan filmin konusu çekici denebilir. Hedeflerini çizemeyen iki insanın hayat yolcuğunu izlerken, zamanın akışına kapılıyorsunuz. Siyah-beyaz olarak çekilen filmde, İstanbul’dan kesitler izleyeceksiniz.
Emre Türker
26 Kasım 2009
Kır Limitin Zincirlerini
İnsanın kapasite gücü, kişiye göre göreceli olabildiği gibi, azimle de doğru orantılıdır. Eğer kapasitenizin üstünde bir şeyler almaya kalkarsanız, bardağın üst limitini aşarsınız. Dolayısıyla su taşacaktır. Bardak dolunca iş biter mi? Hayır! İki yöntem var. Birincisinde, suyu kullanarak yer açarsınız. İkincisinde ise, daha büyük hazneye sahip bardak ararsınız.
Saatlerce ders çalışıyorsun. Başın ağrımaya başladı. Hafif uyuşukluk ve can sıkıntısı ardından, uyku belirtileri kendini gösteriyor. Okuduğun artık aklına girmiyor. Daha 5 saatin var ama artık elden bir şey gelmez. Bu örnekteki çalışma yöntemi doğru mu? Hayır! Saatlerce ders çalışmak, bünyeyi gereksiz yere zorlamaktır. Kazanacağından daha fazlasını kaybedersin. Sonuçlar ardından, başarısızlık fikri ortaya çıkar ve kendini sorgulamaya başlarsın. “Ben mi anlamıyorum, yoksa bir yerde hata mı yapıyorum?” veya “Kafam mı basmıyor?” “Kaç saat çalıştım, daha ne yapayım?” Sorgulamak güzeldir, ama sonunda nedenini araştırırsanız! Eğer 20–40 dakika çalışma aralığı sonunda mola yaparsanız, zihniniz öğrendiklerinizi pekiştirme fırsatı bulur. Ayrıca öğrendiklerinizi başkasına aktararak, hem haznenizi rahatlatmış, hem de kapasiteyi arttırmak üzere zemin hazırlamış olursunuz.
Ekleyerek toparlayalım.
— Çok çalışmak değil, mantıklı çalışmak gerekir. Çok çalışarak kazanabilirsin, ama kapasiteni geliştiremezsin. Örnek: Dolu bir çuvalı, beden gücünüz yettiği sürece ileriye götürebilirsiniz. Fakat el arabası edinirseniz, gitmek istediğiniz mesafe artacaktır.
— Elde ettiklerinizi kullanmak üzere kendinize zaman tanıyın. Para kazandıysanız, tasarruf etmek veya kullanmak için, ders çalıştıysanız dinlenmek için, hatta aşık olduysanız, aşkınızın gidişatını yön vermek için kendinize zaman tanıyın.
— Pastadaki dilimden herkes faydalanabilir. Yani, kafanız basmıyor diye bir şey yok. Her akıl sahibi, bir noktada mutlaka doyuma ulaşır. Kah 10 dakikada, kah 1 saatte, kah 5 saatte.
— Paylaşın. Paylaşmak, insanlık adına en güzel kavram. Ne kadar paylaşırsanız, o kadar alırsınız. Paylaşmak, eldekileri kaybetmek değildir. Çünkü yaşamın devamlılığı açısından paylaşmak çok önemlidir.
— Planlayın. Planlamak, hem kapasitenizi doğru kullanmak, hem de haznenizi arttırmak adına önem taşır. Plan yapmazsanız, zaman faktörünü verimli kullanamazsınız.
Önce istemek lazım. İnsan isterse, istediğini mutlaka alır. Farkında olmak ve istediğini mutlaka almak için de, sevmek gerekir. Severseniz, daha iyi görürsünüz. Gördüklerinize inanmıyor, sevmiyor ve azim sergilemiyorsanız, mevcut kapasitenizle idare etmek zorundasınız.
Emre Türker
24 Kasım 2009
Inglourious Basterds (2009)
Tür: Dram / Savaş
Yönetmen: Quentin Tarantino
Süre: 153 dakika
Oyuncular: Brad Pitt, Mélanie Laurent, Christoph Waltz, Eli Roth, Michael Fassbender, Diane Kruger, Daniel Brühl, Til Schweiger, Gedeon Burkhard, Jacky Ido, B.J. Novak, Omar Doom, August Diehl, Denis Menochet, Sylvester Groth, Martin Wuttke, Mike Myers
Yıl 1941. Fransa, Nazi işgali altındadır. Sezgileri çok kuvvetli olan Yahudi avcısı lakaplı Albay Hans Landa (Christoph Waltz), bir aileyi saklayan çiftlik evine baskın düzenler. Saklandıkları sığınak kurşuna dizilirken, içlerinden sadece Shosanna Dreyfus (Mélanie Laurent) kaçabilmiştir. O da, Albayın sonradan yakalayacağını bildiği emin tavırlar sayesinde…
Amerika’dan gelen ve Almanlar tarafından soysuz piçler olarak tanımlanan bir grup, Nazilere zor anlar yaşatmaktadır. Teğmen Aldo Raine’in (Brad Pitt) önderlik ettiği grup, yakaladıkları tüm Alman askerlerinin kafa derisini yüzmektedir.
Yıl 1944. Fransa’da Alman gecesi planlanır. Hayatta kalmayı başaran Shosanna, adını Emmanuelle Mimieux olarak değiştirerek, halasından kalan sinemayı işletmeye başlamıştır. Fredrick Zoller (Daniel Brühl) isimli bir Nazi askerinin Shosanna’ya olan ilgisi, Alman gecesi planını o sinemaya taşır. Alman gecesine Führer (lider) Adolf Hitler’in (Martin Wuttke) de katılacağı haberiyle, soysuzlar çetesi dahil herkes bir acil plan hazırlığına başlayacaktır.
5 bölümde sahnelenen film, Nazi katliamını anlatan klasiklerindendir. Görüntülerdeki soğukkanlı ifadeler, yönetmen Quentin Tarantino’nun tarzını hissettiriyor. İlginç bir senaryo içermemesine rağmen, Nazi soykırımı, yönetmen ve ünlü oyuncu faktörleri bir araya gelince, filmin popülerleşmesi kaçınılmazdır.
Emre Türker
Nakit Akışı Ölçüm Çeyreği
Yazar: Robert T. Kiyosaki, Sharon L. Lechter
Çeviren: Dilek Şendil
Sayfa Sayısı: 348
Kitap Boyutu: 13,5 x 21 cm
Yayınevi: Alfa Yayınları
Zengin Baba Yoksul Baba kitabıyla bestseller (çok satanlar) başarısı yakalamış yatırımcı-yazar Robert T. Kiyosaki’nin, yardımcı yazar Sharon L. Lechter ile birlikte hazırladığı 2. kitaptır. Zengin babanın öğütlerinden faydalanarak başarı kazanmış Kiyosaki, izlenebilecek yollar hakkında fikir üretiyor.
Kitabın giriş bölümündeki sucu hikâyesiyle, mali zekânın önemine dikkat çekmektedir. İyi kazandığı firmadan ayrılarak hayata atılım yaptığı ilk projelerinin başarısız olması yüzünden 1985’te beş parasız kalan Kiyosaki, düşüş ivmesini mali zekâsı sayesinde değiştirip 1989’da milyoner lakabına ulaşmayı başarıyor.
Nakit Akışı Ölçüm Çeyreği, para kazanmanın 4 gruba ayrılarak anlatıldığı bir kitaptır. Çalışan, serbest meslek sahibi, şirket sahibi ve yatırımcıdan oluşan bu dörtlü, sol taraf ve sağ taraf olmak üzere kendi arasında ikiye ayrılarak tanımlanıyor. Bundan sonrası çeşitli ayrıntılar...
Kitap, yatırım düşüncesine sahip olanları maddeler halinde anlatmış. Bu maddeler, karakterleri renklerle tanımlayan kişilik kitaplarını anımsatıyor. Zaten Kiyosaki'nin öğretileri, “yapabilirsin” düşüncesindeki kişisel gelişimin, yatırıma uygun hale dönüştürülmüş şeklidir. Kitabı okumak istiyorsanız, önce ilk kitabını okumanız tavsiye edilir.
Emre Türker
22 Kasım 2009
2012 (2009)
Yönetmen: Roland Emmerich
Süre: 158 dakika
Oyuncular: John Cusack, Amanda Peet, Chiwetel Ejiofor, Thandie Newton, Oliver Platt, Thomas McCarthy, Woody Harrelson, Danny Glover, Liam James, Morgan Lily, Zlatko Buric, Beatrice Rosen, Alexandre Haussmann, Philippe Haussmann, Johann Urb, Stephen McHattie, Raj Lal
Yıl 2009. Hindistan’ın Deng Naga Bakır Madeni’nde çalışan fizikçi Dr. Satnam, güneşteki patlamaların fiziksel reaksiyonlara neden olduğunu fark eder. Dünyanın çekirdeği gittikçe ısınmaktadır. Davet üzerine bakır madenine gelen jeolog Adrian Helmsley (Chiwetel Ejiofor), durumun ciddiyetini gözleriyle görecektir.
Yıl 2010. Dünyanın sonu yaklaşmaktadır. Olası gerçekler Beyazsaray’dan öğrenildiğinde, tüm dünyadaki devlet başkanları G8 Zirvesi’nde acilen toplanır. Yıl 2011’e geldiğinde, dünyanın en zenginleri uyarılarak, büyük paralar karşılığında güvenceye alınacaktır.
Yayınladığı kitabı piyasada tutulmayan yazar Jackson Curtis (John Cusack), ayrıldığı eşi Kate’e (Amanda Peet) uğrayarak pikniğe gitmek üzere çocuklarını alır. Mutlu günleri anmak üzere Yellowstone’a geldiklerinde, bölgenin hükümet tarafından kapatıldığını görürler. Ne olduğunu anlayamadan, Amerikan askerleri tarafından gözaltına alınırlar. Kampa götürüldüklerinde, yazar kimliğinden Jackson’ı tanıyan jeolog Adrian sayesinde serbest kalırlar. Kamptan ayrılmak üzereyken, önlerine Charlie Frost adında bir çılgın çıkar. Charlie, 2012 yılında kıyametin kopacağıyla ilgili yayın yapmaktadır. Söyledikleri kulağa hiç mantıklı gelmese de, zamanla gerçekler ortaya çıkmaya başlayacaktır.
