30 Temmuz 2009

Kazananlar ve Kaybedenler

İlk çağlardan bu yana çok şey değişti. Teknoloji ilerliyor ve dünya hızla gelişiyor. Her ne olursa olsun, yaşantımız boyunca bir gerçek değişmeyecektir. Yani; birileri kazanacak ve birileri kaybedecek...

Masada bilek güreşi için yerini almış iki kişi düşünün. Başlama noktasından itibaren kazanmaya odaklanmış kolların, aynı hizada kalma olasılığı yok denecek kadar azdır. Bir süre sonra taraflardan biri teslim olacak ve kaybedecek, dolayısıyla diğeri kazanacaktır.

Hayatın her anında, çeşitli sebeplerden dolayı kazanan ya da kaybedenlerin tarafında yer alabilirsiniz. Eğer kaybetmeyi alışkanlık haline getirirseniz, yaşamınızdaki mutlu anları mumla aramaya başlarsınız.

Eğer kaybetmek istemiyorsanız, kazanmaya odaklanın. Başarmak istediğiniz noktaya ulaşmak için, öncelikle ciddi bir araştırmaya girin. Örnekleri inceleyin ve teorik uygulamaları, pratiklerle destekleyin. Kendinizi hazır hissettiğiniz nokta, ruhunuza güven aşıladığınız noktadır. Eyleme geçtiğiniz anda, elinizdeki tüm kozları kullanmaya başlayın. Buna rağmen hayatın gerçekleri bazen, başarmanızı engel olabilir. Bu noktada unutmayın ki, tarihe altın harflerle ismini kazımış kişiler, yenilmeye doymayanlardır. Onlar öyle çok hata payı yakalamıştır ki, sonunda kaybedecek hiçbir şeyleri kalmamıştır. Doymak bilmez yenilgilerin ardından vazgeçmeyip doğruya koşanlar, çevresindeki eleştirel çeneleri de kapatmayı başarmışlardır. İşte o noktadan sonra, bir kez daha olsun kaybetmemişlerdir.

Başarı bir yetenek değil, özveridir. Çalışmadan, alın teri dökmeden tahta oturanlar, bulunduğu noktanın değerini bilmez ve çabuk kaybederler. Oysaki başarının harflerini tırnaklarıyla kazıyanlar, ellerinin nasır tuttuğu günleri unutamaz. Olası tehlikeleri birebir yaşadıkları için, her zaman uygulayacakları bir B planları vardır.

Kazanma yolunda ilerlerken temeli öyle sağlam atın ki, yıkmaya kimsenin gücü yetmesin.

Emre Türker

Picture: deviantart

29 Temmuz 2009

Kadın, Erkek ve ilk Tanışma Anındaki İhtimal Hesapları

Bir bar ortamında olduğunuzu hayal edin. Müziğin ritmi yükselirken, uzaktan bir kadın görünüyor. Renkli kokteylinin içindeki sıvıyı pipetle yudumlarken, yanındakilere bir şey anlatmaya çalışıyor. Tempolu melodilerin ritmi yükselirken kıvrak bedeni çevresindekiler tarafından fark edildiğinde, sakin tavırlarından kurtulup hırçın bir ata dönüşüyor.

Uzakta bir erkek, içkisini koyduğu ayaküstü masasından destekle, çevresini gözetliyor. O an, gözleri kadına takılıyor. Aşk kokusunu içine çeken kadın müzikle sallanmaya devam ederken, erkek tarafından izlendiğini fark ediyor. Hafif kaçamak bakışlar, tahrik edici dudak hareketleri, çekici tavırları ve mor ışıkta parlayan ışıltılı elbisesiyle, erkeğin düşüncelerini iğneliyor. Kimi zaman başını ters yönde çevirip ilgilenmezmiş havası verirken, odak noktasını kaybetmemek için kaçamak bakışlarıyla erkeği süzmeye aralıklarla devam ediyor.

Bundan sonrası, iki hareketli varlığın ihtimal hesaplarıyla renklenecektir.

Alkolün etkisiyle cesaretlenen erkeğin aklından neler geçiyor olabilir?
1- Beni istemiyor olsa, neden bana bakmayı sürdürsün ki!
2- O kadar kişinin arasından yanına gidip “merhaba” desem, rezil olur muyum?
3- Buradan ayrılırken, onun telefonunu almadan eve dönmek aptallık olur.
4- Dans ederken yavaşça yanına yaklaşsam, konuşmak için ortam hazırlayabilir miyim?
5- Selam verip adını sorsam, ne kaybederim ki?
6- Yanıma gelip benimle ilgilenme ihtimali, yüzde kaçtır?
7- Onunla tanışacağım ve geceyi birlikte geçireceğim. İşte buraya yazıyorum, bu iş tamamdır.

Erkeği kıvrak danslarıyla yörüngesine hapseden kadının düşünceleri ne olabilir?
1- Yanıma gelmesi için daha ne yapabilirim ki?
2- Şu aptalla biraz daha dalga geçip hemen gidelim.
3- Köşedeki yakışıklıya bakıyorum ama önündeki şapşal, görüş alanımı engelliyor.
4- Bakışlarından kendimi alamıyorum.
5- Şu bar kapanmadan, artık yanıma gelse de “merhaba” dese!
6- Karanlıkta ne kadar erkeksi görünüyor. Işığa geldiğinde de aynı etkiyi verir mi?
7- Havada aşk kokusu var. Bu gece onunlayım.

Burada sözü geçen maddeler, ihtimallerin tümünü oluşturmaya yetmez. Çünkü kadın ve erkek bir araya gelince, ateşin rengini algılamak hiç de kolay olmayacaktır. Sonuçta, iki kişiden birinin hazırlıklarını tamamlayıp hamle yapması gerekir. İhtimal hesaplarında erkeğin kadına yaklaşma oranı, %90’dır. Çünkü erkeğe yaklaşan kadın profili, kolay lokma imajını uyandırır. Erkeklerin %10’luk ihtimalle bekleyişte kalması, herhalde aptallık olurdu.

Kadın, erkeğin ilgisinden hoşlanır. Belki tepkilere olumlu cevap vermez, belki dalga geçer, belki de çok istediği halde içindeki ses ona oradan ayrılması gerektiğini öğütler. Sonuç ne olursa olsun ilgi odağı olmak, kadına güven verir. Hafif tahrik edici bakış, vücut hareketleri, yörüngenin merkezindeki kararlı duruş, bu ilgiden memnun olmanın kanıtlarını oluşturmaktadır.

Çakırkeyif halde kısa sarkaç hareketiyle kadına doğru ilerleyen erkek, “hadi artık harekete geç” düşüncesini aklına kazımıştır. Tedirginliğin yerini karmaşık duygular almaya başlarken, çevredeki sesler bir anda kesilir. Artık yalnızca kadına konsantre olmuştur.

Sonuç noktasında, deneysel hipotezlerden yola çıkılarak olası birlikteliğin değişkenlik gösterdiği gerçeği, teorikleşmiştir. O nedenle her ne olursa olsun hamle yapmak, keşkeleri yaşamaktan çok daha iyi olacaktır.

İlk tanışma anından sonra ortaya çıkacak tablo, kolay resmedilemez. Dolayısıyla, ihtimal hesaplarındaki değerler, matematiksel işlemlerden sonuç vermez. Kadın ve erkek bireysel olarak değerlendirilmeli, “yaşa ve gör” taktiği uygulanmalı, sonuç ne olursa olsun pişman olunmamalıdır.

Geceleriniz renkli olsun. İyi eğlenceler.

Emre Türker

Picture: deviantart

Bu yazı JOYDERGi için hazırlanmıştır.

İş Görüşmelerinin Altın Kuralları

İş ilanlarını gözden geçiriyorsunuz. İçlerinden bir tanesinde aranan özellikler, sanki sizi anlatıyor. Başvuru oluşturarak ilk hamleyi yaptınız. Kısa süre içinde olumlu geri dönüş aldınız. Mülakat için uygun gün ve saat belirlendi. Artık hazırsınız.

İşin bu kısmı, başlangıç noktasına geldiğinizi gösterir. Fakat her şey bitmedi. Çünkü sizinle beraber o iş için uygun birçok aday belirlendi. Bu görüşmeler sonunda sevinenler olduğu kadar, kaybedenler de olacaktır. Sevinen tarafta olmak için, yapmanız gereken nelerdir?

1- Mülakat saatinden önce orada olun. Sakın geç kalmayın. Bu sorunu yaşamamak için adresi iyice öğrenin. Aksaklık ihtimaline karşı firmanın telefonunu mutlaka yanınızda taşıyın.

2- Sizi çağıran firmayı tanımalısınız. Misyon ve vizyonu ne(ler)dir? Bu iki kelime, şirket kimlik kartının seri numarası gibidir. Konu hakkında bilgi sahibi olmanız, görüşmeye giren yetkili kişileri memnun edecektir. Çünkü büyük bir olasılıkla, şirket hakkında bilginiz sınanacaktır.

3- Dış görünüşünüze dikkat edin. İlk izlenim çok önemlidir. Spor kıyafetlerle yola çıkmanız, büyük ihtimalle elenmenize yol açacaktır. Klasik, ölçülü ve sizi kararlı gösterecek kıyafetler tercih edin. Özellikle siyah ve koyu lacivert tonları, ciddiyetinizi ifade eder. Mümkün olduğunca açık renk tonlarından uzak durmaya çalışın. (Kahverengi, birçok firma tarafından uyumsuzluk ifade eder.)

4- Görüşme odasına girdiğinizde dik durun. Karşı taraf elini uzattığında, gülümser bir ifadeyle (sırıtmadan ve içten) memnun olduğunuzu gösterin.

5- Ellerinizi göğüs hizasında bağlamayın. Bu kapalı bir ifade duruşudur. Rahatsız olduğunuz hissi uyandırır.

6- Eğer görünür haldeyse, bacak bacak üstüne atmayın. Fazla rahatlık ifade eder.

