27 Mayıs 2010

Çalıştınız Ama SORULAR ZOR MUYDU?

Karşınıza herhangi bir problem çıktığında ne yaparsınız?
*Önce problemin ne olduğunu anlamaya çalışırsınız.
*Anladıktan sonra, düşünme ve analiz aşaması başlar.
*Çözüm yolları için gerekli materyalleri tasarlarsınız.
*Olasılıklar üzerinde durursunuz.
*Bazen direk bildiğiniz yollardan gitmek yerine, önce gidilmemesi gerekenleri elemek, karar verme aşamasında size büyük kolaylık sunabilir.
*Vardığınız sonucun yanlış olma ihtimalini göz önüne alırsanız, bu size yeniden eylem planında kolaylık sağlar.
*“Çözümsüzlerin de kendine göre bir çözümü vardır” prensibi, vazgeçmenizi önler.
*Bilmiyorsanız, bilmediklerinizi öğrenmeye çalışırsınız.
*Değişkenleri göz önüne alarak; hipotezler geliştirebilir, teorilere varabilir ya da varsayımlar üzerinde durabilirsiniz.
*Kapalı uçlu ara yolların açılımlarını sağlar, geçiş kolaylığı sunarsınız.

—HERŞEY TAMAMDI, AMA OLMADI.
Olumsuz sonuç, ancak vazgeçildiğinde başarısızlık demektir.
Hayat tekrarlarla alınan sonuçlarla doludur.

—ZOR AMA İNANIYORUM.
İnandığınızda, emin olun ki bazı şeyler daha kolay…

—OLUMLU DÜŞÜNDÜM, BİR İŞE YARAMADI.
Olumsuzluklar üzerine olumlu düşünürseniz, bir işe yaramaz. “Çözemedim. Hadi gidip başka bir şey yapalım” düşüncesi, olumlu görünen olumsuzluklardır.

—KOLAY DEĞİL.
Kimse size kolay olduğunu söylemedi. Hatta zor anlarda yanınızdan ayrıldılar. Unutma, kolay yoldan ulaşılanların değeri kolay unutulur. Zor eriştiğin yerlerdeki çözüm, daha kalıcıdır.

Ders çalışırken, çok çalışmak size sınav kazandırmayabilir. Fakat çalışmalarınızı sorularla ve testlerle pekiştirirseniz, mantığınız analizler üzerinde bilinçlenebilir. Hayat da öyledir. Problemlerle karşılaşınca; onu okuyun, analiz edin, çözümle üzerinde düşünün, uygulamalarla pekiştirin.

Her şeyden önemlisi, çözümü bulduğunuzda o yolu hiç bırakmayın. Çünkü açtığınız kapılar, sizi daha büyük kapılara götürür ve her yeni kapı, hayatın anlamını size tekrar hatırlatır.

Emre Türker

Picture: flickr

25 Mayıs 2010

Coco avant Chanel (2009)

Türkçe Adı: Coco Chanel'den Önce
Tür: Biyografi / Dram
Yönetmen: Anne Fontaine
Süre: 105 dakika
Oyuncular: Audrey Tautou, Benoît Poelvoorde, Alessandro Nivola, Marie Gillain, Emmanuelle Devos, Régis Royer, Etienne Bartholomeus, Yan Duffas, Fabien Béhar, Roch Leibovici, Jean-Yves Chatelais, Pierre Diot, Vincent Nemeth, Bruno Abraham-Kremer
1893’te ablasıyla birlikte babası tarafından Obazine Yetimhanesi’ne bırakılan iki kız kardeş, uzun yıllar boyunca orada kalırlar. Genç kızlık dönemlerinde gündüzleri bir terzinin yanında çalışırken, geceleri de pavyonda şarkı söyleyerek hayatlarını devam ettirirler. Şarkıları Coco, Gabrielle Chanel’in (Audrey Tautou) lakabı haline gelir. Ablası Adrienne Chanel’ın (Marie Gillain) bir subayla ilişkisi, Coco’nun çapkın subay Etienne Balsan’la (Benoît Poelvoorde) tanışmasına neden olur.

Gabrielle Chanel’in erkeklerle çok fazla yakın olmaması yüzünden, pavyon sahibi tarafından işten kovulurlar. Bunun ardından ablası, birlikte olduğu subayla Paris’e gitmeye karar verince, Coco elinde ne varsa harcayacak ve peşinden Paris’e gidecektir. Hemen soylu subay Balsan’ı bulan Coco, onun yanında kalabilmek için her türlü şeye katlanmaya razı olur. Fakat Coco, bir yandan Paris’te kalmaya çalışırken, bir yandan da hayatına yön vermek için arayış içine girecek, yeteneklerini kullanmak için her fırsatı deneyecektir.

Yetimhanede büyüyen ve babası tarafından terk edildiği için erkeklere karşı kin duyan Gabrielle Chanel’in hayatı, dramatik havada sade şekilde beyazperdeye aktarılmış. Coco’nun bir marka olmadan önce yaşadıklarını anlatan bu filmde, soylu ve köylünün farkı, kadının erkekten arka planında kalması ve geçim zorluğu gibi kavramları izliyoruz. Işığın çok iyi kullanıldığı görüntüler eşliğinde tabiatı seyrederken, geçmişe yolculuğun tadını çıkarın.