2012, mayalardan gelen söylevlerden yola çıkarak hazırlanmış bir kıyamet senaryosudur. Film izleyiciye tam bir görsel şölen yaşatıyor. Felaket olasılıkları ise, hayli düşündürücü…
Emre Türker
Riding in Cars with Boys (2001)
Tür: Biyografi / Komedi / Dram
Yönetmen: Penny Marshall
Süre: 132 dakika
Oyuncular: Drew Barrymore, Steve Zahn, Adam Garcia, Brittany Murphy, James Woods, Lorraine Bracco, Rosie Perez, Sara Gilbert, Peter Facinelli, Desmond Harrington, Maggie Gyllenhaal
Beverly Donofrio’nun (Drew Barrymore) kitabındaki şu sözler, filmde geçen olaylar adına iyi bir başlangıçtır.
"Bir günde hayatın değişebilir. Bir günde hayatın kararabilir.
Bütün hayat, her şeyi değiştiren dört ya da beş günden ibaret."
Beverly, Fay (Brittany Murphy) ve Tina (Sara Gilbert), liseli kafadar kızlardır. Fay’in davetli olduğu partiye üçü birden katılır. Beverly, hoşlandığı popüler erkeklerden birine, duygularını açıkladığı mektubu verir. Fakat çocuk mektupla herkesin ortasında dalga geçince, Beverly yıkılır. Kendini kilitlediği banyoda, Ray Hasek’le (Steve Zahn) karşılaşır. Bu tanışma, hayatını değiştirecek andır.
New York'ta üniversite okuyup ünlü bir yazar olma hayalini kuran Beverly, Ray’la eğlencesine başladığı ilişkiden hamile kalır. Hiç hesapta yokken aile baskısı da ortaya çıkınca evlenecek, istediği çizgiden sapmış halde yaşamına devam edecektir. Üstelik küçük oğlu Jason’la ilgilenmesi gerekirken, neredeyse oğlu onunla ilgilenmeye başlayacaktır.
Riding in Cars with Boys, aynı adlı kitaptan sinemaya uyarlanmış, Drew Barrymore’un canlandırdığı Beverly Donofrio’nun biyografisini içeriyor. Filmde Jason’ın doğumuyla birlikte eğlencenin boyutu artıyor. Çünkü Jason karakterindeki sevimli çocuk, bir harika…
Emre Türker
Orphan (2009)
Tür: Dram / Gerilim / Korku
Yönetmen: Jaume Collet-Serra
Süre: 123 dakika
Oyuncular: Vera Farmiga, Peter Sarsgaard, Isabelle Fuhrman, CCH Pounder, Jimmy Bennett, Margo Martindale, Karel Roden, Aryana Engineer, Rosemary Dunsmore, Jamie Young, Lorry Ayers, Brendan Wall, Genelle Williams
3. çocuğunun ölü doğması nedeniyle kâbuslar gören Kate (Vera Farmiga), psikiyatrik yardım almaktadır. Doğuştan sağır kızı Max “Maxine” (Aryana Engineer) ve oğlu Daniel'e (Jimmy Bennett) kardeş olması açısından, eşi John’la (Peter Sarsgaard) konuşup evlat edinmek ister. Kate’in tereddütlerine rağmen psikiyatr Browning (Margo Martindale), onun evlat edinmeye hazır bir anne olduğunu düşünmektedir.
ST. Mariana Kız Yurdu’na gittiklerinde, düzgün konuşan ve güzel resim çizen Esther (Isabelle Fuhrman), dikkatlerini çeker. Evlerinde çıkan yangında ailesini kaybetmiş Rus asıllı Esther’i de yanlarına alarak, oradan ayrılırlar.
Başlarda her şey normal gözükmektedir. Fakat Kate, Esther’in davranışlarında farklılık sezmeye başlar. Bu kızda yanlış bir şeyler vardır, ama ne?
12 yaşındaki Isabelle Fuhrman, Esther rolünü harika oynuyor. “Bu kadarı da fazla” denebilecek sahnelerin varlığı, filmin bütünlüğünü bozmuyor. Zoraki gülümseyen, sert ifadeli ve yaptırım uygulayan Dr. Browning gibi psikiyatrların, güncel hayatta kimsenin karşısına çıkmaması dileğiyle.
Emre Türker
Picture: impawards
20 Kasım 2009
Uğursuzluk Bunun Neresinde?
Kaygılar bu kadar basitleşti mi? Artık nereye gideceğimiz yazı-turaya mı bağlı?
Batıl inanç nerden geliyor? Mantıklı bir nedene bağlayamadığımız bu mitolojik fiskoslara karşı korkaklık, doğuştan mı? Elbette değil. İlimi getirmeye çıkan alimler, fasaryaları da ayıklamadan yanlarına almışlar. Masalları seven halkımız, yeni gerilim hikâyelerini istisnasız olarak kabullenmişler. “Merdiven altından geçme, uğursuzluk getirir” diyen birine, bunu nerden düşündüğünü sorsanız, “çünkü öyle diyorlar” demesi kaçınılmazdır. Oysa kim, ne zaman, nerede ve neden söylemiş? Orası muamma (bilmece, anlaşılmayan, bilinmeyen).
Merdiven olayı, çarmıha dayanan merdivenin uğrusuzluğuyla alakalı bir semboldür. Kara kedi ise, Avrupalı tutucuların dedikoduları. Oysa ikisi de, Mısır döneminde uğur sayılan sembolik düşüncelerdi. 13 rakamı, Hz. İsa’nın son yemeğinde masadaki kişi sayısına denk gelir. Ayrıca 13 rakamıyla ilgili mit (TDK = Geleneksel olarak yayılan veya toplumun hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren alegorik bir anlatımı olan halk hikâyesi, mitos), 12 tanrının ziyafetine kendini zorla kabul ettiren 13. tanrı, yani kötülük tanrısı Loki’nin kışkırtması sonucu, Balder’in öldürülmesiyle ilgilidir. İskandinav efsanelerinde geçen Cuma günü ise, 13 cadının bir araya geldiği toplanma günüdür. Avrupa ve Amerikanın birçok yerinde 13 sayısı kullanılmaz. Otel odası, gemi kamarası ve bina katlarında, 13 sayısına yer verilmez.
Buna karşılık İslam aleminde batıl inanca yer yoktur. Cuma gününün hayrına inanılır. Nitekim Hz. Muhammed (S.A.V), “üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür” diyerek, bu günün önemini dile getirmiştir. 13 sayısı ise, önemli tarihi olaylardaki rakamların, kendi içindeki toplamına denk gelir. 1453 (1+5+4+3=13) İstanbul’un fethi ve 571 (5+7+1=13) Hz. Muhammed’in doğum yılı gibi. Gelgelelim, bunlara rağmen tüm batıl inançlar, mantık kurulmadan aynen kabul edilmiştir.
Bilinçsiz aileler, çocuklarını belli yerlerden uzak tutmak için “orada öcü var, yaklaşma” veya zararlı olduğunu öğretmek adına “kahve içersen simsiyah olursun” gibi yanlış yöntemlere başvururlar. Oysa bu dayatma biçimi, çocuğun ileride yaşayacağı olası bir özgüven eksikliğine yol açabilir. Korkuyu öğrenen çocuk, kaybettiği cesareti bulmak için korkaklıkla savaşmak zorunda kalacaktır. Aslında ortada ne uğur vardır, ne de uğursuzluk.
Sözler, gözlerin yakaladığı görüntü ve kulaktan duyma düşüncelerin, akılda yorumlanarak bir başkasına aktarılma biçimidir. O nedenle direk bir şeye inanmadan önce, akıl sorgulamanızı mutlaka yapıp öyle kabullenin. Yoksa fareli köyde, kavalcının müziğiyle hareket eden farelerden hiçbir farkınız kalmaz.
Emre Türker
19 Kasım 2009
Kim Kime Göre Daha Görgüsüz?
Çeşitli iş deneyimlerim oldu. Bunlardan biri, holding havasını ilk soluduğum andır. Satış-pazarlama bölümünün personeli olarak göreve başlayan, yaklaşık 30 kişilik bir guruptuk. Benim gibi birçok kişinin de ilk büyük şirket deneyimiydi. Öğle vakti geldiğinde, yemek için ara verilmişti. Yemekhane, üniversite yıllarında jeton satın alıp kuyruğa girdiğimiz tabldot (Fr. Seçmesiz yemek) sistemine benzer bir yapıdaydı. Aradaki fark, jeton satın alıp sıraya geçmenin yerini yemek çeklerinin, tabldotun yerini ise Alakart (Fr. seçmeli yemek) restoran sisteminin almasıydı. Fakat bu farkı biz henüz bilmiyorduk…
Yemek sırasında çatal-bıçak-salata gibi şeyleri, insanların nerden ve nasıl aldığını seyretme yöntemiyle hızla öğrenmek, paniklememize neden olmuştu. Aldığımız boş tabakları, her yemek dağıtan aşçıya uzatmaya başladık. Elimizde taşıdığımız yemek tepsisi öyle bir yiyecekle doldu ki, sanki bir aileyi doyurmak üzere stok hazırlıyorduk. Yalnız ben mi? Hayır, benim gibi acemilerden oluşan en az 4–5 kişi. Etrafımızdaki deneyimli holding personeli bizi şaşkınlıkla izlerken, yüzümüz fena halde kızarmıştı. O gün nasıl yemek yediğimizi hatırlamıyorum. Çünkü bir an önce karnımızı doyurup kaçmak istiyorduk. Birbirimize bakıp gülüşürken “sıvışalım” dedik. Yemekler bitmeden, her şeyi masada bırakıp kaçmıştık. Hatırladıkça gülerim.
