16 Mayıs 2011

Yapacak Hiçbir Şey Yok… Öyle Mi?

“Bütün gün yapacak hiçbir şey bulamadım, canım sıkıldı” diyenlere imreniyorum. Çünkü uzun zamandır bunu gerçekleştiremiyorum. Aslında imrenme kısmını biraz açmak gerek. İmrendiğim kısım, hayatta planladıklarımı başarmak için küçük zaman fırsatları bulmaya çalışmamla alakalı.

Nefes aldığımız vakit çok kısa. Fakat bunu anlayabildiğimizde, çoğu zaman iş işten geçmiş oluyor. Kısa zaman dilimlerinde, kaybolan değerleri ve yaşanmamışlıkları fark ederek, boşlukları kapatmak gerek.

“Yapacak hiçbir şey yok” denilen zamanlarda bile, yapacak bir şeyler vardır. Mesela, yaşadığınız evle ilgilenebilirsiniz. Öf-pöf etmediğiniz sürece, temizlik yapabilir, eşyalarınızın yerlerini değiştirerek alışılagelmiş sabit düzenden kurtulabilir, ileride neler yapabileceklerinizi planlayabilirsiniz.

Çok şeyle uğraşıyorsun, boşver biraz” diyenlere ise “keşke daha erken başlasaydım” yanıtını veriyorum.

Çünkü…

Okunacak çok kitap,
Öğrenecek çok bilgi,
Paylaşacak çok değer var.

Ama ne kadarını bu yaşama sığdırırız bilmem.

Emre Türker

Picture: deviantart

03 Mayıs 2011

Dizilerden Anlaşılıyor Ki Ağlamayı Seviyoruz

Keyifli görüntümüz ardında arabesk bir ruh yapısına sahibiz. Eğlenceyi değil, acıyı tercih ediyoruz. Diziler de seyretme oranlarıyla bunu bize yeterince kanıtlıyor.

Televizyon seyrederek bir noktaya sabitlenir ve uzun zaman boyunca o noktadan gözlerinizi alamazsınız. Peki, boş bir duvara bakmaya ne kadar tahammül edebilirsiniz? 5-10 dakikandan fazla olmasa gerek. Bu vakit katillerinin izlenme oranları, aynı zamanda toplumca neye yönlendiğimizi de gösteriyor. Haber kanallarında, fısıltı haberlerini gerçeklere tercih ettiğimiz açıkça görülüyor. Dedikodu, söylenti, atışma gibi durumlar, düz haber görüntülerinden daha çok bizleri çekiyor. Show amaçlı kanallardaki izlenme oranı, her şeyi açığa çıkarmakta. Dizlerde; “oynat-dur-hızla ileri al-oynat-geri al-özet göster-özeti genele yay” formülüyle, izleyici iyice merak içinde bırakılarak, düşünce yapısı karmakarışık ediliyor.

Dilenciliğin büyük para getirdiği nadir toplumlardan biri oluşumuz, duygu sömürülerine ne kadar açık olduğumuzun bir göstergesi.

Yukarıda belirttiklerim, daha önce de konu ettiğim düşünceler. Fakat bir de dram üzerine yoğunlaşma var: Aldatma, ihanet, sadistlik, mazoşistlik, acılı kadın, acılı aile fertleri, acılı dünya, her tatlının içinde bir acı, aşkta acı, kaderde acı, gelecekteki karanlık, geçmişte iz bırakmış kara lekeler… Ayrıca diziler içinde bağırış çağırışlar o kadar fazla ki, sessizce odanızda otursanız, diğer tüm komşularınızın kavga ediyor olduğu havasına kapılabilirsiniz.

Üstüne üstelik dizilerdeki bu dram yetmezmiş gibi, bir de reklâm arası dizileri izliyoruz. Neredeyse bütün dizilerimiz film formatında, yani 90 dakika civarında sürüyor. Reklamlarla birlikte 3-3,5 saati buluyor. Şimdi bir düşünün! Kaç reklâmın görüntüsünü tanıyorsunuz? Kaç reklâmı sonu gelmeden biliyorsunuz? Kaç dizinin karakter oyuncusunun ismini biliyorsunuz? Kaç dizinin adını, yayın saatini, gününü, çekildiği yerleri vs. biliyorsunuz? Acaba tüm bunların yanında, bütün bu fasarya görüntüler, genel kültürünüzün kaçta kaçını oluşturuyor?

Huzursuzluğunuz, gerginliğiniz, uykusuzluğunuz, boş düşünceleriniz, dizilerden yaşamınıza enjekte edilen yegane olumsuzluklar. Toplum olarak gitgide boşluğa sürükleniyoruz. Çevremde “can sıkıntısından televizyon seyrediyorum” diyen o kadar çok kişi var ki! Can sıkıntısı, zaten seyrettiklerinizle körükleniyor. Gittikçe gerçekten uzaklaşıyor, doğrulardan sapıyorsunuz.