7- Bulunduğunuz yerde sallanmayın. Örneğin; elinizdeki kalemle sürekli oynamak, bacağınızı sallamak gibi… Bu durum gergin bir hava oluşturacaktır.

8- Hakim karşısında oturuyor gibi büzülmeyin. Yansıtmak istediğiniz saygıdır ama acizliğinizi ispatlarsınız.

9- İşi neden istediğiniz sorulacaktır (Neden sizi alalım?). Maddeleri mutlaka önceden düşünün.

10- Tecrübeleriniz sorulduğunda, çok derinlere girmeyin. Zaten özgeçmişiniz görüşmeye giren kişinin elindedir. Burada kontrol edilen, kendinizi ifade ediş biçimidir.

11- Bilmediğiniz şeyler hakkında çok biliyormuş havasına girmeyin. Karşınızdakinin bu konuda uzman olduğunu unutmayın. Söylediğiniz yalanlar, olumlu artılarınızı da kaybettirir.

12- Konuşurken, karşınızdakinin gözlerine bakın (dik dik rahatsız ederek değil). Söz sizdeyken; havaya, yukarı, sağa-sola veya aşağı bakmayın. Kelimeler arası çok fazla duraksamayın. Kendinizi sıktıkça, daha çok duraksama yaşarsınız. Rahatlama çözümlerinden biri de “karşımdaki sonuçta bir insan, ben de öyle.” gibi telkinlerdir. (7. maddeyle biraz bağlantılıdır.)

13- İş hayatına ilk defa atılmıyorsanız, “önceki işinizden neden ayrıldınız” soruyla karşılaşacaksınız. Geçerli sebepleri uygun dille açıklayın. Sakın önceki şirket hakkında ileri-geri konuşmalar yapmayın. Bu size puan kaybettirir. Çünkü her şirketin pozitif olduğu kadar negatif yönleri de vardır. Hiçbir şirket, kirli çamaşırlardan bahseden biriyle çalışmak istemez.

14- Olumsuz ifadeler kullanmaktan kaçının. “O iş olmadı” gibi.

15- Şirketin çalışanlarına sağladığı olanaklar ve ücret politikası, ilk görüşmenin ayrıntılarında yer almaz. İş size göreyse ve buna inanıyorsanız, öncelikle kariyerinizi düşünün.

16- Son olarak vedalaşma anında “umarım, inşallah, tekrar görüşürsek” gibi beklenti dolu sözlere gerek yok. Teşekkür etmeniz yeterlidir.

Genel içerik bakımından bu maddeleri uygulamanız, mülakat için uygundur. Küçük bir ayrıntıyı daha ekleyelim. Size bir şeyler ikram edilebilir. Mümkün olduğunca ikramlardan uzak durun. Çünkü bu sırada uygunsuz haller yaşayabilirsiniz. En basitinden çay üstünüze dökülebilir.

Mülakatın kariyerinize engel olmaması dileğiyle, başarılar…

Emre Türker

Picture: deviantart

28 Temmuz 2009

Yönetenler, Yönlendirenler ve Destekçiler

Hipodromdaki atlar, çevresindeki eylemlerden etkilenmemek üzere takılmış özel gözlükleriyle, barutun ateş alma anındaki sese kulak kesilmişlerdir. Patlama sesine koşullanan atlar, gürültünün kulaklardaki yankısıyla beraber harekete geçerler. Bireysel hareketleri yoktur. Her biri, sırtındaki yükü varış çizgisine kadar taşımak zorundadır.

Kıyasıya koşan atlar birbirleriyle mücadele ederken, çevreden gelen seslerin anlamından yoksun, sırtındaki hareketli yükün yaramaz mızmızlarından kurtulmak için sona doğru hareketlenir. Ayağı kayıp düşenler, tarihten silinecektir. Bu nedenle çizgisini korumalı, seslere kulağını tıkamalı ve mümkün olduğu mertebede daha çok rakibini ekarte etmelidir.

At sahipleri, sadece sonuca odaklanmıştır. At, jokey, seyirci ve ortam, kusursuz olmalıdır. Hata yapanlara karşı çok fazla ılımlı yaklaşmaz. Onun için olayların nasıl geliştiği değil, sonuçta gelecek paranın rengi önemlidir. Emir vermeyi, bağırmayı, bilmişlik taslamayı sever.

Jokey, başlangıç ile son arasındaki eylemlerde başrol oynar. Çevreden gelen seslere karşı duyarlıdır. Hem altındaki atın hareketine, hem seyircinin sesine, hem de patronunun düşüncelerine değer verir. Sonuçtaki olası skordan direk olarak sorumlu olmasa da, dizginler elinde olduğu için yönlendirmeleri hayati önem taşır.

Ortam, her an değişkenlik gösterebilir. Zaman içinde hareketli bu ortam tahmin edilebilir ama net olarak belirlenemez. Bu nedenle herkes, ortama karşı hazırlıklı olmalıdır. Çünkü o, sonucu etkileyen gizli etkendir.

Seyirci, tüm koşulları inceler. Desteklediği atlara karşı ağırlık verse de, sürpriz etkenleri her zaman çekici bulur. Yenilgiye de doymaz, yenmeye de… Seyirci hastadır. Her gün mutlu olmak ister. Birçok kereler mutlu olsa bile, bir sonraki adımda mutsuzluk ihtimaline karşı gözlerini kapayıp, sonuna kadar derinlere dalacaktır.

Büyük şirketlerde patronlar, yönetim kadrosunu belirler. Yönetim, işleri en iyi şekilde yürütmeye çalışanlardır. Bu sırada yükü üzerine alan işçiler, sonuca varmak için gözlüklerini takıp var güçleriyle koşuşturmaya başlarlar. Şirketleri izleyen müşteriler, değişkendir. Onu sürekli memnun etmek isteseniz de öyle kalmayacak, eninde sonunda şikâyet edecektir. Gizli etken ortam ise, tüm hareketliliğin odak noktasındaki paranın rengini belirleyecektir.

Yarışlar ve yarışın faktörleri, hayatın gerçekleridir. Ne kadar ilgilenmez görünseniz de, çevrenizdeki bu kıyasıya rekabetten kaçamazsınız.

Bol şans…

Emre Türker

Picture: deviantart

27 Temmuz 2009

August Rush (2007)

Türkçe Adı: Kalbini Dinle
Tür: Dram / Müzikal / Romantik
Yönetmen: Kirsten Sheridan
Süre: 114 dakika
Oyuncular: Freddie Highmore, Keri Russell, Jonathan Rhys Meyers, Terrence Howard, Robin Williams, William Sadler, Marian Seldes, Mykelti Williamson, Leon Thomas III, Aaron Staton, Alex O'Loughlin, Jamia Simone Nash, Ronald Guttman, Bonnie McKee, Michael Drayer, Dominic Colon
11 yıldır New York’taki kimsesizler yurdunda kalan Evan Taylor (Freddie Highmore), bir gün ailesini bulacağına inanmaktadır. Bu nedenle hiçbir koruyucu aileye gitmeyi kabul etmez.

Bir gün müziğin sesini takip ettiğini söyleyerek oradan ayrıldığında, yolda tesadüfen bulunur. Görevli Richard Jeffries (Terrence Howard) onu tekrar yuvaya götürmek için geldiğinde, Evan’ı bulamaz. Çünkü o, yolda gitar çalıp şarkı söyleyen bir çocuğun peşine düşerek bölgeden uzaklaşmıştır.

Rock şarkıcısı Louis Connelly (Jonathan Rhys Meyers) ve klasik müzik orkestrasında isim yapmış Lyla Novacek (Keri Russell), farklı yerlerde verdikleri konserlerin ardından, o gecede tesadüfen tanışırlar. Birbirlerinden çok etkilenecek ve geceyi birlikte geçireceklerdir. Aynı gün tekrar görüşmeyi kararlaştırmalarına rağmen, Lyla’nin baba baskısı nedeniyle buluşma gerçekleşmez. Oysa Lyla, Louis’ten hamile kalmıştır.

August Rush, romantizmdeki etkisi kadar müziğiyle de izleyicisini büyülüyor. Sesler ve görüntü, birbiriyle kusursuzca pekiştirilmiş. Kadro yönünden doğru seçim yapıldığını açıkça söyleyebiliriz. Beklenti ve hayaller konusunda derin anlamlar çıkarabileceğiniz bu yapım, kesinlikle tavsiyedir.

Emre Türker

Picture: impawards

Fasulye (1999)

Tür: Komedi / Polisiye
Yönetmen: Bora Tekay
Süre: 105 dakika
Oyuncular: Selim Erdoğan, Elvin Beşikçioğlu, Bülent Kayabaş, Taner Barlas, Burak Sergen, Haluk Özenç, Haluk Bilginer
Konuşamayan genç köylü (Selim Erdoğan), yaşlıların vergi dairesi zarflarını şehre götürmesi için törenle uğurlanır. İçinde fasulye yemeği olan babasından yadigâr sefer tasıyla yola çıkan gence, belli aralıklarla ortaya çıkan Bilge Dede (Haluk Bilginer), çeşitli öğütlerle yardımcı olmaya çalışacaktır.

Şehre gidiş yolunda bir araç, genci almak için yanında durur. Aracı kullanan kiralık katil Engin Kartal (Burak Sergen), parasını almak üzere yarım kalan işlerini tamamlarken, genç de arabada bekler. Fakat kiralık katille beraber olduğu için başı belaya girecektir. Çünkü katili kiralayan işadamı Cahit Kantarcı (Bülent Kayabaş), yanlış anlaşılma nedeniyle onların peşine düşecektir.

Bölgeye yeni taşınan muhabir kız (Evlin Beşikçioğlu), babasının (Taner Barlas) evine dönerken onlarla karşılaşacak, böylece istemeden de olsa iç hesaplaşmaya dahil olacaktır.

Fasulye, uçuk-kaçık komedi filmlerinin bir örneğidir. Mantık aranmadan izlenebilir.

