31 Mart 2011

Başarısızlık Yanlışlarla Ölçülür Mü?

Hayatta Dört Yanlış Bir Doğruyu Götürür Mü?
Yoksa Dört Yanlış Bir Doğruya Mı Götürür?
Seval, derslerinde başarılı olmak için çalışan, fakat biraz telaşlı, biraz çekingen ve tedirgin bir yapıya sahiptir. Matematik öğretmeni sınıfta birkaç soruyu ödev olarak verir ve anlattıklarını, öğrencilerden evde çalışmasını ister. Seval, o geceyi dersini çalışarak geçirir.

Bir sonraki gün derste, öğretmeni Seval’i tahtaya kaldırır. Tahtada yazılı olan soruyu çözmesini ister. Seval heyecanlanır. Bildiği soruyu, korku nedeniyle panik halinde yanlış çözer. Öğretmen, suratının ortasına bir tokat patlatır ve “Elli kere anlattım, hala çözemiyorsun, gerizekalı” der.

Örnek ne kadar sinir bozucu olsa da, bu tarz şeyler maalesef yaşanıyor. Oysa bir öğretmenin ilk görevi, eğitmek olmalı. Eğitimi verebilecek öğretmenin, iyi eğitilmiş olması ve bunu aktarabilecek kapasiteye sahip olması, diğer önemli bir noktadır. Eğitimin yapısını tanıyan, empati kurabilen, yürekten anlatıp içten dinleyen bir öğretmen, zaten iyi öğretecektir.

Başarmak üzere çıkılan her yolda mutlak yanlışlar olacaktır. Yanlış, kişiyi doğruya bir adım daha yaklaştırır. Fakat bu yanlışı, bilinçsiz yola çıkıp “ne oldum delisi” bir yapıyla karıştırmamak gerek. Cehalet yolunda giderken dimdik ayakta durmak zaten olası değildir.

Başarılı olan kişi, hatasını görüp ondan ders alan, her hatanın onu doğruya bir adım daha yaklaştırdığına inanan ve inancını koruyan kişidir. Başarısızlık ise, aynı yanlışlar üzerinde defalarca doğru sonuca ulaşmak isteyenlerin eseridir.

Yukarıdaki örneğe dönelim. Nice öğretmenler vardır ki, önemsiz gördüğü öğrencileri ilgisizliğe terk edip nice cevherleri, değerini görmeden toprağa gömerler. Nice öğretmenler vardır ki, her öğrencisini birer cevher olarak görüp onlara özenle ışık verir ve parıldamasını sağlar. Tarih, öğrenciliğinde değeri anlaşılamamış, konuşmaya geç başlayan ve içine kapanık bir çocukluk yaşayan Albert Einstein gibi dehalarla doludur.

Emre Türker

Picture: deviantart, flickr1, flickr2

23 Mart 2011

Sürü Psikolojisi ve Akran Etkisi

Ellerimde Ve Ayaklarımda İpler Var, Ben Bir Kukla Mıyım?
Sonucun ne olduğunu kesin olarak bildiğiniz halde, çevrenizdekilerin yanlışlarına kapılıp, doğru çizgiden uzaklaştığınız oldu mu?

Bu yapı, toplumda “sürü psikolojisi” olarak tanınan düşüncenin, mantıksal bir yanılgı halidir. Yani, herkes ne yapıyorsa ben de onu yaparım, durumun yanlış olması ve bunu benim biliyor olduğum sonucu değiştirmez.

Kurumsal şirketler, belli aralıklarda eğitim toplantıları düzenler. Orada konuşmacılar, eğer size yeni uygulamalardan bahsedecekse, bazen şöyle yorum isterler. “Şirketin bu düşüncesini yanlış bulan var mı?” Çok radikal gruplar olmadığı sürece, yanlış bildiğini açıklamada birçok kişi çekimser kalır. Çünkü “millet ne der?” ya da “yöneticilerim benim hakkında ne düşünür?” şeklindeki iç ses, eleştirinin dış sese dönüşmesini engeller. Fakat birkaç kişi, radikal kararlarla “bunlar yanlış” diyerek diğerlerine ön ayak olursa, yanlışı bulanların sayısı gittikçe artmaya başlayacaktır. Aslında provokasyon (kışkırma) da böyle bir şeydir.