Hayat gelip geçiyor. Mutluluk, gerçek, doğa, aşk, sevgi, paylaşım gibi kavramlar dururken, bunları nelerle heba ettiğinizi bir düşünün. Yoksa acınacak durumda olanlar ekrandaki sanal görüntüler değil, biz olacağız.

Emre Türker

Picture: deviantart1, flickr, deviantart2

20 Nisan 2011

Önceliklendirme Yanlışı

Yanınıza Almanız Gerekenleri Sıkça Unutuyor Musunuz?
1-Akşam arkadaşlarıyla buluşarak vakit geçiren Murat, bir sonraki gün yapacağı yolculuk için bavulunu hazırlayamadı. Sabah erkenden kalksa da, yanına alması gereken birçok eşyayı unuttu.
2-Akşam yemeğini yetiştirmek için markete doğru alışveriş yapmak üzere evden alelacele çıkan Ayşe, neler alacağını birden unutuverdi. Pırasa, soğan, limon vs. aldı. Kasaya giderken aklında bir şeylerin eksik kaldığını biliyordu.

Yukarıdaki iki olay, unutkanlık durumu göz önüne alındığında, birbirine benzer bir yapı içeriyor. Sorunun başlangıç noktası neydi?

Murat, yaşamı içinde zamanı kullanamama sorunu yaşıyor. Yapması gerekenleri önceliklendiremediği için, yapılması gerekenler sıkışıyor ve dolayısıyla zaman daraldığından, dalgınlık başlıyor. Sabah sıkışan vakit nedeniyle ortaya çıkan düşüncedeki gereksiz tekrarlar nedeniyle (pantolonlarım, kemerim, parfümüm…parfüm, kemer, çantam, gözlüğüm…acaba neydi almam gerekenler…pantolon,kemer,gözlük…) huzursuzluk yaşıyor. Aslında yapması gereken, planlama sırasında yapılacakları önceliklendirmesiydi. Örneğin bir kâğıda yolculuk sırasında nelerin gerekli olabileceğinin listesini bir hafta öncesinden yapmaya başlasaydı, arkadaşlarıyla buluşsa bile ne alacağı konusunda aklı karışmazdı.

Ayşenin durumu, yine liste karmaşası. Eğer yanınızda kalem kâğıt yoksa ve not almadan işleri bir an önce yapmak istiyorsanız, aklınızdaki listeyi önceliklendirin. Ekmek almanız şeker almanızdan daha önemliyse, akıl listenizin başında ekmek olsun. Liste sonunda daima en son gerekli olanlar ya da olmasa da olurlar planlansın ki, mali durumun yetişmeme durumunda liste sonunda neyi çıkaracağınızı bilir veya ilk başta önemli olanları aldığınız için sonraki unuttuklarınızdan dolayı büyük pişmanlık duymazsınız.

Aklın çok meşgul olması, dalgınlık, kendini toparlayamama veya konsantrasyon eksikliği gibi sıkıntılarla mücadele ediyor olabilirsiniz. Bunun sebebi; birçok işi aynı zamana sıkıştırıp önceliklendirme sorunu yaşadığınızdan, o an aklınızdaki düşüncenizden kurtulup ikinci bir aşamaya geçememenizden, olumsuzlukları olumlu düşüncelerinizin önünde tutmanızdan kaynaklanıyor olabilir. Konsantrasyon eksikliği ve unutkanlık, önemli bir sorundur. Zihni dinç tutmanın yollarını arayın. Pratik olmanın yollarını araştırın. Nitekim günümüzde az zamanda çok işin üstesinden gelemeyen, yaşam yarışında çok arka kulvarlarda kalarak büyük pişmanlıklar yaşayabilir.

Emre Türker

Picture: deviantart

17 Nisan 2011

What About Bob (1991)

Tür: Aile, Komedi
Yönetmen: Frank Oz
Süre: 99 dakika
Oyuncular: Bill Murray, Richard Dreyfuss, Julie Hagerty, Charlie Korsmo, Kathryn Erbe, Tom Aldredge, Susan Willis, Roger Bowen, Fran Brill, Brian Reddy, Doris Belack, Tomsky
Melinda Mullins, Marcella Lowery, Margot Welch, Barbara Andres
Yazdığı “Bebek Adımları” kitabını basın açıklamasıyla tanıtmaya hazırlanan psikiatrist Dr. Leo Marvin (Richard Dreyfuss), ailesiyle tatile çıkma heyecanı yaşamaktadır. Ofisindeki son gün, yeni hastası Bob Wiley (Bill Murray) ile tanışır. İşte o andan sonra, doktorun düzeni alt-üst olmaya başlar. Çünkü Bob, yapışkanlığıyla uzmanları bile çıldırtacak bir tiptir. Acaba Dr. Leo onunla baş edebilecek mi?