Emre Türker

26 Temmuz 2009

Hedefi 12’den Vurmak

Ulaşılmak istenen noktaya adım atarken, sahip olunması gereken araçlar ve amaçlar vardır. Bir hedef belirlenmişse, yolun yarısına gelmişsiniz demektir. Fakat diğeri yarısı, azim ve kararlılıkla tamamlanacaktır.

Bir okçu olduğunuzu düşünün. Uzakta sizi bekleyen bir renk çemberi var. Elinizdeki yay düzeneğinde oku geriyor, hedefi nişanlıyor ve o muazzam çubuğun renk çemberindeki orta noktayı vurmasını bekliyorsunuz. Sonuç?

Okçu örneğinde üç olasılığınız var. Birincisi ıska, ikincisi hedef tahtasında herhangi bir noktayı vurmak, üçüncüsü ise tam isabet… Hangisini arzu edersiniz? Eğer bir işi vakit geçirmek için yapıyorsanız, kasılmaya hiç gerek yok. Tüm stresinizi atın ve ulaşmak istediğiniz noktayı hiç düşünmeyin. Sonuçta vakit geçirirken rahatlamaya çalışıyorsunuz. Eğer o işi yaşamınızın bir parçası olarak görüyorsanız, vakit geçirmeyin, vakti değerlendirin. Şimdi ayrıntılara geçelim.

İlk defa ok ve yay düzeneğini elinize aldığınızda, hedefi 12’den vurabilir misiniz? Belki evet. Fakat eğer bunu başarmışsanız, şans o an sizden yanadır. Peki, hedefi ikinci kez 12’den vurabilir misiniz? Arttırıyorum, kaç kez üst üste 12’den vurabilirsiniz?

Sürekli 12’den vurmak, şansa bağlı değildir. Bunun için önce araçlara sahip olmak, sonra amaçlara doğru ilerlemek gerekir. Okçu, ortam koşullarını mutlaka dikkate alır. Yani sadece atış yapmak yeterli değildir. Gerek hava durumuna, gerekse çevredeki çeşitli seslere karşı, dikkatli ve bilinçli hareket eder.

Hedefe ulaşmak için araçlar, sadece ok ve yay değildir. Bu konuda isim yapmış kişilerin biyografileri, konu hakkında yazılmış yazıları ve profesyonel yayınları inceleyin, takip edin. İstediğiniz noktayı yakalamış ve konusunda isim yapmış uzman kişiler, tesadüf eseri tarih yazmazlar. Zaten anlık parlayanların ateşi çabuk söner. Siz bu nedenle isim yapmış kişilerin hayatlarını, tarzlarını ve çalışmalarını mutlaka örnek alın.

Çok fazla bilinmeyen, fakat başarı yolunda önem arz eden bir gerçek vardır. Hepimiz başarının çalışmak, çabalamak, vazgeçmemek ve hep daha iyisi için sürekli kendini yenilemek olduğunu biliyoruz. Fakat zihin egzersizini pek tanımıyoruz. Zihin egzersizi, güncel çalışmalarınızı düşüncelerinde canlandırarak, o anı gerçekten yaşıyormuş gibi hayal filminde başrol oynamaktır. Zihin, bu antrenmanlar sayesinde performansını korur ve geliştirir. Deneyin, siz de zamanla bu gerçeğin doğruluğunu fark edeceksiniz.

Okçu örneğinden yola çıkarak, istenen noktaya ulaşmak adına yapılması gereken durumlardan söz ettik. Şimdi bunları maddeler halinde özetleyelim:

1- Önce amacınızı belirleyin.
2- Sahip olunması gereken araçları edinin.
3- İlerlemek istediğiniz yoldan daha önce geçmiş tecrübeli kişilerin, hayatlarını ve tarzlarını inceleyin. Bu size kılavuz olacaktır.
4- Şansı geri planda bırakın. Siz elinizden geleni yapın ki, şans beklentilerinizi meşgul etmesin.
5- Bir an önce hedefi vurmak için çalışmaya başlayın.
6- Hedefi zihninizde vurun. Zihin antrenmanlarında yapılan deneylerde, kişinin cesaret ve yeteneğinin geliştiği ispatlanmış bir gerçektir.
7- Size yarar sağlayacak ortam koşullarını araştırın. Akıntıya karşı kürek çekerek vakit kaybetmek gerekli değilse, akıntının yolundan faydalanmaya çalışın.
8- Zaman içindeki olumlu çalışmalarınız; düşüncelerinizi, zihninizi ve bedeninizi, amaçlarınıza karşı koşullandıracaktır. Eğer cesaretinizi kaybederseniz, zaman size yardımcı olamaz.
9- Hedefi bir kere vurmuşsanız, asla bırakmayın. Kendinizi geliştirerek profesyonelleşin.
10- Başarınızı paylaşın. Tek başına ilerlerseniz, dengenizi kaybettiğinizde destek bulamazsınız.

Bir işi başarmak için, önce inanmak gerekir. Şüpheci davranırsanız, hedefi net göremezsiniz. Tereddütleriniz varsa, iyice düşünün. Yapabileceğinize hala inanıyorsanız, sizi o saatten sonra kimse tutamaz.

Zirvede buluşmak üzere, iyi çalışmalar.

Emre Türker

Picture: deviantart

25 Temmuz 2009

Last Holiday (2006)

Türkçe Adı: Hayatımın Tatili
Tür: Macera / Komedi / Dram
Yönetmen: Wayne Wang
Süre: 112 dakika
Oyuncular: Queen Latifah, LL Cool J, Timothy Hutton, Giancarlo Esposito, Alicia Witt, Gérard Depardieu, Jane Adams, Michael Etsime, Susan Kellermann, Jascha Washington, Matt Ross, Ranjit Chowdhry, Michael Nouri, Jaqueline Fleming, Kendall Mosby
Sıradan bir gün yaşarken, size üç haftalık ömrünüzün kaldığını söyleselerdi, ne yapardınız? Geriye kalan son anlarınızı nasıl değerlendirirdiniz? Çok pahalı bulduğunuz için gidemediniz yerler, hayallerinizi gerçekleştirmek için cesaret, ya da geri kalan zamanda “neden ben?” isyanlarında çığırtkanlık mı yapardınız? İşte size Georgia’nın hayatındaki ikinci perde…

Bir mağazanın mutfak bölümünde görev yapan Georgia Byrd (Queen Latifah), hayallerini gerçekleştirmek üzere listelemiş, sevgi dolu bir kadındır. Aynı mağazanın farklı bölümünde çalışan Sean’a (LL Cool J) aşık olduğundan, belli aralıklarla bölümünü ziyaret eder.

Georgia ve Sean, olası ilişkilerine hazırlık konuşmaları yaparken, Georgia dolabın kapağına başını çarparak ufak bir kaza geçirir. Hastaneye gittiklerinde doktor, Georgia’ya hiç beklemediği bir haber verir. Beyninde tedavisi adına geç kalınmış tümör tespit edilmiş, kendisine ortalama üç hafta ömür biçilmiştir.

Kendini toparlayan Georgia, hayallerinin ihtimallerini yazdığı defterini çıkaracak, kalan sürede onları gerçekleştirmek üzere tüm parasını harcamaya başlayacaktır.

Last Holiday, en anlamlı komedi filmlerinden biri. Hayalleri gerçekleştirmek üzere beklenen zamanın ertelenmemesi, yaşamı günü gününe ve doyasıya yaşamayı anlatan bu film, kesinlikle izlemeye değecektir.

Emre Türker

Picture: impawards

24 Temmuz 2009

Güzel Yazmanın Püf Noktaları

Eli kalem tutan, okuma yazmayı bilen her birey, beyaz sayfaları kelimelerle süsleyebilir. Önemli olan, yazdıklarını anlaşılır kılmak, okurken akılda hoş izler bırakmaktır. Bunu nasıl başarabiliriz?

Şunu itiraf etmeliyiz ki, okuma ve öğrenmeyle birlikte gelen bilgi birikimi, çok büyük önem taşımaktadır. Okumayan veya okuduklarını analiz etmeyen kişiler, doğru hedefe ulaşamaz. Okuduklarınızı aklınızda pekiştirecek, gerekirse birilerine anlatacak ve konuyu aklınızda tekrar ederek özeleştiri yapacaksınız. Ayrıca; sürekli gazete ve dergi takibinin, genel kültür açısından altın değerinde olduğunu da unutmamak gerekir. Gelelim yazı işine…

Yazarların en çok takıldığı unsurlardan biri, konu bulmaktır. Ne yazacağını bildikten sonra ayrıntılara geçmek, zaten yazar için bir zevktir. “Takıldım kaldım, aklıma hiçbir şey gelmiyor.” gibi cümleler kuruyorsanız, günlük tutarak işe başlayın. “Sevgili günlük; böyle yaptım, şöyle yaptım.” gibi not öbeklerinden çok, düzgün anlatımlara yer verin. Mümkün olduğunca ayrıntıları hatırlamaya, açıklamaya ve yorumlamaya özen gösterin.

Yazdıklarınız sizi tatmin ediyor mu? Konuyu tamamlamanın hemen ardından, sorunun cevabı net verilemeyecektir. Masa başından kalkın ve biraz ara verin. Sonra geri dönüp neler yazdığınızı okuyun. Aradan bir gün sonra veya günün farklı saatlerinde, cümlelerinizi yeniden gözden geçirin. (Özellikle ödev ve tez hazırlarken şiddetle tavsiye edilir.) Tekrarlar sayesinde hatalarınızı bulacak, bu yöntemle gittikçe kendinizi geliştireceksiniz.

