09 Haziran 2010

Dinle Küçük Adam

Yazar: Wilhelm Reich
Çeviren: Zekeriya Tiğrek
Sayfa Sayısı: 118
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5
Yayınevi: Öteki

Karşısına aldığı Küçük Adam’ı eleştiren ve ardından yükselen bir çığlığın kelimelere dökülmüş hali olarak görülebilecek “Dinle Küçük Adam”, Wilhelm Reich’in psikiyatrist ve psikanalist kimliği nedeniyle, psikoloji alanında değerlendirilmektedir. Kitabı okudukça, ekonomi ve toplumsal yönlendirmeler, politika gibi kavramların kişilik üzerindeki etkilerini bulacak, konunun sosyolojik ve siyasi yönünü fark edeceksiniz.

Wilhelm Reich’in adının bile önüne geçecek kadar popülerleşmiş bu kitap, pek çokların aradığını bulabileceği bir yapıt değil. Çünkü anlatım tarzı bakımından yazar, okuyucusunu adeta aşağılayan, her fırsatta ne yapmasını gerektiği konusunda empati yerine şiddet kullanan, fakat şiddeti özünde savunmayan bir metot izliyor. Kitabın ne amaçla seslendiği, yönlendirmeleri ve anlatmak istediklerini anlamak için, biraz tarihi ve kültürel bilgiye sahip olmak gerekiyor. Düşünceler ve kişisel isimleri içeren seslenmeler okundukça, kitabın anlam bakımından hiç de kolay olmadığı daha iyi anlaşılacaktır.

Baştan sona küçük adamın ne yapması gerektiğini bildiren yönlendirmeler ve daha önce yaşanan hatalar konusundaki eleştirilerde yazar; dinler arası katılık, cinsellik ve cinsel açlık, politika, kapitalizm, evrim süreci, düzende normal kabul edilenler, normallik sürecinin toplumsal normda değerlendirilmesi, anarşist duygular, karşı tavırlar, uyanış, gerçeği görmezden gelip medyanın dayattığı ve/veya gösterdiği bilgileri kabullendirme gibi kavramların açılımına her fırsatta yer vermiş. Yazarın Sigmund Freud’un öğrencisi olduğunu hatırlatmakta fayda var. Çünkü psikanaliz yöntemi içeriğindeki şiddet ve cinselliğin, kişiliği ve bireyin toplumdaki yapısını ne derece etkilediğini, cümlelerinde adeta kanıtlamaya çalışıyor. Nazi döneminde Almanya’da bulunan Wilhelm’in Nazi’lere karşı sert çıkışları, dikkat çekicidir. Pek çok yayınevinden farklı çeviri ve baskılarda çıkan “Dinle Küçük Adam”, psikolojik eserleri huzur beklentisiyle tercih eden okuyuculara hitap etmemektedir.

Emre Türker

08 Haziran 2010

Dışarısı Çok Soğuk, İçerisi Mi Beni Isıtan?

Olmayan bir soğuk hava dalgasıyla üşümek, hiçbir ısıtıcı etkiye sahip olmayan bir sıcaklıkla gevşemek. Hayat sürprizlerle dolu. Bu sürprizin içindeki “giz”in ne olduğu ise sana bağlı…
Kapının önüne çıktığında, sesler kulağında çınlamaya başladı. Araba gürültüleri ve birbiri ardına çalınan korna sesleri, her biri farklı yönlerde koşan insan kalabalığı, yüksek topukların kaldırma vurduğunda çıkardığı ses, aşk nedeniyle tükenen duygular, umutsuz bekleyişler, ağlamalar, sızlamalar…

Eve dönerken sesler kesilmeye başladı. Bir bebek, annesinin iteleyerek sürdüğü bebek arabasından ona el sallıyordu. Aklından geçen, evine gidip koltuğuna yayılarak televizyon seyretmekti. Beklentilerden ve beklenenlerden uzak, ağrısız, sızısız, sanrısız, acısız…

Klasik koşullu çalışma ortamları düşünüldüğünde, Pazartesi sendromlarıyla, Cuma günü huzurunu da yazı aralarına serpiştirilebilir. Öğle yemeğinde huzurlu bir sohbetle, kahve içerken gerilimli geçen bir toplantıyı da ekleyebiliriz.