Emre Türker

Picture: impawards

24 Mayıs 2010

The Blind Side (2009)

Tür: Biyografi / Dram / Spor
Yönetmen: John Lee Hancock
Süre: 129 dakika
Oyuncular: Sandra Bullock, Tim McGraw, Quinton Aaron, Jae Head, Lily Collins, Ray McKinnon, Kim Dickens, Adriane Lenox, Kathy Bates, Catherine Dyer, Andy Stahl, Tom Nowicki, Libby Whittemore, Brian Hollan, Melody Weintraub
Sağda solda kalarak yaşayan, yarı akıllı ve bağımlı bir anneye sahip Michael Oher (Quinton Aaron), bir yakınının desteğiyle Wingate Christian School’a kaydolacaktır. Fakat okul yönetimi, sadece koç Burt Cotton’un (Ray McKinnon) ısrarları nedeniyle onun kaydına izin vermiştir. Çünkü Koca Mike (Big Mike) lakabıyla tanınan Michael’ın IQ’su düşük, kimliği ve yaşı belirsizdir. Sadece iri görüntüsü nedeniyle koç onu okul takımında görmek istemiştir. İlk zamanlar Big Mike’ın sessiz tavrı, ilgisizliği ve başarısızlığı, okul yönetimini çileden çıkarmaya başlar. Fakat öğretmenlerden birisi, onun sadece ilgisizlik ve çözülemeyen sorunları nedeniyle yarım akıllı göründüğünü anlayacak, bu nedenle üstüne daha fazla düşecektir.

Gece vakti Big Mike (Michael) uyumak için sıcak bir yer ararken, Taco Bell restoranlarının sahibi Tuohy ailesinin arabasıyla karşılaşır. Bayan Leigh Anne Tuohy (Sandra Bullock), Michael’ın kalacak yeri olmadığını anlayarak evine davet eder. İşte o an, Michael’ın hayatının değişmeye başladığı an olacaktır. Çünkü hayatında kendine ait bir yatağı bile olmayan Michael, acı mahallesi olarak tanınan Alabama Sokağı’ndan koparak, bambaşka bir hayata geçiş yapacaktır.

Amerikan futbol takımı NFL’de bir savunma oyuncusu Lawrence Taylor’ın hayat hikâyesinden derlenerek hazırlanan film, sıcacık havasıyla izleyiciyi sonuna kadar sarıyor. Bazı anlar vardır ki, insanın elinden bir şeyler gelebilmesi için yardım gerekir. İşte o elin ne zaman uzanacağı belli değildir. İnsanlar kaderin rüzgârında bir yaprak gibi salınırken, düştüğü noktayı ne derece sahiplendiğiyle önem kazanır. Öyle ki, yürekten inanarak birine uzattığınız yardım eli, bir gün size geri dönerek hayatınıza yön verebilir. The Blind Side, bu noktadaka bulunan ince bir kader çizgisidir. İzlenmesi gereken bir yapım.

Emre Türker

Picture: impawards

23 Mayıs 2010

Agora (2009)

Tür: Tarih / Dram / Romantik
Yönetmen: Alejandro Amenábar
Süre: 127 dakika (kesintisiz 141 dakika)
Oyuncular: Rachel Weisz, Max Minghella, Oscar Isaac, Ashraf Barhom, Michael Lonsdale, Rupert Evans, Richard Durden, Sami Samir, Manuel Cauchi, Homayoun Ershadi, Oshri Cohen, Harry Borg, Charles Thake
MS. 391’de Roma İmparatorluğu çökerken, Mısır’ın İskenderiye’si halen parıldamaya devam eder. Filozof Hypatia (Rachel Weisz), İskenderiye Kütüphanesi’nde öğrencilerine felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler verir. O sıralar kentte kölelik devam ederken, Hıristiyanlar, Yahudiler ve Pagan’lar birlikte yaşamaktadır. Hıristiyanlığın yükselişiyle birlikte din baskısı, hissedilir şekilde artmaya başlar. Hıristiyanların Agora’da bir Pagan’ı ateşe atması ve Pagan’ların tanrılarıyla alay etmesini kaldıramayan Olympius (Richard Durden), yanındakilere saldırı emri verir. Hypatia’nın babası Theon (Michael Lonsdale), istemeyerek de olsa bu savaşı destekleyecektir. Fakat olay istenildiği gibi yürümez. Çünkü Hıristiyanlık, sandıklarından da fazla büyümüştür.

Olaylar sırasında, Serapeum’da bulunan İskenderiye Kütüphanesi’de Filozof Hypatia, öğrencilerine ders vermeye devam ederek, astronomiyle ilgili araştırmalarını sürdürür. Köle Davus (Max Minghella), bedenen olduğu kadar ruhen de Hypatia’ya bağlıdır. Fakat kendisini köle olarak aşağıda görmesi nedeniyle, aynı zamanda Hypatia’ya öfke de duymaktadır. İnanç ve değerler arasında gelgitler yaşarken, durumunu sorgulamaya başlar. Halbuki Hypatia’nın düşüncelerinde aşka yer yoktur. O sadece kendisin felsefe ve bilime atamıştır. Ne olursa olsun, bunları korumaya da hazır olacaktır.

Dönemsel anlamda din kavramının, her türlü bilim, politika ve yönetim biçimlerini aşarak bir güç haline dönüştüğünü filmde görebiliyoruz. Kadının yıllarca erkekten geri planda tutulması, değersiz kılınması, yine din propagandalarında dillendirilmiş bir olguyu anlatıyor. İnançların silah olarak kullanıldığı durum ise, mucize gösterileri, özgürlük kavramı, meydan propagandaları ve sefalettir. Filmin başlarında, köle Davus’un açlara ekmek dağıtması ve ona uzanan eller, çaresizliğin en güzel kanıtlarından biridir. Filozof Hypatia’nın inandıkları değerler uğruna çalışmaları, birçok bilim adamının azmine eşdeğer örnektir. Mekân, kostüm ve roller oldukça başarılı. Ayrıca tarihe ışık tutması açısında değerli bir yapım.

