Yazar: John Katzenbach
Sayfa Sayısı: 491
Kitap Boyutu: 13,5 x 21
Yayınevi: KORİDOR
Psikanalist Dr. Ricky (Frederick) Starks, 53. doğum gününde tehdit dolu bir mektup alır.
“53. doğum günün kutlu olsun doktor. Ölümünün ilk gününe hoş geldin.”
Bu cümlelerle başlayan mektup, doktorun intiharını istemektedir. Üstelik bunun için kendisine 15 günlük süre verilmiştir. Eğer Dr. Ricky söylenileni yapmazsa, mektupta belirtilen 52 kişilik akraba grubundan birileri yavaş yavaş öldürülecektir.
Acaba böyle bir kâbus neden başlamıştı? Bu kâbus ne derece gerçekti?
O günden itibaren Ricky’nin hayatında, yolunda gitmeyen bir şeyler olmaya başlar. Hastaları ve akrabaları kadar, kariyeri ve yatırımları da tehlikededir. Her attığı adım, bir bataklık misali onu karanlığa doğru yavaşça çeker. Ricky bir şeyler yapmalıdır. Fakat gittikçe çıkmaza doğru sürüklendiğinden, tek kurtuluş kapısı ölüm gibi görünmektedir. Hayatının bundan sonraki dilimini bir anda çöpe atmak ve bunların neden başına geldiğini öğrenmeden ölüme teslim olmak, ne derece kabullenilebilir?
PSİKO analist, son yıllarda beni baştan sona etkisi altına alan, bir sonraki aşamada ne olacak diye merakla beklediğim, üç bölümden oluşan harika bir polisiye-gerilim türü. Jean Christophe Grange’in Kızıl Nehirler adlı romanı kadar güzel. 1950 doğumlu Amerika’nın popüler yazarlarından John Katzenbach’ın 12 romanı var. PSİKO analist, Türkçeye çevrilen ilk romanı. Sanırım diğer kitaplarının çevirisi de gecikmeyecektir. Şiddetle tavsiye ederim.
Emre Türker
13 Şubat 2012
04 Şubat 2012
Klon
Yazar: Kevin Guilfoile
Sayfa Sayısı: 517
Kitap Boyutu: 13,5 x 21
Yayınevi: KORİDOR
Çeviren: Yasemin Özden Kanca
Orijinal Adı: Cast Of Shadows
Martha ve Terry Finn çifti, klonlama konusunda uzman doktor Davis Moore ile görüşmelerinde, klonlama yöntemiyle dünyaya getirmek istedikleri bir çocuk hakkında ön bilgi alıyorlardı. Kanunen DNA ile klonlama yöntemi konusunda net şekilde serbestlik sağlanmamış olması ve klonlamaya karşı çevrenin aşırı tepkisi, işleri zorlaştırmaktaydı. Terry bu konuda ne kadar tedirgin ve şüpheci ise de, Martha kocasının tersine bir o kadar hevesli ve istekliydi.
Davis Moore, kendisine yapılan bir suikast girişiminden yaralanarak kurtulmuş, buna rağmen işinden vazgeçmemişti. “Tanrı’nın Kudretli Elleri” isimli dini bir grup/örgüt ne kadar dikkatleri üstlerine çekseler de, onlara karşı suçlama getirilebilecek net kanıtlar elde edilememişti.
Northwood şehrindeki bir giyim mağazasında yönetici asistanı olarak çalışan 17 yaşındaki Davis’in kızı Anna Katherine, mağazasının kapanışına denk gelen saatlerde vahşice öldürülür. İlk bulgulara göre Anna’ya tecavüz edilmiş, hırpalanmış ve boğularak öldürülmüştü.
Polis katili bulmakta başarılı olamayınca, elde kanıt olarak saklanan Anna’nın kıyafetleri, babası Davis’e teslim edilir. Fakat teslimatta polisin gözden kaçırdığı bir ayrıntı vardır. Kızın saç diplerinden alınan ve spermle eşleştirilen DNA analizi. Bu ayrıntı, doktor Davis’in aklına şeytani bir fikir getirir. Şimdi olmasa bile, bir gün kızının katilini görme şansı elde etmek ve onun gözlerinin içine bakabilmek…
Kitabın içeriğinde yer alan Gölge Evren oyunu, insanı biraz çileden çıkarabiliyor. Sanal dünya içindeki aksiyonu biraz abartılı buldum. Yazar, oyunu bir şekilde gerçek yaşam içine adapte etmekte başarılı olsa bile, bu yine de bir sanal oyun içinde çok fazla zaman harcandığı gerçeğini değiştirmez. Kitapta böyle birtakım mantık yanlışlıkları da bulunuyor. Yapmanız gereken, işin tıbbi yönü ya da bilimselliği değil, polisiye kurgusu üzerinde durmak olacaktır. Eğer bu mantık yanlışları ile ilgili takıntılarınız yoksa, kitabın ortalarından itibaren daha bir hareketli, merak uyandıran anlatımın içinde heyecanla kavrulabilirsiniz. Şahsen 500 sayfalık bu romanı bir çırpıda zorlanmadan okuyup bitirdim. Polisiye severlere güzel bir alternatif olacaktır.
Emre Türker
Sayfa Sayısı: 517
Kitap Boyutu: 13,5 x 21
Yayınevi: KORİDOR
Çeviren: Yasemin Özden Kanca
Orijinal Adı: Cast Of Shadows
Martha ve Terry Finn çifti, klonlama konusunda uzman doktor Davis Moore ile görüşmelerinde, klonlama yöntemiyle dünyaya getirmek istedikleri bir çocuk hakkında ön bilgi alıyorlardı. Kanunen DNA ile klonlama yöntemi konusunda net şekilde serbestlik sağlanmamış olması ve klonlamaya karşı çevrenin aşırı tepkisi, işleri zorlaştırmaktaydı. Terry bu konuda ne kadar tedirgin ve şüpheci ise de, Martha kocasının tersine bir o kadar hevesli ve istekliydi.
Davis Moore, kendisine yapılan bir suikast girişiminden yaralanarak kurtulmuş, buna rağmen işinden vazgeçmemişti. “Tanrı’nın Kudretli Elleri” isimli dini bir grup/örgüt ne kadar dikkatleri üstlerine çekseler de, onlara karşı suçlama getirilebilecek net kanıtlar elde edilememişti.
Northwood şehrindeki bir giyim mağazasında yönetici asistanı olarak çalışan 17 yaşındaki Davis’in kızı Anna Katherine, mağazasının kapanışına denk gelen saatlerde vahşice öldürülür. İlk bulgulara göre Anna’ya tecavüz edilmiş, hırpalanmış ve boğularak öldürülmüştü.
Polis katili bulmakta başarılı olamayınca, elde kanıt olarak saklanan Anna’nın kıyafetleri, babası Davis’e teslim edilir. Fakat teslimatta polisin gözden kaçırdığı bir ayrıntı vardır. Kızın saç diplerinden alınan ve spermle eşleştirilen DNA analizi. Bu ayrıntı, doktor Davis’in aklına şeytani bir fikir getirir. Şimdi olmasa bile, bir gün kızının katilini görme şansı elde etmek ve onun gözlerinin içine bakabilmek…
Kitabın içeriğinde yer alan Gölge Evren oyunu, insanı biraz çileden çıkarabiliyor. Sanal dünya içindeki aksiyonu biraz abartılı buldum. Yazar, oyunu bir şekilde gerçek yaşam içine adapte etmekte başarılı olsa bile, bu yine de bir sanal oyun içinde çok fazla zaman harcandığı gerçeğini değiştirmez. Kitapta böyle birtakım mantık yanlışlıkları da bulunuyor. Yapmanız gereken, işin tıbbi yönü ya da bilimselliği değil, polisiye kurgusu üzerinde durmak olacaktır. Eğer bu mantık yanlışları ile ilgili takıntılarınız yoksa, kitabın ortalarından itibaren daha bir hareketli, merak uyandıran anlatımın içinde heyecanla kavrulabilirsiniz. Şahsen 500 sayfalık bu romanı bir çırpıda zorlanmadan okuyup bitirdim. Polisiye severlere güzel bir alternatif olacaktır.
Emre Türker
03 Şubat 2012
Ruha Yatırım İçin Gişe Sırasında Bekliyorum
Çocukken, gelecek ve geçmiş kaygısı olmadan, beden kaynaklı düşünürsünüz. Ağlamalar, sızlamalar, gülüşler, genel olarak anlık tepkilerdir. Ruha gömülen değerler, ancak derin yara izleri ve derin mutluluk ifadeleri olabilir.
Gençlik yılları, bedenin ve ruhun tavan yaptığı dönem. Yani bedeni kullanır, ruhla hissedersiniz. Hayatın dönüm noktası olan gençlik, sizin çizginizi belli eder.
