13 Şubat 2012

PSİKO analist

Yazar: John Katzenbach
Sayfa Sayısı: 491
Kitap Boyutu: 13,5 x 21
Yayınevi: KORİDOR

Psikanalist Dr. Ricky (Frederick) Starks, 53. doğum gününde tehdit dolu bir mektup alır.

“53. doğum günün kutlu olsun doktor. Ölümünün ilk gününe hoş geldin.”

Bu cümlelerle başlayan mektup, doktorun intiharını istemektedir. Üstelik bunun için kendisine 15 günlük süre verilmiştir. Eğer Dr. Ricky söylenileni yapmazsa, mektupta belirtilen 52 kişilik akraba grubundan birileri yavaş yavaş öldürülecektir.

Acaba böyle bir kâbus neden başlamıştı? Bu kâbus ne derece gerçekti?

O günden itibaren Ricky’nin hayatında, yolunda gitmeyen bir şeyler olmaya başlar. Hastaları ve akrabaları kadar, kariyeri ve yatırımları da tehlikededir. Her attığı adım, bir bataklık misali onu karanlığa doğru yavaşça çeker. Ricky bir şeyler yapmalıdır. Fakat gittikçe çıkmaza doğru sürüklendiğinden, tek kurtuluş kapısı ölüm gibi görünmektedir. Hayatının bundan sonraki dilimini bir anda çöpe atmak ve bunların neden başına geldiğini öğrenmeden ölüme teslim olmak, ne derece kabullenilebilir?

PSİKO analist, son yıllarda beni baştan sona etkisi altına alan, bir sonraki aşamada ne olacak diye merakla beklediğim, üç bölümden oluşan harika bir polisiye-gerilim türü. Jean Christophe Grange’in Kızıl Nehirler adlı romanı kadar güzel. 1950 doğumlu Amerika’nın popüler yazarlarından John Katzenbach’ın 12 romanı var. PSİKO analist, Türkçeye çevrilen ilk romanı. Sanırım diğer kitaplarının çevirisi de gecikmeyecektir. Şiddetle tavsiye ederim.

Emre Türker

04 Şubat 2012

Klon

Yazar: Kevin Guilfoile
Sayfa Sayısı: 517
Kitap Boyutu: 13,5 x 21
Yayınevi: KORİDOR
Çeviren: Yasemin Özden Kanca
Orijinal Adı: Cast Of Shadows

Martha ve Terry Finn çifti, klonlama konusunda uzman doktor Davis Moore ile görüşmelerinde, klonlama yöntemiyle dünyaya getirmek istedikleri bir çocuk hakkında ön bilgi alıyorlardı. Kanunen DNA ile klonlama yöntemi konusunda net şekilde serbestlik sağlanmamış olması ve klonlamaya karşı çevrenin aşırı tepkisi, işleri zorlaştırmaktaydı. Terry bu konuda ne kadar tedirgin ve şüpheci ise de, Martha kocasının tersine bir o kadar hevesli ve istekliydi.

Davis Moore, kendisine yapılan bir suikast girişiminden yaralanarak kurtulmuş, buna rağmen işinden vazgeçmemişti. “Tanrı’nın Kudretli Elleri” isimli dini bir grup/örgüt ne kadar dikkatleri üstlerine çekseler de, onlara karşı suçlama getirilebilecek net kanıtlar elde edilememişti.

Northwood şehrindeki bir giyim mağazasında yönetici asistanı olarak çalışan 17 yaşındaki Davis’in kızı Anna Katherine, mağazasının kapanışına denk gelen saatlerde vahşice öldürülür. İlk bulgulara göre Anna’ya tecavüz edilmiş, hırpalanmış ve boğularak öldürülmüştü.

Polis katili bulmakta başarılı olamayınca, elde kanıt olarak saklanan Anna’nın kıyafetleri, babası Davis’e teslim edilir. Fakat teslimatta polisin gözden kaçırdığı bir ayrıntı vardır. Kızın saç diplerinden alınan ve spermle eşleştirilen DNA analizi. Bu ayrıntı, doktor Davis’in aklına şeytani bir fikir getirir. Şimdi olmasa bile, bir gün kızının katilini görme şansı elde etmek ve onun gözlerinin içine bakabilmek…