Yukarıda örneğe benzer birçok şey başınıza gelmiştir. Fast Food (hızlı yemek) restoran sistemi Türkiye’ye gelmeden önce, patates kızartmasını elle yemek nasıl bir duyguydu? Kesinlikle utanç vericiydi. Hatta bugün birçok restoranda, kızarmış patatesleri elle yemeye kalksanız, size hiç de hoş gözle bakmazlar. Oysa hızlı yemek sistemi bu dengeyi alt-üst ederken, size patatesleri elle yediriyor ve paketlenmiş kağıt mendillerle hijyen sağladığınızı düşündürüyor. Fast food yemek zorunda kaldığımda, menü yanında genellikle çatal isterim. Elle yemek bana göre halen doğru olmasa da, çevrenin bakış açısı çoktan değişti bile. Artık çatalla yediğim için bana tuhaf bakıyorlar.
Dünya’da birçok kültür var. Arap kültürü, Çin, Hindistan, Afrika ve daha birçokları... Çevrenizde yaşanan bazı talihsizlikleri veya farklılıkları, direk olarak yargılamayın. Onların bakış açısıyla düşünmeye çalışın. Çünkü hor gördükleriniz, sizi hor görüyor olabilir. Nasıl mı? Bir zamanlar içinde bulunduğum kasabada pideyi çatal bıçakla yemek, kendini beğenmişlik ifadesiydi. Oysa bu döngünün algısı, birçok yerde değişir.
Ayıplama, bir gün sen de ayıplanırsın. Bu işleyişe ben artık daha farklı gözle bakıyorum. Kendi yaşadıklarımdan dolayı olabildiğince eğlenmeye çalışıyorum. Siz kendinize gülmeyi başarırsanız, işin rengi değişmeye başlar. Çünkü eğlencenin ipleri sizin elinize geçer. Çevrenizdekiler ise ancak yaşadığınız mutluluğu ortak olabilir.
Emre Türker
Trick 'r Treat (2008)
Yönetmen: Michael Dougherty
Süre: 82 dakika
Oyuncular: Dylan Baker, Rochelle Aytes, Quinn Lord, Lauren Lee Smith, Moneca Delain, Tahmoh Penikett, Brett Kelly, Britt McKillip, Isabelle Deluce, Jean-Luc Bilodeau, Alberto Ghisi, Samm Todd, Anna Paquin, Brian Cox, Leslie Bibb
Ohio’da ciddiye alınan Cadılar Bayramı, ölülerin ve diğer yaratıların özgürce ortaya çıktığı tek gecedir. Cadılar bayramında bazı önlemler alınır. Bu önlemler, insanların iyiliği içindir. Mesela; yemeden önce dağıtılan şekerlerin kontrol edilmesi, korunma amaçlı balkabağı lambasının söndürülmemesi gibi…
Bir bölgede yaşayan ve birbirinden bağımsız görünen hikâyeleri bağlamaya çalışan film, dağıtılan şekerler ve balkabağı lambasının kehanetiyle ilgili efsaneleri konu alıyor. Bu hikâyede; eğlence arayan kızlar, çocuklar ve aileler var.
Korkunun mizahi anlayışla işlenişi ve konu bakımından dağınık parçalar, izleyen birçok kişiyi memnun etmeyecektir.
Emre Türker
18 Kasım 2009
Şekerpare (1983)
Yönetmen: Atıf Yılmaz
Süre: 84 dakika
Oyuncular: Şener Şen, İlyas Salman, Şevket Altuğ, Yaprak Özdemiroğlu, Ayşen Gruda, Neriman Köksal, Berrin Koper, Ali Taygun, Serra Tuğrul, Ayten Erman, Hüseyin Kutman
Her Perşembe günü, yardımcısı Hurşit (Şevket Altuğ) eliyle haraç toplayan komiser Ziver’den (Şener Şen) artık Galata esnafı yaka silkmeye (bıkmak, usanmak) başlamıştır. Fakat Ziver, aynı zamanda Nazır (Bakan, vekil) efendinin damadı olduğuna da güvenerek, yükselen sesleri kısmayı bilir. Yine isyan eden esnafın karakolu bastığı bir gün, komiser Ziver’in dürüstlük konuşmaları, Galata karakoluna sürgün gelen saf ve dürüst bekçi Cumali’yi (İlyas Salman) çok duygulandırır. Her kim onun düzenbazlığı hakkında konuşmaya kalksa, mutlaka susturacaktır.
Ziver, Nazır efendinin evlatlığı Peker’le (Ayşen Gruda) birlikte olmuştur. Peker’in hamile olduğu anlaşılınca, Ziver onu acilen evlendirmek için saf birini arar. Bu saf, bekçi Cumali olacaktır. Fakat Cumali, hiç görmediği Peker’le evleneceğine dair komiserine söz verse de, tecrübe kazanmaya gittiği genelevdeki hayat kadını Şekerpare’ye (Yaprak Özdemiroğlu) tutulacaktır.
Şener Şen’in usta oyunculuğunda hareketlenen film, izlemeye değer.
Emre Türker
Namuslu (1985)
Yönetmen: Ertem Eğilmez
Süre: 92 dakika
Oyuncular: Şener Şen, Ayşen Gruda, Adile Naşit, Erdal Özyağcılar, Ergün Uçucu, Zihni Küçümen, Necati Bilgiç, Metin Çeliker, Tuncer Sevi, Bilge Zobu, Sevim Çalışırgil, Meray Ülger, Metin Çekmez, Kadri Öğerman, Mehmet Devran, Sevil Uluyol
Ali Rıza (Şener Şen), rüşvette gözü olmayan çalışkan bir devlet memurudur. Ondan başka herkes, işleri parayla yürütmektedir. Nerdeyse uçan kuşa borcu olan ve ödeme zorluğu çeken Ali Rıza’ya, ailesi bile saygı göstermez.
Ödemeler nedeniyle genel müdürün (Ergün Uçucu) talimatıyla merkez bankasına giden Ali Rıza, çıkışta soyguna uğrar. Ne yapacağını bilemediğinden, ilk olarak mesai arkadaşı Remzi’den (Metin Çeliker) telefonla yardım ister. Fakat konuşmaları yanlış anlayan Remzi, Ali Rıza’nın parayı çaldığını ve olaya hırsızlık süsü verdiğini düşünür. Bu yanlış anlama, olayların akışına göre daha da yaygınlaşınca, Ali Rıza’ya olan çevrenin bakış açısı bir anda değişmeye başlayacaktır.
Film, dürüstlük ve düzenbazlık arasında paranın insanı nasıl yönlendirdiğini anlatan, mizahi bir eleştiri niteliğindedir. Türk sinema tarihinin unutulmazları arasında yer alıyor.
Emre Türker
17 Kasım 2009
Koza (1995)
Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan
Süre: 17 dakika
Oyuncular: Fatma Ceylan, Mehmet Emin Ceylan, Turgut Toprak
Siyah-beyaz çekilen bu kısa filmde, yaşam ve ölüm sergileniyor. Görüntüler eşliğinde duyguları aktarmak isteyen yönetmen, konuşmalara yer vermemiş.
Geçmişte mutlu bir çiftin albüm fotoğraflarındaki kareler, yerini gittikçe hüzne bırakıyor. Çünkü gülümseyişler ve yakınlık, son resimlerde soğuk ifadelere dönüşüyor.
Adam, gözlerini yeşilliklerde açar. Kendini toparladıktan sonra, doğadaki yaşamın seslerini dinleyerek tahta kapıdan mezarlığa geçer. Bundan sonraki görüntüler, oluşum ve sonla ilgili.
Sanatsal bir çalışma. Sinemayla derinden ilgilenenlerin görmesi gereken yapımlardan olan Koza, Cannes Film Festivali Uluslararası Kısa Film Yarışması’na katılan ilk Türk filmi olma özelliğini de taşıyor.
Emre Türker
16 Kasım 2009
Züğürt Ağa (1985)
Yönetmen: Nesli Çölgeçen
Süre: 101 dakika
Oyuncular: Şener Şen, Erdal Özyağcılar, Nilgün Nazlı, Füsun Demirel, Atilla Yiğit, Bahri Selin, Can Kolukısa, Ayla Aslancan, Celal Perk, Kemal İnci, Celal Yassıtaş, Kadir Yılmaz
Haraptar Köyü’nün sahibi ağa (Şener Şen), aynı zamanda köy halkının da işverenidir. Ürünleri ekip-biçen halk, ağadan pay almaktadır. Fakat birkaç yıldır süren kuraklık toprağı bitirince, yağmur duasına çıkılır. Fakat sonuç hüsran olacaktır.
Ağanın yanına sığınmak isteyen başıboş Salman’ı (Erdal Özyağcılar), kâhyanın (Can Kolukısa) gözü hiç tutmaz. Fakat Salman’ın kız kardeşi Kiraz’ı (Nilgün Nazlı) gören ağa, onları hanesine kabul eder. Hırsızlığıyla bilinen Salman ise, hemen harekete geçerek köy halkını ağaya karşı kışkırtır. Köylülerin stoklardaki ürünü çalıp kaçmasıyla tükenme noktasına gelen ağanın, köyü satıp şehre göçmekten başka çaresi kalmayacaktır.
Cehalet, sefalet, ihanet ve sonrasında mücadele konularının işlendiği film, Şener Şen’in oynadığı başyapıtlardan biridir. Ağanın babasının “ben garı istiyem” cümlesi, yıllardır dillerden düşmeyen repliklerdendir. Ağanın çocukları para istediğinde; oğluna para verip kızına “sen kızsın sana para yok” demesi, babasının karısı üstüne kuma istemesi ve kadına söz hakkı tanınmaması, toplumdaki sorunlardan eşitliğe olan eleştirel bir bakış açısıdır. Züğürt ağa, özveriyi ve mücadeleyi çok iyi aktaran önemli yapımlardan biridir.
