Toplum içinde yaşamayı ve onsuz yaşam olamayacağını öğreten sistem, zamanla yalnızlığa itiyor insanı. İçine girdikçe bir kum tanesine dönüştüğünüz bu ortamda, gittikçe büyüyerek başıboş bir taş parçası haline geliyorsunuz. Dramatik süreç, işte böyle başlıyor.
İnsan akranlarıyla birlikte olmayı sever. Aynı dönemin insanları, benzer şeyleri paylaşır ve zıtlıkları yine aynı ortamda tartışır. Bir dönem çevre edinme konusunda altın çağını yaşayan insan; iş, evlilik ve çocuk derken, gittikçe çemberin dışına doğru çıkar. Akranlar birer birer kaybolur, tıpkı yalnızlaşan insanın sessizce kayboluşu gibi.
Yazdıklarım biraz acımasız görünebilir. Fakat bazı gerçekler su götürmezdir. Yalnızlık, bir çeşit kaçışla başlar. Bu kaçışı hızlandıran yine bizler oluruz. Sevgi, bir ölçüde dengelemeye çalışsa da bu sıkıntıyı, yaşlanma psikolojisiyle senaryolar üretmeye başlayan insan, “acaba beni istemiyorlar mı?” sendromuyla karşı karşıya kalır.
Bazen yakın çevremde “şöyle yapsaydım böyle olurdu” cümleleri kuran veya “keşke”lerle yaşayan orta yaş grubuna sorarım: “Yüksek lisans düşünür müsün?” “İngilizce öğrenme konusunda planın var mı?” “hayatını kitap yapabilir misin?”… Bu sorularıma “bu yaştan sonra mı?” cevabıyla karşılaşmam sürpriz değildir. Oysa kendini yaşamın gelişimsel çizgisinden uzaklaştıran kişi yine insandır ve bu durumun da farkında değildir. Bilgi, aldıkça düşüncede varlığını genişletir. Bilgiden uzaklaştıkça, boşluğa davetiye çıkarırsınız. Yani bir şeyler yapmak için nefes aldığınız sürece zamanınız vardır. Ama erken, ama geç…
Dost, para kadar kolay harcanır ama para kadar kolay cebe girmez. O yüzden yakın çevrenizdeki ilişkilere dikkat edin. Bilgi, sevgi, paylaşım, inanç ve beraberinde gelen mutluluk, insanı yalnızlıktan uzaklaştıran altın parçalardır. Zaman, yalnızlığa sürüklemek için kanal açabilir ama insan, bu kanalları kişisel emekleriyle kapatabilir.
Unutmayın, ne kadar soyutlarsanız kendinizi somuta, o kadar soyutlanırsınız hayattan.
Emre Türker
Picture:deviantart1, deviantart2
17 Aralık 2011
11 Aralık 2011
Yenilmek, Yinelenmek, Yenilenmek ve Yenmek
Yenilmek, bazen yenilenmek için gerekir. Fakat yenilmek demek; kaybettiklerimizi geri almak için çırpınmak, kaybedilen yolda hataların üstünde durarak huzur çizgisini tırtıklamak, kazananlara çamur atıp üstümüzdeki kiri görünmez kılmaz, kaybedilen noktada oturup bilinçsizce boşluğa dalmak değildir elbet.
"Yenilen pehlivan güreşe doymaz.” Kimi zaman kazananlar tarafından kaybedenlere söylenir bu laf. Dalga geçmek gibi görünse de, sözün özünde başka bir aslan yatar. Düştüysen eğer, kalk ve başlangıç noktasına geri dön. Fakat bu, “hadi bi daha, bi daha, bi daha…” sözlerinin arkası gelmeyen kaos değildir. Başlangıç noktasında tekrar hazır halde bulunmak için; hataları görmek, düşünmek ve çalışmak gereklidir.
Test sınavlarında başarısızlık ikiye ayrılır. Birincisi, rasgele oltayı sallayıp balığın gelmesini kısmete bağlayanların başarısızlığı, diğeri ise mücadele edip, gerekli basamakları kaçırdığı ya da bulamadığı için, güçten kesilip zirveye varamadan aşağı inmek zorunda kalan dağcıların başarısızlığı. Birincisinde başarı, hayat boyu inişli çıkışlı grafikler çizer, diğerinde ise inişli çıkışlı grafikler yukarıya doğru artan bir teğet çizer.
