Evime yakın bir süpermarketin et reyonundan, reyon görevlisinin az yağlı ifadesine uyarak birkaç parça kontrafile almıştım. Bonfile, antrikot gibi kelimelere alışkınız ama kontrafile bana biraz yabancı gelmişti. Hayvansal ürünlerdeki bilgi yetersizliğim nedeniyle, gençliği köyde geçirmiş babama başvurdum.
- Baba, kontrafile hayvanın neresindedir? Antrikot ayarında bir et mi? İyi mi?
- Google’dan sorgulasana yavrum! Google’a kontrafile yaz ve ara. Orda çıkar.
- ??? Sağol baba…
Teknolojinin geldiği noktayı, bu pasajdan çok iyi anlayabilirsiniz. Artık aranan pek çok şeye, sanal anlamda ulaşmak kolay. Hemen her tarif, ulaşılmak isten yol, adres, yorum ve içerik, internet üzerinden bulunabilmektedir. Sanal çöplükler varlığını hissettirmeye çalışsa da, google gibi arama devleri onları belli zaman aralıkları içinde ekarte ederek, araştırmacısını doğru bilgiye ulaştırıyor. Böylece merak ettiklerimizi öğreniyor ve merakımızı gideriyoruz. İnternetin bilgi havuzu, yayıncısının izin verdiği ölçüde kullanıcıların ulaşabileceği, akıl almaz büyüklükte bir kitaplık gibi.
“Geçmişte böyle değildi, çok daha güzeldi” türündeki lafları, çocukluk yıllarında büyüklerimizden defalarca işittik. Yıllar geçtikçe de bu klasik cümleleri ilginç şekilde biz devralıyoruz. Geçmişin ayrıntılarını ballandıra ballandıra anlatmak, orta yaşı geçmiş birçok yetişkinin ağzında, tadı geçmeyen şekerli bir sakız gibidir. Yani bu bir döngü. İlerleme olmak zorundadır. Gelişim, yeniliklere açık olarak ilerlemeye devam edecek. Geçmişe sarılırken geleceği inkâr ederseniz, gelecek de sizi görmezden gelir.
Geçmiş yıllarda bir adres ararken, önceden yola çıkıp, ona-buna soru sorarak yönümüzü bulmaya çalışırdık. Hemen her kurye görevlisinde, yer bulmak için A’dan Z’ye şehir haritalarını mevcuttu. Eğer sayfalardaki sokak veya cadde adları değişirse, adresi bulmak daha bir zorlaşırdı. Fakat şimdi bir yeri aramadan önce, internete başvuruyoruz. Telefonları, adresi, yönü ve hatta başlangıç-bitiş noktalarını bile neredeyse kusursuz görebiliyoruz. Bu kötü değil, iyi bir şey. Fakat…
Artık sanal kalabalıkta gerçek yalnızlar olmaya başladık. Postacıları özlem dolu sevdiklerimizden haber getiren konumundan uzaklaştırıp, sadece faturaları getiren işçilere dönüştürdük. Sanal aşklar yaşıyor, gerçek platonik ve ölümsüz sandığımız hisleri duyamıyoruz. Sanal görüntüleri tabiat gezilerine tercih ediyoruz. İhtiyacımızı karşılayabilecek ürünlere değil, sahip olabileceğimiz popüler ürünlere yöneliyoruz. Hatta alışverişlerimizi ayağımıza kadar getirtiyor, beğenmediğimizde anında iade edebiliyoruz. Azla yetinmeyen, çoğundan şikâyet eden huysuz canlılara dönüştük. Araştırma duygumuz sanal kaynaklarla sınırlı kaldı. Üretmekten çok, hazıra alıştık… Sorun gösteren örnekler çoğaltılabilir, tıpkı iyi örneklerde olduğu gibi…
Hayatta her varlığın olumlu ve olumsuz bir tarafı vardır. Fakat bu tarafı kim belirliyor? Tabiî ki biz insanlar. Varlıklara şekil veren yine insanlardır. Yaşamı acımasız ya da mükemmel kılan, yine bizleriz. Her karanlık içinde bir aydınlık, her aydınlığın içinde de bir karanlık mevcut.