Papağan gibi kelimeleri tekrar mı ediyorsunuz? Bulmaca çözün. Kare – çengel fark etmez. Amaç, kelime yetersizliğinden arınmaktır. Aynı kelimeleri kullanmanızın sebebi, alternatifler üretemediğinizden kaynaklanır. Ayrıca aşırı uzun cümleler kurmaktan kaçının. “ve” “veya” “ya da” gibi bağlaçları cümle içinde birkaç kere kullanmak yerine, sözlerinize nokta koyup yeni bir cümleye başlayın. Böylesi çok daha okunaklı olacaktır. Kelime bağlantılarının gereksiz uzunluğu kadar, kısa sözlerle kestirip atmak da hoş olmayacaktır. “Ben gittim, evden çıktım, dışarıda yemek yedim.” olumsuzlukları gibi…

Okuduklarınızı anlayamıyorlar mı? Bazıları, teknik bilgisini fazlaca kullanır. Jargon adı verilen, belli firma ve grupların kendi içinde sık kullandığı kelimeler vardır. Örneğin telekomünikasyon alanında çalışanlar, kontörlü hatları prepaid, faturalı hatları postpaid olarak tanımlar. Teknoloji uzmanları ise, neredeyse farklı bir dil kullanmaktadır. Sözlerinden ve yazdıklarından hiçbir şey anlamazsınız. Böyle teknik ağırlıklı konularda, elden geldiğince kolay açıklamalarda bulunun ki, okuyanlar anlamaya çalışırken konudan kopmasın. Unutmayın, kimse sizin kadar işin tekniğini bilmek zorunda değildir.

Giriş cümleniz ve konuyu sona bağlamanız, önem taşır. Bu uyuma dikkat edin.

Düzgün anlatımla gelen hatırda adeta melodik bir hava bırakmak, yazıda etkili olacaktır. Örneğin; “Adam ateş etti ve vurdu.” yerine, “Silahın namlusundan süzülen kurşun, müthiş bir patlamayla birlikte hedefe yönlendi ve rengârenk tabelanın ortasındaki yerini aldı.” gibi…

Cümlelerde renkliliği yakalayamadınız mı? Konuşma dilinde, pek edebi anlatımlarla karşılaşmayız. “Oraya gittim, buraya akşamdan sonra tekrar geleceğim” gibi standart sözlere yer verilir. Fakat okuyucu, farklı şeyler görmek ister. Bu farklılığı ve rengi oluşturmak için, bazen benzetmelere yer vermek gerekir. “Adamda öyle bir cesaret vardı ki, kimse yanına yaklaşamadı.” yerine, “Adamdaki yürek, ateşi sönmez bir mangal gibiydi. Aslan kükreyişini andıran ses tonu, etki alanındaki bölgeye girişleri engelliyordu.” gibi…

Genele hitap etmek istiyorsanız, sert tepkilerden ve yanlı tutumlardan uzak durun. Elden geldiğince terazideki dengeyi sağlamak için bölmelere eşit ağırlıklar koymaya, yani tarafsız yaklaşmaya özen gösterin. Bilmediğiniz konularda ahkâm kesmek yerine, gerekirse araştırma yaparak birikimlerinizi tecrübenizle destekleyin.

Sizi anlamıyor ve sürekli eleştiriyorlar mı? Eleştiri güzel bir şeydir. Hataları görmenize yardımcı olur. Fakat yıkıcı sözlere takılmayacak, yapıcı eleştirilerden ders alacaksınız. Böylesi çok daha iyi olacaktır.

Ayrıca yapıtlarınızda kendinizi övmeyin, bırakın sizi başkaları değerlendirsin.

Bazıları çok iyi okuyucudur ama anlatmayı başaramaz. Bu durum, herkesin mükemmel tablolar çizemeyip, resimlere bakmaktan keyif alması gibidir. Herkesin kendine has bir yeteneği vardır ki, “ben niye onun gibi yapamıyorum?” şikâyetleriyle sıkılmanız gerekmez. Şarkı söylemek, resim yapmak veya yazmak içinizden geliyorsa, içinizdeki sese kulak verin. Gerekirse sırf kendiniz için yapın. Bu sizin mutluluğunuz için yeterlidir.

Şimdiden kaleminize sağlık…

Emre Türker

Picture: deviantart

23 Temmuz 2009

17 Again (2009)

Türkçe Adı: 17 Yeniden
Tür: Komedi / Dram / Romantik
Yönetmen: Burr Steers
Süre: 102 dakika
Oyuncular: Zac Efron, Leslie Mann, Thomas Lennon, Matthew Perry, Tyler Steelman, Allison Miller, Sterling Knight, Michelle Trachtenberg, Adam Gregory, Hunter Parrish, Mario Cassem, Katerina Graham, Tiya Sircar, Melissa Ordway, Melora Hardin, Brian Doyle-Murray, Josie Loren, Jim Gaffigan, Collette Wolfe, Tommy Dewey, Lorna Scott, Kodi Kitchen, Ellis Williams, Diana-Maria Riva, Nicole Sullivan, Margaret Cho, Larry Poindexter
1989 yılında popüler bir basketçi olan Mike O'Donnell (Zac Efron), şimdiki eşi Scarlett (Leslie Mann) ile evlenmek için yaşamını tamamen değiştirmiştir. Mike, birliktelikleri boyunca geçen zamanda yaşanan olumsuzlukları evliliğine bağlamış, Scarlett’i bir şekilde sorumlu tutmuştur. Çocukları Alex (Sterling Knight) ve Maggie (Michelle Trachtenberg) ile fazla ilgilenmeyen Mike, boşanmanın eşiğine gelir.

Geçmişe dönmeyi hayal eden Mike için bir mucize olur ve zaman değişmese de, 17 yaşına geri döner. En iyi dostu Ned’le (Thomas Lennon) bu mucizeyi paylaşarak, ne yapacağı konusunda ondan yardım ister.

Genç Mike, liseye geri dönmeye karar verir. Fantastik kurgu meraklısı dostu Ned ise, babası rolüne soyunacaktır.

Liseye geri dönüşüyle birlikte Mike, çocuklarını yakından izleme şansına sahip olur. Böylece, geçmişiyle şimdiki hayatını sorgulayarak, doğru ve yanlışlarını bulacaktır.

Eğlenceli bir film olan 17 Again, izleyiciyi kendisine bağlamayı başarıyor. Hayatla ilgili ufak tefek dersler de veren yapım, türünden hoşlananlar için tavsiyedir.

Emre Türker

Picture: impawards

Olumlu Düşünme

Olumlu Düşünme Hakkında Her Zaman Bildiğiniz Fakat Uygulamaya Koymaktan Kaçındığınız Her Şey
Yazar: Vera Peiffer
ALFA Basım Yayım Dağıtım

Prof. Dr. Haluk Yavuzer editörlüğünde, Daryo Bahar’ın çevirisiyle hazırlanan bu kitap, olumlu düşünceyi okuyucuya yansıtma açısından, türünün en iyilerinden olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Önsözünden itibaren etkisini gösteren Vera’nın düzgün anlatımı, basit görünen bir sarkaç deneyiyle devam ediyor. İnsanları esprili benzetmeleriyle gruplara ayırdıktan sonra, onların hayat içindeki birbirleriyle olan bağlantısına yer vererek, olaylara en iyi tarafından nasıl bakılacağı konusunda güzel tavsiyelerde bulunuyor.

Öncelikle; iletişim, stres, endişe, pişmanlık, yalnızlık, hastalıklar, kıskançlık ve haset konu başlıklarında, olağan sorunları maddeler halinde toplayarak işe başlıyor. Her bir detayı sade yazım diliyle anlatarak, akıllarda yer edecek şekilde duygularınıza iniyor. Konuların sonundaki yazıt ve kısa formlarda, maddeleri sürekli tekrarlarla düşüncenize kazıyarak negatif etkilerden kurtulmanız amaçlanıyor.

Kitabı zevkle okuyacak, ayrıntıları not alıp uyguladığınız takdirde, hayatınızdaki değişen pozitif etkiyi mutlaka hissedeceksiniz. Arşivlerde bulunması gereken, tavsiye edilecek bir kitaptır.

Emre Türker

22 Temmuz 2009

NLP

Yüksek Performansa Ulaşmanın Yeni Bilimi ve Sanatı
Yazar: Dr. Harry Alder
Çeviren: Zarife Biliz
Sayfa Sayısı: 228
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5 cm
Sistem Yayıncılık

NLP, Nöro-Linguistik Programlama (Beyin ve Dil Programlaması), başarılı insan profillerinden yola çıkılarak oluşturulan bir çeşit modellemedir.

Yazar, kitapta belirgin örnekler vererek, NLP’yi düşüncelere yerleştirmeyi hedefliyor. Açılış cümlesinde, felçli Christy Brown’un sadece çalışan sol ayağını kullanmaya azimle, edebiyatta dünya çapında ünlenmesinden oluşan güzel bir örnekle anlatımına başlıyor. Özenle hazırlanan bu yapıt, teorik anlatımların yoğunluğu nedeniyle, konular arasında bağlantılardan kopmanıza neden olabilir.

İletişimde beceri kazanma, kariyer, aklın etkin kullanımı, kalıcı ve bilinçli öğrenme üzerine, oldukça fazla uygulama ve örneklere yer verilmiş.

Son bölümde, kitap boyunca tüm anlatılanların bir çeşit sınaması bulunuyor. 21 günlük eylem planıyla, her gün için ayrı ödev hazırlanmış. Uygulamalar sonunda, okuyucuda olumlu bir farklılık ve arzu edilen hedefe ulaşmak için azmin oluşması bekleniyor.

Emre Türker

Picture: amazon

20 Temmuz 2009

Sigarayı Nasıl Bırakabilirim?

Bir işi başarmak için, önce karar vermek gerekiyor. Kararlı değilseniz, her an vazgeçme ihtimaliniz olacaktır. Öyleyse nasıl karar vereceksiniz? “Ben sigarayı bırakıyorum.” diyerek işe başlayabilirsiniz. Elinizde kalan paketin bitmesini beklemeden, kararınızı hemen uygulamaya başlayın.

Sigara içmek için öyle çok nedenimiz vardır ki, aksi savunulduğu takdirde sinirlenmeye başlarız. Sloganlarımız belli… “Başka eğlencem yok, tek masrafım sigara, içmeyince çok asabi oluyorum, yemekten sonra içmem lazım, çok mutluyum, canım sıkkın, terk edildim, işten atıldım, sınavım kötü geçti vs.” Bunlar gerçek sebepler değil, sadece kendinizi kandırmak için uyguladığınız savunma taktikleridir.

İlk karar aşamasından sonra, kendinizi bir boşlukta hissedebilirsiniz. Bu gayet normaldir. Hatta başınız kazan gibidir ve başka hiçbir şey düşünemezsiniz. Sokakta gördüğünüz her şey, size sigarayı hatırlatır. İşte şimdi ikinci aşama geliyor. “İrademe sahibim. En ufak sorunun ardından, hemen sigaraya sarılacak kadar aciz değilim.” Bu düşünceyi başkalarına söylediğinizde size gülebilirler. Hatta “sen mi sigarayı bırakacaksın, en fazla …. kadar süre tanıyorum. En sonunda başlayacaksın.” diyeceklerdir. Bu sözleri söyleyen, sizin sigara partneriniz olabilir mi? Genelde öyledir. İradenize sahip olun. Birilerine bir şeyleri ispatlamak için değil, kendine inandığınız için kararlarınızı uygulayın.

Sigarayı bırakanların çoğu, çabuk kilo alır. Çünkü el alışkanlığı, onları meşgul edecek farklı alternatifler arar. İlk günlerde, kuruyemiş ve çikolata gibi kalorisi yüksek besinlerle vakit aralarında oyalanma taktikleri uygulanır. Belli aşamalardan sonra aldığınız kiloların moral bozukluğu, sigarayı bıraktığınız için pişmanlık duygusu bile uyandırabilir. En iyisi siz hiç böyle atıştırmalıklarla kendinizi oyalamayın. Okuma alışkanlığınızı geliştirin. Aylık veya haftalık dergiler satın alın. Bir süre sonra ilginizi çekecek birkaç tanesinde karar verecek, diğerlerini de arada bir yoklamaya devam edeceksiniz. Dergilerin haricinde, gazete veya kitap okuyabilirsiniz. Hem oyalanacak faydalı alışkanlık edinir, hem de vaktinizi değerlendirmiş olursunuz.

Sigara, sağlınızı ve paranızı tehdit eder. Günlük ne kadar sigara içiyorsunuz? İçtikleriniz için ödediğiniz miktarı, haftalık, aylık ve yıllık olarak hesapladınız mı? Öyleyse bir kumbara edinin. Kumbara yoksa, alternatif olarak kavanoz kullanabilirsiniz. Her gün sigaraya ödediğiniz miktarı, kumbaraya atmayı alışkanlık haline getirin. Daha önce ihtiyaç duyup almak istediğiniz ama fiyatını yüksek bulduğunuz şeyleri düşünün. Göreceksiniz ki, artık onları almak için ufak tefek birikimler elde etmeye başlamışsınız. Düşünsenize, istediğiniz o pantolon için para harcamaktan çekinirken, belki çok daha fazlasını, içinde bulunduğunuz ay içinde sigarayla tüketmişsiniz. Öyle değil mi?

Sigarayı bırakarak, üstünüze sinen ağır duman kokusundan kurtulacaksınız. Dişleriniz sararmayacak ve ağız kokusunun sigara etkileri ortadan kalkacak. Yalnız bununla da kalmayacak, cebiniz veya çantanızda bir miktar daha yer açacaksınız. Çünkü sigara, ortalama 6’ya 8 cm oranında taşımak zorunda olduklarınız arasında yer kaplar.

İçilen sigara başına uygulanan ceza yöntemi de vardır. Örneğin bir karar alır ve o zamanda sigara içerseniz, ceza olarak bir yere para ödersiniz. Fakat cezalardan daha çok, insanın içindeki inancın gelişmesi gerekir. Ceza, korkutarak caydırma yöntemidir ki, insanın yasaklara karşı doğasındaki asiliği düşünülünce, pek caydırıcı olduğu söylenemez. Sigaranın zararlarını akla kazımak, çok daha doğru olacaktır.

Su ve gerçek meyve suyu gibi vücuda yararlı sıvıları içmeye özen gösterin. Abur cubur yiyecekler yerine, meyve yiyin. Sigarayı bırakmanın ardından, böylece vücudunuz rahatlamaya başlayacaktır.

Unutmamak gerekir ki, sigara geçici keyif veren bir araçtır. Sonrasında bıraktığı yorgunluk ve uyuşukluk, anlık keyfin çok daha önündedir.

Sigara içmeden önce, hayat daha kolaydı. Zorlaştırmayın. Bıraktıktan bir süre sonra olumlu değişimi fark edeceksiniz. İçtiğiniz günleri değil, içmeden önceki ve bıraktığınız zamanları anımsamaya çalışın. Böylesi daha kolay olacaktır.

Dumansız hava sahasında, oksijeniniz bol olsun.

Emre Türker

Bu yazıyı sevdiyseniz, Birilerini beklerken, Vaktinizi çöpe atmayın, Sen ve Ben başlıkları da ilginizi çekebilir.

Picture: deviantart

15 Temmuz 2009

Alışverişe Gidiyorum, Tutmayın Beni!

Alışveriş merakı, tüketim çılgınlığının aynasıdır. Özellikle kadınların kıyafete düşkünlüğü ve onlara çocukça sarılmaları, hayret uyandırıcıdır. Birçok kişinin bu alışverişler sırasında mutlu olduğuna ve iyi vakit geçirdiğine hepimiz şahit olmuşuzdur. Belki de o kişi, sizsinizdir.

Kadınlarla alışveriş dünyasını konuşmaktan yorulabilirsiniz. Fakat onlar kolaylıkla yorulmaz. Yarım saat ayaküstü sohbetlerinin ardından oturacak yer ararlar ama alışveriş sırasında saatin nasıl geçtiğini anlayamazlar.

Alışveriş tutkusu, bir anlamda tüketim hastalığıdır. Yoldan çıkardığı kişileri çok zor durumlara sokabilir. Ufak tefek çözümlerle kendimizi frenleyebilirsek, büyüyen felaketlerin önüne geçebiliriz. Ne gibi çözümler üretebiliriz, bir bakalım…

Alışverişe çıkmadan önce liste yapabiliriz. Özellikle kontrolden çıkmamızı sağlayacak olan alışveriş merkezlerine listeyle gidersek, ne alacağımızı kendimize hatırlatabiliriz. Listede bulunanlar önceliklidir. İhtiyaca yönelmek, bize parasal anlamda olduğu kadar, zamandan da büyük tasarruf sağlayacaktır.

“Büyük indirim, olağanüstü indirim, 2 alana 4 bedava” (biraz abarttık galiba) gibi aklınızı kontrolden çıkaracak yazılara dikkat! İndirim güzel bir fırsattır. Fakat gereksiz tüketime de davetiye çıkarabilir. Öncelikle kendinize bir sorun. “Buna gerçekten ihtiyacım var mı? (Sorularınızda samimi olun, yoksa hepsine ihtiyacınız olduğuna eminim.)

“Size çok yakıştı.” Duymaya alışık olduğunuz cümle olabilir mi? Bu cümle, satış tekniklerinden biridir. Biraz gülümseyerek ve içten yaklaşımlarla, sizi yoldan çıkarmak için hazırlanmış bu tekniğe aldanmayın. Alacağınız kıyafeti denediniz mi? Aynada baktığınız görüntü hoşunuza gitti mi? Alacağınız her ne ise, gerçekten gerekli mi? Bu sorulara yanıt verdikten sonra fikir danışmak, daha faydalı olacaktır. (Gerçi yine de o size çok yakışmıştır, alacağınız cevap genelde değişmez.)

Kararsız olmayın! Kararsızlık, tehlikelidir. Size yakışmış veya yakışmamıştır. İçinize siniyorsa, huzurluysanız, gereklilik hissediyorsanız, zaman kaybetmeye gerek yok. Artık o sizindir. Alın ve çıkın. Yoksa gözleriniz başka şeyler de aramaya başlar.

Market alışverişlerine göz atalım. Ekmek almaya diye içeriye giriyorsun ama 3 büyük torbayla evin yolunu tutuyorsun. İçinde çikolata, dondurma, meyve suları, çikletler, promosyonlar, fırsatlar, acılar ve tatlılar… Aldanmak istemiyorsanız, liste hazırlamaya özen gösterin. “Benim neye ihtiyacım var?” Promosyon diye aldığınız gıda malzemeleri, belki de tüketmeyi düşünmediğiniz şeylerdi. Abur cubur, tehlikelidir. Yemekten sonra bu küçük atıştırmalıklar öyle bir bağımlılık yapar ki, akşam saatlerinde gözünüz ve düşünsel açlığınız sizi uyarmaya başlar. Artık aç olmasanız bile, açsınızdır. Biraz tatlı, biraz tuzlu arasınız. Şunu aklınızdan çıkarmayın: O alışkanlıklar, kurtulmak istediğiniz kiloların sevgili dostu, sizin de baş düşmanınızdır.

Kredi kartı, tüketim canavarının yardımcısıdır. Kredi kartları olmadan önce insanlar, gittikleri yerlerde cebindeki miktara göre hareket eder, hesap yaparak alışverişlerini tamamlardı. Fakat şimdi kredi kartlarına güvendiğimiz için, hesabı bilmiyoruz. Hesapsızlardan aylıkla çalışanlar, ay sonu ekstrelerini öderken neye uğradığını şaşırırlar. Kazandığınızla harcadığınız arasındaki dengeyi kaybederseniz, kendinize gelmekte zorlanırsınız. Eğer hesabınızı yapamıyorsanız, gerektiği kadar cebinize para koyun ve öyle alışverişe çıkın. (Yine de kredi kartı gereklilik arz eder. Eskiden borcu yazdırmak vardı, şimdiki veresiyeniz bankalardan sağlanıyor. Sadece kendini kontrol için biraz özveri, gerisi kolay.)

Her şeyden önce düşüncelerinizi doyurun. İnsanoğlu doymak bilmez bir canlıdır. Hepimiz insanız ve tüketmeyi seviyoruz. Aman dikkat! Bu tüketim, cebinizi tüketmesin. Dengeyi korumak için hesabınızı iyi yapın.

Alışverişe mi gidiyorsunuz? Güle güle gidin, güle güle gelin. Kolay gelsin.

Emre Türker

Picture: deviantart

14 Temmuz 2009

Hüzün Bitti, Neşeye Gel!

Acının kişiyi ateşlediği söylenir.

Acılı günlerde yazılır, acılı günlerde şarkılar söylenir. Ayrıca dramdan şaheserler doğar.

İnanmayın!

Unuttuğumuz bir şey var. Acı, ağıtlar yaktırır. Acı ses, yanık çıkar. Hüzün bulutları rutubetli ve yağışlıdır.

Kendinizi şartlandırmayı bırakın. Mutluyken de yazabilirsiniz. Eğlenirken dans edebilir, gülerek şarkı söyleyebilirsiniz.

Neşenizi kaybetmeyin. Üzülecek şeyler aramayı, kaşları çatmayı, zorla ağlamayı bir kenara bırakın. Eğlenceli fıkralar ezberleyin. Neşenin kaynağını elinizde tutun ve gerektiğinde hüzünden kuruyan çevrenizdeki bahçeleri sulayın.

Hepimizin gülmeye ihtiyacı var. İçinizdeki yapbozun kaybolan parçalarını mutlulukla yamayın.

Acılıyken bağırmak kolaydık. Marifetinizi neşe çığlıklarında gösterin.

Hayatınız bol güneşli ve açık olsun.

Emre Türker

Picture: deviantart

Uykusuz Gecelere Son

Vakit çok geç oldu. Birazdan güneş yüzünü göstermeye başlayacak. Yatağında dönüp duruyor, fakat uyuyamıyorsun. Saatin akreple yelkovanı kafanın içinde tıkırdıyor. Uykudan önceki bir kâbusu adeta canlı yaşıyorsun. Neler oluyor?

Uykusuzluk, eminim ki birçoğunuzun başına gelen, elinizi kolunuzu bağlayan bir durumdur. Uykusuzluk, gün kavramını bize zehir eder. Gözlerimiz açık olmasına rağmen, algılama yeteneğimiz zayıflar ve başarımız bilinçsiz olarak engellenir. Düşüncelerimizdeki bu yorgunlukla, kendimizi olduğu kadar çevremizi de rahatsız ederiz.

Canınızı sıkan nedir? Sevgilinizle kavga etmiş olabilirsiniz. Belki de ertesi gün çok önemli bir sınava gireceksiniz. Öğleden sonra iş görüşmeniz var ve işi alamazsanız, değerli kariyer fırsatını kaçıracaksınız. Yalnız sorunlarla sınırlı da değil. Tatile çıkmanıza az kaldı. Memlekete dönüp sevdiklerinizle beraber olacaksınız. Belki evlilik yıldönümünüz yaklaşıyor ve sevgiliniz size sürpriz yapacak. Aklı tırmalayan örnekler çoğaltılabilir. Bu kavramlar içimizde yer eder ve bazen sonuçlanıncaya kadar, bazen de sonuçlandıktan sonra bile kendini yineler. Düşüncelerin tekrar tekrar bilinçaltında gösterimi, sıkıntıya davetiye çıkaracaktır.

İşi eve, evi işe taşırken, yaşamımızdaki olumlu gidişata zarar veririz. Bunu yaparken de, çoğu kez bilinçsiz hareket ederiz. Bazı insanlar sıkıntıyı huy edinmiştir. Ne kadar güzel şeyler yaşasa da, sonunda mutlaka sorun arar. Bu tip ruh bataklığı, klasik “çok gülme ağlarsın” lafı gibidir. Kendinizin felaket tellallığını yapmayın. Bu size bir şey kazandırmaz.

Paranızı kaybetmiş olabilirsiniz. Aşık olduğunuz kişiyle ilk günden işler yolunda gitmemiş de olabilir. Ne fark eder ki! Saatlerce düşünün ama paranız geri gelmeyecek. Unutmayın ki, yanmış resimlerin küllerinden çerçevenize fotoğraf çıkaramazsınız.

Çözüm…

Kendinizle ciddi olarak konuşun. Sorulacak soru şudur. Parayı kaybettim. Şimdi ne olacak? Ahlar, vahlar beni tatmin eder mi, yoksa rezil mi eder? Sabahlara kadar uyumazsam, sabah erkenden ödülümü alabilir miyim?

Düşüncelerinizi boşaltın. Ellerinizi gevşetin. Omuzlarınızı serbest bırakın. Derin nefes alın ve kendinizi telkin etmeye başlayın. “Bugün bitti. Şimdi dinlenmeliyim. Düşünme zamanı değil. Uyumalı ve erkenden kalkıp, hayatıma devam etmeliyim. Hazırlıklarımı yaptım. Artık düşünmeye gerek yok. Sabah dinç kalkacak ve her şeyi yoluna koyacağım. Sorunlar bizler için var. Hata yapmadan doğruyu nasıl bulabilirim ki!”

Düşüncelerinizin bir elektrik fişi olduğunu düşünün. Akşam yatmadan önce ışığı kapatırken, onun düğmesini de çevirmeyi unutmayın. Yatmadan saatler önce atıştırmayı bırakın. Belki ılık bir bardak süt, bitki çayı veya sıcak banyo iyi gelebilir. Midenizi tıka basa doldurmayın. Bilinen bir gerçek var ki, dolu bir mideyle rahat nefes alamazsınız. Oksijene yer açın.

Hayatta her şeyden önce sağlınızı gelir. Huzursuzluklar, sizi daha kör noktalara doğru sürükler. Gözlerinizi kapayın ve gevşeyin. Rahatladıkça huzur derinlere işleyecek ve uyuyacaksınız.

İyi geceler…

Emre Türker

Picture: deviantart

09 Temmuz 2009

İki kişilik Bir Aşk

Önce tutku vardı.

Barın uğultulu seslerindeki dans eden insanların arasından gördü kadını erkek. Kadın, gözleriyle onu adeta delip geçiyordu. Gülümsemeler sesleri kesti. Artık sadece iki kişi vardı. İçkilerini yudumluyorlar, hafif sallantılar içinde birbirlerini süzüyorlardı.

Aşk, iki kişi arasında yaşanır.

Kadının yanına geldi. Tedirgindi. Hafif bir reddedilme korkusu, biraz panik ve mor ışıkların altında parlayan bedene sahip olma arzusu. Dumanı tütmeyen bir ateşti parlayan, etkisi şimdilik bilinmez bir denklem.

“Merhaba!”

İlk hamlenin kimden geldiği belli değildi. Belki gözlerin hareketi, belki bedensel gösteri, belki de selamlaşma anındaki ilk kelimeler…

Aşk, eğlenceliyse güzeldir.

Anlık bir öpüşmeydi başlangıç. Gecenin ardında yaşananlar, iki kişi arasında gizliydi. Bir baloncunun yanından geçerken satın alınan renkli dünyalar bırakıldı havaya. Yolda dans edildi, evde dans edildi. Sonradan yine birlikte, hayatta dans edildi. Raks, güzeldir.

Aşk, kıskançlıkta tehlikelidir.

Kiminle olduklarını sorguladılar. Sözde kıskançlık yoktu, sadece eylemdeydi gizli atışmalar. Oysaki birlikte olsalar da, olmasalar da, bedenler her an kaçamak yapabilirdi. Birbirini seçen yine iki kişidir. Kıskançlık güzeldir ama fazlası huzursuzluk belirtisi…

Aşk, yorumsuzdur.

Arkadaşları birbirlerine karşı kışkırttı onları. Arkadaşlar dostça yaklaştı ama şeytana davetiyeydi anlattıkları.

Aşk, renkliyse güzeldir.

Sek içilen tek içimlik alkolden uzaklaştılar. Artık onların birlikteliği kokteyldi. Tutku, arzu, sevgi, özlem, paylaşım, titreşim, bağlılık, bağımlılık, zamansızlık, kaçış, kavuşma, çılgınlık, yazışmalar, atışmalar, özürler, teşekkürler…

Virgül…

Aşk, noktalandığında ders verir. Fakat virgüllerde gezinenler, noktayı hayatlarının son anında koyarsa, unutulmaz olurlar.

Erkek kadının elinden tutarken, az sonra hayata veda edeceğini düşünmeden gülümsüyordu.

“Hep seni sevdim. Kimi zaman kaçmak istedim. Anladım ki kaçmalar senden değil, kendimdenmiş. Bu hayatta yaşadığım en güzel şeydin sen. Sana bu sözleri söylerken, hiçbir zaman sıkılmadım. Elimi bırakma, son an’a kadar hissetmek istiyorum sıcaklığını. Yaşam seninle güzeldi, yaşam halen güzel. Gitsem de, geride bıraktığım şeylerle seni sevmeye devam edeceğim.”

Nokta…

Emre Türker

Picture: deviantart

Diary of a Sex Addict (2008)

Türkçe Adı: Bir Kadının Seks Günlüğü
Orjinal Adı: Diario de una ninfómana
Tür: Dram / Erotik
Yönetmen: Christian Molina
Süre: 95 dakika
Oyuncular: Belén Farba, Leonardo Sbaraglia, Llum Barrera, Geraldine Chaplin, Ángela Molina, Pedro Gutiérrez, José Chaves, Jorge Yaman, Antonio Garrido, Jaume García Arija, David Vert, Javier Coromina, Judith Diakhate, Natasha Yarovenko, Laura De Pedro
İyi eğitimli Valere –Val- (Belén Farba), ilk cinsel deneyimini 15 yaşında gerçekleştirmiş bir nemfoman, yani cinsel açlık çeken isterik kadındır. Birçok erkekle kural tanımadan birlikte olsa da, duygusal yönünü kaybetmez.