Kitabın içeriğinde yer alan Gölge Evren oyunu, insanı biraz çileden çıkarabiliyor. Sanal dünya içindeki aksiyonu biraz abartılı buldum. Yazar, oyunu bir şekilde gerçek yaşam içine adapte etmekte başarılı olsa bile, bu yine de bir sanal oyun içinde çok fazla zaman harcandığı gerçeğini değiştirmez. Kitapta böyle birtakım mantık yanlışlıkları da bulunuyor. Yapmanız gereken, işin tıbbi yönü ya da bilimselliği değil, polisiye kurgusu üzerinde durmak olacaktır. Eğer bu mantık yanlışları ile ilgili takıntılarınız yoksa, kitabın ortalarından itibaren daha bir hareketli, merak uyandıran anlatımın içinde heyecanla kavrulabilirsiniz. Şahsen 500 sayfalık bu romanı bir çırpıda zorlanmadan okuyup bitirdim. Polisiye severlere güzel bir alternatif olacaktır.

Emre Türker

03 Şubat 2012

Ruha Yatırım İçin Gişe Sırasında Bekliyorum

Çocukken, gelecek ve geçmiş kaygısı olmadan, beden kaynaklı düşünürsünüz. Ağlamalar, sızlamalar, gülüşler, genel olarak anlık tepkilerdir. Ruha gömülen değerler, ancak derin yara izleri ve derin mutluluk ifadeleri olabilir.

Gençlik yılları, bedenin ve ruhun tavan yaptığı dönem. Yani bedeni kullanır, ruhla hissedersiniz. Hayatın dönüm noktası olan gençlik, sizin çizginizi belli eder.

Orta ve ilerleyen yaşlarda beden, ruha karşı yenik düşmeye başlar. Fakat aksine ruhen daha fazla kuvvetlenirsiniz. “Şimdi gençlik yıllarıma dönebilsem” lafları bundan ötürüdür. Değiştirmek imkânsız olsa da, gençliği zihninizde tekrar tekrar yaşayarak, ruhunuza duş etkisi yaptırırsınız.

Maddi ve manevi olarak yaşamda çok kere kazanmışlık ve çok kere kaybetmişliğimiz vardır. Pişmanlıklar, mutluluklar, acılar vs. duygular, bedenin ruha temas ettiği noktada oluşan kalıcı benler. O yüzdendir ki, ruhu tatmin etmezseniz, gerçek mutluluğu yakalayamazsınız. Ruhu gerçekten tatmin etmek istiyorsanız, boş şeylerle köşe kapmaca oynamayacaksınız.

Büyük miktarlarda paralar geçti önümden,
Tıpkı kaybettiğim büyük miktarları içine alıp yutan anaforlar gibi…
Öyle ki, bazı büyük sandığım mutluluklar,
aslen bir kibrit çöpünün yanıp kül olmasından farklı değilmiş, onu öğrendim.
Ne zaman birilerinin ceplerini, hırsını, gözlerini doldurmak için daha fazla çabaladığını görsem, derin bir ah çekerim. Çünkü olumlu yönden mantık, his, düşünce ve kalp gibi değerlerle daimi ruhu doyurmadıkça, kazanmış sayılmazsınız. Kaybettiklerinizden ders alıp, eldekilerle mutlu olmaya çalışmalı ve sonunda kazancı planlamalısınız. O nedenle de argo tabirle fasfiso laflara, boş lakırtılara geçit vermeden, siz de o geçitte fazla oyalanmadan, yolunuza devam etmelisiniz.

Cepler dolar, cepler boşalır.
Bir kumdan kale gibidir somut şeyler,
bir dalga gelir imrenerek baktığınız oluşumları dümdüz eder
ve siz, suyun geri çekilmesi ardından,
milyonlarca kum tanesi içinde kaybolur gidersiniz.

Hayat kısa… Maddiyatı topağa götüremezsiniz. Fakat ne kadar soyut değerleri ve çevrenizi zenginleştirirseniz, o kadar ölümsüz olursunuz.

Emre Türker

Picture: deviantart

01 Şubat 2012

Okuduklarımın Hepsini Anladım İnşallah!

Dua ile Zihin Açmak, Hafızayı Kuvvetlendirmek, Zekâ’yı Geliştirmek Mümkün mü?
Hafızayla ilgili pek çok konuya değinmiştik. Kısa özet geçecek olursak, zekâ, doğuştan gelen bir çeşit yetenek. İnsan olarak mevcut zekâyı değiştirmek mümkün olmasa da, kapasiteyi arttırmak mümkün. Aile, çevre, eğitim, okuma ve kendini geliştirmek için çalışma, zekâya katkıda bulunan, kapasitede etkisi bilinen değerler.