Emre Türker
Zengin Baba Yoksul Baba
Çeviren: Dilek Şendil
Sayfa Sayısı: 253
Kitap Boyutu: 13,5 x 21 cm
Yayınevi: Alfa Yayınları
Sharon L. Lechter, iyi eğitimli, eşi ve çocuklarıyla mutlu bir yaşam süren muhasebecidir. Oğlunun okulla ilgili olumsuzluklarını dinlerken, sözlerinde mantıklı cümleler bulur. Sonrasında yaptığı araştırmalarda Robert T. Kiyosaki’nin varlığından haberdar olur ve seminerlerine katılır. Bu şekilde tanışarak, eğitim ve yayın konusunda birlikte hareket etmeye karar verirler. Sharon, Kiyosaki’nin notlarını toparlamada ona yardımcı olur. Ayrıca, finans konusunda insanları eğitme ve eğlendirme düşüncesiyle, piyasaya Cashflow adlı oyunu sürerler.
Giriş bölümünde Kiyosaki, kendisine akıl hocalığı yapan iki babasından bahseder. Birincisi; evdeki iyi tahsilli, okumayı öğütleyen, sağlamcı karakterdir. Diğer ise; okuldaki öğretilenleri bir kenara koyan, parayı çalıştırmayı öğreten, fırsatçı karakterdir. 2. baba nasıl olur? Şöyle; en yakın arkadaşı Mike’ın babası, ticareti seven bir adamdır. Para konusunda bilgi olarak ne varsa ondan isteyecek ve alacaklardır. Böylece ikinci, yani fikir babası ortaya çıkar. Kendi deyimiyle; biri sosyalist diğeri kapitalist iki baba…
Robert, arkadaşı Mike’a çocukken ortaklık teklif eder. Diş macunu tüplerinden para yapmaya kalkarlar ki, bunun yasadışı olduğunu ailelerinin kahkahalarıyla öğrenirler. İşte bu girişimcilik, ikisini farklı yere taşıyan ilk adım olmuştur. Aslında bu ruh yapısı, içlerinde biraz kolaycılık yattığını gösteriyor. Gerçi kitabı okuyunca, bunu yaşam felsefesi haline geldiğini de anlıyorsunuz. Bu düşünce yapısı, herkesin taraftarı olacağı bir şey değil. Çünkü Kiyosaki, ezilenlerden yararlanmayı da fırsat olarak görüyor.
Ne için çalışmak gerek? Zenginlerin para hakkındaki bildikleri ve beklentileri neler? Kiyosaki’nin kelimelerinden bunlar daha anlamlı hale geliyor. Yazar, size okumanın önemsiz olduğunu söylemiyor. Aksine, daha fazla öğrenmeniz ve gelişmenizin gerekliliğinden bahsediyor.
Bu kitap, kişisel gelişim notlarının ekonomiyle harmanlanmış halidir. Güzel sözler okuyacak, finans dünyasını anlamaya çalışacak ve cesareti hissetmeye çalışacaksınız.
Emre Türker
15 Kasım 2009
Shadowlands (1993)
Tür: Biyografi / Dram / Romantik
Yönetmen: Richard Attenborough
Süre: 115 dakika
Oyuncular: Anthony Hopkins, Debra Winger, Julian Fellowes, Roddy Maude-Roxby, Michael Denison, Andrew Seear, Tim McMullan, John Wood, Andrew Hawkins, Peter Howell, Edward Hardwicke, Robert Flemyng, James Frain, Toby Whithouse, Daniel Goode, Scott Handy, Charles Simon, Giles Oldershaw, Simon Cowell-Parker, Roger Ashton-Griffiths, Pat Keen, Carol Passmore, Howard Lew Lewis, Joseph Mazzello
Yıl 1952. Oxford’da öğretim görevlisi Jack Lewis (Anthony Hopkins), topluma açık konuşmalar yapan Hıristiyanlık savunucularından biridir. Kardeşi Warnie’yle (Edward Hardwicke) yaşayan ve geniş hayal gücüne sahip Jack’in kitapları, İngiltere sınırlarını aşarak Amerika’da ün yapmıştır. Jack, hayranlarından gelen mektupları dikkatle okuyan ve elinden geldiği kadar onlara cevap vermeye çalışan biridir.
Jack’in hayranlarından Amerikalı Joy Gresham (Debra Winger), ona eserleri hakkında fikrini bildiren mektuplar yazmaktadır. Şiirlere tutkulu bir şair olduğunu da dile getirdiği son mektubunda, İngiltere’ye geleceğinden bahsederek Jack’den randevu talep eder. Warnie’nin de katıldığı ilk tanışma sohbetinde, iyi vakit geçirirler. Joy Gresham’ın aile sorunlarına Jack’in sevgi dolu yaklaşımı, onun ziyaretlerinin artış sebebi olacak ve bundan sonraki buluşmalarına, oğlunu da getirecektir.
Film, gerçek bir yaşam öyküsünü içermektedir. Dostları tarafından Jack diye hitap edilen, 1898 – 1963 yılları arasında yaşamış, İrlanda asıllı İngiliz araştırmacı yazar Clive Staples Lewis’in hayatından bir kesittir.
C.S. Lewis, bir dönem J. R. R. Tolkien’le birlikte çalışmış ve onunla yakın arkadaş olmuştur. Türkiye’de en çok tanınan eseri Narnia Günlükleri (The Chronicles of Narnia) serisinin, halen filmleri yapılmaktadır. Bu biyografik bilgiyiyle filmi izlemek, içeriğinde geçen konuşma ve edebi akımlar hakkında izleyiciyi daha fazla aydınlatacaktır.
Emre Türker
14 Kasım 2009
Kaybetmek Hangi Sonun Başlangıcı?
Hayat arkadaşınız sizi terk etti. Şu an kimseyle birlikte olacak durumda değilsiniz. Hiç kimse onun yerine geçemeyecek. Nerede hata yapmış olabilirsiniz? Oysa hatanızı sorgulamış, bilip bilmediğiniz gerçekler nedeniyle özür dilemiştiniz. Fakat yinede geri gelmedi. Üstelik giderken size hiçbir şey söylemeden, masanıza kısa bir ayrılık mektubu bırakmıştı. Elinizde alkollü sert içki şişesi, Barış Manço’nun ezgilerinden “Ayrılık, ayrılık, aman ayrılık” şarkısıyla okumuştunuz yazılanları…
Hayat kötüye mi gidiyor? Acaba doğru görünenler yanlış mıydı? Siz mi hata yaptınız, yoksa bu size kaderin bir oyunu muydu?
Sonuçlar zamana göre renklenir. Bazıları hiç değişmez, bazıları çalışılarak şekillendirilebilir, bazılarının ise ne olacağı belli değildir. İlhan İrem’in sözlerindeki gibi “olanlar olmuş” tur. Öyleyse, dün-bugün-yarın ne oldu, ne olacak?
Geçmişi tanımalısınız. Kendi anılarınızı tekdüze yorumlarsanız, geçmişi anlayamazsınız. Yakın arkadaşlar size yol gösterecektir. Düşüncelerinizi ve dostların sözlerini ele alarak, gerçek bir hakem gibi değerlendirmeler yapın. Eğer geçmiş bir hataysa, hatayı düşünün. Hata sizden mi kaynaklanıyor? Yoksa o başlangıçlara hiç adım atmamak mı gerekiyordu? Örneğin doğru giden ilişkiyi siz mi bozdunuz, yoksa baştan kokmuş bir balığa gönül mü vermiştiniz? Eğer hata sizden kaynaklandıysa, batan gemiden kurtarabileceğiniz şeyleri gözden geçirin. Fakat hata ilişkinin kendisiyse, bazen sil baştan yaşamak en doğrusudur. Böyle durumlarda, sevgilinin geri dönebilme ihtimalleriyle vaktinizi boşa harcamayın.
Hiç düşündünüz mü? Bitmiş ve zarar vermeye başlamış anıların güzel parçalarını zihnin raflarına yerleştirdikçe, acılarınızı hatırlayamazsınız. Mutluluk, hayallerin ateşleyicisidir. Size zarar veren şeyleri mutluluk gibi yorumlarsanız, kaybedersiniz.
Geçmişi neden terk edemiyorsunuz? Oysa geçmiş, her saniye sizi terk etmeye devam ediyor. Eğer onu serbest bırakmazsanız, ruhunuz geçmişte kaybolur. Bedeninizi yakalamaya çalışırken, gelecek kaygısı sizi depresyona sürükleyecektir.
Aynı noktalarda dolanarak düşüncelerinizi köreltmeyin. Hayat fırsatlarla dolu… Bazıları yakalamak için uğraşır, bazıları ise yakalayanlara gıpta ederek (Beğenilen bir kişi veya şeye benzemeyi istemek) yaşar. Siz hangi noktadasınız?
Emre Türker
13 Kasım 2009
Friday the 13th (2009)
Tür: Korku / Gerilim
Yönetmen: Marcus Nispel
Süre: 97 dakika (kesintisiz 106 dakika)
Oyuncular: Jared Padalecki, Danielle Panabaker, Amanda Righetti, Travis Van Winkle, Aaron Yoo, Derek Mears, Jonathan Sadowski, Julianna Guill, Ben Feldman, Arlen Escarpeta, Ryan Hansen, Willa Ford, Nick Mennell, America Olivo, Kyle Davis, Richard Burgi, Chris Coppola, Rosemary Knower, Bob King, Nana Visitor, Stephanie Rhodes, Caleb Guss, Travis Davis
13 Haziran 1980’de, zekâ özürlü bir çocuğa (Jason) sahip çılgın anne, çocuğunu boğmakla suçladığı kamptaki tüm insanları öldürür. Yalnız bir kız kurtulup, deli kadının kafasını palayla koparmıştır. Aslında boğulmamış olan Jason ise geri dönüp, annesinin ölüm anını seyredecek ve olayın ardından palayı alıp uzaklaşacaktır.
Aradan 20 yıl geçer. 5 genç, gizlice ektikleri otları toplamak üzere ormana gelir. Fakat nereye ektiklerini bulamayınca, kamp yapmaya karar verirler. Çadır kurdukları yer, 20 yıl önce katliam nedeniyle kapatılan kampın yanındadır. İşin kötü yanı, Jason geri dönmüştür.
Clay Miller (Jared Padalecki), 1,5 ay önce kaybolan kız kardeşi Whitney’i (Amanda Righetti) aramak için defalarca ormana gelir. O gece farklı bir genç grubu, zengin arkadaşları Trent’in (Travis Van Winkle) evinde toplanmıştır. Kamp ve gençlerin bir araya geldiği ortamda, Jason’ın tekrar ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır.