Çok sevdiği büyükannesini kaybettikten sonra, işini ve hayata bakış açısını değiştirmeye karar verir. Yaşadığı ilişkiler, iş dünyası ve erkekler arasında gidip gelen Val, karmaşık ilişkilerinde kendini bulmaya çalışacaktır.

İspanyol yapımı film, Valerie Tasso’nun aynı adlı romanından uyarlanmıştır. Afiş görüntüsündeki kadın resmi, orijinalinde çıplaktır. Erotik görüntüler içerdiğini söylemeye bile gerek yok sanırım.

Emre Türker

Picture: moviegoods

08 Temmuz 2009

Kelimeleri Bağlama Tekniği

Domates bir gün Biberin yanına gelip dostça konuşmuş.

“Seninle çok iyi bir ikili olacağımızı düşünüyorum. Fakat yumurtayı da unutmamak gerek.”

Domates’in söyledikleri Biber’in hoşuna gitmiş. Demiş ki; “Yumurta, sen ve ben, Menemen’de bir araya gelelim. Harika tat alacağımızı düşünüyorum.”

Aradan birkaç hafta sonra, yumurta, biber ve domates, Çay’ın akan sularının kenarından geçerek, Menemen’e varmışlar. Sohbetleri çok iyi geçmiş. Biraz tuzlu atışmalar yaşansa da, “tuzsuz olmaz zaten bu derin muhabbetler” diyerek olayı tatlıya bağlamışlar ve bu konuşmaları, çikolatayla pekiştirmişler.

Bu hikâye, ekmeğine yağ sürenlerin üzerine reçel olsun…

Uçuk-kaçık bir hikâyeyle konuya giriş yaptık. Üç arkadaşın fantastik öyküsü, alışveriş listesi için kâğıt-kalem bulamadığım bir zamanda uydurulmuştur. Hafıza tekniklerinde çok kullanılan ve bilinen bu ilginç yöntemi, bilmeyenlerle paylaşmak, bilenlere de hatırlatmak istedim.

Neydi alışveriş listem?

Domates
Biber
Yumurta
Çay
Tuz
Çikolata
Ekmek
Yağ
Reçel

Olağan dışı anlatımlar kolay cümlelerle süslenirse, hafızada daha kalıcı olur. Alışveriş listesini çıplak haliyle ezberlemeye çalışırsanız, unutma riskiniz çoğalır. Fakat bir şekilde onlar arasında bağlantı kurarsanız, aklın ezber makineleri için gerekli yakıtı ateşlemiş olursunuz. Hatta hayal gücünüzü zorladığınızdan dolayı zihniniz parlar. Tüm bu hikâyeleri aklınızda tutarken, uçuk-kaçık bağlantılarınızı hayalinizde canlandırmayı unutmayın.

Kısa listeler haricinde ders gibi diğer konuları da hafızanızda benimsemek istiyorsanız, gece yatarken ve sabah uyandığınızda okuduklarınızı gözden geçirin.

Yolunuz ve zihniniz açık olsun.

Emre Türker

Picture: deviantart

07 Temmuz 2009

Öfkenin Eşiğinde Bir Adam

Öfke nöbetleri geçiren adam, nereye sataşacağını bilmiyordu. Dikkatsizliği nedeniyle tüm parasını kaybettiğinden, patlamaya hazır bir volkan gibiydi. Suçluydu ama bir şekilde acısını başkasına yükleyerek hafifleyeceğini düşündüğünden, kendisini büyüten o kadına kustu öfkesini.

“Sen yaptın!” dedi. “Beni öyle gereksiz şeylerden karmaşaya sürükledin ki, çareyi kaçmakta aradım. Parayı kaybetmeme sebep olanlardan birisi de sensin. Dolaylı ya da dolaysız yoldan, ne fark eder ki!”

Kadın, kendisine söylenenleri çok düşündü. Acaba bu zamana kadar yaptıkları hata mıydı? Bazen fikirler veriyor, bazen görüşlerini paylaşıyor, bazen de kendi çapında ufak tefek yaptırımlara yardımcı olmaya çalışıyordu. “Her şey onun iyiliği içindi.” diye düşünürken, tepki görmüştü. Fikirleri kısmen zararsızdı ama yaptırımları hatalı olabilir miydi?

Düşüncelere boğulan kadın acı çekiyordu. “Her şey senin sayende oldu, teşekkür ederim.” cümlesini duymak için neler vermezdi ki! Hayatı boyunca gereğinden çok fedakârlık etmiş ama ortaya dökülenler sadece hataları olmuştu.

Geceye az kalmıştı. Eve dönüş yolunda dalgın dalgın yürürken, üzerine gelen aracı fark edemedi. Aklında sadece beklentileri vardı ve beklentileriyle beraber karanlıkta kayboldu düşünceli kadın...

Öfkesinin eşiğindeki adam, evine dönüş yolunda sakinleşmeye başladı. Hazırladığı çayı yudumlarken, aklında bir ışık yandı. Flaşlar patlıyordu sanki! Öfke, özlem, pişmanlık, sevgi ve sunulamamış nice sözler geldi hatırına.

“Ne yapıyorum ki ben! Tüm sinirimi sevgi dolu bir kadından çıkardım. Oysa o beni büyütmüş, sevgisini karşılıksız sunmuş, gereğinden çok acı çekmiş, yine de çektirmemişti. Bazı sözler söylenmişse, bunun ne önemi var. İyilikler karşısında istenmeyen birtakım hatalar çok hafif kalır. Ne zaman teşekkür ettim ki ben? Sanırım hayatım boyunca hiç teşekkür etmedim. Üzgünüm tatlı kadın, çok üzgünüm.”

Öfkenin ardından gelen sakin adam, telefonuna sarıldı. Heyecanlıydı…

Kadının telefonunu bir yabancı açtı. Derin solukların ardından gelen bu ses, telaşlıydı.

“Merhaba, hanımefendiyi karanlıkta göremedik. Kurtarmak için elimizden geleni yaptık. Çok üzgünüm. Maalesef o hayatını kaybetti.”

Öfkenin ardından gelen sakin adam, yarım adama dönüştü. Çünkü edilmeyen bir teşekkür ve telafisine vakit bulunamamış bir hata kalmıştı ortada. Hamle doğruydu ama vakit çok geçti.

Ufak tefek hatalar için sevdiklerinizi üzmeyin. Eğer öfkenizi yenememişseniz, sakinleşmek için kendinize vakit ayırın. Dalgalı sular durulduğunda, yapılan hataları daha iyi görürsünüz.

Özür dilemek ya da teşekkür etmek için beklemeyin. Sonra çok geç olabilir.

Emre Türker

Picture: deviantart

06 Temmuz 2009

Tabiatın Gözyaşı

Düşünün!

Pencereden dışarı bakıyorsunuz ve kocaman bir şişe görüyorsunuz. Sokağın az ilerisinde, bir şişe daha. Yukarıdan bir şişe daha geldi. Sanki yağmur gibi yağıyor. Kimi kırılmış, kimi düştüğü yerdeki doğal ahengi bozmuş.

Şimdi de iğrenç bir koku duyuyorsunuz. Burnunuzu kapatmak çare değil, çünkü nefes alırken o pis havayı solumak zorunda kalıyorsunuz.

Havada sigara izmaritleri yüzüyor. Arada bir fosseptik artıkları, çöpler arasında sergiye çıkıyor.

Şimdi de bir makine geçiyor evinizin önünden. Tozu dumana öyle bir katıyor ki, etrafı görmekte zorlanıyorsunuz.

Kirleniyorsunuz. Kirletiliyorsunuz.

Şimdi bunlar nerden çıktı diyeceksiniz.

Deniz kıyısına gittiğimde suya girme şansım varsa, gözlük ve şinorkerimi yanıma alıp yukarıdan denizin dibini izlerim. Denizin pırıl pırıl olduğu zamana denk gelmişsem, değmeyin keyfime…

Hafta sonu kayalıkların arasından suyun altını izledik. Şeytanminareleri gibi birçok kabuklu deniz canlılarının hareketlerini ve balıkların gezintilerini seyrettik. Bu sefer biraz şanslıydık galiba. Suyun altında daha önce deniziğnelerini görme şansım olmuştu ki, birçok kişinin bu canlının nasıl bir şey olduğundan bile haberi olmadığına eminim. Şansım şu yöndeydi; uzun süredir denizatıyla karşılaşmamıştım. Tam 4 tane denizatı gördük. Denizatı ve deniziğnesi, aynı familyadandır. Onları incitmeden sahile taşıyıp, canlıları görsel tanımaları için yakınlarımıza ve sahildekilere gösterdik. Sonra aynı itinayla, yerlerine geri bıraktık. Her ikisi de muhteşem güzel canlılardı.

Bunlar bir yana, denizde birçok alkol şişesi gördük. Kayalıkların tepesinde demlenenler, içtiği şişeleri yukarıdan kayalık aralarına fırlatmış. Yiyecek artıkları, çöpler ve birçok sevimsiz şeyler, gözden kaçmıyor. Sularımız gittikçe kirleniyor. Gerçi son izlenimlerimde temizlik adına biraz da olsa çaba gördüm ki, bu bile suların derinliklerindeki canlı sayısının artmasına yetmiş.

Balık olduğunuzu düşünün. Sonra yukarıda yazımı tekrar okuyun. Her yerde pislikler dolanıyor ve yaşadığınız yer, nefes alınmaz bir hale geliyor. Gittikçe nesliniz tükenmeye başlıyor. Gerçekten korkunç…

Yaşadığımız yerde, tüm canlılar gibi ayakta kalma mücadelesi veriyoruz. Buna rağmen, ortamımızı bozmaktan da geri kalmıyoruz ki, düşündükçe işin içinden çıkamıyor insan.

Emre Türker

04 Temmuz 2009

Bilinç Sularında Yolculuk

Size bir seçim yolu veriyorum.

Boş bir odadasınız ve gözleriniz kapalı!

Sesimi duyuyor musunuz?