[ALINTI başlangıcı] Wikipedia’da belirtilen bilgiye göre:
Uluslararası İnsan Ömrünü Uzatma Merkezi [2] 2001 yılında yayınladığı bir raporda, 14-16. sayfalar arasında hafızayı formda tutmak için şu önerilerde bulunmaktadır:

—Sürekli öğrenme, eğitim ve okuma ile entelektüel aktiflik,
—Kan dolaşımını hızlandıracak spor egzersizleri ile fiziksel aktivite,
—Sosyalleşmek
—Stresi azaltmak
—Düzenli uyku
—Dengeli beslenme
—Depresyon ve duygusal iniş çıkışlardan kaçınmak (wikipedia) [ALINTI sonu]

Peki tüm bunların yanında, inanç ne kadar etkili?

İnanç, insanın değer yargısına göre değişkenlik gösteren bir hissiyat. Üniversite yıllarında sevdiğim bir arkadaşımla bu konu üzerinde biraz derinlemesine konuşmamız olmuştu. Arkadaşım bana, “İnanç olarak net bir şey iddia edemem. Belki başkalarının, belki benim, belki de saçma bulduğum herhangi bir toplumun inancı doğrudur. Fakat ben inanç konusunda şöyle düşünüyorum. Bir beklentim olduğunda, kendi çabamın dışında, ruhumu da doyurmalıyım. Böyle bir durumda, ruhen ve zihnen, kimden yardım isteyebilirim ki?” Bu cümle, değerli sözler içeriyor.

O kadar dua ettim, gene de sınav kötü geçti! Bu söz, genelde dile dökülmeksizin, içten gelen bir isyanın çığlıklarıdır. Siz elinizden geleni yapar ve bir aksilik olmaması için yardım istersiniz. Olması gereken durum budur. Sınav, tavlada zar atmaya benzemez. Testlerde şans eseri tutturma şansınız var ama bunu daimi kılma şansınız yok. Önce çaba göstermeniz gerek.

Hayatta birilerinin yanınızda olduğunu bilmek, size güven aşılayacaktır. Hedefe doğru adım atarken zorlandığınız bir anda kalben yapılan dua, başarıya ilk adım sayılır. Dua, zihninizin rahatlama noktasına temas eder. Huzur, stresle savaşır. Ayrıca öğrenmeye çalıştığınız çabalarınızın aklınızda yer etmesi konusunda bir çeşit raf görevi görür.

İnancın ya da duanın şeklinin ne olduğu konusunda herhangi bir ayrıntıya girmek, konuyu farklı boyuta çekecektir. O boyutu bir kenara bırakırsak, inancı ve duayı serbest koşulda değerlendirebiliriz. İnançla yapılan el açma (dua), stresi azaltmaya yardımcı olur. Eğer yeteri kadar çalışır, çabalar, emek verir ve sonuçta inanırsanız, dua size güç verir ve başarı adına kurduğunuz bir cümlenizin noktası olur. Belki ilk seferde başarılı olamayabilirsiniz ama eğer inancınızı kaybetmezseniz, mutlu sona bir şekilde ulaşırsınız. Yeterki inanın…

Emre Türker

Picture: deviantart

24 Ocak 2012

Etkin Hızlı Okuma

Yazar: Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan / Tuğrul Türkkan
Sayfa Sayısı: 192
Kitap Boyutu: 13,5 x 21
Yayınevi: Pegasus

Baba-oğul dayanışmasıyla ortaya çıkan bu kitap, hazırladıkları EHO (Etkin Hızlı Okuma) sistemini okuyucuya tanıtmak amaçlı hazırlanmış. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkan, 18.01.2010’da hayata gözlerini yuman, değerli bir profesör. Öyle ki, 1970’ler Hızlı Okuma tekniğini Türkiye’ye tanıtmış, hızlı okuma konusunda bilgisi ve anlatımlarıyla Amerika’da yer edinmiş. Şimdiki çalışmaları ise, oğlu Tuğrul Türkkan tarafından yürütülüyor.