Yenilgiye barışık olun. Hatta yenildiğinizde, kendinizle eğlenebilmelisiniz. Çünkü bu bir oyundur. Çocukken oynadığınız oyunlarda nasıl bazen kaybediyorsanız, ileriki yaşlarda oynadığınız bu hayat oyunlarında da kaybedebilirsiniz. Yenilgi, alışkanlığa dönüşmedikçe, size büyük dersler verecektir.
Yenilmez mi olmak istiyorsunuz? O zaman siz çift taraflı düşünceye sahip olamazsınız. Çeşitli yenilgilerin ardından yenmeyi öğrenen kişi, yakaladığı başarı çizgisini kaybettiğinde, nasıl tekrar aksiyon alabileceğini bilecek yapıya sahiptir. Fakat kaybetmeye hiç alışık olmayan kişi, bataklıkta çırpındıkça daha da batacak ve tutacak ipi göremediği için kurtulamayacaktır.
Yenildiğinizde, kazananları tebrik etmeyi bilmelisiniz. Bazen kıyaslamalarda en iyisi olamayabilirsiniz. Çünkü insanın bir kapasitesi vardır. Bazıları en iyi olduğu için alkışlandığı gibi, bazıları ise en iyi olabilmek için gösterdiği çabadan ötürü takdir edilir.
Öyleyse,
Yenilince tekrar ayağa kalkıyor ve yeniden zirveyi planlıyoruz.
Ne demiş atalarımız:
“Adam Yenilmekle Marifetli Olur, Yanılmakla Âlim”
Emre Türker
Picture: deviantart
"Yenilen pehlivan güreşe doymaz.” Kimi zaman kazananlar tarafından kaybedenlere söylenir bu laf. Dalga geçmek gibi görünse de, sözün özünde başka bir aslan yatar. Düştüysen eğer, kalk ve başlangıç noktasına geri dön. Fakat bu, “hadi bi daha, bi daha, bi daha…” sözlerinin arkası gelmeyen kaos değildir. Başlangıç noktasında tekrar hazır halde bulunmak için; hataları görmek, düşünmek ve çalışmak gereklidir.
Test sınavlarında başarısızlık ikiye ayrılır. Birincisi, rasgele oltayı sallayıp balığın gelmesini kısmete bağlayanların başarısızlığı, diğeri ise mücadele edip, gerekli basamakları kaçırdığı ya da bulamadığı için, güçten kesilip zirveye varamadan aşağı inmek zorunda kalan dağcıların başarısızlığı. Birincisinde başarı, hayat boyu inişli çıkışlı grafikler çizer, diğerinde ise inişli çıkışlı grafikler yukarıya doğru artan bir teğet çizer.
Yenilgiye barışık olun. Hatta yenildiğinizde, kendinizle eğlenebilmelisiniz. Çünkü bu bir oyundur. Çocukken oynadığınız oyunlarda nasıl bazen kaybediyorsanız, ileriki yaşlarda oynadığınız bu hayat oyunlarında da kaybedebilirsiniz. Yenilgi, alışkanlığa dönüşmedikçe, size büyük dersler verecektir.
Yenilmez mi olmak istiyorsunuz? O zaman siz çift taraflı düşünceye sahip olamazsınız. Çeşitli yenilgilerin ardından yenmeyi öğrenen kişi, yakaladığı başarı çizgisini kaybettiğinde, nasıl tekrar aksiyon alabileceğini bilecek yapıya sahiptir. Fakat kaybetmeye hiç alışık olmayan kişi, bataklıkta çırpındıkça daha da batacak ve tutacak ipi göremediği için kurtulamayacaktır.
Yenildiğinizde, kazananları tebrik etmeyi bilmelisiniz. Bazen kıyaslamalarda en iyisi olamayabilirsiniz. Çünkü insanın bir kapasitesi vardır. Bazıları en iyi olduğu için alkışlandığı gibi, bazıları ise en iyi olabilmek için gösterdiği çabadan ötürü takdir edilir.
Öyleyse,
Yenilince tekrar ayağa kalkıyor ve yeniden zirveyi planlıyoruz.
Ne demiş atalarımız:
“Adam Yenilmekle Marifetli Olur, Yanılmakla Âlim”
Emre Türker
Picture: deviantart
04 Aralık 2011
Aklında Bir Sayı Tut
Yazar: John Verdon
Sayfa Sayısı: 475
Kitap Boyutu: 13,5 x 21
Yayınevi: Koridor
Emekli polis David Gurney, Walnut Crossing kasabasının biraz dışında eşiyle birlikte yaşamaktadır. Bir gün, okul yıllarından kalma arkadaşı Mark Mellery’den, acil görüşme talebini belirten bir not alır. Mark Melery, esrarengiz, şaire ve akıl okuma yeteneğine sahip bir psikopat tarafından tehdit unsurları içeren bir mektup almıştır. Bu tehdit konusunda kendisine yardımcı olabilecek tek kişinin, emekli olmasına rağmen dedektifliği polis teşkilatında ün yapmış David Gurney olduğunu düşünmektedir. Eşi Madeleine’nin tüm karşı çıkmalarına rağmen Gurney, yardım teklifini kabul eder. Şimdi yapılması gereken şey, bu mektubun kötü bir şaka mı, yoksa gerçek mi olduğunu bulmaktadır.
Hollywood filmi havasında bir kitap. Kitabın konusu, kişiler arası psikolojik tutumlar ve onların arasında kurulan bağ ile zenginleştirilmiş. Temposu gittikçe artıyor. Sonlara doğru adeta okuyucusunu esiri haline getiriyor. Üstelik yazarı John Verdon Manhattan’ın ilk kitabı. Başarılı olduğu söylenebilir.
Emre Türker
Sayfa Sayısı: 475
Kitap Boyutu: 13,5 x 21
Yayınevi: Koridor
Emekli polis David Gurney, Walnut Crossing kasabasının biraz dışında eşiyle birlikte yaşamaktadır. Bir gün, okul yıllarından kalma arkadaşı Mark Mellery’den, acil görüşme talebini belirten bir not alır. Mark Melery, esrarengiz, şaire ve akıl okuma yeteneğine sahip bir psikopat tarafından tehdit unsurları içeren bir mektup almıştır. Bu tehdit konusunda kendisine yardımcı olabilecek tek kişinin, emekli olmasına rağmen dedektifliği polis teşkilatında ün yapmış David Gurney olduğunu düşünmektedir. Eşi Madeleine’nin tüm karşı çıkmalarına rağmen Gurney, yardım teklifini kabul eder. Şimdi yapılması gereken şey, bu mektubun kötü bir şaka mı, yoksa gerçek mi olduğunu bulmaktadır.
Hollywood filmi havasında bir kitap. Kitabın konusu, kişiler arası psikolojik tutumlar ve onların arasında kurulan bağ ile zenginleştirilmiş. Temposu gittikçe artıyor. Sonlara doğru adeta okuyucusunu esiri haline getiriyor. Üstelik yazarı John Verdon Manhattan’ın ilk kitabı. Başarılı olduğu söylenebilir.
Emre Türker
02 Aralık 2011
Tembel Olduğumuzu İtiraf Edebilir Miyiz?
Anlamında negatif bir ifade bulunduğundan, tembellik kimse tarafından kolay kolay kabullenilmez. Oysa tembellik, her insanın ruhen sahip olduğu ve belli dönemlerde ortaya çıkan bir duygudur.
Tembellik bir alışkanlıktır. Ev içinde hapsolan, dış dünyadan uzak, bilgisayarla iç içe, topluma eleştirel duygularla yaklaşıp onu ittiğini sanarak özünde kendini toplumdan dışlayan kişiler, tembellikle barışmaya başlar. Entelektüel düşünce ardına saklanıp, bir köşede “Bezgin Bekir” i oynar.
Tembellik, bedensel tutumları hedef alan bir yaklaşımla sınırlı değildir. Aklın tembelliği, bedensel tembellik kadar tehlikelidir. Aklın tembelleşmemesi için, üretken olmak, yeni fikirler geliştirmek, bulmaca çözmek, akıl oyunları oynamak, tartışma (yapıcı diyaloglar) platformlarına katılmak, kitap okumak, dil öğrenmek veya hafızayı yoklamak (hatırlama oyunları, geçmişteki günleri anmak, geçmişi gözden geçirmek), uygulanması muhtemel pratiklerdir. Aklın tembelliği bizi bedensel tembellikle daha kolay özdeşleştirebilir.
Yoğun çalışma hayatına sahip bir insanı, tembel olarak nitelendirebilir miyiz? Elbette. Çünkü yoğun çalışma temposu, bedeni ve ruhu zorladığından, kısmen tembelliğe teşvik eder. Bu nedenle en azından eve veya işe doğru kısa olsa da yürüyüşler yapmak, kitap okuma, aile ya da arkadaşlarla buluşma, küçük oyunlar oynama, ev temizliği, yemek yapma (özellikle erkeklerin tembelliğidir bu) ve evin düzeni ile uğraşma, düzenli uygulandığında bizleri tembellikten kurtarabilecek, rutin görünen ama özünde doğru alışkanlıklar olacaktır.
Hafta sonu bir gün, evimde akşama kadar tembellik yapabilir miyim? Aslında bu tembelliğe girmez. Kişinin kendisine verdiği bir moladır. İnsanın çoğu zaman bu molalara ihtiyacı vardır. Fakat bu ihtiyaç, günün tamamını kapsıyorsa, dinlenmeyi aşar ve tembelliğe yol açar. En iyisi birkaç saat dinlenme ardından, yeni bir uygulama bulmak…
Kalkmışken bana da çay getirir misin? Masum bir soru. Fakat alışkanlık düzeyinde ise bir tehlike. Patron tembelliği diye de tanımlamak yanlış olmaz. Oysa kendi adımıza yapılması gerekenlerden ne kadar uzaklaşırsak, o kadar tembelleşiriz. Öyleyse ruha gaz verme zamanı. Hadi bir iyilik yap ve yemekten 1-2 saat sonra, şöyle güzel bir meyve tabağı hazırla kendine. Ayrıca sıcak bir içecek de hiç fena olmaz.
Acaba ben tembel miyim? Acaba bedensel bir tembellik mi, yoksa ruhen bir tembellik bir bana uygun? Belki de her ikisi olabilirim. Dürüst olmak gerekir. Sorunun kaynağını bulmak ve kabullenmek, çözüm adına önemli bir başlangıç sayılabilir.
Eğer tembellik konusunda cevabınız evet ise, hemen dışarıya koşmayın. Alışık olmadığınız bir tempo, sizi yorar. Plan yapmak gerekir. Akşam saatlerinde boş kalınacak zamanları planlamak, yapılması gerekenleri planlamak, izlenecekleri planlamak… Plan, hayatın önemli bir parçası. Sadece doğru yapılmalı. Bu anlamda profesyonel yardım alınabilir.
Tembel olduğumuzu itiraf edebiliyor muyuz? Evet, hayır, belki… Bundan sonrası size kalmış.
Emre Türker
Picture: deviantart1, deviantart2
Tembellik bir alışkanlıktır. Ev içinde hapsolan, dış dünyadan uzak, bilgisayarla iç içe, topluma eleştirel duygularla yaklaşıp onu ittiğini sanarak özünde kendini toplumdan dışlayan kişiler, tembellikle barışmaya başlar. Entelektüel düşünce ardına saklanıp, bir köşede “Bezgin Bekir” i oynar.
Tembellik, bedensel tutumları hedef alan bir yaklaşımla sınırlı değildir. Aklın tembelliği, bedensel tembellik kadar tehlikelidir. Aklın tembelleşmemesi için, üretken olmak, yeni fikirler geliştirmek, bulmaca çözmek, akıl oyunları oynamak, tartışma (yapıcı diyaloglar) platformlarına katılmak, kitap okumak, dil öğrenmek veya hafızayı yoklamak (hatırlama oyunları, geçmişteki günleri anmak, geçmişi gözden geçirmek), uygulanması muhtemel pratiklerdir. Aklın tembelliği bizi bedensel tembellikle daha kolay özdeşleştirebilir.
Yoğun çalışma hayatına sahip bir insanı, tembel olarak nitelendirebilir miyiz? Elbette. Çünkü yoğun çalışma temposu, bedeni ve ruhu zorladığından, kısmen tembelliğe teşvik eder. Bu nedenle en azından eve veya işe doğru kısa olsa da yürüyüşler yapmak, kitap okuma, aile ya da arkadaşlarla buluşma, küçük oyunlar oynama, ev temizliği, yemek yapma (özellikle erkeklerin tembelliğidir bu) ve evin düzeni ile uğraşma, düzenli uygulandığında bizleri tembellikten kurtarabilecek, rutin görünen ama özünde doğru alışkanlıklar olacaktır.
Hafta sonu bir gün, evimde akşama kadar tembellik yapabilir miyim? Aslında bu tembelliğe girmez. Kişinin kendisine verdiği bir moladır. İnsanın çoğu zaman bu molalara ihtiyacı vardır. Fakat bu ihtiyaç, günün tamamını kapsıyorsa, dinlenmeyi aşar ve tembelliğe yol açar. En iyisi birkaç saat dinlenme ardından, yeni bir uygulama bulmak…
Kalkmışken bana da çay getirir misin? Masum bir soru. Fakat alışkanlık düzeyinde ise bir tehlike. Patron tembelliği diye de tanımlamak yanlış olmaz. Oysa kendi adımıza yapılması gerekenlerden ne kadar uzaklaşırsak, o kadar tembelleşiriz. Öyleyse ruha gaz verme zamanı. Hadi bir iyilik yap ve yemekten 1-2 saat sonra, şöyle güzel bir meyve tabağı hazırla kendine. Ayrıca sıcak bir içecek de hiç fena olmaz.
Acaba ben tembel miyim? Acaba bedensel bir tembellik mi, yoksa ruhen bir tembellik bir bana uygun? Belki de her ikisi olabilirim. Dürüst olmak gerekir. Sorunun kaynağını bulmak ve kabullenmek, çözüm adına önemli bir başlangıç sayılabilir.
Eğer tembellik konusunda cevabınız evet ise, hemen dışarıya koşmayın. Alışık olmadığınız bir tempo, sizi yorar. Plan yapmak gerekir. Akşam saatlerinde boş kalınacak zamanları planlamak, yapılması gerekenleri planlamak, izlenecekleri planlamak… Plan, hayatın önemli bir parçası. Sadece doğru yapılmalı. Bu anlamda profesyonel yardım alınabilir.
Tembel olduğumuzu itiraf edebiliyor muyuz? Evet, hayır, belki… Bundan sonrası size kalmış.
Emre Türker
Picture: deviantart1, deviantart2
27 Kasım 2011
Hedef: Tam İsabet
Bir yaydan çıkan ok, bir süre sonra hızla yol almaya başlar. Saplandığı yer, kimi zaman hedef tahtasının tam 12 noktası, kimi zaman hedef tahtasının herhangi bir noktası, kimi zaman da hedef tahtasının dışında bir yerdir.
Her hedef, bir varış noktasıdır. Yay, seçtiğiniz okla beraber bir bütündür. Hedef noktanızı siz belirlemelisiniz. Başkasının belirlediği hedefler, sizin değildir. Fakat seçtiğiniz hedefler için, başarılı bildiğiniz bir başkasından destek alabilirsiniz.
Hedef tahtası ile aranızdaki mesafe, duruma ve zaman göre değişebilir. Yetenek, sizin bu yoldaki artı puanınız olsa da, tek başına yeterli değildir. Hedefi tutturma şansınız; kararlılığınız, deneyimleriniz, azminiz ve isteğinizle doğru orantılıdır.
Hayattaki hedefler hiçbir zaman bitmez. Çoğu zaman, hedefimizi tutturduğumuzu ya da hedefe vardığımızı düşünürüz ama son nokta bu değildir. Hayat, nefes aldığımız sürece bize yeni bir hedef için seçenekler sunar. Biz bazen hedeften vazgeçer, bazen hedeften şaşar, bazen de hedefi tesadüfen tutturabiliriz. Olası olumsuz durumlar, yaşamda bize eksi puan kazandırır. Her vazgeçiş, kendimiz adına bir değerden kopuş olacaktır.
Hedeflerin kolay olduğunu söylemek doğru olmaz. Her hedef, kendine göre zordur. Hedefi hafife almak, sizi zayıflatır. Hedefi aşırı zorlamak ise, sizi yıldırır. Hedefi doğru görmek gerekir. Rasgele okları sallamak, şans oyunlarında ikramiye beklemeye benzer. Kimi zaman tutturursunuz ama şans, hazırlıksız yakaladığınız bu tesadüf zincirinde sizi tutsak eder.
Hedeflerinizi doğru belirleyin. Böylece her varış, bilincinize yeni bir anlam daha katacaktır. Yaşam, doğru hedefleri görüp onlara ulaştıkça güzel...
Emre Türker
Picture: deviantart
Her hedef, bir varış noktasıdır. Yay, seçtiğiniz okla beraber bir bütündür. Hedef noktanızı siz belirlemelisiniz. Başkasının belirlediği hedefler, sizin değildir. Fakat seçtiğiniz hedefler için, başarılı bildiğiniz bir başkasından destek alabilirsiniz.
Hedef tahtası ile aranızdaki mesafe, duruma ve zaman göre değişebilir. Yetenek, sizin bu yoldaki artı puanınız olsa da, tek başına yeterli değildir. Hedefi tutturma şansınız; kararlılığınız, deneyimleriniz, azminiz ve isteğinizle doğru orantılıdır.
Hayattaki hedefler hiçbir zaman bitmez. Çoğu zaman, hedefimizi tutturduğumuzu ya da hedefe vardığımızı düşünürüz ama son nokta bu değildir. Hayat, nefes aldığımız sürece bize yeni bir hedef için seçenekler sunar. Biz bazen hedeften vazgeçer, bazen hedeften şaşar, bazen de hedefi tesadüfen tutturabiliriz. Olası olumsuz durumlar, yaşamda bize eksi puan kazandırır. Her vazgeçiş, kendimiz adına bir değerden kopuş olacaktır.
Hedeflerin kolay olduğunu söylemek doğru olmaz. Her hedef, kendine göre zordur. Hedefi hafife almak, sizi zayıflatır. Hedefi aşırı zorlamak ise, sizi yıldırır. Hedefi doğru görmek gerekir. Rasgele okları sallamak, şans oyunlarında ikramiye beklemeye benzer. Kimi zaman tutturursunuz ama şans, hazırlıksız yakaladığınız bu tesadüf zincirinde sizi tutsak eder.
Hedeflerinizi doğru belirleyin. Böylece her varış, bilincinize yeni bir anlam daha katacaktır. Yaşam, doğru hedefleri görüp onlara ulaştıkça güzel...
Emre Türker
Picture: deviantart
20 Kasım 2011
Muhtaç
BAŞLANGIÇ:
Bebekken, birilerine muhtacız.
Anneye…
Bizi 9 ay karnında, ömür boyu kalbinde taşıyan varlığa…
SON:
Yaşlanırız. Korkulan an gelir. Ölüm ile yaşam arasında bir felsefedir elde kalanlar. Muhakeme yeteneği ortaya çıkar. Roller değişir. Çoğu zaman birilerine muhtaç olan kişi, biz oluruz.
UMUT:
İşte o an çocuk gelir. Büyümüştür gerçi… Elini tutar annenin ve gözlerinin içine bakar. Annenin gözü yaşarır. Geçmişe döner anne. Bebeğine baktığı gibi bakar çocuğunun gözlerine.
“Ne garip bir döngüdür hayat…
Hiç kimseye muhtaç olmadığımızı savunuruz ama
Muhtaç doğmuşuzdur yaradılış gereği…”
Emre Türker
Picture: deviantart
Bebekken, birilerine muhtacız.
Anneye…
Bizi 9 ay karnında, ömür boyu kalbinde taşıyan varlığa…
SON:
Yaşlanırız. Korkulan an gelir. Ölüm ile yaşam arasında bir felsefedir elde kalanlar. Muhakeme yeteneği ortaya çıkar. Roller değişir. Çoğu zaman birilerine muhtaç olan kişi, biz oluruz.
UMUT:
İşte o an çocuk gelir. Büyümüştür gerçi… Elini tutar annenin ve gözlerinin içine bakar. Annenin gözü yaşarır. Geçmişe döner anne. Bebeğine baktığı gibi bakar çocuğunun gözlerine.
“Ne garip bir döngüdür hayat…
Hiç kimseye muhtaç olmadığımızı savunuruz ama
Muhtaç doğmuşuzdur yaradılış gereği…”
Emre Türker
Picture: deviantart
15 Kasım 2011
Parfümün Dansı
Yazar: Tom Robbins
Sayfa Sayısı: 373
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5
Yayınevi: Ayrıntı
Alabor’ın ülkesinde krallar, canlılıklarını ve güçlerini korudukları müddetçe, yarı ilahi tanrı olarak görülürdü. Yaşlılık belirtisi gösteren krallar, kötü kaderin kendilerini yakalamaması için zehirli yumurta yedirilerek, törenle öldürülmekteydi.
Alabor, her ne kadar cesaretli, savaşlarda halkı için hayatını tehlikeye atan güçlü biri kral olsa da, sonuçta bir ölümlüdür. Saçında beliren beyaz bir kıl tanesi, onu tedirgin eder. Öldürülecek olması ihtimalini kabullenmek istemeyen Alabor, şatodaki eşlerinden Wren’in yardımıyla, hileli bir tören düzenleyerek zehirlenmekten kurtulur. Fakat ölüm, her gittiği yerde ona bir şekilde ulaşmayı başarır. Alobar’ın bundan sonraki arayışı, ölümsüzlük üzerine olacaktır. Tıpkı yolda tanıştığı ve kendisi gibi ölümden kaçmaya çalışan genç Kudra gibi…
Alabor’ın hikâyesi; cadılık, büyücülük ve çok tanrıcılık zamanlarında geçer. Geçmiş ile gelecek arasında bağlantı kuran yazar, okuyucusuna insan inançları üzerine eleştirel anlatılar sunar. Mitolojik havada geçen öykü sürerken, 19. ve 20. Yüzyılda yaşamlarını sürdüren Marcel le Fever, Priscilla, Madam DeValier ve V’lu nun yaşamları konu aralarına serpiştirilir. Onların mükemmel parfüm arayışıyla birlikte, parçalar arasında bir bağ kurulmaya başlanacaktır.
Romanda derinlemesine anlatım ve tasvirler, süslemeli sözcükler oldukça fazla. Yaşam öykülerinin dağınıklığı, okuyucuyu başlarda sıkabilir. Roman, türüne ilgi duyan okuyucusunu etkisi altına alacak ve gittikçe içine çekecektir.
Emre Türker
Sayfa Sayısı: 373
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5
Yayınevi: Ayrıntı
Alabor’ın ülkesinde krallar, canlılıklarını ve güçlerini korudukları müddetçe, yarı ilahi tanrı olarak görülürdü. Yaşlılık belirtisi gösteren krallar, kötü kaderin kendilerini yakalamaması için zehirli yumurta yedirilerek, törenle öldürülmekteydi.
Alabor, her ne kadar cesaretli, savaşlarda halkı için hayatını tehlikeye atan güçlü biri kral olsa da, sonuçta bir ölümlüdür. Saçında beliren beyaz bir kıl tanesi, onu tedirgin eder. Öldürülecek olması ihtimalini kabullenmek istemeyen Alabor, şatodaki eşlerinden Wren’in yardımıyla, hileli bir tören düzenleyerek zehirlenmekten kurtulur. Fakat ölüm, her gittiği yerde ona bir şekilde ulaşmayı başarır. Alobar’ın bundan sonraki arayışı, ölümsüzlük üzerine olacaktır. Tıpkı yolda tanıştığı ve kendisi gibi ölümden kaçmaya çalışan genç Kudra gibi…
Alabor’ın hikâyesi; cadılık, büyücülük ve çok tanrıcılık zamanlarında geçer. Geçmiş ile gelecek arasında bağlantı kuran yazar, okuyucusuna insan inançları üzerine eleştirel anlatılar sunar. Mitolojik havada geçen öykü sürerken, 19. ve 20. Yüzyılda yaşamlarını sürdüren Marcel le Fever, Priscilla, Madam DeValier ve V’lu nun yaşamları konu aralarına serpiştirilir. Onların mükemmel parfüm arayışıyla birlikte, parçalar arasında bir bağ kurulmaya başlanacaktır.
Romanda derinlemesine anlatım ve tasvirler, süslemeli sözcükler oldukça fazla. Yaşam öykülerinin dağınıklığı, okuyucuyu başlarda sıkabilir. Roman, türüne ilgi duyan okuyucusunu etkisi altına alacak ve gittikçe içine çekecektir.
Emre Türker
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)