Emre Türker

Picture: impawards

22 Mayıs 2010

Romantik Komedi (2009)

Tür: Romantik / Komedi
Yönetmen: Ketche
Süre: 95 dakika
Oyuncular: Sedef Avcı, Sinem Kobal, Begüm Kütük, Burcu Kara, Gürgen Öz, Cemal Hünal, Engin Altan Düzyatan, Janset, Burcu Esmersoy, Kubilay Penbeklioglu, Mert Yavuzcan, Pelin Çalışkanoğlu, Seda Kement, Aslı Şahin
Birlikte yaşayan üç arkadaş arasından Zeynep (Burcu Kara), evlenerek bekârlık hayatına son verir. Sorunlu iş hayatını ve çekilmez ilişkisini bir anda silip atan Esra (Sedef Avcı), yeni bir başlangıç için arkadaşı Didem’le (Sinem Kobal) bir barda kutlama yapar. Parti sonrası fazla alkol alan kızlar, Mert (Cemal Hünal) ve Cem’le (Engin Altan) olaylı bir şekilde karşılaşır. Bu karşılaşmaları, tesadüf zincirinin başlangıcı olacaktır. Çünkü yeni hayat planlarında Mert ve Cemal, bir şekilde kızların hayatlarında yerini alacaktır.

Türk filmleri arasından, Amerikan yapımı romantik komedilere fazlaca benzerliğiyle dikkat çekiyor. Çünkü absürt olaylar, inanılmaz tesadüfler, kesme kareler içine yerleştirilmiş birbirini takip eden sahneler, argolu espriler ve geleneksel çizgiden taşmalar, filmin bünyesinde yer alıyor. Aşkın dramatik kısmında ajitasyon yapmadan, daha çok eğlenceye ağırlık verilmiş. Yiğit karakteriyle ortaya çıkan Gürgen Öz, filmin mizahi kısmını bütünüyle sahiplenmiş ve bunu fazlasıyla başarmış. Sonuçta bir filmde hayatın içindeki gerçekçiliği aramadan, sırf eğlence ve romantizm arıyorsanız ve Amerikan romantik komedilere karşı ilginiz varsa, beğenmeniz muhtemeldir.

Emre Türker

Picture: sineport

21 Mayıs 2010

Looking for Eric (2009)

Türkçe Adı: Hayata Çalım At
Tür: Dram / Fantastik / Spor
Yönetmen: Ken Loach
Süre: 116 dakika
Oyuncular: Steve Evets, Eric Cantona, Stephanie Bishop, Gerard Kearns, Stefan Gumbs, Lucy-Jo Hudson, Cole Williams, Dylan Williams, Matthew McNulty, Laura Ainsworth, Max Beesley, Kelly Bowland, Julie Brown, John Henshaw, Justin Moorhouse
Psikolojik sorunlar yaşayan postacı Eric Bishop (Steve Evets), arabasıyla ters şeride girerek kaza yapar. Birlikte yaşadığı iki üvey oğlu ve ayrı yaşadığı kızına, kazayla ilgili durumundan hiçbir şekilde bahsetmeyecektir. Fakat Eric’in sorunlarını içine atması, çevresinde gelişen tüm olayların negatif ilerlemesine ve işlerin daha çıkmaza girmesine sebep olmaktadır.

Eric’le aynı yerde çalışan postacı dostları, onu bu durumdan kurtarmaya kararlıdır. Mutlu olması için her yolu deneyen dostları bir araya gelerek, bir kitaptaki tavsiyelerden yola çıkar ve kendilerine kılavuz edecek bir ünlü seçerler. Eric, kendine Manchester United’da top koşturmuş, Fransız asıllı futbolcu Éric Cantona’yı seçmiştir. Arkadaşlarının evden ayrılması sonrası odasında yalnız kalıp, duvarındaki Cantona’nın posteriyle dertleşirken, birden Eric Cantona’yı karşısında görecektir. Görüntü ne kadar hayali düşüncelerle var edilmiş olsa da, bu fikir Eric Bishop’un kendisini sorgulaması için yeterlidir. İşte o andan sonra Eric, hayatını düzene koymanın yolunu aramaya başlayacaktır.

Karmaşık girişi nedeniyle sonunun çıkmaz olduğu düşüncesine kapılabileceğiniz bu film, ilerledikçe izleyicisini etkisi altına alıyor. Eric Cantona’nın yıllardır futbolda gösterdiği başarısını, film yıldızı olarak sürdürmeye devam ettiğini gözlemliyoruz. Looking for Eric, eski futbolcu Eric Cantona’nın hayatından esinlenilerek yapılmış. Aile kavramını, yaşam diliminde dostların ne derece önemli olabileceğini, her gitmenin ardında yatan sebeplerin sorgulanması gerektiğini ve her şeyden önemlisi, bazı bilinçsiz nefretlerin ardından yatan gerçeklerin gün ışığına çıkarılması sonucu, doğruların göründüğü gibi olmadığını anlatan bu harika filmde, dramatik havada kişilik psikolojisini sorgulayabilirsiniz. Zor durumda yapılması gereken nedir? Her kaçış, bir geri dönüş olabilir mi? Dostlar hangi durumda gerçektir veya her çıkmaz bir son mudur? İzleyin ve görün.

