4 katlı bir apartmanın en üst katında otururduk. Evin pencereleri sokağa değil, bahçeye bakardı. Apartmanın zemin katında rahmetli Fuat amcanın bakkalı vardı. Bakkalda; un, şeker vs gibi malzemeler kalmamışsa, evdekileri durumdan haberdar etmek için apartmanın ara boşluğundan “anneeeeee” diye avazım çıktığı kadar bağırırdım. 10 dakikalık bir çabanın ardından, annem balkona çıkar, “nooooldu” diye sorardı. Yani kısaca, bakkaldan alınması gereken ihtiyaç nedir, yoksa yerine ne alınmalıdır, herkes duyardı.
Çok acil durumlar olur ya! Mesela uzaktan bir yakınımız kasabamıza gelir, geçerken bize uğrar. Öyle bir durumda telefonla iletişim olmadığından, alternatif çözümler üretilir. “Koş oğlum babanı filanca yerden… (lokal, kahvehane vs.) çağır gelsin, Mustafa amcanlar geldi dersin. Gelirken ekmek alsın…”
Siyah beyaz televizyonumuzu hatırlarım. Ardından Saba marka bir renkli televizyon almıştık. Renkli çizgi film izlemek ne de keyif vermişti anlatamam. O dönem antenli yayınların zirvesindeydik. En ufak bir rüzgârda anten döner, ekranda görüntü karıncalanırdı. Babam çatıya, ben balkona, annem de durumu anlatmak için ekran karşısına… Babam “düzeldi miiii?” diye sorarken, annem “biraz önce düzelmişti, gene gitti” diye cevap verir, ben de onların arasındaki iletişim cihazı vazifesi görürdüm. En sıkıntılı iş ise, anteni düzeltmek olsa gerek ki, hiç yaşamadım. Ceremesini çekmişse, babam çekmiştir.
Hatırladığım kadarıyla renksiz televizyonumuzda 4 kanal tuşu, renkli televizyonumuzda ise 8 kanal tuşu vardı. Tek kanal döneminde problem yoktu ama ikinci kanalın çıkışıyla beraber, kumanda sorunu başladı. Tabi sürekli “çat çut” basmaya uygun olmayan televizyonun kanalları bozulmaya yüz tuttu. Kanalları ayarlamak için tornavida gibi ucu olan bir aletle, cihazın ayar kısmını döndüre döndüre net görüntüyü yakalamaya çalışırdık.
Karadeniz’in kıyısında bir kasabada otururdum. Çok temiz havalarda “Romanya bastırdı” diye bir muhabbet olurdu. Romanya bastırdığında, bizim yerel kanal biraz karıncalanır ve gölgelenir, sonra Romanya’nın kanalları görünmeye başlardı. Biz de anlamını bilmediğimiz bu geçici kanala pek bir rağbet eder, seyrettikçe güler ve eğlenirdik.
Çevirmeli telefon ilk çıktığında, telefona bakmak için yarış halinde koşardık (şimdi başkasına baktırmak için uğraşıyoruz ya). Bir süre sonra tuşlu telefonlar çıkmış, onlara hayranlıkla bakmıştık. Ne de olsa çevirmeli rakamlar 4’lü 5’li hanelerden fazlalaşmaya başlayınca, çevirmek hem güç olmuş, hem de hata yapma riski yükselmişti.
Hayatta en keyif aldığım şeylerden biri mektup olmuştur. Sayfalar dolusu yazı yazar, boşluklara karikatür çizer, bazı harfleri ve resimleri, renkli kalemlerle boyardık. Hem mektubu almak, hem beklemek, hem de gelen mektubu okumak bir başka eğlenceliydi. Sonra bir gün, teknoloji gelişme aşamalarında, bilgisayarda yazılmış ve çıktısı alınmış bir mektup aldım ve her şey değişti. Şimdi sadece sevimsiz faturalar ve reklam kâğıtları düşüyor kapımdan içeri.
Emre Türker
Picture: deviantart1, deviantart2