Öyleyse, bizim yapmamız gereken şey, karanlığın farkına varıp ışıktan faydalanmak. Gelecek ve teknoloji, bu şekilde bizim için kesinlikle çok parlak.
Emre Türker
18 Eylül 2011
14 Eylül 2011
Cebimden Harcadıkça Çoğalıyor
“Cüzdanımdaki paranın tam olarak ne kadar olduğunu bilmem. Kaç param kalmışla değil, cebimde halen bir şeyler var mı, onunla ilgilenirim. Gerektiğinde onu dağıtırım. Bazen öyle bir dağıtırım ki, kendime bir şey kalmaz. İstediğim şeyi alırım - ama bugün, ama bilmem kaç ay sonra – mutlaka alırım. Cüzdanımdaki paralar hariç, demir bozukluklar bulundururum çantamın ön gözünde. Onlar hayat kurtarıcılardır.”
Aslında yukarıda anlattıklarım, sadece dışsal görüntünün kelimelere dökülmüş hali. İç yüzünde farklı değerler barındırıyor.
Cepteki para elbette ki değerlidir. Fakat hesap-kitap işi, planda bitmelidir. Hesap-kitap işini dışarıya değil, eve bırakın. Mesela ben, alışveriş için para harcamadan önce, mümkün oldukça fazla market dolaşıp, hangisinde ne ucuzluk var kontrol ederim. Dönüş yolunda ise, en ucuzları en uygun olan yerlerden toplayarak, evin yolunu tutarım. Bunun sonunda ise en az %30 kârlı çıkarım. İsterseniz sizde deneyin.
Almak istediğiniz şey, hayal listesini zirvede zorlayan değil, günlük rutin ihtiyaçlar veya arzularsa, bir şekilde onlara ulaşabilirsiniz. Bu sizin her kafanıza eseni alacağınız anlamına gelmiyor. İstediğiniz şey, kafanızda ihtiyaç anlamında bitmiş ve gerekli olan şey olmalı. Örneğin; aradığınız bir kitapsa, piyasada türlerini araştırıp kendiniz için gerekli olanların listesini çıkarın. Listeyi daraltın ve en gerekli olanı/olanları seçin. Son olarak ise, piyasa araştırması yapın. İnternet ve diğer kanalları kullanarak, en uygun olanı bulup, satın alın. Bunun yanında, diğer bir yöntemim daha var. Günlük ihtiyaçlardan birini belirleyin. Mesela ekmek. Diyelim poşetlenmiş dilimlilerden 4 liralık satın aldığınız bir ekmek çeşidi var. Haftada iki kez alıyorsanız, bunu kısa süreliğine piyasadaki alternatifi olan 2 liralık ekmekle değişin. Ekmek klasik bir örnek. Aslında her malın bir alternatifi vardır. Alternatif uygulamasına giderseniz, yaşam standartlarınız devam eder. Sadece standart alınanların hayatınızdaki rolü değişir. Almak istediğiniz şeyler için cebiniz rahatlar. Aldıklarınız ve alacaklarınızın alternatifini bir gün oturup kıyaslamaya kalksanız, eminim çok fazla ayrıntı yakalarsınız.
Cepteki paranın bir kısmını dağıtın. Mümkün oldukça en doğru bulduğunuz yardım kurumlarına. Kimi zaman elden, kimi zaman ise gönülden dağıtın. Bu dağıtma büyük meblağ olmak zorunda değil elbet. 3-5 kuruş olsun, dağıtmak olsun. Kimi zaman öyle bir dağıtın ki, cebiniz boşaldıkça, kalbiniz dolsun. Sadece para değil. Mesela; aldığınız ve beğendiğiniz okunmuş kitaplarınızı, okumaları için çevrenize dağıtın. Böylece onları da paylaşmaya teşvik edin.
Yukarıda anlattıklarım, hayattan bir parça. Ne kadar miktar arttırdığınızla değil, doğruyu ne kadarıyla bulduğunuzla ilgili. Hayata ne kadar çok verirseniz, hayat da size o kadarını misliyle geri öder. Anlattıklarım müsriflikle ilgili değil. Müsriflik, olması gerektiğinden fazlasını elde edip, bunların değerini bilmemek, paylaşmamak ve fazlasını çöpe göndermekle ilgilidir. Her şeye gücünüz yetmez. Öyleyse gücünüzün yettiği şeylerle ilgilenin. Ulaşmak istedikleriniz, hedefleriniz olsun. Fakat bu hedefler sizi huzursuzluğa değil, huzura sürüklesin. Bir gün gelir de hayat yolunda tökezler ve düşerseniz, hayata verdikleriniz size el uzatabilir.
Emre Türker
11 Eylül 2011
Hamakta Sallanma Keyfi Bilinçaltında Saklanıyor
Hamakta ya da salıncak tipi bahçe banklarında oturmak ve sarkaç hareketleriyle kendini boşluğa bırakmak, insanı rahatlatıyor. Peki bu salınımın yerçekim kuvvetiyle bir ilgisi var mı? Yoksa bebeklikten gelen bir salınım alışkanlığından mı keyif alıyoruz?
Bebekleri sallama dürtüsü, nesilden nesile devam eden ve devreden bir durum. Bebek ağladığında susturmak için sallama dürtüsü ortaya çıkar ve bebek/çocuk susuncaya ya da uyuyuncaya kadar bu durum devam eder. Tıbbi olarak açıklamasını yapamayacak olsam bile sallanarak uyumanın bebek için anlamını, hafifçe sersemleyerek uykuya geçme olarak tanımlayabilirim. Bebek sallandıkça kendinden geçer ve uykuya dalar. Hatta bazı bebekler/çocuklar, sallama durduktan hemen sonra uyanır. Elinde yastıkla annesinin ayaklarına uzanmak üzere bekleyen çocukları etrafınızda görmüşsünüzdür. Artık onlar için salınım olmadan uyku, biraz sıkıntılı bir dönem oluyor.
Sallanmak, içgüdüsel anlamda sizi rahatlatıyor olabilir. Birçok duygu zaten bilinçaltına yerleşen kavramlarla ilgilidir. Yetişme tarzının gelişim ve yaşamda ne derece etkili olduğunu çoğumuz biliyoruz. Belki de çocuklarını sallayan ebeveyn ayakları, beşikler, bebek hamakları ve hatta sonradan çıkan elektrikli salıncalar-ana kucakları, kişiyi gelecekte sallanmaktan keyif alan bireyler haline dönüştürüyor.
Ayrıca hepimiz dünyanın yerçekimi kanunlarından payını alan varlıklarız. Sarkaçların salınım hareketleri, yeryüzünde oluşan bu çekim kuvvetinin etkisiyle ortaya çıkıyor. Hamak üzerinde uzanarak salınım, bu çekiminden dolayı denge durumuna geçmek isteyen düzenekle de ilgili olabilir.
Sözlerimin bilimsel olarak bir açıklaması yok. Sadece sallanma üzerine bir deneme. Keyif üzerine tatlı bir düşüncede hamak keyfine dikkat çekmek istedim. Sallanarak şekerleme yapmak sizi hangi duyguya sürüklüyor?
Emre Türker
Picture: deviantart, flickr
Bebekleri sallama dürtüsü, nesilden nesile devam eden ve devreden bir durum. Bebek ağladığında susturmak için sallama dürtüsü ortaya çıkar ve bebek/çocuk susuncaya ya da uyuyuncaya kadar bu durum devam eder. Tıbbi olarak açıklamasını yapamayacak olsam bile sallanarak uyumanın bebek için anlamını, hafifçe sersemleyerek uykuya geçme olarak tanımlayabilirim. Bebek sallandıkça kendinden geçer ve uykuya dalar. Hatta bazı bebekler/çocuklar, sallama durduktan hemen sonra uyanır. Elinde yastıkla annesinin ayaklarına uzanmak üzere bekleyen çocukları etrafınızda görmüşsünüzdür. Artık onlar için salınım olmadan uyku, biraz sıkıntılı bir dönem oluyor.
Sallanmak, içgüdüsel anlamda sizi rahatlatıyor olabilir. Birçok duygu zaten bilinçaltına yerleşen kavramlarla ilgilidir. Yetişme tarzının gelişim ve yaşamda ne derece etkili olduğunu çoğumuz biliyoruz. Belki de çocuklarını sallayan ebeveyn ayakları, beşikler, bebek hamakları ve hatta sonradan çıkan elektrikli salıncalar-ana kucakları, kişiyi gelecekte sallanmaktan keyif alan bireyler haline dönüştürüyor.
Ayrıca hepimiz dünyanın yerçekimi kanunlarından payını alan varlıklarız. Sarkaçların salınım hareketleri, yeryüzünde oluşan bu çekim kuvvetinin etkisiyle ortaya çıkıyor. Hamak üzerinde uzanarak salınım, bu çekiminden dolayı denge durumuna geçmek isteyen düzenekle de ilgili olabilir.
Sözlerimin bilimsel olarak bir açıklaması yok. Sadece sallanma üzerine bir deneme. Keyif üzerine tatlı bir düşüncede hamak keyfine dikkat çekmek istedim. Sallanarak şekerleme yapmak sizi hangi duyguya sürüklüyor?
Emre Türker
Picture: deviantart, flickr
31 Temmuz 2011
Sokakta Dağıtılan Broşürleri Neden Almıyoruz?
Genel olarak sorduğum bu tip sorularda benzer yanıtlar alıyorum. “Bilmem, almıyorum işte!” gibi ön yanıtlar, kişilere neden bu davranışı yaptığını bilmediğini anımsatıyor. Sonraki yanıtlar ise hemen hemen şöyle: “Aynı şeyleri dağıtıyorlar”, “işime yaramıyor”, “satış yapmak için taktik deniyorlar” vs.
Aslında ilk zamanlar, broşür üzerinde yazılanlar benim dikkatimi çekiyordu. Sokaklarda dağıtılan bu kâğıtları alır, “ne bu?” diye bakardım. Fakat bir süre sonra, broşür dağıtanların yanından ben de duyarsızca geçmeye başladım. Onları gerçekten görüyor ama görmemezlikten geliyordum. Neden böyle oldu, ne değişti?
Aslında içinde bulunduğumuz toplum bizi yönlendiriyor. Kimse almayınca biz de almıyoruz. Herkesin yaptığı şeyleri yapıyoruz. Topluma ayak uyduruyoruz.
Kalabalık şehirlerde bu duyarsızlık, küçük yerleşim merkezlerine oranla daha fazla. Çünkü alelacele koşuşturmacalar sırasında toplum olarak insan, duygusal hislerden uzaklaşarak çevreye yabancılaşıyor. Duygusal hislerin yerini, alışılagelmiş mekanik hareketler alıyor.
Bazı ürünlerin satışında broşürlerin araç olarak kullanılması ve “afedersiniz” le başlayan dilenme yöntemleri, sokakta bir şeyler dağıtanlara karşı yabancılaşma nedenlerinden biri. Öyle ki, yakın zamanda gördüğüm bir örnekte içecek firmalarından biri, reklâm için ürününü bedava dağıtmaya kalkmış, ama insanların ilk tepkisi geri çekilme yönünde olmuştu.
Broşürler, internetin yoğun kullanılmadığı zamanlarda başarılı bir reklâm yöntemiydi. Çekiciliği vardı. Gittikçe kinestetik duyulardan uzaklaşıp sanala yönlenme, bu derinliği bitime noktasına geldi. Gerçi boşu boşuna çöpe giden binlerce kâğıdın durumu da engellenmiş oldu.
Sokakta dağıtılan broşürlerin alınmama nedeni, aslında çok derin ve içi kazıldıkça farklı sonuçlar getirebilecek bir konu. Dağıtılan reklâm kâğıtlarına karşı, sizin tepkiniz nedir?
Emre Türker
Picture: flickr
27 Temmuz 2011
Aynen Öyle
Dilimize dolanan kelimeler vardır. Belli dönemlerde gelir-geçer. Genelde televizyon dizilerinden, sevdiğimiz dostlardan, çevreden gelen bu kelime veya söz kalıpları, dile öyle bir yapışır ki, çıkarmak pek de kolay olmaz.