Her zaman, istediğin ve amaç edindiğin noktalara ulaşmak için bilincini yönlenmen istenir. Üstelik bu doğrudur. Ne kadar kendini önce keşfettiğin veya ne kadar kendini geç anladığın, keşfetmekten uzaklaşıp sorularla dolu bulmacalara daldığın, hayata damga vuran dönemeçlerde o kadar etkili olacaktır. Hayat bir şekilde yaşanır. Bazı şeyler zorunlu, bazı şeyler isteyerek, bazı şeyler bitmesin dile dua edilerek geçer. Zaman asla durdurulamayacak bir kavram. Öyleyse, hareket noktası nasıl belirlenebilir?

Her gün aynı gün. Günlere değer katan biziz. Sabah evden çıkarken, akşam eve giderken, evde otururken veya yatakta uyumayı beklerken, aklımızı yönlendiren dış etkenler mutlak etkili olsa da, durumu kontrol eden yine biziz. Önemli olan kendini fark edebilmek. Durumunun farkına varabilirsen, kontrol mekanizman o kadar iyi işleyecek, o kadar doğru hareket edeceksin. Kimi zaman çözümü doğru sorularla bulurken, kimi zaman nasıl bir yardım gerektiğini keşfedeceksin. Zaten bütün mesele de, durumun farkında olabilmektir. Gerisi ince ayrıntılar…

Emre Türker

Picture: deviantart

07 Haziran 2010

The Collector (2009)

Türkçe Adı: Koleksiyoncu
Tür: Marcus Dunstan
Yönetmen: Gerilim / Korku
Oyuncular: Josh Stewart, Michael Reilly Burke, Andrea Roth, Juan Fernández, Karley Scott Collins, Daniella Alonso, Haley Pullos, William Prael, Diane Ayala Goldner, Alex Feldman, Madeline Zima, Robert Wisdom, Patrick Rizzotti, Jayme Suzonne Riser, Krystal Mayo
Varlıklı bir ailenin yeni taşındıkları evdeki güvenlik sistemleri ve birtakım onarım işleriyle ilgilenen Arkin (Josh Stewart), eşi Lisa’nın (Daniella Alonso) tefecilere olan borcu nedeniyle para arayışına girer. Zengin Chase ailesinin tatile gideceğinden haberdar olan Arkin, o gece evde bir soygun planlar. Gece geç vakitlerde maskesini takıp içeriye girdiğinde, başta her şey normal gibi görünmektedir. Fakat sonradan içeride bir başka ses daha duyulur. Evdeki diğer maskeli kişi, bütün aileyi esir alarak etrafı tuzaklarla donatmış bir psikopattır. Kişilik olarak özünde iyi niyetli Arkin, ya kasayı soyup hiçbir şey olmamış gibi gizlice dışarıya çıkacak, ya da aileyi kurtarmak için elinden geleni yapacaktır.

Klasik vahşet içerikli bu film, rahatsız edici görüntülere sahip. Çocuklara izletilmemesi daha doğru olacaktır. Katil, muhtemel bir antisosyal kişilik gibi görünüyor. Konunun gidişatı, serinin devamına işaret ediyor.

Emre Türker

Picture: impawards

04 Haziran 2010

The Cove (2009)

Türkçe Adı: Koy
Tür: Belgesel
Yönetmen: Louie Psihoyos
Süre: 92 dakika
Oyuncular: Joe Chisholm, Mandy-Rae Cruikshank, Charles Hambleton, Simon Hutchins, Kirk Krack, Isabel Lucas, Richard O'Barry, Hayden Panettiere, Roger Payne, John Potter, Louie Psihoyos, Dave Rastovich, Paul Watson
Japonya Taiji kasabası, yunusların dünyaya ihraç edildiği bir yer. Taiji, dışarıdan bakıldığında deniz memelilerine dost görünüyor. Fakat hiçbir şey göründüğü gibi değil…

