07 Aralık 2008

Türk Edebiyatına Objektif Bakış

Ülkemizde dünya çapında ün yapmış çok fazla yazar bulmak mümkün değildir. Oysa memleketimizde anlatımı ve üslûbu hoş, birçok yazarımız yetişmiştir. Eski kuşak okuyucular, yenilere oranla daha şanslıydı. Hiç değilse, siyasi oyunlarla bir yerlere gelmiş romanlar yerine, gerçek edebi eserleri okuyabiliyorlardı. Çünkü o zamanlardaki yazar kesim, açlık çekse bile sanat yapmak için uğraş veriyordu.

Kitap sohbetlerinde, genel olarak karşılaşılan soru tipleri vardır. “Hangi tür kitapları okuyorsunuz?” Ya da en sevdiğiniz kitap veya yazar isimleri nelerdir?” Kaç tane Türk yazarı hatırınıza geliyor? Ben bunu genel olarak arkadaşlarıma sorarım. “Ülkemizdeki yazarlardan hangisini beğeniyorsun?”. Eğer soru, dünya edebiyatı genelinde olursa, çok fazla çeşit ortaya çıkarmak mümkündür. Bir gerilim romanı denildiğinde, Stephen King veya Dean Koontz, çocuk romanında Saint Exupery Vasconcelos, veya tiyatro dalında William Shakespeare gibi örnekler verilebilir. Aslında hiç de hafife alınmayacak örnek yazarlar vardır bizde de. Ömer Seyfettin, Rıfat Ilgaz, Kemalettin Tuğcu, Sait Faik, Namık Kemal, Yakup Kadri gibi yazarlar, yıllara meydan okumuş büyük yazarlarımız arasında yer alır. Orhan Veli veya Cemal Süreya gibi dev şairler, bu topraklarda yetişmiştir. Oysa ki gün geçtikçe, unutuyoruz.

Bir zaman içinde, bir dostum bana en son hangi kitabı okuduğumu sormuştu. Pınar Kür’ün bir romanını okuyordum. “Başka!” dedi. Kitabı bitirdikten sonra, Reşat Nuri’nin Çalıkuşu’nu düşündüğümü söyledim. “Güncel yok mu? Biraz modası geçmiş gibi.” dedi. Eski veya yeni zaman dilimi içindeki eserlerin, ancak dili ağır kaçabilir. Bu konuda çağdaş yazarlarımız ve eğitim uzmanlarımız, gerekli sadeleştirme ve düzenlemeler üzerinde hassasiyetle durmaktadırlar. Yoksa hiçbir eserin, modası geçmez. Kitap, antika eşyalar gibidir. Kitap, şarap gibi yıllanır. Kitabın ağırlığı, yıllar geçtikçe artar. Çünkü eskiye özlem, hiç bitmeyecektir. O eserler bize, günümüz yaşam tarzı ile eski dönemlerdeki yaşanmışlıkları karşılaştırma fırsatı tanır. Eskiye oranla, dilin değişimini incelememizi sağlar. Basma kalıp sokak dilinden kurtulup, kelime haznemizi geliştirerek, ufkumuzu açar.

Sanmayın ki, eski zaman Türk yazarlarına takılıp kalmış bir okuyucuyum. Özellikle soğuk baktığım polisiye romanlarını bana sevdiren Jean Christophe Grange ve Trevanian, ya da psikoloji dilini iyi kullanan Irvin Yalom gibi yazarların hayranı sayılırım. Benim aslında sıkıntısını çektiğim farklı bir konu var. O da, dünyanın bizim edebiyatımıza bakış açısının, bizim dünya edebiyatına bakış açımızdan çok farklı olmasıdır. Şöyle ki, her yabancı yazar, kendi dalında ortaya çıkardığı eserlerle anılmış, yapıtları okuyucuyu kelimelere hapsettiği için büyük ilgi toplamışlardır. Bizde ise, dünya çapında tanınan yazarlarımızın genel olarak ortak bir özelliği bulunuyor. O da, ülkemizde yapılan büyük değişiklikleri görmezden gelip milletini bağnaz olarak gösteren, yıllar önce memleketin içinde başlayan isyan ve savaşları bastırmak için dökülen kanları yanlı olarak aksettiren, ünlü olmak için kendini satan Türk yazarlarının, dünya çapında desteklenmesidir.

Amerika’da, dünya ülkelerinden göç etmiş birçok milletin yaşamasına rağmen “Ben Amerikan vatandaşıyım” denmesinde hiçbir kusur yokken, “Ben Türk’üm” kelimesi içinde milliyetçilik arayanlar, neyin peşinde olabilir? Hangi ülke, savaş sonunda bizim kadar yabancılara büyük haklar vermiştir. Halen yabancılara büyük yardımseverlik yapan bu milletin içinde, ne gibi bir fesat aranmaktadır? Hangi ülkede, yabancıların evleri ya da ibadethaneleri daha çok kundaklanıyor? Bizim ülkemizde mi? Hatta biz öyle çok yabancı pazarına ve düşüncelerine saygı gösteriyoruz ki, Türkçe harici başka dil bilmeyenleri, iş sınavlarında ikinci plana atıyoruz.