Emre Türker

Picture: impawards

20 Mayıs 2010

Alice in Wonderland (2010)

Türkçe Adı: Alis Harikalar Diyarında
Tür: Macera / Aile / Fantastik
Yönetmen: Tim Burton
Süre: 108 dakika
Oyuncular: Mia Wasikowska, Johnny Depp, Helena Bonham Carter, Anne Hathaway, Crispin Glover, Matt Lucas, Stephen Fry, Michael Sheen, Marton Csokas, Tim Pigott-Smith
Rüyalarında sürekli aynı yeri gören küçük Alice (Mia Wasikowska), ileri görüşlü babasının olumlu konuşmaları sayesinde daima moral bulmuştur. Babasının ölümü ardından annesiyle birlikte yaşamış, fakat aynı özgür duygulara sahip olmamıştır. Üstelik kendisine masal anlatıp arkadaş olan ablası Margaret ise, evlenerek yanından ayrılmıştır.

Babasının eski iş ortağı, bahçede düzenledikleri yemeğe Alice ve ailesini de davet eder. Amaç, oğlu Lord Hamish’i Alice ile evlendirmektir. Fakat titiz ve huysuz Hamish’in kameriyede diz çöküp gerçekleştirdiği evlilik teklifini düşünmek üzere geri çeviren Alice, bahçede dikkatini çeken saatli ve yelekli bir tavşanın peşinden koşarak kalabalıktan uzaklaşır. Bir ağaç kovuğundan aşağıya inen tavşanın peşinden giden Alice, kendini neredeyse dipsiz bir çukurdan aşağıya inerken bulur. Düştüğü zeminde birkaç kilitli kapı, bir anahtar ve içmesi istenen bir de sıvı vardır. Çeşitli denemeler sonucu çıkışa ulaştığında, konuşan garip canlılarla karşılaşacak ve meraklı bakışlardaki “beklenen Alice mi?” sorusunun cevabı araştırılırken, yaşadıklarının daimi kabuslarından biri olduğunu düşünerek uyanmaya çalışacaktır...

Bilinen Alice masalına yakın, fakat farklılaştırılmış bir hikayesiyle karşımıza çıkan yapım, masalı bilenlere karşılaştırma olanağı sağlıyor. Hayal gücünün sınırlarını 3D teknolojisiyle daha da zorlarken, görsel şölen eşliğinde masalı yaşamanız için çalışıyor.

Emre Türker

Picture: impawards

19 Mayıs 2010

Mad City (1997)

Türkçe Adı: Çılgın Şehir
Tür: Dram / Gerilim
Yönetmen: Costa-Gavras
Süre: 115 dakika
Oyuncular: John Travolta, Dustin Hoffman, Mia Kirshner, Alan Alda, Robert Prosky, Blythe Danner, William Atherton, Ted Levine, Tammy Lauren, William O'Leary, Raymond J. Barry, Lucinda Jenney, Akosua Busia, Ebbe Roe Smith, Bingwa
Çalıştığı kanalla sorun yaşayan TV muhabiri Brackett (Dustin Hoffman), özel bir müzenin haberini yapmak üzere, çaylak bir muhabirle göreve gönderilir. Amaç, devletin çeşitli ihmallerini ve müzedeki yöneticilerin bütçeyi kendi lehlerine çevirmeleriyle ilgili bir haber yapmaktır. Yönetici Bayan Banks’la (Blythe Danner) yapılan röportaj sonrası müzeye gelen eski güvenlik görevlisi Sam (John Travolta), kovulduğu işini geri almak niyetindedir. Hatta göz korkutmak için silahını bile getirmiştir. Bayan Banks ve Sam’in arasında geçen hararetli konuşmaya tesadüfen kulak misafiri Brackett, olayı gizlice canlı yayına aktarmaya başlar. Üstelik o sırada Sam’in göz korkutmak için ateşlediği silahından çıkan kurşun, oradaki güvenlik görevlisine isabet etmiştir. Sam’in canlı yayında olduğunu fark etmesi ve Brackett’in olayı kendi lehine çevirmeye çalışmasıyla birlikte işler akıl almaz bir boyuta ulaşır. Sam, medyanın olayı çarpıtmasıyla birlikte, işini geri isteyen insancıl bir kimlikten, silahlı ve tehlikeli bir suçluya dönüşmeye başlayacaktır.

Hareketli sahnelere sahip Mad City, usta oyuncuları ve konusu itibariyle izleyiciyi sonuna kadar aynı heyecanla karşısında tutuyor. Polisiye bir havada geçen filmde, aslında medyanın hayatımıza ne derece müdahale ettiği, ekranlarda kimin ne derece masum veya vahşi gösterilebildiği, kısaca medyanın nasıl bir güç olduğu sergileniyor. Medyada haber uğruna insaniyeti sorgulanan muhabirlerin yapmak zorunda oldukları işleriyle, kalbinde barındırdıkları duyguları arasında yaşadığı gelgitler, kameranın arka tarafında gizlenen gerçekler ve analizler, seyirciye yansıtılıyor. Gerçekten etkileyici…

Emre Türker

Picture: impawards

18 Mayıs 2010

Dog Day Afternoon (1975)

Türkçe Adı: Köpeklerin Günü
Tür: Komedi / Polisiye / Dram / Gerilim
Yönetmen: Sidney Lumet
Süre: 125 dakika (kesintisiz 131 dakika)
Oyuncular: Al Pacino, John Cazale, Charles Durning, Chris Sarandon, Sully Boyar, Penelope Allen, James Broderick, Carol Kane, Beulah Garrick, Sandra Kazan, Marcia Jean Kurtz, Amy Levitt, John Marriott, Estelle Omens, Gary Springer
22 Ağustos 1972, Brooklyn, New York. Soygun için, kapanış saatine yakın zamanda bankaya giren 3 kişi, çalışanları rehin alır. Fakat soygunculardan biri pişman olup, olay yerinden ayrılır. Öncesinde müdürü rehin alan Sal’ın (John Cazale) ardından Sonny Wortzik (Al Pacino) ortaya çıkar. Amaçları parayı alıp kısa sürede ortadan kaybolmaktır ama bunu başaramazlar. Etraflarını polisle birlikte medya ordusu sarar.