Ric O'Barry, neredeyse dünya çapında ün yapmış yunus Flipper’ın eğitmeni. O yıllar yok denecek kadar küçük görünen bu sektörün büyümesi için 10 yılını vermiş ama olayları takiben gördükleri ve yaşadıkları karşısında, sektörü bitirmek uğruna 35 yıldır canla başla çalışıyor. Çünkü her yıl 23.000 yunus ve domuz balığı, devlet desteğiyle katlediliyor ve bunu çok fazla bilen yok. Bilim adamlarının araştırmalarına göre o kadar çok deniz canlısı avlanıyor ki, belki 40 yıla kadar birçoğunu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağız.

Yunusları sürekli gülerken görüyoruz. İnsanlara yaklaşıp neşeli hareketler yapıyorlar. Fakat bazı şeyler görünürde yanıltıcı olabiliyor. Çünkü bu deniz memelileri, kapalı alanlardan hoşlanmıyor. Ric O'Barry, eğittiği yunus Flipper’ın kollarında intiharına tanık olmuş ve o andan sonra tutsak yunusları serbest bırakabilmek için eylemlere başlamış. Anlattığına göre, gösteri dünyasındaki yunuslara düzenli aralıklarla ilaç veriliyor. Çünkü insan sesleri ve kapalı alanlardaki stres nedeniyle çoğu ülsere yakalanıyor. Ric O'Barry’nin de yapmak istediği, dünyanın dikkatini Taiji başta olmak üzere katliama dikkat çekmek.

The Cove, yunusların yardım çığlıklarını ve son çırpınışlarını gözler önüne seriyor. Hayden Panettiere ve Isabel Lucas gibi ünlüler, katliama karşı protestocuların arasında yer alıyor. Ric O'Barry ise, şimdiye kadar yaptığı yanlışların bedelini ödemek üzere, deniz memelileri ve özellikle yunusların huzurunu sağlamak için kararlı biçimde çalışıyor. Balık pazarında balina eti olarak satılan yunus etinin, civa zehirlenmesi dahil birçok hastalığa neden olduğu ispatlarıyla kanıtlanıyor. Gönüllü dev ekibi sayesinde öyle başarılı bir çalışma yapılmış ki, 2010 yılında The Cove, En İyi Belgesel Film dalında Oscar Ödülü kazanıp dünyanın dikkatini çekmeyi başarmış. Araştırmacıların ısrarlı takipleri, kışkırtılmalara karşı ayakta durma mücadeleleri, yürek burkan hikâyeleri ve inanılmaz etkileyici görüntüleriyle, belgesel gerçekten harika hazırlanmış. Yönetmenliğini Louie Psihoyos’un, senaristliğini de Mark Monroe’nun üstlendiği The Cove’un yapımcıları, Paula DuPré Pesmen ve Fisher Stevens. Filmin başyapımcısı Jim Clark ve ortak yapımcısı da Olivia Ahnemann. Eğer belgesele ilgi duyuyorsanız, mutlaka izleyin.

Emre Türker

Picture: impawards

03 Haziran 2010

Moral Bozukluğu Yaşansa Bile!

Eğer bir yeri temsil ediyorsanız, kişisel ve anlık moral yapınızın karşı tarafa yansıtılması istenmez. Çünkü siz, çalıştığınız yeri temsil ediyor olursunuz. Acaba durum bu kadar basit mi?
 
Hayatta uğraşılması en zor canlı, insandır. Çünkü insan, yapısı itibariyle bir şeylere sahip olmayı sever. Eğer istediği olmazsa, tepki gösterir. Durumuyla yetinmek istemez. Öyle ki, teknoloji çağında yetinmeci tavır, çoğu zaman pasif olarak nitelendirilmektedir.

Müşteri — Allah belanızı versin.
Temsilci — Ahmet Bey, lütfen sakin olun. (Genelde örneklerin başrol yıldızı Ahmet bey’dir. Cevaplar içinde “beyefendi” de geçer ama firma sizin müşteriye ismiyle hitap etmenizi ister.)
Müşteri — Niye sakin olacakmışım. Şerefsizin tekisiniz.
Temsilci — Ne şerefsizliliğimi gördünüz?
Müşteri — Sana mı söylüyorum kardeşim, sen temsilci değil misin?