Çevre etkeni, akran baskısıyla birleşirse, tesirini arttıracaktır. Akran, bir toplumdaki aynı meslek, yaş gibi etkenleri ifade eden kavramdır. Eğer bir grupla birlikte takılıyorsanız, o grubun sizi etkilemesi daha muhtemeldir. Bu durumu ele almak üzere, Asch isimli araştırmacı, 1955 yılında bir araştırma yapar. Asch Deneyi’nde (The Asch Experiment), bir masaya 5 kişi oturtulur. Onlardan, büyük kartlarla gösterilen iki doğru çizgiyi eşleştirmeleri istenir. A kartında bir düz çizgi, B kartında ise, biri eş olmak üzere 3 farklı çizgi bulunmaktadır. Bu arada 5 denekten 4’ü, deneyde anlaşmalı olarak hareket ederken, 5. kişi bu durumdan habersizdir. İlk olarak yanıt veren anlaşmalı 4 kişi, aynı yanlış cevabı hiç tereddütsüz olarak söyler. Bu durum 5. kişiyi oldukça rahatsız eder. İlk başta doğru yanıtı söylese de, sonraki sorularda ilk 4 kişinin yanlışına uymaya başlar.



Hayatta yanlış olduğunu bile bile, yanlışı destekleyenlerin sayısı oldukça fazladır. Örneğin; fanatiği olduğunuz bir takım, grup ya da lider, size göre yanlışı destekliyorsa, bu durum sizi rahatsız eder. Fakat onları desteklemeye muhtemelen devam edersiniz. Bireyler çevreye, doğru davranış ve beğenilme arzularıyla uyum sağlar. Ayrıca; çevrenin büyüklüğü, bütünsel düşünceler, verilen sözler ve vaatler de uyumu etkilemektedir.

Eğitimle birlikte edinilen bilgi, birçok durumda kişinin cankurtaran simididir. Çünkü bilgiden emin oldukça, yanlışı daha iyi sorgularsınız. Bireysel arzular ve iddiacılığı bunun dışında tutarsak, olayları sorgulamak, insanı olgunlaştırır. Öyle ki, durumun yanlışıyla ilgili çevreye verilen olumlu ispatlar, sizi toplumda vazgeçilmez bir konuma getirebilir. Böylece sürüye uyan değil, sürüyü yönlendiren, hatta yöneten konumuna geçersiniz.

Emre Türker

Picture: deviantart
karikatür: Selçuk Erdem

21 Mart 2011

Otorite Sizi Suça Teşvik Edebilir Mi?

Suç sonrası suçlunun kim olduğu, toplum yapısı içinde farklı düşüncelerle değerlendirir. Kimi zaman çevre, kimi zaman eğitim, kimi zaman aile suçlanır. Neyin normal olduğu, neyin anormal kabul edildiği, kişiye ve topluma göre farklı algılanabilir.

Otorite sizin işkencede rol almanızı sağlayabilir mi? Üstelik karşınızdaki kişiyi tanımıyor olsanız bile!

Almanya 2001 yapımı “Das Experiment” ve onun 2010 yılı Hollywood versiyonu “The Experiment”, bu tarz bir düşünceyi filme dönüştürmüş. Polis gardiyan ilişkisini deneysel açıdan ele alan bu yapımların temeli, 1960’lı yıllarda gerçekleştirilen bir araştırmaya dayanıyor…

Soru: 2. Dünya Savaşı sonrası, savaş suçlarıyla ilgili yargılamalarda, otoritenin kurallarını uygulayarak, etik ve yasal olmayan faaliyetler içinde yer alıp, emirlere itaat edenlerin hepsi suçlu muydu?

Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley Milgram, vicdana rağmen otoriteye itaat konusunda bir deney yapmış. "Miligram deneyi" olarak tanınan bu deneyde, gazete ilanıyla, 20-50 yaşları arasında eğitimsel olarak her kesimden birileri seçilmiş ve onlara “öğrenmede cezanın etkisi” isimli bir deney yapılacağı belirtilmiş. Kura sonucu birinin öğretmen (gazete ilanıyla çağırılan tüm denekler öğretmen), diğerinin ise öğrenci (deneyi uygulayan ekipten biri) olacağı belirtilmiş. Deneye göre, öğrencinin bir kâğıtta yazanları ezberlenmesi, eğer yanlış cevap verirse öğretmen tarafından gittikçe artan elektrik şokuyla cezalandırılması bekleniyor. Hatta deney öncesi öğretmene, elektrik şokunu hissettirmek üzere 45 voltluk elektrik verilerek, öğrencinin neler hissedeceği yaşatılmaya çalışılıyor. Fakat deney sırasında öğrenci olan oyuncuya, gerçek anlamda elektrik verilmiyor.

Sonuç ilginçtir ki, ilk deneydeki 40 kişiden 26’sının, yani %65’in, deneyi yönlendiren profesörlerin kendisine yönelttiği “lütfen deneye devam edin, deneyi sürdürmeniz çok önemli” gibi sözlerle, öğrencinin çığlıklarına rağmen en yüksek 450 voltluk cezayı bile uygulayabildiği gözleniyor.


Bu deneyin sonuçları, aslında toplumun bir şekilde yönlendirilebileceğini, görevin ne/nasıl olduğu sorgulanmadan bireylerin birçok görevi yerine getirebileceğini ve suçlunun kim olduğu konusunun yeniden sorgulanabileceğini gösteriyor.

Hayatta vicdan ile itaat konusunda bir yerde kalırsanız, düşünce yapısı itibariyle muhtemelen iç sesinizi dinleyeceğinizi düşünürsünüz. Fakat bazen eylemler kontrol dışında kalabiliyor. “En iyi” bile “en kötüyü” destekleyebiliyor. Bu nedenle toplum içinde kendi bildiğiniz doğruları düşünün. Sizden yapılması istenen şeyleri harfi harfine uygulamak yerine, doğru olanı tarafsızca gözlemleyip kararı hakem gözüyle vermeye çalışın. Bazı itaatkâr uygulamalar, kapanmaz yaralara yol açabilir.

Emre Türker

Picture: flickr1, flickr2
Stanley Milgram Deneyi hakkında ayrıntı bilgi için tıklayın

18 Mart 2011

Bir Yıldız Kaydı Gönlümün Tam Ortasından

Bölüm 1
Aklımız başımıza geldiği andan itibaren, bir şeylere sahip olma çabasına girdik.
Biraz mal, biraz mülk…
Her zaman sağlık dedik ama,
Parayı düşünürken sağlığı unutuverdik.
Sahip olma içgüdüsüyle yanıp tutuştuk.
Tutkuya erene kadar başka bir şeyde gözümüz olmadı ama,
Kavuşmanın ardından yenileri doğdu anasının karnından…

Orta yaşlarda farklılaşmaya başladık.
Kimileri geçmişinden ders aldı, kimileri geçmişine dert yandı.
Aşkın tanımının değiştiğini gördük. Sevginin varlığına tanık olduk.
Hamdık, piştik.

Ve yıllar gelip geçerken, arkasından tutamadık.
Öyle hızlı kayıp geçti ki!
“Bizim zamanımızda” diyenlere kızarken,
Kızılanlar arasında yerimizi aldık.

Dinleneceğimizi düşünmeye başlamışken,
Bir de baktık ki,
Dünya artık bizim çevremizde dönmüyor.
Biz birer oyuncuyduk,
Sonrasında seyirci ve ardından yorumcu olduk.
Göçüp giderken bu topraklardan
Bir avuç toprak bile kalmadı elimizde.
Birileri gözyaşı döktü, birileri çiçek attı, birileri feryat figan…
Sonra da unutulduk.