Jason serisi, yeni versiyonuyla izleyici karşısına çıkıyor. Serinin devamı yeniden çekilecek. Eskisi kadar ilgi görmese de, her şeye rağmen 13. Cuma bir klasiktir. Bu nedenle, hayranlarını sinemaya çekmeye devam edecektir.
Emre Türker
12 Kasım 2009
Banyo (2005)
Yönetmen: Mustafa Altıoklar
Süre: 90 dakika
Oyuncular: Selçuk Yöntem, Burak Segen, Seray Sever, Janset, Demet Evgar, Sermiyan Midyat, Arda Kural
Adnan (Selçuk Yöntem), sevgilisi Hülya’yla (Demet Evgar) bir an önce banyoda birlikte olmak ister. Kapıyı kilitleyen Hülya, karmaşık sorularla Adnan’ı oyalayacaktır. Çünkü hem Adnan’ın karısı Süreyya’ya (Seray Sever), hem de kendi kocası Sinan’a (Sermiyan Midyat), ilişkilerini bildiren bir not bırakmıştır. O notta, buluşacakları yer de yazılıdır.
Planı Hülya’nın dilinden dinleyen Adnan, çılgına döner. Bir an önce banyodan çıkmak isteyecek, fakat Hülya’nın kilitlediği kapıdan dışarı çıkamayacaktır. O sırada, evde bir ses duyulur. Kapı açılır ve içeriye Nesrin (Janset) girer.
Nesrin de kim?
Mustafa Altıoklar, absürt ve kara mizahın dozajını biraz kaçırmış. 6 başlıkta toplanan sahneler başlangıçta ilginçliğini korusa da, sonradan yelkenleri suya bırakıyor (anlamını yitirmeyen başlıyor). İlişkileri konu alan bu sıra dışı yapım, herkese hitap etmiyor.
Emre Türker
11 Kasım 2009
9 (2009)
Tür: Animasyon / Dram / Fantastik / Bilim-Kurgu
Yönetmen: Shane Acker
Süre: 79 dakika
Karanlık odada, yemek masası üzerinde gözlerini açan yarı metalik bir kukla (9), yerde yatan insan cesedini görür. Yanında bulduğu, üzerinde sembolik işaretler olan yarım daire şeklindeki metalik parçayı alarak, büyük savaştan çıkmış görüntüsündeki yeryüzüne, yani dışarıya çıkar. Orada kendi benzeri olan 2’yle karşılaşır. Konuşamayan 9, 2’nin verdiği bir parça sayesinde sesine kavuşur. Fakat aniden ortaya çıkan ve onlara saldıran robot canavar, 2’yle birlikte 9’un sahip olduğu sembolik parçayı alarak, oradan uzaklaşır.
Yaralı 9’u, tek gözlü 5 ve diğerleri bulacaktır. 9, onlardan 2’ye yardım etmelerini istese de, liderleri buna karşı çıkar. Fakat 9, tek gözlü 5’i ikna edip karanlığa doğru yola çıkar. 2’yi kurtarma çalışmalarıyla birlikte sembolik parçanın kehanetini, teknolojik icatların savaşını ve insanlığın sonunu öğreneceklerdir.
Gelişen ve elindekilerle yetinmeyen toplum, yardımlaşma ve cesaret gibi duyguların ağırlıkla vurgulandığı bu animasyonda, mükemmel bir hayal gücü var. Filmin bir karesinde, 1939 yapımı “Wizard Of Oz” filminde Judy Garland’ın söylediği ünlü “Somewhere Over The Rainbow” şarkısını duyacak, soru sormanın ve korkularla yüzleşmenin önemini kavrayacaksınız.
Emre Türker
10 Kasım 2009
Kullanmıyorsan Kaybedersin
İşleyen demir pas tutmaz. Hayatı boyunca düşünmekten, hayal kurmaktan ve uygulamaktan vazgeçmeyenler, yaşam için önemli izler bırakır. Gerek öğüt dolu sözleriyle, gerek fayda içeren soyut veya somut fikirlerle, geride kalanlara kolaylık sağlarlar. Bu tip kişilerin unutulması zordur. Öyle ya; bugün son nefesinizi verseydiniz, aileniz ve yakınlarınız dışında sizi kim hatırlardı? Bu soruya hangi biriniz net ifadeyle “düşüncemi benimseyenler”, “şirketimdeki çalışanlar”, “yardım eli uzattıklarım”, hatta “icatlarımı bilen herkes” gibi yanıtlar verebilir?
Yaşayan toplumun büyük çoğunluğu, hazır yiyicidir. Bu sözlerle anlatılan, asalaklık değil elbet. Başkalarının fikirlerini uygulayan, onların izinden giden, yeni bir başlangıçtan korkanlardır. “Memur zihniyeti”, buna en uygun sözdür. Çünkü genel anlamda düşünülen; “işini yap, başka şeye karışma” “işten eve, evden işe” “garanti iş” tarzı düşünceler, bunu ifade eder. Devlet memurluğu, ortalama yaşam standartları içinde önemli bir görevdir. O nedenle anlatımdaki zihniyet mecazi olup, memuru hedef almaz. Anlatmak istenen şey, farklılık arayışındakilerin düşüncesiyle alakalıdır. İleriyi görmeye çalışan, her noktaya ayak basan ya da üzerinde düşünülmeyen alan bırakmayanlar, yaşamda pek nadir görülen kişilerdir.
İster memur ol, ister işçi,
İster zor geçinen biri ol, ister çalışan veya patron,
Ama asla aklını kullanmaktan vazgeçme…
Spor yaparak, düzenli beden aktiviteleri ve besin takviyesiyle, kaslarını geliştirirsin. Buna eşdeğer olarak;
— Bulmaca ve oyunlarla, aklını zinde tutarsın.
— Kitap okuyarak, kelime haz(ine)neni geliştirir, düşünce ufkunu genişletirsin.
— Yazarak, öğrendiklerini pekiştirir, uygulamada kolaylık sağlarsın.
Fakat bunların hiçbirini yapmazsan; hantal, keyifsiz, stresli, sürekli dinlenme ihtiyacı duyan, televizyon aşığı biri haline gelirsin. Kullanılmayan akıl, fikir, düşünce ve zihin gibi beyinsel kavramlar, zamanla körelir. Araştırmalar, düşünsel anlamda kendini geliştiren ve yaşamında mutluluk arayanlarda, Alzheimer hastalığı (hareket, düşünce ve zekâ işleyişinde bozulma, gerileme.) riskinin azaldığını göstermektedir.
Ünlü düşünürlerden Sokrates’in, “Bildiğim tek şey varsa, o da hiçbir şey bilmediğimdir” cümlesini hatırlayalım. Hayatta öğrenme işi, mezara kadar devam eder. Bazı insanların yaşamdaki son sözleri, onların veda ederken bile düşündüğünü gösteriyor. Hayat; öğrendikçe güzel, bildikçe anlamlı, uyguladıkça daha kolaydır.
Emre Türker
09 Kasım 2009
Yaşama Zenginliği
Yazar: Roz Townsend
Çeviren: Tevfik Ertan
Sayfa Sayısı: 106
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5 cm
Yayınevi: Sistem Yayıncılık
Hüzünlü bir anısıyla giriş yapan Roz, aslında umudu aşılamak için önemli bir mesaj veriyor. Babasının hasta yatağındaki son sözlerinden biri, “Yaşamın tadını çıkarın, eğlenin!” olmuş. Roz’un da okuyucuya tavsiyesi de, “bunu düşünmek için gecikmeyin” olacaktır.
Yazar, diğer kitaplarında olduğu gibi, öz ve sade anlatımıyla genel okuyucuyu hedefliyor. Yaşamın pozitif yanlarından bahsederken, sağlık ve mutluluk kavramlarının şiddetle üzerinde durarak, aile yapısı, çevre ve kişisel anlamda değerlendirmeler yapıyor. Sağlıkta sporun öneminden kilo endişelerine, kişisel anlamda hayallerden mali yaşantınıza kadar, mutluluk kavramı her anlamda aşılamaya çalışmış.
Hemen her bölümün sonundaki anahtar cümlelerle birlikte, kişisel anlamda kendinizi anlamanıza yardımcı olacak soru cümleleriyle, konuyu örneklerle pekiştirmeniz sağlanmaktadır. Günlük tutmanızı öneren yazar, bu anlamda kendinizi daha iyi anlayabileceğinizi umuyor. Ayrıca birebir görüşmelerden, yaşam zenginliğini kaybetmiş ya da kaybetmeye yüz tutmuş bazı insanların hayatlarından örneklerle, bakış açınıza nasıl renk katabileceğinizin farkında olmanız isteniyor.
Roz Townsend’in kitapları (Okuma Zenginliği, Öğrenme Zenginliği), sistem yayıncılığın geliştiren kitaplar dizisinde yer almaktadır. Her kitabından olduğunu gibi, neşeli karikatürlerle okuduklarınızın akılda yer etmesi amaçlanmıştır. Yaşama Zenginliği, zevkle okunabilecek, satış kaygısı içermeyen sade bir kitaptır.
Emre Türker
08 Kasım 2009
(500) Days of Summer (2009)
Tür: Komedi / Dram / Romantik
Yönetmen: Marc Webb
Süre: 95 dakika
Oyuncular: Joseph Gordon-Levitt, Zooey Deschanel, Geoffrey Arend, Chloe Moretz, Matthew Gray Gubler, Clark Gregg, Patricia Belcher, Rachel Boston, Minka Kelly, Ian Reed Kesler, Darryl Alan Reed, Valente Rodriguez, Yvette Nicole Brown, Nicole Vicius, Natalie Boren
AUTHOR’S NOTE: The following is a work of fiction.
Any resemblance to persons living or dead is purely coincidental.
Especially Jenny Beckman.
Bitch.
“Olaylar tamamen kurgudur. Biriyle herhangi bir benzerlik görürseniz, tesadüftür.” Bu tarz cümleler ardından, gizemli isim Jenny Beckman’a “sürtük” diyerek başlangıç yapan film, farklılık ve çekiciliği yakalamış konusuyla hafızalara kazınacaktır.