Dile dolanan kelime kalıpları veya kurtarıcı kelimelerin yüksek oranda tercih edilmesi, konuşma dilini biraz rahatlatmasından kaynaklanıyor. Kurtarıcı kelimeler, genelde dilde konuşma yapısına yerleşir. Mesela “şey” kelimesi, bunların başında gelir. Hatırlayamadığımız her kelimeyi “şey”le kapatırız. Dile dolanan kelime kalıpları ise, dönemseldir. “Aynen öyle”, şu an gördüğüm kadarıyla dile dolanmak bir yana, tam anlamıyla sakız misali yapışmış. Ajda Pekkan’ın son dönem popüler şarkılarından birinin adı olan “aynen öyle”, belki de yaygınlaşmayı tetikleyen nedenlerden biri... Geçenlerde televizyonda, güya geçmiş dönemi canlandıran bir diziye denk geldim. Dönemin insanları, birbirine “aynen öyle” diye cevap veriyordu. Acaba o dönemde “aynen öyle” diye bir söz kalıbı var mıydı?
Çevremde herhangi bir durumu veya olayı anlatırken, dinleyicilerimin beni onaylama biçimi “aynen öyle” cevap kapılarıyla oluyor. Aşağıdaki diyalog örneğinde olduğu gibi:
—Bence bu söyleşide açıklananlar, durumu anlatmaya yetmiyor.
—Aynen öyle!
Geçenlerde bir arkadaşa sordum:
—“Aynen öyle”de nedir? Herkes bu kalıbı kullanıyor. Televizyonda bir diziden mi kaptın?
—Yooo, zaten vardı.
—Yani birkaç sene önce de bu yaygınlıkta kullanıyordun, öyle mi?
—Yaaani! (ya kısmı biraz uzatılır.)
Aslında birkaç sene önce, böyle bir yaygınlık yoktu ama arkadaş bunun farkında bile değildi. O derece kabullenmiş. Arkadaşla geçen konuşmamızdaki “Yaaani”, başka bir kelime kalıbını da işaret ediyor.
Kitaplardan ve doğru anlatımlı yazılardan gittikçe uzaklaşıyoruz. Televizyon, eğlence programları, filmler, facebook, twitter, mail vs… Hayatımızda yoğun bir sanal akış var ve düşüncelerimiz, üretkenlikten gittikçe uzaklaşıyor. Standartlaşıyoruz. Çevreden verildiği şekliyle alıyor, kolayca yorumluyoruz. Aslında anlamını bile bilmediğimiz yüzlerce kelimeyi, daha akılda pekiştirmeye bile fırsat bulamadan unutuyor, globalleşen karmaşık bir dil yapısıyla şaşırtıcı derecede değişiyoruz. Fakat bu değişim, gelişimsel olarak pek olumlu görünmüyor. Doğru mu? Aynen öyle…
Emre Türker
Picture: Hayalbemol
Dile dolanan kelime kalıpları veya kurtarıcı kelimelerin yüksek oranda tercih edilmesi, konuşma dilini biraz rahatlatmasından kaynaklanıyor. Kurtarıcı kelimeler, genelde dilde konuşma yapısına yerleşir. Mesela “şey” kelimesi, bunların başında gelir. Hatırlayamadığımız her kelimeyi “şey”le kapatırız. Dile dolanan kelime kalıpları ise, dönemseldir. “Aynen öyle”, şu an gördüğüm kadarıyla dile dolanmak bir yana, tam anlamıyla sakız misali yapışmış. Ajda Pekkan’ın son dönem popüler şarkılarından birinin adı olan “aynen öyle”, belki de yaygınlaşmayı tetikleyen nedenlerden biri... Geçenlerde televizyonda, güya geçmiş dönemi canlandıran bir diziye denk geldim. Dönemin insanları, birbirine “aynen öyle” diye cevap veriyordu. Acaba o dönemde “aynen öyle” diye bir söz kalıbı var mıydı?