Bölüm 2
Hayat öyle çabuk gelip geçiyor ki!
Bir şeylere üzülüyorsanız, yeniden düşünün.
Kaybettiklerinize dert yanmayın, eldekilerle yetinmeyi öğrenin.
Kazananların malını çekiştirmeyin, kazandıklarınızın farkına varın.
Sahiplik duygusu gelip geçicidir, tükenir.
Geçmişten ders alıp, an’ı yaşayın. Gelecek ise umudunuz olsun.
Hayaller her yaşta yeniden parlasın.
Her yaş, bir başka güzel olsun.

Öyle ki,
Anımsanan değil,
İz bırakanlardan olun.
Ve giderken,
Huzur yanınızda olsun…

Emre Türker

Picture: deviantart1, deviantart2, deviantart3, deviantart4
flickr1, flickr2

13 Mart 2011

Boşluk Hissi

“İnsan olmak zor geliyor. Belki de bu beden bana dar geliyor. Bir bitki olsam, yerimde sabit durmak bana acı verir miydi? Oysa ne farkım var ki bitkiden? Güneşi arıyorum. Fakat yerimden kopamıyorum. Okumak istediğim birçok kitap var. Hangisinden başlayacağımı bilemiyorum. Hepsini aynı andan okumak istiyor, fakat birine başladığımda kelimeler arasında gezinip duruyorum. Şimdi dışarıda birileri eğleniyor. Ben ise kendimle eğleniyorum. Hava soğuk ama ben ateşten yanıyorum. Oda karanlık, çaresiz, sessiz ve dipsiz…”

Bazen boş vakitler mumla aranırken, bazen mumla aranan o vakitler çileye dönüşür. Bunun en büyük sebebi, gündelik yaşamdaki toplam uğraşılarınızın, hayatınızdaki boşlukları yeteri kadar dolduramamasından kaynaklanıyor. Mesela çalışmaya duyarlı birinin işten ayrılması sonrasında yapacak bir şey bulamaması ve ne yapacağını şaşırması, buna örnek olabilir.

Boşluk hissi, karanlık bir kuyuya düşmeye benzer. Sürenin uzaması sorunun büyümesine sebep olur. Bir süre sonra bakar kör olursunuz. Kalabalık içindeyken yalnız kalmak ister, yalnız kalınca da isyan edersiniz. Dışa kapanır, kendi iç sesinizi dinler ve günlük yaşamdan koparsınız.

Boşluk hissi, bir süre sonra bataklık hissine dönüşür. Artık hissiyatınızdaki boşluklar çamurla dolmuştur. Ne kadar hareket ederseniz, o kadar içine gömülürsünüz.

Peki ne yapmalı?

Yüksek bir yere tırmanmak zordur. Eğer doğaya alışıksanız, spor yapıyorsanız, kondisyonunuz yüksektir. Fakat birkaç adım atmaktan bile acizseniz, muhtemelen o yüksek yere tırmanmak size ölüm gibi gelecektir. Boşluk hissi de böyledir. Ne kadar hantallaşırsanız, o kadar zorlanırsanız.

Boşlu hissi başladığı anda, yürüyüş yapmakta fayda var. Mümkünse güzel bir manzara izlemek iyi gelecektir. Belki bir müzik ya da spor dalıyla ilgilenmek, yeteneğinize uygun hobileri geliştirmek ve gelecek konusunda çıkış yolları bulmak üzere planlı düşünmek, sizi çözüme yaklaştırabilir.

Boşluk hissi, bazen bir dönemliktir. Aslında bu dönemi nasıl geçirdiğiniz önemli. Ya siz boşluğu atlatacaksınız, ya da boşluk sizi yutacak. Boşluğun yutmaması için, bazen kendi çabanız yetmez. Birilerinden yardım almakta fayda var. Dostlarınız çare olamıyorsa, profesyonel yardımı deneyebilirsiniz.