Bünyesinde Bill Murray gibi bir ustayı barındıran, ailece izlenebilecek harika bir yapım.

Emre Türker

Picture: impawards

13 Nisan 2011

Hayat Felsefesi

Bir hikâyedir hayat.
İçinde;
bir annenin, yaklaşık 9 ay bedeninde taşıdığı çocuğuna ait umutları,
beklentileri, söylediği şarkıları ve gönderilmemiş mektupları vardır.
Hayaller ortak, ama devamındaki kurgu belirsizdir.
Derken, yaşam başlar.
Bebek,
ninnilerle, kendisine seslenilen agu-bugularla büyür.
Çevresindekilerin farkında değildir, ya da farkında olduğunu yıllar içinde unutacaktır.
İlgi görecek, ilgilenecek, ilgi gösterecek.
Zamanla büyüyecek ve belki de ailesinin söylediklerini demode bulacak.
Bir an sonra, kendi hayatını kuracak.
Oyun içinde rol alacak, oyuna gelecek, oyun kuracak.
Ve yaşam hızla geçecek.
Aynı umutlar, aynı bekleyişler, yıllar içinde belki onu da bulacak.
Yeni bir neslin tohumları atılırken,
Bir sayfa kapacak ve yeni bir sayfa açılacak.

Hayat acaba standart bir düzende midir?
Yoksa yoruma göre mi değişir?
Yıllarca tartışılacaktır bu döngü
Ama bir şekilde kaldığı yerden devam edecek.

Emre Türker

Picture: deviantart

04 Nisan 2011

Öyle Bir Geçer Zaman Ki!

Sahil kenarında denizi izlerken,
Yabancılaştım çevremde olup bitene.
O an dondu dünya ve ben geçmişe döndüm.
Parkta koşturan çocuktum.
Suyun kenarına yanaşıp, ekmek attım kıpırdayan balıklara
Martılar nasiplendi kimi zaman
Kimi zaman ise suyun dibindeki canlılar.
O arada
Ben babamın elini tutuyordum

Sonra uyandım
Ama…
Yanımda kimse yoktu

Emre Türker

31 Mart 2011

Başarısızlık Yanlışlarla Ölçülür Mü?

Hayatta Dört Yanlış Bir Doğruyu Götürür Mü?
Yoksa Dört Yanlış Bir Doğruya Mı Götürür?
Seval, derslerinde başarılı olmak için çalışan, fakat biraz telaşlı, biraz çekingen ve tedirgin bir yapıya sahiptir. Matematik öğretmeni sınıfta birkaç soruyu ödev olarak verir ve anlattıklarını, öğrencilerden evde çalışmasını ister. Seval, o geceyi dersini çalışarak geçirir.

Bir sonraki gün derste, öğretmeni Seval’i tahtaya kaldırır. Tahtada yazılı olan soruyu çözmesini ister. Seval heyecanlanır. Bildiği soruyu, korku nedeniyle panik halinde yanlış çözer. Öğretmen, suratının ortasına bir tokat patlatır ve “Elli kere anlattım, hala çözemiyorsun, gerizekalı” der.

Örnek ne kadar sinir bozucu olsa da, bu tarz şeyler maalesef yaşanıyor. Oysa bir öğretmenin ilk görevi, eğitmek olmalı. Eğitimi verebilecek öğretmenin, iyi eğitilmiş olması ve bunu aktarabilecek kapasiteye sahip olması, diğer önemli bir noktadır. Eğitimin yapısını tanıyan, empati kurabilen, yürekten anlatıp içten dinleyen bir öğretmen, zaten iyi öğretecektir.

Başarmak üzere çıkılan her yolda mutlak yanlışlar olacaktır. Yanlış, kişiyi doğruya bir adım daha yaklaştırır. Fakat bu yanlışı, bilinçsiz yola çıkıp “ne oldum delisi” bir yapıyla karıştırmamak gerek. Cehalet yolunda giderken dimdik ayakta durmak zaten olası değildir.

Başarılı olan kişi, hatasını görüp ondan ders alan, her hatanın onu doğruya bir adım daha yaklaştırdığına inanan ve inancını koruyan kişidir. Başarısızlık ise, aynı yanlışlar üzerinde defalarca doğru sonuca ulaşmak isteyenlerin eseridir.

Yukarıdaki örneğe dönelim. Nice öğretmenler vardır ki, önemsiz gördüğü öğrencileri ilgisizliğe terk edip nice cevherleri, değerini görmeden toprağa gömerler. Nice öğretmenler vardır ki, her öğrencisini birer cevher olarak görüp onlara özenle ışık verir ve parıldamasını sağlar. Tarih, öğrenciliğinde değeri anlaşılamamış, konuşmaya geç başlayan ve içine kapanık bir çocukluk yaşayan Albert Einstein gibi dehalarla doludur.

Emre Türker

Picture: deviantart, flickr1, flickr2