Orta ve ilerleyen yaşlarda beden, ruha karşı yenik düşmeye başlar. Fakat aksine ruhen daha fazla kuvvetlenirsiniz. “Şimdi gençlik yıllarıma dönebilsem” lafları bundan ötürüdür. Değiştirmek imkânsız olsa da, gençliği zihninizde tekrar tekrar yaşayarak, ruhunuza duş etkisi yaptırırsınız.
Maddi ve manevi olarak yaşamda çok kere kazanmışlık ve çok kere kaybetmişliğimiz vardır. Pişmanlıklar, mutluluklar, acılar vs. duygular, bedenin ruha temas ettiği noktada oluşan kalıcı benler. O yüzdendir ki, ruhu tatmin etmezseniz, gerçek mutluluğu yakalayamazsınız. Ruhu gerçekten tatmin etmek istiyorsanız, boş şeylerle köşe kapmaca oynamayacaksınız.
Büyük miktarlarda paralar geçti önümden,
Tıpkı kaybettiğim büyük miktarları içine alıp yutan anaforlar gibi…
Öyle ki, bazı büyük sandığım mutluluklar,
aslen bir kibrit çöpünün yanıp kül olmasından farklı değilmiş, onu öğrendim.
Ne zaman birilerinin ceplerini, hırsını, gözlerini doldurmak için daha fazla çabaladığını görsem, derin bir ah çekerim. Çünkü olumlu yönden mantık, his, düşünce ve kalp gibi değerlerle daimi ruhu doyurmadıkça, kazanmış sayılmazsınız. Kaybettiklerinizden ders alıp, eldekilerle mutlu olmaya çalışmalı ve sonunda kazancı planlamalısınız. O nedenle de argo tabirle fasfiso laflara, boş lakırtılara geçit vermeden, siz de o geçitte fazla oyalanmadan, yolunuza devam etmelisiniz.
Cepler dolar, cepler boşalır.
Bir kumdan kale gibidir somut şeyler,
bir dalga gelir imrenerek baktığınız oluşumları dümdüz eder
ve siz, suyun geri çekilmesi ardından,
milyonlarca kum tanesi içinde kaybolur gidersiniz.
Hayat kısa… Maddiyatı topağa götüremezsiniz. Fakat ne kadar soyut değerleri ve çevrenizi zenginleştirirseniz, o kadar ölümsüz olursunuz.
Emre Türker
Picture: deviantart
Gençlik yılları, bedenin ve ruhun tavan yaptığı dönem. Yani bedeni kullanır, ruhla hissedersiniz. Hayatın dönüm noktası olan gençlik, sizin çizginizi belli eder.
Orta ve ilerleyen yaşlarda beden, ruha karşı yenik düşmeye başlar. Fakat aksine ruhen daha fazla kuvvetlenirsiniz. “Şimdi gençlik yıllarıma dönebilsem” lafları bundan ötürüdür. Değiştirmek imkânsız olsa da, gençliği zihninizde tekrar tekrar yaşayarak, ruhunuza duş etkisi yaptırırsınız.
Maddi ve manevi olarak yaşamda çok kere kazanmışlık ve çok kere kaybetmişliğimiz vardır. Pişmanlıklar, mutluluklar, acılar vs. duygular, bedenin ruha temas ettiği noktada oluşan kalıcı benler. O yüzdendir ki, ruhu tatmin etmezseniz, gerçek mutluluğu yakalayamazsınız. Ruhu gerçekten tatmin etmek istiyorsanız, boş şeylerle köşe kapmaca oynamayacaksınız.
Büyük miktarlarda paralar geçti önümden,
Tıpkı kaybettiğim büyük miktarları içine alıp yutan anaforlar gibi…
Öyle ki, bazı büyük sandığım mutluluklar,
aslen bir kibrit çöpünün yanıp kül olmasından farklı değilmiş, onu öğrendim.
Ne zaman birilerinin ceplerini, hırsını, gözlerini doldurmak için daha fazla çabaladığını görsem, derin bir ah çekerim. Çünkü olumlu yönden mantık, his, düşünce ve kalp gibi değerlerle daimi ruhu doyurmadıkça, kazanmış sayılmazsınız. Kaybettiklerinizden ders alıp, eldekilerle mutlu olmaya çalışmalı ve sonunda kazancı planlamalısınız. O nedenle de argo tabirle fasfiso laflara, boş lakırtılara geçit vermeden, siz de o geçitte fazla oyalanmadan, yolunuza devam etmelisiniz.