Kitap beş bölüme ayrılmı. İlk üç bölüm (sayfa 74’e kadar); hızlı okumanın yararları, ekin hızlı okuma, fotografik okuma, akılda tutma vs. şeklinde tamamen teorik bilgilerden oluşuyor. Hal böyle olunca, pratik uygulama için kitabı edinenler, biraz hayal kırıklığına uğruyor. Çünkü pratik uygulamalar, teorik açıklamalar arasında serpiştirilmiş. Oysa onların İstanbul’daki kurslarına katılan arkadaşlarım, eğitim konusunda anlatılanları başarılı bulmuştu. Kurslarındaki eğitimi takdir etmeme rağmen, kitapta doyurucu bilgiye ulaşamadığımı belirtmem gerek…

Okuduklarımızı anlamlandırma, kısaca göz atma, gerekli yerleri çalışma ve okuduklarımız konusunda sorularla anlamı güçlendirme konusunda bilgi, oldukça güzel. Sınavlara hazırlananlar için önemli bilgiler içeriyor. Yalnız, hızlı okumayla ilgili doyurucu bilgiye ulaşılamıyor. Çünkü daha çok, hızlı okuma sistemini tanıtarak, kurslara yönlendirme düşüncesi hissediyorsunuz.

Bazı kaynaklarda, beynin unutmadığı konusunda bilgilet vardır. Hiç olmadık zamanlarda hafıza, geçmişteki bilgileri geri getirir ve unutulmuş sanılanları dile döker. “Aklımdan çıkmıştı ama birden hatırıma geldi”, deriz. Kitabın 143’ü sayfasında, beyin ile ilgili “Evde kullanılmayan yararsız eşyaların çöpe gitmesi gibi, gereksiz olanı hemen fark eder ve hafızadan siler.” cümlesi geçiyor. Sayfa 151 “insan çok kısa bir sürede unutur” cümlesi, “tekrarlar vasıtasıyla öğrenir” cümlesine vurgu olarak kullanmış. Muhtemelen “dil nankördür, bıraktın mı unutursun” anlamında kullanmış olabilir. Fakat hafızanın bilgiyi çok kısa sürede unutması, psikoloji ve bazı hafızayla ilgili kitaplara tezat oluşturuyor.

Sayfa 158’de, Zihin Haritası’ndan bahsedilmiş. Fakat kaynakçada adı geçerken, konu içinde Zihin Haritaları’nın mucidine yer verilmemesi, hoş değil. Zihin haritaları Tony Buzan’a aittir. Bu anlamda bir de Tony Buzan’ın Hızlı Okuma kitabını incelemenizde fayda var.

Emre Türker

Aaa, Ekran Tüm Kitaplarımı Yutmuş!

Klasik Yöntemlerdeki Alışkanlıklardan Modern Çağın Yeniliklerine Doğru
Klasik bilgisayar kullanırken, notebook’u çok yadırgamıştım. Hatta bir dönem iş amaçlı notebook kullanmak zorunda kaldığımda, hemen bir klavye ve mouse edinmiş ve bunları bir dönüştürücü yardımıyla dizüstü bilgisayarına takarak, eski yöntemime uyum sağlamıştım.

Teknoloji, alışkanlıklarınıza karşı çok acımaz. Tam “alıştım” dediğiniz bir şey, bir bakmışsınız ki demode olmuş. Yerine farklı bir şey gelmiş. Mesela bilgisayar programlarını düşünün. Programa tam alışmaya başlamışken, birden güncel versiyon çıkıyor. Güncel versiyonla birlikte, birçok yenilik ekleniyor ve siz bunlara alışırken, hoop yenileri çıkıvermiş.

Teknolojiyle yakında ilgili birçok alanda çalışmış biri olarak, daha düne kadar, telefonu sadece konuşma amaçlı kullanmakta kararlıydım. Fakat tablet telefonların doğuşuyla birlikte, ister istemez ısrarlarım erimeye başladı. Artık, hem akıllı telefonlara yaklaşıyor, hem de tablet bilgisayarların çekiciliğine karşı yelkenleri suya indiriyorum.