New Jersey’li Tom Hansen’e (Joseph Gordon-Levitt) göre aşk, doğru kişiyi bulduğunda yakalayacağın mutluluktur. Oysa Michigan’lı Summer Finn (Zooey Deschanel) için aşk, hiçbir anlam ifade etmemektedir. Aşkın iki farklı yüzü, fakat birbirinin ruh ikizi olan Tom ve Jenny, aynı şirkette çalışmıştı. Başlangıçları bir tesadüftü ama sonuçta birlikte oldular. Onlara uzanan sihirli değnek kaybolmuş ve ilişkileri bitmişti.
Summer’ın gidişi ardından bunalıma giren Tom, belki onu unutmalıydı. Belki de geri kazanmalıydı. Ortada yaşanmış bir aşk vardı, geride kalanlar ise kalıntılar…
(500) Days of Summer; ilişkiyi öyle güzel anlatıyor, beklenti ve gerçekleri öyle güzel sunuyor ki, hayran olmamak elde değil. Geçmişte yaşanan aşk sorgulanacak, değer yargıları incelenecektir. Bu da; eğlenceli, dramatik, romantik ve eleştirel açıdan yorumlanarak yapılacaktır.
Başlangıçta adı geçen, sonradan bir asla yer verilmeyen Jenny Beckman olayı, çıkmazları olan bir labirent. İnternette yayılan dedikodularla, olası görüntülerinin fanları ve karşıtları türemiş, gruplarının üyeleri hızla çoğalmıştır. Facebook’ta yönlendirilen kişi gerçek mi, böyle biri var mı, yoksa bu başlangıç tümüyle reklam mı? Kesinlik kazanmış değil. Her halükarda, bu filmi mutlaka izleyin.
Emre Türker
Kronik Yorgunluk Sendromu
Çeviren: Mehmet Z. Sungur, Nur Velidedeoğlu Kavuncu
Sayfa Sayısı: 82
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5 cm
Yayınevi: Psikonet Yayınları
Arka kapakta ve içeriğindeki “bu rehberin amacı” bölümünde, “bu kitap, yaklaşık 10 ile 18 yaş arası genç insanlar için yazılmıştır” cümlesinin ardından, “ama daha genç ve daha yaşlı insanlar için de faydalı olabilir” diyor. Gençler için rehber sloganıyla yola çıksa da, her bireye yardımı dokunabilir.
Aylarca bitmek bilmeyen yorgunluk hissi, tıbbi nedeni açıklanamıyorsa, KYS (kronik yorgunluk sendromu) olarak tanımlanıyor. Kitabın amacı, bilişsel ve davranışçı terapi (BDT) yöntemiyle, bu problemle başa çıkmayı öğretmektir. Okuyup kenara atabileceğiniz değil, arada bir yararlanacağınız kaynaktır.
Kitap, bir günde tamamlanacak kadar kısa, uzun süre uygulanabilecek kadar geniştir. Günlük yaşantıyı planlamanın ve uyku düzenini sağlamanın faydaları üzerinde durulmuş. Bunlar, bilinen ama çoğu zaman uygulanmayan ayrıntılardır. Son bölümde, sınav endişesi taşıyan öğrencilere hazırlık niteliğinde notlar bulunmaktadır.
Kitabın fiziksel yapısına gelince: Kitabın cildi sağlamdır. Baskıdaki sayfa düzeni, şu ana kadar yayınlanmış kitaplarda pek tercih edilmeyen “iki yana yasla” yöntemiyle hazırlanmış. Yani, satır sonlarına sığmayan kelimeler, kesme işaretiyle ayrılmıyor. Bu nedenle kelimeler arası derin boşluklar, dikkat çekebilir. Fakat sondaki kelimelerin kesme işaretiyle ayrılmamış olması, okumayı kolaylaştırıyor. Standartların üzerindeki yazı tipi boyutu, küçük yaştaki okuyucuların güçlük çekmemesi için düşünülmüş olabilir.
Emre Türker
06 Kasım 2009
Transformers: Revenge of the Fallen (2009)
Tür: Aksiyon / Macera / Bilim-Kurgu
Yönetmen: Michael Bay
Süre: 150 dakika
Oyuncular: Shia LaBeouf, Megan Fox, Josh Duhamel, Tyrese Gibson, John Turturro, Ramon Rodriguez, Kevin Dunn, Julie White, Isabel Lucas, John Benjamin Hickey, Matthew Marsden, Andrew Howard, Michael Papajohn, Glenn Morshower, John Eric Bentley, Erin Naas, Rainn Wilson, America Olivo, Aaron Hill, Jareb Dauplaise
Deceptionların olası saldırılarına karşı insanlar, autobotlarla birleşerek Nest timini kurdular. Çin’in Şanghay şehrinde görülen 2 deception, autobotlar tarafından durdurulmuş, fakat çatışma sırasında şehir büyük zarar görmüştür. Pentagon’da sözü geçen bazı yetkililer, Autobotlarla yapılan işbirliğine karşıdır. Deceptionların, onlara karşı intikam için dünyaya saldırdığını iddia ederler. Fakat durum farklıdır. Deceptionların efendisi Fallen, dünyaya hükmetmek için yeniden hazırlık yapmaktadır.
Sam Witwicky (Shia LaBeouf), o yıl üniversiteye başlayacaktır. Evinde Allspark’tan (robotlara hayat veren küp) bir parça bulup onu elinden düşürünce, küçük çaplı bir oluşum gerçekleşir. Bu hareket, küp parçalarına ulaşmak isteyen deceptionların dikkatini çeker. Üstelik parçaya dokunan Sam’in zihin kapasitesi artarken, esrarengiz semboller de görmeye başlamıştır. Bu semboller, deceptionların yeni saldırı planlarında önemli bir anahtar olunca, autobotlar Sam’i korumak için yeniden harekete geçerler.
En az ilki kadar hareketli geçen film, heyecan yaşatmaya devam ediyor. Bazı bölümlerdeki abartı sahneler çizgiyi iyice aşsa da, bunlar hayranlarını rahatsız etmeyecektir.
Emre Türker
Öğrenme Zenginliği
Çeviren: Pelin Sıral
Sayfa Sayısı: 162
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5 cm
Yayınevi: Sistem Yayıncılık
Yazar, kitabın önsözünde kendisiyle ilgili güzel bir anısından bahsetmiş. Eşiyle birlikte bahar temizliği yaparken, bir dostu yanlarına uğruyor. Duvar boyama aşamasında, pürüzleri ve lekeleri görünce, ona gülerek “Biliyorum, bu işte yenisin ama başlamadan önce alttaki eski boyayı, örümcek ağlarını ve tozları temizlersen, yaptığın iş daha kalıcı olur” diyor. Öğrenme işini bununla pekiştirmiş. Yeni bir şey öğrenirken, eski öğrendiklerinizden kendinizi arındırırsanız, öğrenmede zorluk çekmezsiniz, diyor. Eski bildiklerinizle kendinizi göstermeye çalışırsanız, ne kadar bilmediğinizin farkına varamazsınız. Bu, önceki öğrendiklerinizin kötü olduğu anlamına gelmiyor. İyi pekiştirmek için, yeni bilgileri tam kavramak gerekir. Yazar, aslında buradaki kişisel örneğiyle, öğrenmeyi okuyucusuna öğretme konusunda iddialı bir başlangıç yapmış. Önyargılı olmadan, onu izleyin.
Öğrenme Zenginliği, Doğan Cüceloğlu’nun editörlüğünü yaptığı “Geliştiren Kitaplar Dizisi” içinde yer almaktadır.
Roz Townsend, birçok bilgi kaynağını özetleyip onları karikatürlerle süsleyerek, öğretilerini iyi bir şekilde sunuyor. Townsend, Anthony Robbins’in öncülüğünü yaptığı “ateş yürüyüşü” seminerlerine katılmış ve uygulamış biridir. Bu uygulama, kişilere cesareti öğretme açısında yapılan önemli bir aşamadır. Anthony Robbins, Sınırsız Güç adlı kitabında bundan belli aralıklarla bahsetmiştir. Fakat uzman gözetimi olmadan yapılması tavsiye edilmez.
Kitabın içeriğinde; rahatlama yöntemi, göz alıştırmaları ve besinlerle ilgili önemli hatırlatmalar var. Yazarın anlatım dilinin anlaşılır ve sade olmasına artı olarak, eğlenerek öğretmeyi amaç edinmesi, bilgiyi almayı daha kolaylaştırıyor. Her yaşta okuyucuya hitap edebilen güzel bir kaynak ve gelişim yayınıdır.
Emre Türker
05 Kasım 2009
Bestseller Fanatikliği
Asiliğimin en üst seviyesindeki üniversite yıllarında, bestseller (çok satan kitap) takındım vardı. “Reklâm bunlar kardeşim”, “kime göre büyük”, “Popüler akım gelip geçicidir, etkili olanları başka yerde ara” gibi bir sürü sloganvari düşüncelerle bu oyundan kaçmışımdır. Hatta “neden bestseller diyorsunuz ki, çok satan desenize” sözleriyle, dile yapışmış yabancılıktan milleti kendimce kurtarmaya çalışırdım.
Ne değişti?
Değişen topluma ayak diremek zordur. Ne kadar karşı koysanız da, görmezden gelinen konular sizi karanlıkta bırakabiliyor.
Öyleyse yapılması gereken, popülerlik ve değişim arasında, doğru olanı görebilmektir.
Asilikten bahsetmiştim. Sanal ortama ulaşmak için cızırtılı seslerle bağlantı kurduğumuz, ardından sayfaları görebilmek için saatlerce ekran ışığına kilitlendiğimiz dönemlerde, internet bir lükstü. Bu nedenle Türkiye için henüz faydalı değildi. Hal böyle olunca, kimse okuduklarına yorum yapamıyordu. Bazen yayın organlarının popülaritesine güveniyor, bazen arkadaş tavsiyesine uyuyor, bazen de kafamızın dikine gidiyorduk. Ben, kafamın dikine gitmeyi tercih ettim. Özellikle bilinmeyenleri ortaya çıkarmaya çalışırken, kitaplığım yarı çöplük haline gelmeye başlamıştı. Bu sırada fazlasıyla yıprandığımın farkına vardım. Ortada bir sorun vardı ve bunun sebebini tam olarak ben de bilmiyordum.
