24 Mayıs 2011

Öyle Bir Sevmek Ki

Öyle bir sevmek ki! Ruhunun her bir duygu çıkışında huzur bulan, mutluluğu daimi kılan, tuzu-biberine aldırmadan, tartışmaları dallandırıp budaklandırmadan tadılan bir sevgi…

Dünyada birçok kişi, “öyle bir aşk yok, öyle bir sevgi yok” der. Oysa sevgi her yerdedir. Bulursan bir gün, ona değer ver. Çünkü; ruhu sıkacak, absurt kıskançlıklar ve kaç-kovala oyunlarıyla basitleştirilmeyecek kadar önemlidir bu gerçek sevgi.

Üçüncü şahısların tavsiyeleriyle sevgiyi yoğunlaştıramazsın. Üçüncü şahıslar, ancak hataları görmende yardımcıdır. Yoksa aşkın, sevginin sabitleştirilmiş kuralı yok.

Aşkın dönüştüğü sevgi, ruhu sıkmamalı. Belli noktalarda tökezlese bile, yolun sonunu görebilmeli. Bu son, hayatın birlikte geçen virgüllerinin ardından gelen noktasıyla ölçülmeli. Kuralsız, özgür ama karşılıklı bir denge çerçevesinde, sona kadar limitsiz bir şekilde…

Para mutlak gerek. Para saadet demek değil belki. Fakat olmalı bir yerde. Hayalleri açan kilit, kimi zaman paranın elindedir, kimi zaman ruhun derinliklerinde…

Birlikte yaşayan, her ayrılıkta birliği arayan, özlemeyi bilen, özletmeyi sevmeyen, kokusunu ve dokunuşunu daima sıcak tutan masalsı aşıklarının özüdür bu sevgi. Yaşıyorsan, tadını çıkar. Kirletme gereksiz pislikleriyle hayatın…

Emre Türker

Picture: deviantart

23 Mayıs 2011

Face-ism

Kadın ve Erkeğin Medyatik-Kültürel Görsel Tercihi
Televizyondaki talk show’larda (ben bunu medyatik misafirlik olarak tanımlıyorum), reklâmlarda, yakın plan çekimlerinde, neler dikkatinizi çekiyor? Görsel anlamda bizlere izletilen ve rating (izlenme oranı) artışını tetikleyen görüntüler nelerdir? Kadın ve erkek dergilerindeki fotoğraflar, hangi kompozisyonla yerleştiriliyor?

Medyatik misafir programlarında, mini etekli bayanların bacak bacak üstüne atarken kameraların yakın plana geçtiğini ve bel-göğüs bölgesine yoğunlaştıklarını fark etmişsinizdir. Kısacası kadın “seks objesidir” düşüncesi belirgindir. Erkeklerde ise, “entelektüel” bir yapı düşüncesiyle hareket edilir. Vücut hatları ortaya çıkmaz. Genelde takım elbise veya vücut hatlarını kapatan elbiseler seçilir, yüz hatlarına yoğunlaşılır ve görüntüler hafızada o şekilde yer eder.

Araştırmacı Dane Archer, arkadaşlarıyla birlikte Amerika’daki gazete ve dergilerin resimlerini incelemiş, Hong-Kong’dan Kenya’ya kadar 11 ülke dolaşarak araştırmalarını derinleştirmiş. Sonuç olarak; erkeklerin yüzlerinin, kadınların ise daha çok vücutlarının resmedildiğini ortaya çıkarmış. Başta facebook’u çağrıştıran Face-ism kelimesi, Dane Archer ve arkadaşlarının araştırmaları sonucunda ortaya koydukları bir tanımlamanın adıdır. Yani Face-ism, kadının vücudunun, erkeğin ise yüzünün medyadaki kullanımıdır.

Tarih kitaplarını incelediğinizde, ünlü düşünür, bilim insanı ve liderlerin, genel olarak yüzlerinin resmedildiğini göreceksiniz. Ayrıca kadının yeri farklı görüldüğünden, bu düşünürlerin çoğunun erkek olduğu da bir gerçektir. Kadın ve erkek ne kadar eşitlikçi düşünceyle toplumun hafızalarına yer etmeye çalışılsa da, bazı dişil ve eril özellikler, yapısal anlamda pek değiştirilemez. Örneğin bilim adamı derken, bilim erkekle ilişkilendirilerek tescillenir. Bu nedenle birçok yeni kitapta ve belgesel yayında, “bilim adamı” yerine “bilim insanı” kullanılmaya başlamıştır.

Popüler anlamda ilgi çekici her şey, 4. güç medyada aktif olarak değerlendirileceğinden, kadının erotik yönü daima ön planda yer alacaktır. Kuralın değişmesi çok zor.

Emre Türker

Picture: deviantart, flickr

16 Mayıs 2011

Yapacak Hiçbir Şey Yok… Öyle Mi?

“Bütün gün yapacak hiçbir şey bulamadım, canım sıkıldı” diyenlere imreniyorum. Çünkü uzun zamandır bunu gerçekleştiremiyorum. Aslında imrenme kısmını biraz açmak gerek. İmrendiğim kısım, hayatta planladıklarımı başarmak için küçük zaman fırsatları bulmaya çalışmamla alakalı.

Nefes aldığımız vakit çok kısa. Fakat bunu anlayabildiğimizde, çoğu zaman iş işten geçmiş oluyor. Kısa zaman dilimlerinde, kaybolan değerleri ve yaşanmamışlıkları fark ederek, boşlukları kapatmak gerek.

“Yapacak hiçbir şey yok” denilen zamanlarda bile, yapacak bir şeyler vardır. Mesela, yaşadığınız evle ilgilenebilirsiniz. Öf-pöf etmediğiniz sürece, temizlik yapabilir, eşyalarınızın yerlerini değiştirerek alışılagelmiş sabit düzenden kurtulabilir, ileride neler yapabileceklerinizi planlayabilirsiniz.

Çok şeyle uğraşıyorsun, boşver biraz” diyenlere ise “keşke daha erken başlasaydım” yanıtını veriyorum.

Çünkü…

Okunacak çok kitap,
Öğrenecek çok bilgi,
Paylaşacak çok değer var.

Ama ne kadarını bu yaşama sığdırırız bilmem.

Emre Türker

Picture: deviantart

03 Mayıs 2011

Dizilerden Anlaşılıyor Ki Ağlamayı Seviyoruz

Keyifli görüntümüz ardında arabesk bir ruh yapısına sahibiz. Eğlenceyi değil, acıyı tercih ediyoruz. Diziler de seyretme oranlarıyla bunu bize yeterince kanıtlıyor.

Televizyon seyrederek bir noktaya sabitlenir ve uzun zaman boyunca o noktadan gözlerinizi alamazsınız. Peki, boş bir duvara bakmaya ne kadar tahammül edebilirsiniz? 5-10 dakikandan fazla olmasa gerek. Bu vakit katillerinin izlenme oranları, aynı zamanda toplumca neye yönlendiğimizi de gösteriyor. Haber kanallarında, fısıltı haberlerini gerçeklere tercih ettiğimiz açıkça görülüyor. Dedikodu, söylenti, atışma gibi durumlar, düz haber görüntülerinden daha çok bizleri çekiyor. Show amaçlı kanallardaki izlenme oranı, her şeyi açığa çıkarmakta. Dizlerde; “oynat-dur-hızla ileri al-oynat-geri al-özet göster-özeti genele yay” formülüyle, izleyici iyice merak içinde bırakılarak, düşünce yapısı karmakarışık ediliyor.

Dilenciliğin büyük para getirdiği nadir toplumlardan biri oluşumuz, duygu sömürülerine ne kadar açık olduğumuzun bir göstergesi.

Yukarıda belirttiklerim, daha önce de konu ettiğim düşünceler. Fakat bir de dram üzerine yoğunlaşma var: Aldatma, ihanet, sadistlik, mazoşistlik, acılı kadın, acılı aile fertleri, acılı dünya, her tatlının içinde bir acı, aşkta acı, kaderde acı, gelecekteki karanlık, geçmişte iz bırakmış kara lekeler… Ayrıca diziler içinde bağırış çağırışlar o kadar fazla ki, sessizce odanızda otursanız, diğer tüm komşularınızın kavga ediyor olduğu havasına kapılabilirsiniz.

Üstüne üstelik dizilerdeki bu dram yetmezmiş gibi, bir de reklâm arası dizileri izliyoruz. Neredeyse bütün dizilerimiz film formatında, yani 90 dakika civarında sürüyor. Reklamlarla birlikte 3-3,5 saati buluyor. Şimdi bir düşünün! Kaç reklâmın görüntüsünü tanıyorsunuz? Kaç reklâmı sonu gelmeden biliyorsunuz? Kaç dizinin karakter oyuncusunun ismini biliyorsunuz? Kaç dizinin adını, yayın saatini, gününü, çekildiği yerleri vs. biliyorsunuz? Acaba tüm bunların yanında, bütün bu fasarya görüntüler, genel kültürünüzün kaçta kaçını oluşturuyor?

Huzursuzluğunuz, gerginliğiniz, uykusuzluğunuz, boş düşünceleriniz, dizilerden yaşamınıza enjekte edilen yegane olumsuzluklar. Toplum olarak gitgide boşluğa sürükleniyoruz. Çevremde “can sıkıntısından televizyon seyrediyorum” diyen o kadar çok kişi var ki! Can sıkıntısı, zaten seyrettiklerinizle körükleniyor. Gittikçe gerçekten uzaklaşıyor, doğrulardan sapıyorsunuz.

Hayat gelip geçiyor. Mutluluk, gerçek, doğa, aşk, sevgi, paylaşım gibi kavramlar dururken, bunları nelerle heba ettiğinizi bir düşünün. Yoksa acınacak durumda olanlar ekrandaki sanal görüntüler değil, biz olacağız.

Emre Türker

Picture: deviantart1, flickr, deviantart2