“Geçen bir belgeselde, bir hayvanın bataklıkta saplandığını gördüm. Bir timsah, bu anı değerlendirmişti. O bataklıktaki çaresiz hayvan, bana çok yakın geldi. Hayvanın hissiyatını yaşadım. Şimdi de timsahın pususunu hissediyorum ensemde.”

Emre Türker

Picture: deviantart, deviantart2, deviantart

12 Mart 2011

The Wedding Date (2005)

Türkçe Adı: Kiralık Sevgili
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Clare Kilner
Süre: 90 dakika
Oyuncular: Debra Messing, Dermot Mulroney, Amy Adams, Jack Davenport, Sarah Parish, Jeremy Sheffield, Peter Egan, Holland Taylor, Jolyon James, C. Gerod Haris, Martin Barrett, Jay Simon, Danielle Lewis, Ivana Horvat, Linda Dobell
Kız kardeşi Amy (Amy Adams) evlenirken, Kat’in (Debra Messing) eski nişanlısı Jeffrey de orada olacaktır. Bunun üzerine Kat, gazetedeki kiralık sevgili ilanından seçtiği Nick’le (Dermot Mulroney), düğün için ailesinin yanına gider. Amaç, eski nişanlısını biraz kıskandırmaktır. Fakat Kat, yakışıklılığı ve tavırlarıyla ilgi odağı haline gelen Nick’e karşı kayıtsız kalamayacak ve evliliğe iki gün kala, onu daha da yakından tanımaya çalışacaktır.

Seyredilebilir, eğlenceli romantik-komedilerden biri. Baştan sona kadar aşk gelişmelerinde tahmin zor olmasa da, izleyiciye hoş vakit geçirtiyor.

Emre Türker

Picture: impawards

07 Mart 2011

Taktım Mı Takıyorum

Bir gölge gibi takip edip rahatsız eden, izdüşümünde karanlık bir leke
Alışverişte hiç aklınızda olmayan şeyleri aklınıza sokacak ustalar vardır. Önce kısa bir sinir harbi yaşanır. Fakat satıcı sizin düşüncenize girmeyi ve sonucunda sizi etkilemeyi başarır.

Bir alışveriş merkezinde geziniyorsun. O an biri önünüzü kesti.

Satıcı — Şu parfümü denemek istemez misiniz?
Siz — İstemem.
Satıcı — Piyasanın yarı fiyatına, üstelik bu koku çok etkileyici
Siz — Bir bakayım. (hafifçe sıkıyorsun) Evet olabilir. Ne kadar.
Satıcı — Piyasada 80 TL, tanıtım fiyatı 40 TL, üstelik yanında 15 TL’lik kremi de hediye.
Siz — Peki ver bakalım.

Buraya kadar her şey tıkırında. Fakat bir arkadaşınızla buluşuyorsunuz. Bu kişi sizin sevgiliniz, eşiniz veya dikkate değer bulduğunuz herhangi biri olabilir.

Arkadaş — Selam, aaa o ne elindeki.
Siz — Parfüm, yarı fiyatına aldım. Üstelik krem hediyeliymiş.
Arkadaş — Satmıyor o parfüm. Elden çıkarmaya çalışıyorlar. Kokusu da hiç kalıcı değil.

Eğer biraz takıntılıysanız, yandınız. Çünkü o parfüm, bir şekilde sizden uzaklaşmalı. Düşünmeye başlıyorsunuz. "“Belki hediye olarak birine verebilirim. Aslında mümkünse geri teslim etmek gerek. Ama “zorla satmadılar ya!” Keşke almasaydım. Param da gitti. Zaten çok param yoktu.""

O anda, yanınızdaki arkadaşınız bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama öyle düşüncelere dalmışsınız ki, duymuyorsunuz.