Bu diyalog, güya bilinçli bir toplumda yaşayan bilinçli insanların, fazlaca tercih ettiği konuşma şeklidir. Öyle ya, temsilci profesyonel olacak. Peki müşteri profesyonel mi? Müşterisine yardımcı olmak için var olan bir personel, müşterinin kendisine hakaret ederek rahatlaması için mi oradadır, yoksa yardımcı olmak için mi? Direk bağırarak olaylara yaklaşmak, çözümde ne derece etkilidir? Görevli sonuçta ruhu olan bir insan mı, yoksa tenekeden imal edilmiş bir robot mudur?

Müşteri — Bana nasıl yardımcı olabilirsiniz?
Temsilci — Kusura bakmayın yardımcı olamam.
Müşteri — O ne demek öyle ya?
Temsilci — İşine geliyorsa kardeşim.

Tabiki 2. diyalog gerçek ve doğru değil! Fakat dayanma sınırında gezinen, desteklenmeyen ve yardım eli uzatılmayan birçok insanın hayalinden, bu sözleri söylemek geçer. Hatta istifa durumları öncesi, genel olarak rahatlamak için son bir kez bu yapılır ve işten ayrılma gerçekleşir. Şimdi bu durumda temsilciyi çöpe atmak, her şeyi çözer mi?

Gerçek anlamda durum daha da ciddidir. Temsilci veya müşteriyle ilgilenen herhangi birinin psikolojik durumu, konunun o anki gelişiminden daha önemlidir. Maskelerle dolaştırmak (kişinin ruh hali bozukken, gülümseyerek mutluymuş havası vermek), çalışanın kontrolü açısından sadece geçici çözümlerde etkilidir. Kalıcı etki için farklı yol izlenmelidir. Yoksa “moral durumunu müşteriye yansıtma” sözleriyle sorunu kestirip atmak doğru değil. Personel isyan konumuna gelmeden veya sıkıntılı anında fark edilip, değer anlamında fikir paylaşması istenmesi, olumlu sonuç verecektir. Davranış ve ruh yapıları o kadar dar kalıplarla ifade edilir oldu ki, uzman psikologların önemli vaka gördükleri durumlar, profesyonel geçinen yönetim ekipleri tarafından, kişisel gelişim cümleleriyle geçiştirilmeye başlandı. Kişisel gelişimin, insanın ruh yapısında önemli yeri olduğunu düşünsem de, her durum o kadar basite indirgenemez.

Aslında firmalar, “müşteri her zaman haklıdır” yapısı kadar, çalışanın mutluluğunu da düşünmeli ve çalışanların da dış etkide çok önem arz eden bir müşteri olduğunu unutulmamalıdır.

Profesyonellik ile insanlık arasında ince bir çizgi vardır. Bir firmada sadece müşteriye dokunan yüzler değil, bütünün parçası olarak tüm birimlerin yapısal şekli önemlidir. Bugün yüz yüze kanallardaki birçok personelin psikolojik yapısındaki bozukluk, yönetim şeklinin insafsızlığından ve anlayışsızlığından kaynaklanıyor. Oysa çalışanını kazanmak isteyen ve personelinin mutluluğu için çabalayanlar, çok daha hızlı ve emin adımlarla büyümektedir.

Emre Türker

Picture: flickr

Osmanlı Cumhuriyeti (2008)