Yazarın kalifiye (Fr. - Nitelikli) olması, satıştaki bir romanın kalitesindeki tek etken değildir. Kâğıdın, cildin, montajın, dizginin, yabancı yayınlar için çevirmenin ve hatta editörün kalitesi de çok önemlidir. Eski bir "Küçük Prens" hayranı olarak, yayınlanmış birçok kitaba sahip sayılırım. Koleksiyonumdaki bazı kitapların sayfaları parçalanmış durumda. Bazı çevirmenlerin kalıplarıyla okumak tat vermiyor. Bazılarının sayfa düzeni de göze hitap etmiyor. Böyle olunca, doğal olarak “hangi küçük prens?” diyorsunuz. Çevirinin kalitesizliği, yazarın duygu bütünlüğünü bozuyor. Dil bilmek, çeviri için yeterli değildir. Edebi dil bilmek ve cümleleri iyi tanımak gerekir. Bu yüzden kitap seçerken, yazar kadar çevirmen de incelenmelidir. Deneyin, farkı zamanla anlamaya başlayacaksınız.
Bir kitap nasıl bestseller olur?
Birçok etken var. En bilinir kurallar; reklâm başta olmak üzere okuyucunun övgüsü, anlatımdaki kalite ve eserin güncelliğini koruyabilirliğidir.
Her bestseller iyi midir?
Belki evet, belki hayır. Beğeni kişiye göre şekillenir. Fakat çoğunluğun övgüsünü kazanmak, tepkilerden sıyrılmayı sağlar. Bir kitap alırken, şunlara dikkat etmeniz önerilir:
— Kitabı almadan önce, tarzı sizi etkiliyor mu? Bu soruyu kendinize sorun.
— Yorumların içeriğine bolca göz atın. Bu sayede kitabın bütünü hakkında önemli bilgiye sahip olursunuz. Fakat kitapçılardaki personelin sözünü tam kaynak almayın. Çünkü onlar, ellerindekini satmak durumundadır.
— Kitabın dünya çapındaki geçerliliğini araştırın. (Her “bir numara” gerçek değildir.)
— Yayınevinin genel tarzını inceleyin. Bazıları göze hitap ederken, bazıları ruha hitap eder. Yani sadece cebini düşünen yayınevleri için kitabın kalitesi önemli değildir.
— Seçerken, çok fazla radikal olmayın. Gelişmek ve geniş düşünmek açısından, bazen farklı şeyleri de gözlemlemek gerekir.
— Kitapları laf olsun diye almayın. Onlar rafları değil, düşlerinizi süslesin. Birçok popüler kitap, sadece evde bulunsun diye alınıyor. Oysa öyle popüler kitaplar var ki, sadece güncel olduğu için zamanı geçtiğinde hiçbir değeri kalmıyor.
Etkisi kuvvetli, ruhunuza dost ve arayışınıza sonuç kitapların sizi bulması ve düşüncenizdeki rafları süslemesi dileğiyle…
Emre Türker
Picture: flickr
04 Kasım 2009
Bu Kaldırımlar Kimin?
—Niye?
—Araba çarpar da ondan.
—Ama kaldırımda yer yok ki?
—!!!?
Çocuklara kaldırımdan yürümeyi öğretmek, en önemli öğütlerden biriydi. Ya şimdi? Özellikle büyük şehirlerde kaç yetişkin kaldırımdan yürüyor? Fakat bu yazılanların kaldırımdan yürümediğiniz için uyarı olduğunu sanmayın! Kaldırımdan yürümek tarihe karıştı. Artık kaldırımlarda yer yok, yaşasın yoldan yürümek!
Gökdelenleri gördüğümüzde hayranlıkla baktığımız o sakin dönemlerde, sabah kalktıktan sonra evden çıkıp gezinmek, parkta oturmak ve güvercinlerin uçuşmalarını seyretmek, en keyif aldığım huzuru bulmak şekillerinden biriydi. Fakat şimdi, sabah uyandıktan sonra dışarıya çıkmak istemiyorum. Dışarıya çıktığımda huzurumun kaçacağından korkuyorum.
Evden çıktığımda eğer yağmur yağıyorsa, belediyelerin sürekli yap-bozu haline gelmiş kaldırımlarda yürürken, ya bastığım ya da birinin yanımdan geçen bastığı oynak taş altından sıçrayan pis su, kıyafete aksesuar oluyor. Sigara içenlerin arkasından yürürken genzimizi tıkayan zehirli duman, temiz havayı görmemizi engelliyor. Bir de o sigaraların ellerde taşınırken sağa sola çarpıp yakması (sonra özür dileniyor, özür kabahatinden büyük), yerlere atılması (hatta yanık bir şekilde fırlatılması), ayrı olay... Bir tiryaki bile, içmediği anda başkasının dumanından rahatsız olur, içmeyen nasıl olmasın!
Kenarlarda araçların park etmesini önlemek veya kalabalığın geçişini rahatlatmak için, bazı yollardaki kaldırımlar genişletiliyor. İşte bu andan itibaren parselleme işi başlıyor. Dükkân sahipleri, araç engeli için yapılan banketlerin yerine, sökülüp takılabilir düzenek hazırlıyorlar. Ayrıca inşaat yapılırken çıkarılan molozlar, kaldırımlara yığılıyor. Hatta bununla da yetinmeyip, bir şekilde kaldırımın o kısmını tamamen kapatıyorlar. Kimi işletmeler ise, sigara yasağını sebep gösterip kaldırımlara yayılmaya başlıyor. Kaldırımda yaya için yürüyecek alan yok.
Geç vakitlerde oluşan boşluktan faydalanan araç sahipleri, geliştirdikleri akrobatik hareketlerle, araçlarını kaldırıma çıkarmayı başarıyor. Ne zaman gece dışarı çıksam, mutlaka bu akrobatik şoförlerin park ettiği araçları görebiliyorum. Siz de görebilirsiniz.
İnsan sayısı fena arttı. Yapacak bir şey yok. Fakat bu kalabalık nedeniyle kaldırımda adım atmakta zorlanıyoruz. Artık arabaların gidiş-geliş yön şeritleri gibi kaldırımlara da çizgi çekseler, hiç şaşırmayacağız. Üstelik kaldırımlar bu kadar sorunken yolda yürümeyi bilmeyenler, ayrı bir problem oluşturuyor. Dükkân önlerinde vitrinlere bakarken yolu tıkayan, 3–4 kişi yan yana yürüyüp başkasına hak tanımayan, grup halinde yol ortasında selamlaşırken dakikalarca sohbet eden vs.
İyisi mi siz yol ile kaldırım arasındaki yerden sessizce yolunuza devam edin. Kaldırımlar artık güvenli değil. İyi yürüyüşler…
Emre Türker
Tosun Paşa (1976)
Yönetmen: Kartal Tibet
Süre: 86 dakika
Oyuncular: Kemal Sunal, Müjde Ar, Şener Sen, Adile Naşit, Ayşen Gruda, Ergin Orbey, İhsan Bilsev, Zihni Göktay, Tuncay Gürel, Bilge Zobu, Günfer Feray, Oya Aydonat, Filiz Toprak, Mete Sezer, Oktar Durukan, Akil Öztuna, Sıtkı Akçatepe, Nevin Güler, Ayten Erman, Hikmet Gül
Osmanlı saltanatının Mısır’a kadar uzandığı yıllarda, İskenderiye’de bulunan Yeşil Vadi, iki itibarlı aile tarafından paylaşılamamaktadır. Tellioğulları ve Seferoğulları’nın kavgası şiddetlenince, İskenderiye beyi Daver bey (Mete Sezer), toprak hâkimiyetinin kimde olacağı konusunda karar vermek üzere onları konağına davet eder. Yıllardır süren bu kavgayı çözmek için vereceği kararı beklemelerini ister.
Durumu lehine çevirmek isteyen Tellioğlu Lütfü (Şener Şen), Daver beyin kızı Leyla’yı (Müjde Ar) kendine istemek üzere harekete geçer. Fakat Seferoğulları da aynı şeyi düşünmüş, üstelik Leyla da Seferoğlu Suphi’yi beğenmiştir. Lütfü, yenilgiyi kabul etmez. Uşakları Şaban’ı (Kemal Sunal), Daver’in ve Seferoğlulları’nın şimdiye kadar hiç görmediği ünlü Tosun Paşa kılığına sokarak, işleri lehine çevirmeye çalışacaktır.
Tosun Paşa, Türk sinemasının komedi türünde, unutulmazlar arasında yer alır. Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen, tekrar gösterimlerinden asla bıktırmayan bir yapımdır. İç huzur açısından adeta terapi sayılabilecek bu filmi arşivlemekte fayda var.
Emre Türker
03 Kasım 2009
Değirmen (1986)
Yönetmen: Atıf Yılmaz
Süre: 98 dakika
Oyuncular: Şener Şen, Serap Aksoy, Ali Erkazan, Orhan Çağman, Taner Barlas, Tarik Pabuçcuoğlu, Erol Durak, Necdet Yakın, Oktay Sözbir, Uluer Süer, Kemal İnci, Cihat Tamer, Nuri Tuğ, Yalçın Güzelce, Ekrem Dümer, Bilgehan Oğuz, Ayhan Tanrıver, Suna Tanrıver, Azmi Örses, Atilla Oğultekin, Niyazi Er, Ehat Alinçe, Server Mutlu, Kemal Aygen, Cem Meto, Mehmet İnce
Yıl 1914. Sarıpınar Kaymakamı Halil Hilmi bey (Şener Şen), karısının baskısıyla Kızancıklı Naciye’nin (Serap Aksoy) ilçeden sürgün edilmesi için Mutasarrıf’a (Tanzimat sonrası Osmanlı yönetim örgütünde, illerle ilçeler arasındaki bölüme bakan kişi –kaynak TDK) yazı gönderince, cevabı içeren telgraf Jandarma Hurşit’in (Ali Erkazan) eliyle kaymakama ulaşır. Bu yardım talebi, mutasarrıfın hiç hoşuna gitmemiştir. Sorunu çözmek isteyen kaymakam, Naciye’yi (Nam-ı diğer Nadya hanım) uyarmak için makamına çağırtır. Odasında ağzına geleni söyleyen kaymakam, Naciye’nin cilvelerinden kendini kurtaramaz.