Arkadaş — Heyyy, kime diyorum ben. Şuradaki kafede bir şeyler atıştıralım mı?
Siz — Hııııı??? Duymadım.
Arkadaş — Nereye gittin burada değilsin!

Bedensel olarak oradasınız ama düşünceniz farklı bir yerde. Taktınız bir kere. Nereye gitseniz peşinizde. Takıntı hali, bunun tam tersi de olabiliyor. Yani almadığınız şey üzerinde defalarca düşünüp zihninizi meşgul edebiliyorsunuz. “Keşke alsaydım. Ah be! Şimdi iki katı para verip alamam ama alınacak bir parfümdü ya” gibi iç konuşmalar da yapabilirsiniz.

Hayatın içinde; ne çok umursamaz bir düşünce, ne de takıntılı bir düşünce desteklenir. Çünkü ikisi de tepki çeker. Birisi sizden dolayı başkasını, diğeri iç konuşmalarınızdan dolayı sizi rahatsız edecektir.

Peki takıntı nedir? Takıntı; kişiyi rahatsız eden, herhangi bir durumla alakalı olarak yaşanan, tekrarlayıcı ve zorlayıcı düşünceler, duygu ve dürtülerdir. İlerlemiş halleri psikolojide obsessif-kompülsif bozukluk olarak tanımlanmaktadır. Genel olarak titiz, düzenli, fazla planlı, kuralcı, simetrik ve şüpheci tiplerde görülür. Bu nedenle iç seslerin kontrolsüz şekilde tekrarlanan takıntılı hallerini hissediyorsanız, önlem almakta fayda var.

Nedir çözüm yolları?

1- Kendinizi değil, takıntılı olduğunuz durumu sorgulayın. Örneğimize dönersek, “40 TL geri gelmeyecek, o zaman ne yapalım?” gibi çözüme yönelik bir sorgu olabilir.
2- Çözüme yönelik sorgu kısa sürmeli. Düşüncenizde geriye dönmeye izin vermeyin.
3- Başka şeylere konsantre olun. Mesela biraz yürüyüş iyi gelebilir. Sevdiğiniz dergileri inceleyebilirsiniz.
4- Mükemmelliği değil, olması gerekeni arayın. Mükemmeliyetçilik sizi felakete götürür. Yapılan hatalar hayatın bir parçası.
5- Başkalarının düşüncelerine değil, kendi düşüncelerinize öncelik tanıyın. Herkes her düşünce ve davranışınızı onaylamayacaktır. Zevkler ve renkler, kişiye özeldir.
6- Emin olmadığınız şeylere karşı aceleci davranmayın. Önce “bu benim için şu an gerekli mi?” sorusunu sorun. Önceliklerinizi tamamladıktan sonra halen istiyorsanız, alabilirsiniz. Eğer orada değilse, ürün tükenmişse ya da tekrar oraya dönme şansınız yoksa, böyle anlarda kaderci olmakta fayda var. “Demek ki kaderde bunu almak yokmuş.” gibi.
7- Kendinizle barışık olun. Her durumda mantık aramayın.
8- Bir aktiviteyle meşgul olun. Mesela günlük tutun ve belli aralıklarla okuyun. Böylece kendinizi daha iyi analiz edebilirsiniz.
9- Yapamayacaklarınıza değil, yapabileceklerinize odaklanın.
10- Belirlediğiniz hedeflere ulaşmak için katı kurallar koymayın. Sonuçlara hazırlıklı olun.

Unutmayın ki sıkıntı üzerinde yoğunlaştıkça, sıkıntıdan kurtulmayacak, aksine daha da sıkılacaksınız. Hayatta mutlu olmanızı sağlayacak pek çok şey var. Onları düşünün. Her şey gelip geçer. Fakat giden zaman geri gelmemektedir. Öyleyse neden zamanı huzursuz parçalarla ziyan edeceksiniz ki?