Çevremde herhangi bir durumu veya olayı anlatırken, dinleyicilerimin beni onaylama biçimi “aynen öyle” cevap kapılarıyla oluyor. Aşağıdaki diyalog örneğinde olduğu gibi:
—Bence bu söyleşide açıklananlar, durumu anlatmaya yetmiyor.
—Aynen öyle!
Geçenlerde bir arkadaşa sordum:
—“Aynen öyle”de nedir? Herkes bu kalıbı kullanıyor. Televizyonda bir diziden mi kaptın?
—Yooo, zaten vardı.
—Yani birkaç sene önce de bu yaygınlıkta kullanıyordun, öyle mi?
—Yaaani! (ya kısmı biraz uzatılır.)
Aslında birkaç sene önce, böyle bir yaygınlık yoktu ama arkadaş bunun farkında bile değildi. O derece kabullenmiş. Arkadaşla geçen konuşmamızdaki “Yaaani”, başka bir kelime kalıbını da işaret ediyor.
Kitaplardan ve doğru anlatımlı yazılardan gittikçe uzaklaşıyoruz. Televizyon, eğlence programları, filmler, facebook, twitter, mail vs… Hayatımızda yoğun bir sanal akış var ve düşüncelerimiz, üretkenlikten gittikçe uzaklaşıyor. Standartlaşıyoruz. Çevreden verildiği şekliyle alıyor, kolayca yorumluyoruz. Aslında anlamını bile bilmediğimiz yüzlerce kelimeyi, daha akılda pekiştirmeye bile fırsat bulamadan unutuyor, globalleşen karmaşık bir dil yapısıyla şaşırtıcı derecede değişiyoruz. Fakat bu değişim, gelişimsel olarak pek olumlu görünmüyor. Doğru mu? Aynen öyle…
Emre Türker
Picture: Hayalbemol
24 Mayıs 2011
Öyle Bir Sevmek Ki
Öyle bir sevmek ki! Ruhunun her bir duygu çıkışında huzur bulan, mutluluğu daimi kılan, tuzu-biberine aldırmadan, tartışmaları dallandırıp budaklandırmadan tadılan bir sevgi…
Dünyada birçok kişi, “öyle bir aşk yok, öyle bir sevgi yok” der. Oysa sevgi her yerdedir. Bulursan bir gün, ona değer ver. Çünkü; ruhu sıkacak, absurt kıskançlıklar ve kaç-kovala oyunlarıyla basitleştirilmeyecek kadar önemlidir bu gerçek sevgi.
Üçüncü şahısların tavsiyeleriyle sevgiyi yoğunlaştıramazsın. Üçüncü şahıslar, ancak hataları görmende yardımcıdır. Yoksa aşkın, sevginin sabitleştirilmiş kuralı yok.
Aşkın dönüştüğü sevgi, ruhu sıkmamalı. Belli noktalarda tökezlese bile, yolun sonunu görebilmeli. Bu son, hayatın birlikte geçen virgüllerinin ardından gelen noktasıyla ölçülmeli. Kuralsız, özgür ama karşılıklı bir denge çerçevesinde, sona kadar limitsiz bir şekilde…
Para mutlak gerek. Para saadet demek değil belki. Fakat olmalı bir yerde. Hayalleri açan kilit, kimi zaman paranın elindedir, kimi zaman ruhun derinliklerinde…
Birlikte yaşayan, her ayrılıkta birliği arayan, özlemeyi bilen, özletmeyi sevmeyen, kokusunu ve dokunuşunu daima sıcak tutan masalsı aşıklarının özüdür bu sevgi. Yaşıyorsan, tadını çıkar. Kirletme gereksiz pislikleriyle hayatın…
Emre Türker
Picture: deviantart
Dünyada birçok kişi, “öyle bir aşk yok, öyle bir sevgi yok” der. Oysa sevgi her yerdedir. Bulursan bir gün, ona değer ver. Çünkü; ruhu sıkacak, absurt kıskançlıklar ve kaç-kovala oyunlarıyla basitleştirilmeyecek kadar önemlidir bu gerçek sevgi.