Bankada tutulan rehineler için soyguncuların polisle yaptığı pazarlık, beklenmedik bir şova dönüşür. Sonny, tavırları ve isyankâr konuşmalarıyla çevresindekilerin sempatisini kazanınca, çevredekilerin tezahüratları altında planlarına devam eder. Artık bir süre sonra yaşananlar soygundan çok, medyanın ilgi odağı haline gelen bir çılgının yeni yüzüne dönüşecektir.

“Dog Day Afternoon”, gerçek yaşamdan sinemaya uyarlanan trajikomik bir olayı anlatıyor. Çaresiz kalan birinin çırpınışları eşliğinde, kişilikler ve toplumun bakış açısı irdeleniyor. Savaştan sonraki askerlerin psikolojisi, işsizlik, geçim sıkıntısı, cinsel tercih, polisin tutumu ve her şeyden önemlisi, ünlü olmaya karşı insanların inanılmaz açlığı, Al Pacino’nun müthiş oyunculuğu eşliğinde izleyenlere sergileniyor. İzlemeye değer.

Emre Türker

Picture: moviegoods

15 Mayıs 2010

Walk the Line (2005)

Türkçe Adı: Sınırları Aşmak
Tür: Biyografi / Dram / Romantik / Müzikal
Yönetmen: James Mangold
Süre: 136 Dakika (kesintisiz 153 dakika)
Oyuncular: Joaquin Phoenix, Reese Witherspoon, Ginnifer Goodwin, Robert Patrick, Dallas Roberts, Dan John Miller, Larry Bagby, Shelby Lynne, Tyler Hilton, Waylon Payne, Shooter Jennings, Sandra Ellis Lafferty, Dan Bene, Clay Steakley, Johnathan Rice
Amerika’nın Arkansas şehrine bağlı Dysess kasabasında çocukluğunu geçiren Johnny Cash (Joaquin Phoenix), çiftlik işlerinde pek becerikli olamadığı için alkolik babası Ray’la (Robert Patrick) sorun yaşamaktadır. Üstelik çok sevdiği, birlikte balık tutarak vakit geçirdiği ve aynı zamanda babasının gözdesi olan abisi Jack, 1944’de odun keserken hayatını kaybeder. O zamanlarda 12 yaşında olan Johnny, kaza sonrası babasının daha da fazla nefretini kazanır. Abisinin ölümü ve baba baskısıyle birlikte daimi bir suçluluk çeken Johnny, 1952 yılında katıldığı Hava Kuvvetleri’nde ismini John R. Cash olarak değiştirir.

1944’de Vivian’la (Ginnifer Goodwin) evlenen John, bir plak yapımcısının önünde ısrarla okuduğu şarkılarıyla, hayalindeki ilk plağına kavuşur. 1955 Teksas’da “Cry Cry Cry” şarkısıyla ve Tennessee Üçlüsü adıyla bilinen grubuyla başlayan konserinin devamı gelecek, "siyah giysili adam" adıyla ve tavırlarıyla dikkat çekecek, fakat bu eşiyle arasında huzursuzluğa sebep olacaktır.

Sanatçılıklarıyla tanınan bir ailenin söz ve müzik yazarı kızları June Carter (Reese Witherspoon), John’un çocukluğundan beri gözdesiyken, turneler sayesinde onunla tanışma fırsatı bulur. O andan itibaren June, John R. Cash için bir saplantıya dönüşecek, alışık olmadığı yeni hayatıyla birlikte aile yaşantısı, aşk hayatı ve sanatı bir kaosa sürüklenecektir.

Bob Dylan ve Elvis Presley’nin de içinde yer bulduğu Walk the Line, John R. Cash’in kaleme aldığı otobiyografisinden yola çıkılarak beyazperdeye aktarılmış, üstelik oyuncular, sanatçı John R. Cash ve June Carter’ın ölmeden önce kendi seçimleriyle belirlenmiştir. Rock ve country müzikleri dalında ün yapmış sanatçının suçluluk duyguları, azmi, vazgeçilmezleri, bağımlılıkları ve şöhretle gelen yükün ağırlığı, gerçek bir kaliteyle izleyiciye sunuluyor. Özellikle müzikal sevenlerin izlemesi önerilir.

Emre Türker

Picture: impawards

14 Mayıs 2010

Tamamen Duygusal!

Başlığı görünce, dilimize sonradan yerleşen bir deyimle, paraya önem veren birinin bakış açısından yola çıkarak konunun belirlendiğini düşünebilirsiniz. Durum öyle değil, tamamen duygusal…

Klasik sorulardan biridir: Aşkta tip mi önemli, yoksa duygular mı? Sorunun içeriğinde aşk varsa, zaten cevabını bulmak o kadar da kolay değil. Kişisel görüş genel ortalamayı etkileyeceği için, ortalamalarla ilişkinin yönünü belirlemek çok mantıklı sonuçlar vermeyebilir. Öyleyse bakış açımızı neye göre belirlemeliyiz?

İlişkilerde en kolay yol, kader çizgisine göre hareket etmek olmalı. Biriyle konuşmadan önce “kaderde varsa olur, yazılmamışsa zaten olası değil” gibi mantık, plansızlığa yol açar. Kadercilik, insanın cesareti ve inancı için mutlak gerekli olmasına karşın, her şeyin bağlandığı bir uç nokta değildir. Karşılıklı duygular ve bakışlar, titreşimlerin odak noktasıdır. O yüzden bazı durumlarda “nasıl olsa kader bu” diyerek ortaya atılırsanız, bu davranışlarınızın kaderin büyük tokadına dönüştüğünü de görebilirsiniz.

İnternet ortamı, bizim için en büyük testlerden biridir. Çünkü orada milyonlarca kişi birbiriyle bağlantı kurup iletişime geçiyor. Bilinmeyen yerlerden kelimelere dökülerek başlayan aşklar, sürpriz sonuçlara da davetiye çıkarabiliyor. Fakat gerçekçi olmak gerekirse, daha önce hiç karşılaşmamış birilerinin internet üzerinden iyi ilişkiler kurması ne derece olası olabilir ki? Bunu ancak yüz yüze geldiğinizde anlayabilirsiniz. Çünkü olasılık çok düşüktür. Kelimelere yansıyan düşüncelerle bedensel uyum birbirini tutmayabilir. Sanal duygularla başlayan ilişkilerin, sanal ortamda kalması yüzdeye oranla daha mantıklı. Sanal dostluklar sizi rahatlatabilir ama bir noktadan sonra planlanan anlaşmalı bedensel karşılaşmalar, duyguların çatışmasıyla sonuçlanacaktır. Çünkü hayal ettiğiniz tiplemenin bedene uyumu çok zordur.

Ne kadar “tipe değil de duygulara bakıyorum” deseniz de, ufak yanılma paylarını hesaptan çıkarırsak, eninde sonunda ruh eşinizle birlikteliğinizde bir beden uyumu arıyor olacaksınız.

Emre Türker

Picture: flickr

11 Mayıs 2010

Çatallı Yolların Kararlı İzcileri

Yolun öyle bir noktasına gelmişsiniz ki, çatallanan ayrımın ortasında kaderinizi düşlüyorsunuz. Hemen herkesin başına gelen bir şeydir bu. Beklentiler bir tarafta, yapılması gerekenler diğer tarafta. Sonuçta bu iki yolun sonunda bir hedef var. Fakat ne tarafa gitseniz, diğer tarafta hep eksik bir şeyler kalıyor…

Açılış cümlesi biraz karmaşık gelmiş olabilir? Şöyle düşünün: Hafta sonu, çok önemli bir sınava gireceksiniz. Fakat hafta içi geçerli olmak üzere size öyle güzel bir teklif sunuluyor ki, belki hayatınız değişecek. Teklif edilen şey, hayatınızı devam ettirmek üzere staj niteliğinde bir iş. Oysa hafta sonu gireceğiniz sınav, eğitiminizin bir parçası. Sınavı geçebilmek için günde en az 8–10 saat ders çalışmanız gerekiyor. Fakat teklif edilen işe girerseniz, bu kadar saat ders çalışma fırsatı bulamayacağınızdan, sınavdan iyi not alma şansınız da düşecek.

Böyle bir anda ne yapardınız?

Açıkçası sorunun yanıtı vermek çok kolay değil. Bazı kararları yardım alarak da çözemezsiniz. Çünkü kendinizi en iyi tanıyan yine sizsiniz. Kimileri için sınav her şeyden daha öncelikliyken, kimilerine göre sınav ertelenebilir. Kimileri için her ikisini de başarmak mümkün. Böylesine çatallı yollar, kaderinizi bile değiştirebilir. Hayatını planlı devam ettirenler, muhtemelen en az hasarla durumu atlatabilecektir. Öyle ki, durumun stresi altında ezilip ne yapacağına karar veremeyenler, her iki yolun karmaşasından bunalarak geri dönebilir. Geriye dönenler, yola tekrar çıkmak için muhtemelen rehber ararken, yolun sonundaki hedefe kilitlenenler, ateşi tutan liderler olacaktır.

Bulmacanın zorluğu, çözüme bakış açınıza bağlıdır. Yeter ki siz ne yapmak istediğinize karar verin.

Emre Türker

Picture: flickr

10 Mayıs 2010

Leap Year (2010)

Türkçe Adı: Aşka Yolculuk
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Anand Tucker
Süre: 100 dakika
Oyuncular: Amy Adams, Matthew Goode, Adam Scott, John Lithgow, Noel O'Donovan, Tony Rohr, Pat Laffan, Alan Devlin, Ian McElhinney, Dominique McElligott, Mark O'Regan, Maggie McCarthy, Peter O'Meara, Macdara Ó Fatharta, Kaitlin Olson
Satılık daireleri emlakçılar adına başarıyla dekore eden dekoratör Anna Brady (Amy Adams), 4 yıldır birlikte olduğu sevgilisi Jeremy’nin (Adam Scott) akşam yemeğinde kendisine evlilik teklif etmesini beklemektedir. Fakat tahmininde yanılır. Hediye olarak kendisine takdim edilen mücevher, yüzük değil küpedir.

Anna, akşam yemeği öncesi babası Jack’le (John Lithgow) buluşmuştur. Jack ona büyükannesinin İrlanda’da büyükbabasına nasıl evlilik teklif ettiğini anlatmıştır. İrlanda’da kadınlar, artık yıl olarak bilinen ve her dört yılda bir, Şubat’ın 29’a denk gelen zamanda, erkeklerine evlilik teklifinde bulunabilmektedir. Jeremy’nin iş toplantısı için İrlanda’nın Dublin şehrine gitmesi üzerine Anna, babasının hikâyesini kendi lehine çevirmeye karar verir. Sevgilisinin peşinden sürpriz için İrlanda uçağına biner ama olumsuz hava şartları nedeniyle başka bir havaalanına iniş yapmak zorunda kalırlar. Fakat Anna’nın kararı kesindir ve ne olursa olsun, Dublin’e ulaşmaya kararlıdır. Bir tekne kiralar ama fırtına nedeniyle tekne, Dingle adı verilen bir kıyı kasabasına kadar gidebilir. Orada derme çatma bir bar oteline ulaşan Anna, paraya acil ihtiyacı olan otel sahibi Declan’a (Matthew Goode) kendisini Dublin’e götürmesi için cazip bir para teklifinde bulunur. Böyle başlayacak yolculukları biraz çılgınca devam edecek ve ilişkiler karşılıklı sorgulanacaktır.

Konuya geniş açıdan bakılacak olursa, mantık açısından doğrulanabilir şeyler bulmanız pek mümkün değil. Fakat işin komedisi ve romantizmi düşünüldüğünde, sonuna kadar eğlenebilirsiniz. Ayrıca ikilinin yolcuğu sırasında kameralara yansıyan manzaralar, seyirciyi İrlanda’ya karşı büyüleyebilir. Tatlı, uçuk-kaçık ama sevimli bir film. İzlemeye değer.

Emre Türker

Picture: impawards

08 Mayıs 2010

Valentine's Day (2010)

Türkçe Adı: Sevgililer Günü
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Garry Marshall
Süre: 125 dakika
Oyuncular: Jessica Alba, Kathy Bates, Jessica Biel, Bradley Cooper, Eric Dane, Patrick Dempsey, Hector Elizondo, Jamie Foxx, Jennifer Garner, Topher Grace, Anne Hathaway, Carter Jenkins, Ashton Kutcher, Queen Latifah, Taylor Lautner, George Lopez, Shirley MacLaine, Emma Roberts, Julia Roberts, Bryce Robinson, Taylor Swift, Matthew Walker, Larry Miller, Beth Kennedy, Katherine LaNasa, Kristen Schaal, Erin Matthews, Christine Lakin
Çiçekçilikle uğraşan Reed (Ashton Kutcher), sevgililer günü sabahı kız arkadaşı Morley’e (Jessica Alba) evlenme teklif eder. İstediği “evet” cevabını alması, tüm günün mükemmel geçmesi için yeterli görünmektedir. O gün birçok yerde en küçüğünden en büyüğüne birçok kişi, sevgililer gününün mükemmelliği için çaba harcayacaktır. Julia(Jennifer Garner) ve Liz (Anne Hathaway) de onlardan biridir. Kimisi uzun süren ayrılıkları telefi etmek, kimisi de gizli kalmış ayrıntıları ortaya çıkarma peşindedir. Sonuçta her şeyin hedef noktası, aşktır. Fakat her aşk, kendine göre özeldir. İşte tüm izlenecekler, farklılıkların aşkı nasıl hissettiğiyle ilgili olacaktır.

İkili ilişkiler üzerine kurulu, geniş kadrosuyla dikkat çeken bir yapım. Romantik komedi tarzı yapımlarda oyuncu kadrosunun geniş tutularak farklı yapıları bir arada izleyiciye sunmak, sinemada daha önce başarı getirmişti. Bu tarz yapımları, yakın dönem içinde yeterince görüyoruz. Farklılık anlamında çok şey ifade etmese de, romantizm tarafından bakılacak olursa, izlemeye değer. Film, sevgililer gününde tüm dünyada aynı anda gösterime girmişti.

Emre Türker

Picture: impawards

07 Mayıs 2010

The Road (2009)

Tür: Macera / Dram / Gerilim
Yönetmen: John Hillcoat
Süre: 111 dakika
Oyuncular: Viggo Mortensen, Kodi Smit-McPhee, Charlize Theron, Robert Duvall, Guy Pearce, Molly Parker, Michael K. Williams, Garret Dillahunt, Bob Jennings, Agnes Herrmann, Buddy Sosthand, Kirk Brown, Jack Erdie, David August Lindauer
Gece vakti dünyayı saran büyük bir deprem, kıyametin habercisi olarak ortaya çıkmıştır. Neredeyse hiçbir canlı nesil bırakmayan bu sarsıntıların ardı arkası kesilmez. Dünyanın sıcaklığı azalır ve dünya gittikçe ölmeye başlar. Güneş uzun süre kendini göstermez. Doğal döngü gerçekleşmeyince, insanlar yiyecek bir şey de bulamaz. Böylece yamyamlığın ilk tohumlarını çevreye serpilmiş olur…

Tüm bu sarsıntıların arasında bir baba (Viggo Mortensen), oğlu (Kodi Smit-McPhee) için ayakta kalmaya çalışır. Üstelik çok sevdiği eşi de (Charlize Theron) yanında yoktur. Şiddet, ölüm ve yamyamlık, sıradan bir olay haline gelir. Kimsenin kimseye güveni kalmaz. Bu nedenle baba, oğluna mücadeleyi aşılamaya çalışır. Fakat dünyayla beraber onlar da ölüme yaklaşacaktır. Belki iyi birileri ya da tükenmeyen bir yaşam alanı kalmıştır düşüncesiyle, güneye doğru sürekli bir göçle, daha iyi bir yaşam koşulu bulmak üzere hareket ederler ki, yolculuğun sonu meçhuldür.

İşte kıyamet senaryolarından biri daha… Konu itibariyle renkli olan bu film, fazlaca durağan ilerlemesi nedeniyle biraz tatsız gibi görünebilir. Buruk, acı dolu ve içinde kimsenin yaşamak istenmeyeceği bir hikâye…

Emre Türker

Picture: impawards

Palyaçolar ve Çocuklar

Palyaço, geçmişi M.Ö.’ye dayanan bir oyuncu türü. İçindeki kişi; ister masumane, ister hüzünlü olsun, o yine beklentilere cevaben komik olmalı… Hangi palyaçoya hüzün yakışır ki? Bir de şöyle bir durum var. Palyaçoluk kime daha çok yakışır?

Uçurtma şenliklerinden birine konuk oldum. Çocuklar öyle şen şakrak, öyle bir beklenti içindelerdi ki, yaşamak ve görmek lazım. Ufaklıklardan bazıları uçurtmalarının gökyüzüne yükselmesi için koşmakta, bazıları palyaço gibi boyanmak istemekte. Hep bir heyecan, hep bir coşku. Dert tasa bir yana, saf ve temiz bir coşkuyla, hepsi bir arada…

Emre Türker

The White Ribbon (2009)

Türkçe Adı: Beyaz Bant
Orijinal Adı: Das weisse Band - Eine deutsche Kindergeschichte
Tür: Polisiye / Dram / Gizem
Yönetmen: Michael Haneke
Süre: 144 dakika
Oyuncular: Christian Friedel, Ernst Jacobi, Leonie Benesch, Ulrich Tukur, Ursina Lardi, Fion Mutert, Michael Kranz, Burghart Klaußner, Steffi Kühnert, Maria-Victoria Dragus, Leonard Proxauf, Levin Henning, Johanna Buse, Thibault Sérié, Josef Bierbichler
19. yüzyıl’da, 1. Dünya Savaşı hazırlığındaki Almanya’nın bir köyünde geçen hikâye, o dönemde 31 yaşındaki köyün öğretmeni (Christian Friedel) tarafından anlatılıyor. Yaşananlar, yaşanmışlar ve yaşanacaklar için tam bir cevap niteliği taşımayan görüntü ve anlatımlar, filmin genel durumunu yoruma açık hale getiriyor…

Filmin hemen başında, atıyla evine gitmekte olan köyün doktoru, iki ağaç arasına gerilmiş ince bir tele takılarak düşer ve ciddi şekilde yaralanır. Bu kazanın ya da suikastın hemen ardından bir başka kaza daha meydana gelir. Bu durum, masumane görünen çevre halkını saflığını, ilerleyen sahnelerden elde edilmiş ipuçlarıyla sorgular. Acaba tüm bu olaylar planlı mı yürümekte, yoksa her şey bir tesadüf mü?

Geçmişe atfen siyah beyaz görüntülerle hazırlanan film, tamamen modern sanat ve yapımlardan hoşlananlara hitaben hazırlanmış. Çünkü izleyici, görüntüler arasında bir aksiyon, romantizm, dramatik veya mutlu bir son bulamayacak. “The White Ribbon”, 19. yüzyıldaki köylünün sefil durumu gözler önüne sererken, tehlikeli bir iç şiddette de dikkat çekiyor. Din adamları ve elit tabakayla çiftçiler arasındaki çizgiyi çok net olarak gösteren yapım, tam bir ustalıkla çekilmiş. Çünkü hangi sahneye baksanız, o kareyi rahatlıkla bir tabloya dönüştürebilirsiniz. Işığın yansıması, gölgelendirme ve bakış açısı incelendiğinde, çekimlerin ne derece mükemmel olduğu fark edilebilir.

Emre Türker

Picture: impawards

04 Mayıs 2010

Zeytin Ve İncir


Bayındır yolculuğumun sonuna gelirken, arkadaşım ilginç bir ağaca dikkatimi çekti. Birkaç haftadır önünden geçtiğim bu ağacı, ne ilginçtir ki hiç görmemiştim. Açıkçası, bunun daha belirgin olarak görünür hale getirilmesi gerekirdi diye düşünüyorum. Çünkü böylesine ilginç bir ağaç, gerçekten gelip görmeye değer…

Emre Türker


Ağacın hemen yanındaki yazıtta şunlar yazılı:

“Tin” dağ adı ya da incir demektir.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
“İncir ve Zeytine andolsun;
Sina Dağı’na,
Ve şu emin beldeye…”
(Tin Suresi 1-2-3 ayetler)

ZEYTİN VE İNCİR

Tin denen dağ İsa (a.s)’nın;
Zeytun, Şam İsrailoğlullarına gelen
Peygamberlerin çoğunun gönderildiği yer;
Tur, Musa (a.s)nın peygamber gönderildiği yer;
Beled-i Emin de Muhammed (s.a.v)in
Peygamber olarak gönderildiği yerdir.
Şu halde yeminden maksat, peygamberlere
Hürmet ve derecelerini göstermek olur.

Semavi dinlerde de kutsal sayılan
bu iki ağacın iç içe birlikte yaşaması
bu iki ağaca da sahip olan beldenin de
emin ve kutsallığını öne çıkarmaktadır.