Emre Türker

Picture: 1-flickr, 2-flickr, 3-deviantart

05 Mart 2011

The King's Speech (2010)

Türkçe Adı: Zoraki Kral
Tür: Dram / Biyografi / Tarih
Yönetmen: Tom Hooper
Süre:118 dakika
Oyuncular: Colin Firth, Helena Bonham Carter, Geoffrey Rush, Derek Jacobi, Robert Portali, Richard Dixon, Paul Trussell, Adrian Scarborough, Andrew Havil, Charles Armstrong, Roger Hammond, Calum Gittins, Jennifer Ehle, Dominic Applewhite, Ben Wimsett
Yıl 1925, İngiltere. York dükü Albert Frederick Arthur George (Colin Firth), babası 5. George’un iki oğlu arasından, krallığa layık görülen en büyük isimdir. Fakat York dükünün en büyük sorunu, kekeme olmasıdır. Halka yaptıkları konuşmalarıyla onların destek ve güvenini kazanan kral makamında bir kişi için, bu son derece olumsuz bir durumdur. Birçok terapistle görüşmeden sonuç alınamayınca dükün eşi Elizabeth (Helena Bonham Carter), konuşma zorluklarına getirdiği çözümle isim yapmış Lionel Logue (Geoffrey Rush) ile görüşme ayarlar. İlk önce bu tedaviyi sıcak bakmayan George, ilk görüşme sırasında gerçekleşen olumlu sonuçların ardından, Lionel Logue ile çalışmalara başlar. Aralarındaki diyalogların en farklı yanı ise, kral doktor ilişkisinden çok, arkadaşça sürmesi olacaktır.

Tarihte meydana gelen olaylara ışık tutup gerçekler etkileyici bir şekilde anlatılırken, bir çocuğun geçmişte yaşadığı sıkıntıları ve bu sıkıntıların gelecekte ne derece zarar verdiği, onu sosyal yaşamda nasıl etkilediği de, ele alınan konular arasında yer alıyor. Baştan sona sıkmayan iyi yapımlardan biri. Seyretmeye değer.

Emre Türker

Temiz Ev

Yazan: Sarah Ruhl
Çeviren: Z. İrem Aydın
Yöneten: Kubilay Karslıoğlu
Dekor Tasarım: Sertel Çetiner
Giysi Tasarım: Medine Yavuz
Işık Tasarım: Enver Başar
Müzik: Nurettin Özşuca
Dans Düzeni: Yeşim Alıç
Yönetmen Yardımcısı: Atilla Şendil
Asistanlar: Yeşim Çapanoğlu, Özden Dindar
Sahne Amiri: Özgür Ayaz
Kondüvit: İlknur Deveci
Işık Kumanda: Serdar Yaman
Rol Dağılımı: Sema Çeyrekbaşı, Simay Tuna, Gülseren Gürtunca, Levent Güner, Neslihan Arslan
Anne ve babasının ölümü ardından Brezilyalı Matilde (Neslihan Arslan), para kazanmak için doktor çift Charles (Levent Güner) ve Lane’in (Simay Tuna) evinde hizmetçi olarak işe başlar. Espri yapmaya bayılan ve hayatının esprisini yapmaya hazırlanan 27 yaşındaki Matilde, özünde temizlik yapmaktan nefret etmektedir. Ev sahibi doktor Lane'in kızkardeşi Virginia’nın (Sema Çeyrekbaşı) temizlik hastası olması, Matilde’ye ilaç gibi gelecek. Çünkü aralarındaki anlaşmaya göre Virginia ev işlerini ve temizliği yapacak, bunun karşılığında Matilde onunla sohbet ederek kendisini yalnız bırakmayacaktır. Her şey yolunda giderken, Charles’ın eşi Lane’i aldattığına dair birtakım ipuçlarının ortaya çıkması, düzeni alt-üst edecektir.

Alışılmışın dışında farklı bir sahneye sahip “Temiz Ev”, devlet tiyatrolarında oynayan ve iki perdeden oluşan güzel bir dram-komedi.

Emre Türker