Tür: Komedi / Dram
Yönetmen: Gani Müjde
Süre: 100 dakika
Oyuncular: Ata Demirer, Vildan Atasever, Ruhsar Öcal, Ali Düşenkalkar, Sümer Tilmaç, Kerem Kupacı, Belma Canciğer, Ziya Durukan, Hakan Vanlı, Yusuf Atala, Ahmet Çevik, Alp Öyken, Ceyhun Yılmaz, Sezen Aksu
1888 yılı Selanik’te bir çocuk, asılı duran kafesteki kuşu almak için çıktığı ağaçtan düşerek yaşamını yitirmiştir. 2008 yılı İstanbul’da Osmanlı padişahı 7. Osman (Ata Demirer), işgal devletlerinin kuklası durumuna gelmiş, halkın arasında güvenilirliğini yitirmiş, teknolojinin ilerlediği çağdaş dünyada geri kalmış ve gelişmelerden bihaber bir padişahtır. Fakat kendisi bu durumdan hiç de hoşnut değildir. Padişahın oyuncak olduğu bu sistem, karanlık bir çukurdan ibarettir. Ülkenin askeri dengesini Amerikalılar sağlarken, toprak sahipliğini ise Avrupalılar ele almıştır. Osmanlıda bağımsızlık mücadelesi veren bir grup direnişçi, işgalden kurtulmak için milli birliği halk arasında uyandırmaya çalışır. Ya Osmanlı kendi cumhuriyetini kuracak, ya da ilelebet yol olacaktır.

7. Osman, sarayın eskiyen süslemelerini onaran Sanayi-i Nefise Mektebi öğrencilerinden Asude’yi (Vildan Atasever) görünce, çok etkilenir. Gösteriş düşkünü Saliha Sultan’la (Ruhsar Öcal) gerçek aşkı yaşayamayan 7. Osman, aradığını Asude’yle bulmaya çalışacaktır.

“Atatürk Olmasaydı!” konu başlığı üzerine düşünülerek canlandırılmış bir kara mizah olan “Osmanlı Cumhuriyeti”, ülkenin bölünmez bütünlüğü ve milletin birlik-beraberlik bilincini izleyicisine yeniden hatırlatmayı hedeflerken, günümüzdeki soğuk savaşlarla başlamış sanayi toplumlarının dünyaya farklı bir şekilde hükmetmesi durumuna da ince esprilerle göndermeler yapıyor. Farklı bir çalışma…

Emre Türker

Picture: moviegoods

02 Haziran 2010

Yahşi Batı (2010)

Tür: Komedi / Kovboy
Yönetmen: Ömer Faruk Sorak
Süre: 119 dakika
Oyuncular: Cem Yılmaz, Ozan Güven, Demet Evgar, Zafer Alagöz, Özkan Uğur, Cansu Dere, Bünyamin Durgut, Istar Göksever, Graham Hoadly, Yılmaz Koksal, Muhittin Korkmaz, Mehmet Polat, Demet Tuncer, Süleyman Turan, Tevfik Yapıcı
Antik eşyalar satan Zeki (Cem Yılmaz), alıcı Vedat’a (Zafer Alagöz) eski bir kovboy çizmesi satmak ister. 140 yıllık tarihi çizmenin nasıl oraya geldiği sorusu üzerine başlayan hikâye, Osmanlı Sultanın (1800’lü yıllar, Abdülaziz dönemi), teşkilattan Aziz Vefa (Cem Yılmaz ) ve hazineden memur Lemi Galip’i (Ozan Güven), dönemin Amerikan başkanına hediye olarak elmas göndermesiyle devam eder. Amerika’daki yolculukları sırasında bindikleri atlı araba, önce haydutlar, sonra da Kızılderililer tarafından soyulacak, bu soygunda elmas haydutların eline geçecektir. Aziz ve Lemi, beş parasız kalmalarının ardından önce hayatta tutunmanın, sonra da elması ele geçirerek görevi tamamlamanın çaresini arayacaklar, fakat bu yol uzun ve zorlu olacaktır.

Cem Yılmaz’ın bilindik tavırlarını sergilediği filmde, oluşturan vahşi batı seti oldukça başarılıydı. Türk insanının yapısı ve kültürüyle ilgili yaşam tarzını çok iyi analiz edebilen Cem Yılmaz, bu malzemelerden espri çıkarmayı iyi biliyor. Argonun Türk insanının hayatında çokça yer etmesi nedeniyle, mizahında herhangi bir kesinti yapmadan dili kullanması, izleyici kitlesini daime ikiye bölmüştür. Sonuçta emek verilmiş bir yapım…

Emre Türker

Picture: impawards