Kitap okurken, kâğıdın kokusunu duymak, sayfaları tutmak ve kitabı hissetmek isterim. Fakat tablet bilgisayarlar ve reeder’lar (e-kitap okuyucu) sayesinde, bu hislerime de yenileceğimi biliyorum. Bir gün, gazete bayilerinden gazete almanın tarihe karışacağını bildiğim gibi... Zaten devlet politikalarında bile e-kitap uygulamalarına geçiş hazırlıkları var. Kâğıdı acımasızca harcamak yerine, sanal kitaplarla hem kâğıttan tasarruf edilecek, hem de kütüphanelerimizin kapladığı büyük alanlardan kurtulacağız. O yüzden, mümkün mertebede mevcut kitaplarıma daha çok sarılıyorum. Ne de olsa, yakında onlar da sanal olacak…

Aslında anlatmak istediğim, yeniliklere açık olmakla ilgiliydi. Fakat bu konu içinde, sanal ile gerçek arasındaki çizgiyi de tartışmış bulunuyoruz. Ne de olsa sanal hayat, yenilik düşüncesinde büyük pay sahibi…

Alışkanlıklar hayatın bir parçası. Sistematik olarak, işlerimizi kolaylaştıran bir huy. Fakat alışkanlıklar, muhafazakâr olmamalı. Yani demek istiyorum ki, yeniliklere karşı açık olmalı, en azından nasıl olduğunu anlamalı, yaşamalı, hayatımızdaki yerine ondan sonra karar vermeliyiz. Yoksa yarınlarda uyanmak için çok geç kalmış olabiliriz.

Emre Türker

Picture: deviantart, flickr

03 Ocak 2012

Hiçbir Şey Almama Günü

Pek çok kişinin ismini bile duymadığı ama zamanla etkisini toplumda göstermeye başlayan farklı bir eylem gününden bahsetmek istiyorum. Hiçbir Şey Almama Günü, aslında tüketicinin gücüne odaklanmış, daha çok insan sağlığına ve çevreye zarar veren ürünlere karşı bir dikkat çekme planı. Pazarlamacının ve onun ürününü tanıtan medyanın bu düşünceye karşı sağuk bakış açısı, Hiçbir Şey Almama Günü'nün popülerleşmesindeki en büyük engel...

Tüketim çılgınlığı, 1980 sonrası bir imaj döneminin göstergesi. İnsanlar kendilerini marka ve aldıklarıyla değerlendirmeye başlamasıyla birlikte, Ekim 1988’de Türkiye’nin ilk alışveriş merkezi Gallleria kurulur. Bu merkeze olan ilgi öylesine yoğundur ki, bunun yansıması olarak İstanbul’da mantar gibi AVM’ler ortaya çıkmaya başlar. Tüm şehirlere yayılmaya başlayan bu AVM’lerle, artık dünya çapında birinci sırada yer almış bulunuyoruz.

Artık alışveriş, evin mahremiyetine de girmiş durumda. Kimse kılını bile kıpırdatmadan, internet sayesinde alışveriş yapabiliyor, aldıklarını yorumluyor, memnuniyet/memnuniyetsizliğini dile getirerek alışveriş sirkülâsyonunda söz sahibi hale gelebiliyor. Bunun yanında tüketim, bir ülkenin gelişmesi adına olmazsa olmazı. Fakat bu olmazsa olmazlar arasında ekosistemin dengesini korumak da yer almalı. Yılardır müşterilerinin tüketimini hızlandırmak adına tabiatı bilinçsiz ve bencilce tüketen üreticiler sayesinde, bugün dünyada pek çok yeri koruma altına almak durumunda kalıyoruz. İşte bu kayıtsız kalınan duruma ve her gün bir alışverişe teşvik gününe karşı, Canada’lı sanatçı Ted Dave tarafından “Buy Nothing Day” kavramı ortaya atılmış. Ted Dave’in sitesinde belirtildiği gibi, her Kasım’ın son Cuma’sı, Hiçbir Şey Almama Günü’dür.

Alışverişe yön veren kişiler olarak, neyi alacağımıza karar vermeden önce, tüketimde sadelik anlayışını öğrenmemiz gerekiyor. Yani çevreye karşı duyarlı olan, makul fiyatta, makul sayıda, yeteri kadar ve cebi yakmayan alışverişi öğrenirsek, toplumdaki bulaşıcı alışverişkolik hastalığına yakalanmadan, gerektiği kadar alarak, rahatça yaşam sürdürebiliriz.

Emre Türker

Not: teddave'in sitesinden orjinal bilgiye ulaşabilir, özel olarak hazırlanmış albümü ücretsiz indirebilirsiniz.
Picture: teddave, misadventureswithandi