Cepler dolar, cepler boşalır.
Bir kumdan kale gibidir somut şeyler,
bir dalga gelir imrenerek baktığınız oluşumları dümdüz eder
ve siz, suyun geri çekilmesi ardından,
milyonlarca kum tanesi içinde kaybolur gidersiniz.
Hayat kısa… Maddiyatı topağa götüremezsiniz. Fakat ne kadar soyut değerleri ve çevrenizi zenginleştirirseniz, o kadar ölümsüz olursunuz.
Emre Türker
Picture: deviantart
01 Şubat 2012
Okuduklarımın Hepsini Anladım İnşallah!
Dua ile Zihin Açmak, Hafızayı Kuvvetlendirmek, Zekâ’yı Geliştirmek Mümkün mü?
Hafızayla ilgili pek çok konuya değinmiştik. Kısa özet geçecek olursak, zekâ, doğuştan gelen bir çeşit yetenek. İnsan olarak mevcut zekâyı değiştirmek mümkün olmasa da, kapasiteyi arttırmak mümkün. Aile, çevre, eğitim, okuma ve kendini geliştirmek için çalışma, zekâya katkıda bulunan, kapasitede etkisi bilinen değerler.[ALINTI başlangıcı] Wikipedia’da belirtilen bilgiye göre:
Uluslararası İnsan Ömrünü Uzatma Merkezi [2] 2001 yılında yayınladığı bir raporda, 14-16. sayfalar arasında hafızayı formda tutmak için şu önerilerde bulunmaktadır:
—Sürekli öğrenme, eğitim ve okuma ile entelektüel aktiflik,
—Kan dolaşımını hızlandıracak spor egzersizleri ile fiziksel aktivite,
—Sosyalleşmek
—Stresi azaltmak
—Düzenli uyku
—Dengeli beslenme
—Depresyon ve duygusal iniş çıkışlardan kaçınmak (wikipedia) [ALINTI sonu]
Peki tüm bunların yanında, inanç ne kadar etkili?
İnanç, insanın değer yargısına göre değişkenlik gösteren bir hissiyat. Üniversite yıllarında sevdiğim bir arkadaşımla bu konu üzerinde biraz derinlemesine konuşmamız olmuştu. Arkadaşım bana, “İnanç olarak net bir şey iddia edemem. Belki başkalarının, belki benim, belki de saçma bulduğum herhangi bir toplumun inancı doğrudur. Fakat ben inanç konusunda şöyle düşünüyorum. Bir beklentim olduğunda, kendi çabamın dışında, ruhumu da doyurmalıyım. Böyle bir durumda, ruhen ve zihnen, kimden yardım isteyebilirim ki?” Bu cümle, değerli sözler içeriyor.
O kadar dua ettim, gene de sınav kötü geçti! Bu söz, genelde dile dökülmeksizin, içten gelen bir isyanın çığlıklarıdır. Siz elinizden geleni yapar ve bir aksilik olmaması için yardım istersiniz. Olması gereken durum budur. Sınav, tavlada zar atmaya benzemez. Testlerde şans eseri tutturma şansınız var ama bunu daimi kılma şansınız yok. Önce çaba göstermeniz gerek.
Hayatta birilerinin yanınızda olduğunu bilmek, size güven aşılayacaktır. Hedefe doğru adım atarken zorlandığınız bir anda kalben yapılan dua, başarıya ilk adım sayılır. Dua, zihninizin rahatlama noktasına temas eder. Huzur, stresle savaşır. Ayrıca öğrenmeye çalıştığınız çabalarınızın aklınızda yer etmesi konusunda bir çeşit raf görevi görür.
İnancın ya da duanın şeklinin ne olduğu konusunda herhangi bir ayrıntıya girmek, konuyu farklı boyuta çekecektir. O boyutu bir kenara bırakırsak, inancı ve duayı serbest koşulda değerlendirebiliriz. İnançla yapılan el açma (dua), stresi azaltmaya yardımcı olur. Eğer yeteri kadar çalışır, çabalar, emek verir ve sonuçta inanırsanız, dua size güç verir ve başarı adına kurduğunuz bir cümlenizin noktası olur. Belki ilk seferde başarılı olamayabilirsiniz ama eğer inancınızı kaybetmezseniz, mutlu sona bir şekilde ulaşırsınız. Yeterki inanın…
Emre Türker
Picture: deviantart
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)