Ömer Bey, Naciye’nin dansözlük yaptığı bağ evinin sahibidir. Halil Hilmi beyi ağız oyunlarıyla kandırarak mekânına davet etmeyi başarır. O gece sarhoş olan Halil Hilmi ve arkadaşları, Naciye’nin dansöz gösterisiyle sarsılan mekânda zelzele olduğunu zannederek, büyük panikle kendilerini dışarı atarlar. Deprem telaşıyla yayılan dedikodunun şehir sınırlarını aşıp Osmanlı hanedanına kadar ulaşması, ortalığı karıştıracaktır.
Değirmen, Reşat Nuri Güntekin’in aynı isimli romanından uyarlanmış bir filmdir. Halkın yaşadığı sefaletin görmezden gelinmesi, çıkan karmaşalardan yararlanmaya çalışanların acımasızlığı ve çeşitli söz oyunları, mizahi bir anlatımla harika işlenmiştir.
Emre Türker
picture: filimadami
This Revolution (2005)
Tür: Dram / Romantik / Gerilim
Yönetmen: Stephen Marshall
Süre: 95 dakika
Oyuncular: Rosario Dawson, Nathan Crooker, Amy Redford, Brett DelBuono, Brendan Sexton III, Immortal Technique, Robert Bela, Cynthia Garrett, Ned Silverman, Brett Berg, Jermaine Chambers, Gavin Bellour
Amerikan askerleriyle Irak’ta bulunmuş muhabir Jake’in (Nathan Crooker) yaptığı haber ve görüntülerin çoğu yayınlanmaz. Jake Cassavetes’in tarzı, genelde tarafsız kalma ve işini doğru yapma yönündedir. Kendisi de bu inançla hareket ederek, çekimlerini ve röportajlarını sürdürmektedir.
Tina’nın (Rosario Dawson) Irak’a giden kocası, geriye dönmemiştir. Olanlardan haberi olmayan Richie (Brett DelBuono), babasının geri döneceğini düşünse de, bazı tersliklerin farkındadır. Haber arabası yakınlarında Richie’nin dolaşmasıyla ilgili yanlış anlaşılma, Jake ve Tina’nın tanışmasını sağlayacak, bu karşılaşma Jake’in hayatına bir sıcaklık getirecektir.
Filmde, bir muhabirin yaşamından yola çıkarak, haberciliğin esasları üzerinde durulmuştur. Genel anlamda belgesel niteliğe daha yakın olan This Revolution, fazlasıyla mesaj içeriyor. Medya, gazetecilik ve basın özgürlüğü gibi konulara ilgi duyanların seveceği türden…
Emre Türker
02 Kasım 2009
Cahillikler Kitabı
Çeviren: Cihan Aslı Filiz, Emre Ergüven
Sayfa Sayısı: 278
Kitap Boyutu: 13 x 23,3 cm
Yayınevi: NTV Yayınları
NTV yayınları; gerek dergiler olsun, gerekse kitaplarda, bilimi popüler yönden ele alarak, konuları daha okunaklı hale getirmeyi başarıyor. Cahillikler Kitabı, yayınlandığı andan itibaren çoksatanlar listesindeki yerini uzun süre korudu. Hayvanlar alemini ele alan 2. kitabın ardından, Dr. Werner Bartens’in yazdığı, sağlık konularıyla ilgili bilmediklerimize yanıt veren serinin 3. kitabı çıkmıştır.
Cahillikler Kitabı, bu tarzda yazılmış ilk kitap değildir. Örneğin, Mark Leyner ve Dr. Billy Goldberg, “Ancak üç kadeh içtikten sonra bir doktora soracağınız türden yüzlerde soru” diyerek, sağlık bakımından ilginç sorularla okuyucuya araştırmalarını sunmuştur. Aslında bu tür soru ve yanıtları, e-mail yöntemiyle belli zaman aralıklarında alıyor ve gülümsüyordunuz. Burada anlatılanlar, biraz daha ayrıntılı, biraz daha bilimsel… Önemsiz gibi görünen küçük ayrıntılar, görmediğiniz noktaları yakalamanıza, bakış açınızı değiştirmenize yol açacaktır. Kitapta, “Tükenmez kalemi kim icat etti?”, “Dünyanın en acı biberi nerede yetişir?”, “ ‘Güçlü olan hayatta kalır’ sözünü ilk kullanan kim?” gibi, çok fazla aklımıza getirmediğimiz sorular mevcuttur.
Cahillikler kitabı, kimi zaman şıklarla sorulara yanıt istiyor, kimi zaman mizahi yaklaşımla bilginizi sınıyor. Mesela; “Danimarka piliçleri gok-gok diye, Alman piliçleri gak-gak diye, Tayland piliçleri guk guk diye, Hollanda piliçleri tok tok diye, Finlandiya ve Macar piliçleri kot kot diye, Türk piliçleri gıt gıt diye öter. Daha üstün olan Fransız tavuklarıysa, kot kot kodat diye öter.” gibi gülümseten cevaplarla sık karşılaşacaksınız.
Son başlıklarda, Osmanlı ve Türk tarihiyle ilgili değişik sorular ve yanıtları mevcut. Gerek kısa yolculuklarda, gerek birilerini beklerken veya kafanızı dağıtmak için okuyabilir, öğrendiklerinizi anlatıp eğlenebilirsiniz. Ayrıca kitap iyi ciltlenmiş olduğundan, sayfalar kolayca dağılmıyor. Bu durum, kitapları arşivleyip saklayanlar için önemli bir ayrıntıdır.
Emre Türker
Benny & Joon (1993)
Yönetmen: Jeremiah S. Chechik
Süre: 98 dakika
Oyuncular: Johnny Depp, Mary Stuart Masterson, Aidan Quinn, Julianne Moore, Oliver Platt, CCH Pounder, Dan Hedaya, Joe Grifasi, William H. Macy, Liane Alexandra Curtis, Eileen Ryan, Don Hamilton, Waldo Larson
Oto tamirhanesi işleten Benny (Aidan Quinn) ve akıl hastası kız kardeşi Joon (Mary Stuart Masterson), aynı evi paylaşmaktadır. Dengesiz tavırlar sergileyen ve resim odasına kimseyi yaklaştırmayan Joon’la ilgilenmesi için tutulan hizmetçiler, çok fazla dayanamadan evden kaçmaktadır. Doktoru, onun bir bakımevine verilmesi önerse de, Benny bu duruma karşı çıkmaktadır.
Arkadaşlarıyla, evde kullandıkları eşyalara bahse girerek oynadıkları poker partileri, Benny’nin vazgeçilmezleri arasındadır. Evde yalnız kalmaması için artık Joon da Poker partilerine gelmeye başlamıştır. Oyuna girmeye geç kalan Benny’nin yerine kardeşi Joon geçince, olanlar olur. Oyunculardan Mike (Joe Grifasi), 26 yaşındaki okuma yazma bilmeyen ve sürekli eski filmleri izleyerek vakit geçiren dengesiz kuzeni Sam’i (Johnny Depp), pokerde Joon’a vermiştir.
Benny, kardeşi yetmezmiş gibi bir de Sam’a bakacağını düşünürken, yanılır. Çünkü Sam, kardeşi Joon’la mükemmel vakit geçirmeye başlayacak, bir bakıma hizmetçi sorunu çözülmüş olacaktır.
Eğlenceli geçen film, Johnny Depp’in oyunculuğuyla harika şekilleniyor. İzlenmesi tavsiyedir.
Emre Türker
Hidalgo (2004)
Yönetmen: Joe Johnston
Süre: 136 dakika
Oyuncular: Viggo Mortensen, Zuleikha Robinson, Omar Sharif, Louise Lombard, Adam Alexi-Malle, Saïd Taghmaoui, Silas Carson, Harsh Nayyar, J.K. Simmons, Adoni Maropis, Victor Talmadge, Peter Mensah, Joshua Wolf Coleman, Elizabeth Berridge, C. Thomas Howell
29 Aralık 1980 yılında, Yaralı Diz Deresi’ndeki tüm Kızılderili kabilesi, Amerikan süvari birlikleri tarafından katledilmiştir. Mustang cinsi atıyla sayısız yarış kazanan efsanevi kovboy Frank Hopkins (Viggo Mortensen), bu olayın ardından yarışları bırakıp kendini içkiye vermiş, göçebe gösteri çadırında şov yapmaya başlamıştır. Hopkins’in dünyanın en iyi ve en dayanıklı atına sahip olduğu iddiasına, gösteriyi izleyen Arap şeyhinin temsilcisi karşı çıkar. Hopkins’e, asırlardır düzenlenen Arap çöllerindeki yarışa katılması için meydan okur. Öncesinde karışı çıkan Hopkins, sonunda atı Hidalgo’yla yarışa katılmaya razı olur.
Çöldeki bu yarışta, şartların zor olması sadece bir başlangıçtır. Çünkü koşu sırasında kimse kimseye yardım etmeyecek, ölüm sadece kader olarak yorumlanacaktır.
Mustang, İspanyolların Amerika’ya götürdüğü atlardan bozkırlara kaçan yabani atlardır. Tabiatı olduğu gibi seven Kızılderililer, bu özgür atları çok severdi. 1865 – 1951 yılları arasında yaşamış Frank Hopkins için, anlatılanların efsane olduğu kabul edilir. Kimilerine göre masal, kimine göre fazlasıyla gerçektir.
Hidalgo, klasik bir at yarışı filmi değildir. Irkçılık, bencillik, yardımlaşma, nefret ve sevgi gibi duyguları içinde barındıran, insanlığı sorgulayan bir yapımdır.
Emre Türker