Üçüncü şahısların tavsiyeleriyle sevgiyi yoğunlaştıramazsın. Üçüncü şahıslar, ancak hataları görmende yardımcıdır. Yoksa aşkın, sevginin sabitleştirilmiş kuralı yok.
Aşkın dönüştüğü sevgi, ruhu sıkmamalı. Belli noktalarda tökezlese bile, yolun sonunu görebilmeli. Bu son, hayatın birlikte geçen virgüllerinin ardından gelen noktasıyla ölçülmeli. Kuralsız, özgür ama karşılıklı bir denge çerçevesinde, sona kadar limitsiz bir şekilde…
Para mutlak gerek. Para saadet demek değil belki. Fakat olmalı bir yerde. Hayalleri açan kilit, kimi zaman paranın elindedir, kimi zaman ruhun derinliklerinde…
Birlikte yaşayan, her ayrılıkta birliği arayan, özlemeyi bilen, özletmeyi sevmeyen, kokusunu ve dokunuşunu daima sıcak tutan masalsı aşıklarının özüdür bu sevgi. Yaşıyorsan, tadını çıkar. Kirletme gereksiz pislikleriyle hayatın…
Emre Türker
Picture: deviantart
23 Mayıs 2011
Face-ism
Kadın ve Erkeğin Medyatik-Kültürel Görsel Tercihi
Televizyondaki talk show’larda (ben bunu medyatik misafirlik olarak tanımlıyorum), reklâmlarda, yakın plan çekimlerinde, neler dikkatinizi çekiyor? Görsel anlamda bizlere izletilen ve rating (izlenme oranı) artışını tetikleyen görüntüler nelerdir? Kadın ve erkek dergilerindeki fotoğraflar, hangi kompozisyonla yerleştiriliyor?Medyatik misafir programlarında, mini etekli bayanların bacak bacak üstüne atarken kameraların yakın plana geçtiğini ve bel-göğüs bölgesine yoğunlaştıklarını fark etmişsinizdir. Kısacası kadın “seks objesidir” düşüncesi belirgindir. Erkeklerde ise, “entelektüel” bir yapı düşüncesiyle hareket edilir. Vücut hatları ortaya çıkmaz. Genelde takım elbise veya vücut hatlarını kapatan elbiseler seçilir, yüz hatlarına yoğunlaşılır ve görüntüler hafızada o şekilde yer eder.
Araştırmacı Dane Archer, arkadaşlarıyla birlikte Amerika’daki gazete ve dergilerin resimlerini incelemiş, Hong-Kong’dan Kenya’ya kadar 11 ülke dolaşarak araştırmalarını derinleştirmiş. Sonuç olarak; erkeklerin yüzlerinin, kadınların ise daha çok vücutlarının resmedildiğini ortaya çıkarmış. Başta facebook’u çağrıştıran Face-ism kelimesi, Dane Archer ve arkadaşlarının araştırmaları sonucunda ortaya koydukları bir tanımlamanın adıdır. Yani Face-ism, kadının vücudunun, erkeğin ise yüzünün medyadaki kullanımıdır.
Tarih kitaplarını incelediğinizde, ünlü düşünür, bilim insanı ve liderlerin, genel olarak yüzlerinin resmedildiğini göreceksiniz. Ayrıca kadının yeri farklı görüldüğünden, bu düşünürlerin çoğunun erkek olduğu da bir gerçektir. Kadın ve erkek ne kadar eşitlikçi düşünceyle toplumun hafızalarına yer etmeye çalışılsa da, bazı dişil ve eril özellikler, yapısal anlamda pek değiştirilemez. Örneğin bilim adamı derken, bilim erkekle ilişkilendirilerek tescillenir. Bu nedenle birçok yeni kitapta ve belgesel yayında, “bilim adamı” yerine “bilim insanı” kullanılmaya başlamıştır.
Popüler anlamda ilgi çekici her şey, 4. güç medyada aktif olarak değerlendirileceğinden, kadının erotik yönü daima ön planda yer alacaktır. Kuralın değişmesi çok zor.
Emre Türker
Picture: deviantart, flickr
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)