Dünya çapında ünlü bir yazar olmak için, iyi bir edebiyat kişiliğinin yanında, Türkiye’ye karşı bir tavır göstermeniz gerekiyor. Oysa ki bilinmesi gereken bir şey var. Bu millet, belki komik gelecek ama, filmler seyredip gerçek olmayan görüntüler için bile hüngür hüngür ağlayan bir duygusallıkla insana yaklaşıyorsa, barbar olarak nitelendirilemez. Bu ülkede seri katiller, çok fazla haber olarak ortalıkta dolaşmaz. Aslında bize en çok zarar veren, yine biz oluruz. Bu nedenledir ki, kendi milletini eleştirenler, her zaman ülkemiz dışından desteklenerek iç karışıklığa meydan verilir.

Geçmiş yıllara oranla, gazete tirajlarında düşüş yaşanıyor. Bunun faturası halka kesiliyor. Gazetelerde boş alanlara yer dolsun diye kadın fotoğrafları yerleştirilirse, spor haberleri halkı kışkırtma adına seviyesiz yazılara sahne olursa, ilgi çekmek için yalan haberler ve boyalı sözler kullanılırsa, bilinçli yazarlar yerine yazmayı bilmeyen popüler kişilikler köşe yazarı olarak tercih edilmeye başlarsa, halkın gazeteye güveni kalır mı? Bu millet şiddete ve aile içi problemlere hassasiyet gösteriyor diye, hep birbirine laf atan dedikodu haberleri okursak, okuduklarımız bizi ne derece bilinçli bir okuyucu yapar? Adamakıllı yazıları mumla arar olduk. Unutulmaması gereken bir şey varsa, o da popülerliğin geçici, sanatın kalıcı olduğudur.

Çok okunan listeleri, reklamı en çok yapılanlar arasından seçilir. Çoğu zaman çok okunanlar listesinden aldığım kitaplar için verdiğim para ve zamana acıyorum. Bazen hata bende mi diyorum ama, genel olarak çevreden veya gerçek okuyucudan edindiğim yorumlardan, listenin göz boyamaktan ileri gitmediğini anlıyorum.

Yakın bir zamanda yayınlanan bir televizyon programında, hatırladığım kadarı ile Beyaz’ın sözleri çok hoşuma gitmişti. “Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselme Dönemi’ni, ders kitaplarında sayfalarca okumuşuzdur ama, Duraklama ve Gerileme Dönemleri konusunda kısacık bir geçiştirme ile bilgi edinmişizdir.” Biz pofpoflanmayı çok seven bir milletiz. Eleştiri bizi sinirlendirir. O yüzden ders almamız gereken birçok hatanın üstünü örteriz. Hataları görmedikçe de, gelişmemiz gecikir. Milletin hatasını değil, kendi hatamızı bulmalıyız. Neyi okumak gerektiğini ancak araştırarak öğreniriz. Reklama göre seçim yaparsak, çok fazla ilerleme gösteremeyiz. Kitap konusunda iyi edebi eserleri ancak bilinçli okuyucu kendi içinde analiz edip tavsiye eder. Romanlar veya diğer yazılan eserler için en iyi reklam, halkın genelinin kitap hakkındaki izlenimi olacaktır. En iyi yazılara ancak bu şekilde ulaşılır.

Zaten bir roman tutulursa, yazarının diğer kitapları da ilgi görür. Ama reklam için çıkan kitap, tek seferde yayınlanır, çok satar ve biter. Bir daha o eseri göremez, ya da ikinci el kitap satan sahaflarda en çok o kitaplara rastlarsınız. Çünkü bir hevesle alınmışlar ve beğenilmedikleri için yoğun olarak elden çıkarılmışlardır. Çok sevilen romanın, gerçek okuyucunun kütüphanesinde her zaman yeri vardır. Bir romanın çok iyi olup olmadığını da, kitap kapağı arkasındaki yorumlardan çok fazla çıkarmanız mümkün değildir. Çünkü arkada verilen yorumlar, hiçbir zaman eleştirileri içermez.

Umut ediyorum ki bu millet, gün geçtikçe daha iyi bir bilinçle okuyacak, okuduklarından ders alacak ve gerçek yazarları destekleyip ufkunu geliştirecek. İçimizde yetişen gerçek yazarlar, ancak iyi okuyucular sayesinde ortaya çıkar ve büyür. Biz ne okuduğumuzu bilirsek, reklamı da ona göre yapılır. Dünyanın gözünden değil, halkın sesinden bu romanları tanıtacak kadar bilinçli olmak gerekir. İyi bir edebi eserin etkisi asla kaybolmaz.

Emre Türker

picture: deviantart

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder