30 Eylül 2011

Yanımda Kalabilir Misin?


Eve geldiğinde çok yorgundu. İşten geldikten sonra alışverişini yapmış, kapıda kendisini karşılayan eşine gülümsemişti. Eşinin kucağında duran çocuğunu kokladı sonra. Dakikalar, evli çiftin birbirine hizmet etme konusundaki yarışıyla geçerdi. Birisi yemekleri ısıtırken, diğeri tabakları dizerdi mesela…

Çalışmalarına devam etmek için odasına çekildiğinde, çok iyi konsantre olması gerekiyordu. Vakit azdı. Çalışma zamanı, uykudan çalabildiği dakikalarla sınırlıydı. Bilgisayarını açtı, öncesinde maillerini kontrol etti. Hazırlıkları bitmişti ki, eşi içerden kendisine seslendi.

- Efendim hayatım?
- Çok kötü bir rüya gördüm, yanıma kalabilir misin? Korkuyorum.

Bazen düşünmek için zaman yoktur. İmkânsız dakikalar imkâna çevrilebildiği vakit, telafisi bir şekilde olacaktır. Ama kırılan kalbin, sahip olunan güven duygusunun yerini doldurmak ise kolay değil.

Derin bir nefes aldı. Anlık bir parıltıydı sanki aklından geçenler:
“Yarın uykumdan feragat ederek, kendime iki kat daha fazla zaman ayırabilirim. Öyleyse…”

- Tabi ki hayatım.

Bilgisayarı kapatmak için içeriye gitmedi. Önce beşikte yatan küçük çocuğun alnından öptü, sonra eşinin elinden tutup yanına uzandı.

- Korkma bitanem. İhtiyaç duyduğun her an, ben hep senin yanında olacağım…

Emre Türker

Picture: deviantart

29 Eylül 2011

Yaratıcı Zekânın Gücü

Yazar: Tony Buzan
Sayfa Sayısı: 160
Kitap Boyutu: 19,5 x 13,5
Yayınevi: EPSİLON

Zihin haritaları ile adını duyuran Tony Buzan’ın bu kitabı, diğer yapıtlarına göre oldukça sade. “Yaratıcı Zekânın Gücü”, üretken bir fikre nasıl ulaşabileceğimiz konusunda yardım amaçlıyor.

Tony Buzan, tam bir Leonardo da Vinci hayranı. Sağ-Sol beyni tam kullanan biri olarak fırsat buldukça Leonardo ve Einstein gibi dehalardan örnekler vermiş. Yaratıcı düşünce konusunda neler yapılması gerektiği, çalışma yöntemleriyle açıklanmış. Zekâ ile Yaratıcılık arasında bir bağ olsa da, ikisinin çok ayrı kategorilerde yer aldığı vurgulanarak, her insanın bir yaratıcı kapasitesinin bulunduğuna dikkat çekiyor.

Tony Buzan, her insanın resim yapabileceği, müziğe duyarlı olabileceği ve çok iyi yazılar yazabileceği düşüncesinde. Bu konuda tarihe geçen kişilerin biyografisinden yararlanılması gerektiğini tavsiye ediyor. İçindeki fikirlerden kendinize pay çıkarabileceğiniz bir kitap.

Emre Türker

24 Eylül 2011

Hafızanızı Hafife Almayın

Kimi okuduğunu kelime kelime hatırlarken, kimi defalarca okur ama zor hatırlar. Bu belki bir yetenek, belki de aklı kullanma şekli. Her ne olursa olsun, kişiden kişiye özellikler farklılık gösterir.

Okul zamanı bir öğretmenin öğrenciye not aldırdığı dönemi düşünün. Öğrencisiniz ve öğretmenin söylediklerini harfi harfine yazıyorsunuz. Birden öğretmen size holizm tarzında bir kelime söylüyor. Holizm kelimesini belki biliyor, belki de ilk defa duyuyorsunuz. Kaç kişi, ilk defa duyduğu bir kelimeyi hiç afallamadan direk kâğıda döker?

Restoran kelimesinin anlamını biliyoruz. Bu kelimeyi birçok yerde farklı olarak görürsünüz. Restoran, restoran, restaurant, restauran vs… Oysa konuşurken “restoran” veya sonuna “t” getirerek söyleriz. Gerçek anlamı restoran’dır. Kullandığımız kelimeler yabancı kaynaklı olunca, bu tarz yazım farklılıkları olabiliyor. Bu da görsel ve işitsel zekâ arasındaki analizin ispatıdır.

Birçok hafıza tekniklerinde, sürekli bir şeyler ezberlemenizi isterler. Oysa sürekli bir şeyler ezberlemeye çalışmanız, hafızanızı gereksiz doldurur. Yeri geldiğinde, gereksiz ya da kısa süreli lazım gelen şeyleri hafızanıza değil, not kâğıtlarına kazıyın.

Hafızanız zayıf değil. Sadece bazılarınınki biraz daha kuvvetli. İmrenmek yerine kendinizi keşfedin ve en mantıklı yolları arayın. Ders çalışırken aklınızın almadığını söyleyip bir anda kitapları kapatmak en kolayı. Önemli olan, akıl onu algılayıncaya kadar denemek. Hatta size önerim, birçok hafıza tekniklerini öğrenip, her birini kendi açınızdan tecrübe etmeniz. Göreceksiniz ki arzu ettikçe hafızanız size karşı zaman içinde cömert davranacak.

Hafızayı yoran en büyük problemlerden biri de, takıntılar. Aynı şeyler üzerine yoğunlaşıp bir sonraki aşamaya geçemezseniz, hafızanız size küser. Eğer çok takıldıysanız, onu sonra düşünmek üzere not alın ve işinize devam edin.

Aceleniz olduğu anlarda, daha hızlı okur ve daha hızlı algılarsınız. Niye? Çünkü kapasitenizi genişletmiş olursunuz. Bunun üzerinde düşünün. O anı yakalamaya ve nasıl algıladığınızı anlamaya çalışın.

Hafızanız, bugün Türkçe’de yer alan isimlerin hemen hemen hepsini bilir. Çünkü sınırları çok geniştir. Bazı isimleri hatırlayamıyor olmanız, sadece zamanda bağlantı kuramıyor olmanızdan kaynaklanıyor. Eğer aklınız ve hafızanızın parlak kalmasını istiyorsanız, öncelikle kötümser düşüncelerinizi yenin. Sıkıntıların üstünü kapatmak değil, onları mutlu çözümlere dönüştürmek önemlidir. Bunu başardıktan sonra, her gün yeni bir şey öğrenin. Her gün okumak için 5 dakikanız bile olsa, onu değerlendirin. Arada bir sözlük karıştırın. Kelime oyunları oynayın. Sudoku çözün ve hayaller kurmaktan asla vazgeçmeyin. Çünkü hafızanız, düşündüğünüz noktadan çok ötede.

Emre Türker

Picture: Hayalbemol

22 Eylül 2011

Hasta Gözüyle Hastalık

Yazar: Norman Cousins
Sayfa Sayısı:164
Kitap Boyutu: 12,5 x 17
Yayınevi: DHARMA

Norman Cousins, 1964 yılında kollajen hastalığı (bağ dokusu hastalığı) teşhisiyle hastaneye yatan bir Amerikalı. Yurtdışına yaptığı bir geziden dönerken, hafif ateşi çıkıyor ve vücudunda kırıklıklar hissettiren rahatsızlık, hızla yayılıyor. Kurtulma şansının beş binde bir ihtimal olduğu açıkça belirtilirken, durumu açıklayan uzman, hastalıktan kurtulanı görmediğini de sözlerine ekliyor. Cousins şöyle düşünüyor: “Her şeye razı gelip beklemeli miyim? Yoksa beşbinde bir ihtimali yakalamak için mi çalışmalı mıyım?

Kitapta, umut adına çalışmalar var. Cousins; kötümser ve felaket tellallığı yapan doktorları eleştirirken, sahte umutlarla da hastaları yoldan çıkarmaktan korktuğunu açıkça belirtiyor. Günümüzde hastaları gereksiz testlerle soyan, tedaviden çok hastaya sermaye gözüyle bakan doktorlara dikkat çekerken, hastaya sevgiyle yaklaşan ve hastasını can kulağıyla dinleyen doktorlara ise övgüler yağdırıyor.

Cousins’in okuyucusuna vermek istediği duygunun başında umut geliyor. Hasta nasıl olursa olsun, dolu dolu ve huzurlu bir yaşam adına, her türlü olumsuzluğu gündeliğinden çıkarması için, ona yaşadıklarıyla destek olma niyetinde. Yazar’ın şu sözü, her şeyi özetliyor. “Geleceğin en karanlık göründüğü anlarda bile, insan zihninin ve vücudunun yenilenme kapasitesini asla küçümsememeyi öğrendim.”

Emre Türker

18 Eylül 2011

Teknoloji Geçmişimizle Savaşıyor

Evime yakın bir süpermarketin et reyonundan, reyon görevlisinin az yağlı ifadesine uyarak birkaç parça kontrafile almıştım. Bonfile, antrikot gibi kelimelere alışkınız ama kontrafile bana biraz yabancı gelmişti. Hayvansal ürünlerdeki bilgi yetersizliğim nedeniyle, gençliği köyde geçirmiş babama başvurdum.

- Baba, kontrafile hayvanın neresindedir? Antrikot ayarında bir et mi? İyi mi?
- Google’dan sorgulasana yavrum! Google’a kontrafile yaz ve ara. Orda çıkar.
- ??? Sağol baba…

Teknolojinin geldiği noktayı, bu pasajdan çok iyi anlayabilirsiniz. Artık aranan pek çok şeye, sanal anlamda ulaşmak kolay. Hemen her tarif, ulaşılmak isten yol, adres, yorum ve içerik, internet üzerinden bulunabilmektedir. Sanal çöplükler varlığını hissettirmeye çalışsa da, google gibi arama devleri onları belli zaman aralıkları içinde ekarte ederek, araştırmacısını doğru bilgiye ulaştırıyor. Böylece merak ettiklerimizi öğreniyor ve merakımızı gideriyoruz. İnternetin bilgi havuzu, yayıncısının izin verdiği ölçüde kullanıcıların ulaşabileceği, akıl almaz büyüklükte bir kitaplık gibi.

“Geçmişte böyle değildi, çok daha güzeldi” türündeki lafları, çocukluk yıllarında büyüklerimizden defalarca işittik. Yıllar geçtikçe de bu klasik cümleleri ilginç şekilde biz devralıyoruz. Geçmişin ayrıntılarını ballandıra ballandıra anlatmak, orta yaşı geçmiş birçok yetişkinin ağzında, tadı geçmeyen şekerli bir sakız gibidir. Yani bu bir döngü. İlerleme olmak zorundadır. Gelişim, yeniliklere açık olarak ilerlemeye devam edecek. Geçmişe sarılırken geleceği inkâr ederseniz, gelecek de sizi görmezden gelir.

Geçmiş yıllarda bir adres ararken, önceden yola çıkıp, ona-buna soru sorarak yönümüzü bulmaya çalışırdık. Hemen her kurye görevlisinde, yer bulmak için A’dan Z’ye şehir haritalarını mevcuttu. Eğer sayfalardaki sokak veya cadde adları değişirse, adresi bulmak daha bir zorlaşırdı. Fakat şimdi bir yeri aramadan önce, internete başvuruyoruz. Telefonları, adresi, yönü ve hatta başlangıç-bitiş noktalarını bile neredeyse kusursuz görebiliyoruz. Bu kötü değil, iyi bir şey. Fakat…

Artık sanal kalabalıkta gerçek yalnızlar olmaya başladık. Postacıları özlem dolu sevdiklerimizden haber getiren konumundan uzaklaştırıp, sadece faturaları getiren işçilere dönüştürdük. Sanal aşklar yaşıyor, gerçek platonik ve ölümsüz sandığımız hisleri duyamıyoruz. Sanal görüntüleri tabiat gezilerine tercih ediyoruz. İhtiyacımızı karşılayabilecek ürünlere değil, sahip olabileceğimiz popüler ürünlere yöneliyoruz. Hatta alışverişlerimizi ayağımıza kadar getirtiyor, beğenmediğimizde anında iade edebiliyoruz. Azla yetinmeyen, çoğundan şikâyet eden huysuz canlılara dönüştük. Araştırma duygumuz sanal kaynaklarla sınırlı kaldı. Üretmekten çok, hazıra alıştık… Sorun gösteren örnekler çoğaltılabilir, tıpkı iyi örneklerde olduğu gibi…

Hayatta her varlığın olumlu ve olumsuz bir tarafı vardır. Fakat bu tarafı kim belirliyor? Tabiî ki biz insanlar. Varlıklara şekil veren yine insanlardır. Yaşamı acımasız ya da mükemmel kılan, yine bizleriz. Her karanlık içinde bir aydınlık, her aydınlığın içinde de bir karanlık mevcut.

Öyleyse, bizim yapmamız gereken şey, karanlığın farkına varıp ışıktan faydalanmak. Gelecek ve teknoloji, bu şekilde bizim için kesinlikle çok parlak.

Emre Türker

14 Eylül 2011

Cebimden Harcadıkça Çoğalıyor

“Cüzdanımdaki paranın tam olarak ne kadar olduğunu bilmem. Kaç param kalmışla değil, cebimde halen bir şeyler var mı, onunla ilgilenirim. Gerektiğinde onu dağıtırım. Bazen öyle bir dağıtırım ki, kendime bir şey kalmaz. İstediğim şeyi alırım - ama bugün, ama bilmem kaç ay sonra – mutlaka alırım. Cüzdanımdaki paralar hariç, demir bozukluklar bulundururum çantamın ön gözünde. Onlar hayat kurtarıcılardır.”

Sizce bu müsriflik mi? İsrafı seven, paranın değerini bilmeyen birinin cümleleri mi bunlar?

Aslında yukarıda anlattıklarım, sadece dışsal görüntünün kelimelere dökülmüş hali. İç yüzünde farklı değerler barındırıyor.

Cepteki para elbette ki değerlidir. Fakat hesap-kitap işi, planda bitmelidir. Hesap-kitap işini dışarıya değil, eve bırakın. Mesela ben, alışveriş için para harcamadan önce, mümkün oldukça fazla market dolaşıp, hangisinde ne ucuzluk var kontrol ederim. Dönüş yolunda ise, en ucuzları en uygun olan yerlerden toplayarak, evin yolunu tutarım. Bunun sonunda ise en az %30 kârlı çıkarım. İsterseniz sizde deneyin.

Almak istediğiniz şey, hayal listesini zirvede zorlayan değil, günlük rutin ihtiyaçlar veya arzularsa, bir şekilde onlara ulaşabilirsiniz. Bu sizin her kafanıza eseni alacağınız anlamına gelmiyor. İstediğiniz şey, kafanızda ihtiyaç anlamında bitmiş ve gerekli olan şey olmalı. Örneğin; aradığınız bir kitapsa, piyasada türlerini araştırıp kendiniz için gerekli olanların listesini çıkarın. Listeyi daraltın ve en gerekli olanı/olanları seçin. Son olarak ise, piyasa araştırması yapın. İnternet ve diğer kanalları kullanarak, en uygun olanı bulup, satın alın. Bunun yanında, diğer bir yöntemim daha var. Günlük ihtiyaçlardan birini belirleyin. Mesela ekmek. Diyelim poşetlenmiş dilimlilerden 4 liralık satın aldığınız bir ekmek çeşidi var. Haftada iki kez alıyorsanız, bunu kısa süreliğine piyasadaki alternatifi olan 2 liralık ekmekle değişin. Ekmek klasik bir örnek. Aslında her malın bir alternatifi vardır. Alternatif uygulamasına giderseniz, yaşam standartlarınız devam eder. Sadece standart alınanların hayatınızdaki rolü değişir. Almak istediğiniz şeyler için cebiniz rahatlar. Aldıklarınız ve alacaklarınızın alternatifini bir gün oturup kıyaslamaya kalksanız, eminim çok fazla ayrıntı yakalarsınız.

Cepteki paranın bir kısmını dağıtın. Mümkün oldukça en doğru bulduğunuz yardım kurumlarına. Kimi zaman elden, kimi zaman ise gönülden dağıtın. Bu dağıtma büyük meblağ olmak zorunda değil elbet. 3-5 kuruş olsun, dağıtmak olsun. Kimi zaman öyle bir dağıtın ki, cebiniz boşaldıkça, kalbiniz dolsun. Sadece para değil. Mesela; aldığınız ve beğendiğiniz okunmuş kitaplarınızı, okumaları için çevrenize dağıtın. Böylece onları da paylaşmaya teşvik edin.

Yukarıda anlattıklarım, hayattan bir parça. Ne kadar miktar arttırdığınızla değil, doğruyu ne kadarıyla bulduğunuzla ilgili. Hayata ne kadar çok verirseniz, hayat da size o kadarını misliyle geri öder. Anlattıklarım müsriflikle ilgili değil. Müsriflik, olması gerektiğinden fazlasını elde edip, bunların değerini bilmemek, paylaşmamak ve fazlasını çöpe göndermekle ilgilidir. Her şeye gücünüz yetmez. Öyleyse gücünüzün yettiği şeylerle ilgilenin. Ulaşmak istedikleriniz, hedefleriniz olsun. Fakat bu hedefler sizi huzursuzluğa değil, huzura sürüklesin. Bir gün gelir de hayat yolunda tökezler ve düşerseniz, hayata verdikleriniz size el uzatabilir.

Emre Türker

11 Eylül 2011

Hamakta Sallanma Keyfi Bilinçaltında Saklanıyor

Hamakta ya da salıncak tipi bahçe banklarında oturmak ve sarkaç hareketleriyle kendini boşluğa bırakmak, insanı rahatlatıyor. Peki bu salınımın yerçekim kuvvetiyle bir ilgisi var mı? Yoksa bebeklikten gelen bir salınım alışkanlığından mı keyif alıyoruz?

Bebekleri sallama dürtüsü, nesilden nesile devam eden ve devreden bir durum. Bebek ağladığında susturmak için sallama dürtüsü ortaya çıkar ve bebek/çocuk susuncaya ya da uyuyuncaya kadar bu durum devam eder. Tıbbi olarak açıklamasını yapamayacak olsam bile sallanarak uyumanın bebek için anlamını, hafifçe sersemleyerek uykuya geçme olarak tanımlayabilirim. Bebek sallandıkça kendinden geçer ve uykuya dalar. Hatta bazı bebekler/çocuklar, sallama durduktan hemen sonra uyanır. Elinde yastıkla annesinin ayaklarına uzanmak üzere bekleyen çocukları etrafınızda görmüşsünüzdür. Artık onlar için salınım olmadan uyku, biraz sıkıntılı bir dönem oluyor.

Sallanmak, içgüdüsel anlamda sizi rahatlatıyor olabilir. Birçok duygu zaten bilinçaltına yerleşen kavramlarla ilgilidir. Yetişme tarzının gelişim ve yaşamda ne derece etkili olduğunu çoğumuz biliyoruz. Belki de çocuklarını sallayan ebeveyn ayakları, beşikler, bebek hamakları ve hatta sonradan çıkan elektrikli salıncalar-ana kucakları, kişiyi gelecekte sallanmaktan keyif alan bireyler haline dönüştürüyor.

Ayrıca hepimiz dünyanın yerçekimi kanunlarından payını alan varlıklarız. Sarkaçların salınım hareketleri, yeryüzünde oluşan bu çekim kuvvetinin etkisiyle ortaya çıkıyor. Hamak üzerinde uzanarak salınım, bu çekiminden dolayı denge durumuna geçmek isteyen düzenekle de ilgili olabilir.

Sözlerimin bilimsel olarak bir açıklaması yok. Sadece sallanma üzerine bir deneme. Keyif üzerine tatlı bir düşüncede hamak keyfine dikkat çekmek istedim. Sallanarak şekerleme yapmak sizi hangi duyguya sürüklüyor?

Emre Türker

Picture: deviantart, flickr