Şimdi gözlerinizle değil, düşüncelerinizle hareket edeceksiniz.

Aklınızın gördüğü bölge ikiye ayrılıyor. Siyah ve beyaz… İki renk arası, karar aşamasıdır.

Beyaz yoldan giderken, ışığa açılıyorsunuz. Güneş kendini gösterirken, çiçekler yüzünü ona çevirmiş. Kuş sesleri cıvıl cıvıl…

Siyah yoldan giderken, gece çıkıyor karşınıza. Yıldızlar birer birer sönüyor. Önünüzü göremiyorsunuz. Tek ışık, birkaç metre ötenizde duran ateşböcekleri…

Bunlar gerçekçi değil. Sadece hayalinizde görüyorsunuz.

İster siyah, ister beyaz yoldan gidin. Yolun sonu bir kumsala açılsın.

Şimdi siz düşünün. Gördüğünüz yer, bilincinizin açık denizlerindeki ufuklar olacak. Seçim yollarını kendinize göre ayarlayın. Bilincin gördüğü noktayı hayallerinizle süsleyin. Ne göreceğiniz konusunda kendinizi zorlamayın. Siz sadece yolculuğunuza devam edin ve seyredin.

Bu bir çeşit zihin egzersiziydi. Genelde gördüklerimizle hareket ettiğimiz için, düşüncelerimize pek yön veremiyoruz. Hayal gemisi bunun içindir. Ufuklara açılır ve bilincinizin sularında gezinirken, kendinizi bulursunuz.

Gözlerinizi yalnız uyumak için kapatmayın. Uyku ve uyanık bilinç arasındaki farkı bu şekilde anlayabilirsiniz. Birisi kontrol dışı, birisi kontrole dayalı, yani müdahale şansınız vardır.

Bu arada, yolculuğa çıkarken dilediğinizi yanınıza almakta serbestsiniz.

İyi yolculuklar.

Emre Türker

Picture: deviantart

03 Temmuz 2009

İşkolik Olma, İşini Sev!

Çok çalışarak zirveyi ne kadar zorlayabiliriz?

Çalışmayı ikiye ayıralım.

1- Soluksuz ve kan ter içinde kalarak.
2- Planlayarak ve belli aralıklarda dinlenerek.

İş ortamlarında, bir numaranın daha önemli olduğunu düşünen çoktur. Öyle çalışanlar vardır ki, söylediklerinizi duyamaz. Sizinle konuşurken, birkaç dakika sonra yapması gerekenleri hesaplar. Yemek arası kısa tutulmalı ve bir an önce işe geri dönülmelidir. İşler yetişmez, eleman yetersizdir ve o olmazsa, işler duracaktır. Böyle düşünüyorsanız, işkoliksiniz. Şimdiden geçmiş olsun.

Okul sıralarındaki öğrencilerin eğitim programları, belli bir çizgide yürütülür. Ders saatleri yaklaşık 50 dakika, ders arası molalar 5-10 dakika arasıdır. Bu gelişigüzel hazırlanmış bir program değildir. Çünkü zaman uzadıkça, dikkatler dağılmaya başlar. Bilinir ki öğrenciler, birleştirilmiş blok derslerden nefret eder. Birinci yarı bitip ikinci yarıya geçildiğinde, saatler kontrol edilir. Birçok kişi esner ve kısa şekerlemelere başlar. Blok dersler, molalara bloke koyan derslerdir. Uygulamanın çok fazla başarıyla sonuçlandığını görmedim. Daha fazla emek harcadığını düşünen eğitimcilere duyurulur. Blok dersi seven öğretmenler, soluksuz çalışan grubuna girer.

İki numaradaki çalışma grubu, işlere başlamadan önce strateji geliştirir. Öncelikleri belirleyip, mola saatlerini hesaplar. Mola saati atlanmamalıdır. Fakat mola saatlerini kesin çizgiyle de belirlememek gerekir. “dinlenme vaktini kaçırmışım, çıkmamalıyım” veya “dinlenme vaktini kaçırmışsın, şansını kaçırdın.” Eğer kişi kendini formda hissediyorsa, mola saatini biraz erteleyebilir. Bu normaldir, engellemeyin.

Profesyonel şirketler daha çok kazanır, amatörler ise ayakta kalmaya çalışır. Neden acaba? Profesyonel şirketlerde çalışma zamanı net çizgilerle belirlenmiştir. Şu saatte işe gelinir ve şu saatte çıkılır. Yılda ortalama 2 haftadan başlayan tatil hakkı var. Toplam dinlenme vakti, yemek ve hatta çay saatleri düzenlenmiştir. Amatör şirketler ise, biraz bencilce katı kurallar çizer. İşe geliş saati belli ama çıkış saati belli değildir. Çalışırken yemek yiyebilirsin. Çayını masanda iç, dışarıya çıkma! Bu hafta her gün çalışılacak, vs.

Aşırı disiplin, motivasyonu bozan bir canavardır. Eğer işveren, birkaç dakika gecikenden veya gerçekten hasta olup gelemeyenden para kesmeye kalkarsa, geri dönüşümü kötü olur. Yani personelin performansı düşer ve işler yavaşlar. Dünyada isim yapmış şirketlerin başarısı, çalışanlarına verdiği değerle ölçülür. Bu şirketler çok çalışarak değil, planlı ve düzenli çalışarak yükselir. Büyük patronlar hep söyler “Çalışanımın mutluluğu, şirketimin mutluluğudur.”

Soluksuz çalışırsanız, yorulursunuz. Kaldırabileceğinizden fazla iş almaya kalkarsanız, altında ezilirsiniz. Ama çok fazla işi çözümleyebilecek sistemler geliştirirseniz ve sağlığınız bundan etkilenmeyecekse, bu zaten 2. gruba adım atmak demektir.

İşyerlerinde, çalışanların önünde çok fazla gördüğümüz bir slogan vardır. “Panik yapma, işler yetişir.” Gerçekten öyle. İşleri yetiştirme telaşı içine girerseniz, doğru düşünemezsiniz. Hata yapma riskiniz yükselir.

Çok bunaldığınızda gözlerinizi kapayın. Derin nefes alın ve nefes verirken gevşeyin. Bunu birkaç kez tekrarladıktan sonra, gözlerinizi açın. Rahatlayamadıysanız, biraz temiz hava için dışarıya çıkıp tekrar yerinize geri dönün. Şimdi bunaldığınız o konuya tekrar geri dönün ama bu sefer panik yamadan, olumlu düşüncelerle…

Beyninizin dinlenmeye ihtiyacı var. Molalarınızda iş düşünmek, dinlenmek sayılmaz. İş hayatı ve güncel hayat, ayrıştırılmalıdır. Her ikisini de doya doya yaşamak için, hayatınızı siz seçin. Seçim ardından yaşamınızın nasıl olması gerektiğini planlayın, biraz nefes alın ve eyleme geçin. Zirve sizi bekliyor.

Emre Türker

Picture: deviantart

01 Temmuz 2009

Kıskançlığı Dost Edinmiş Bir Hırs

Bulunduğu kat, ne aşağıda ne yukarıdaydı. Ayak bastığı nokta, henüz kaba inşaatı tamamlanmamış bir yapıydı.

Kenarda bulunan malzemelere yöneldi. Kova, çimento, su ve birtakım aletler, birlikte yan yana duruyordu. Ne yapacağını tam olarak kestirememişti.

Biri daha geldi yanına. Malzemeleri uygun şekilde karıştırdı. Sonra tahtaları özenle birbiri üzerine monte etti ve merdivenin iskelesini oluşturdu. Sıvı betonu iskelet üzerine dökerek, yukarıya çıkmak üzere düzeneği hazırladı. Emin adımlarla çıktı yukarıya.

Aşağıda kalan, ondan çok şey öğrenmişti. Aynı malzemelerle farklı bir yerden hazırladı merdivenini. O da emin adımlarla çıktı yukarıya.

Üst kata ilk çıkan ortalıklarda görünmüyordu. Çünkü bulunduğu yeri değil, daha üstleri benimsemişti. Kafasını yukarı kaldırdığında, diğerinin uzattığı eli gördü. Sinirlendi ve tutmadı elini. Boş yapı üzerinde bir ileri, bir geri dolanmaya başladı.

Soğuk terler akıyordu üzerinden. Acaba o, daha yukarı nasıl çıkmıştı? Atladı, zıpladı ama bir türlü yukarıya çıkamadı. Yedi bitirdi kendini. Elleri uyuşmuş, kalbinin ritmi değişmişti. İçinde bir şeyler düşünmesine engel oluyordu.

Yukarıdaki aşağıya indi. Geri dönmek üzere olanın kolundan tuttu ve geriye çevirdi. Baktı ki alnının üzerinde bir perde var. O perdeyi hemen açtı. Perdenin ardındaysa bir sahne vardı. Bu sahnede dolanan kıskançlık bulutları, şimşekleriyle gösteri yapıyordu.

“ip” dedi. “Yukarıya tırmanmak için kullandığım malzemeydi. Elimi sana uzattığımda, aslında ipi vermek istiyordum. Nedense sen, o ipi almadın.”

İnsan, doğası gereği kıskanç bir varlıktır. Kıskançlık, hayranlığın aşırı doz almış halidir. Öyle çok sahip olmak isteriz ki bazen, sahiplenme duygusu nefrete dönüşür. Etrafta acı bir nefret kokmaya başlar. Bu koku kontrolden çıkınca, dayanılmaz bir hal alır. İşte bu nokta, kendini yeme safhasıdır.

Kıskançlık tehlikelidir. Başarılı merdivenlerinden yukarıya tırmanmak istiyorsanız ve tecrübeliyle tanışma fırsatı yakalamışsanız, nasıl hareket edileceğini iyi izleyin. İzlenimlerinizden aldığınız ilhamla, farklı yollar türetebilirsiniz. Size yol gösterenleri kıskanmayın. İnsan, yeri geldiğinde takdir etmesini de bilmelidir. Bakmayı bilmezseniz, merdivenin ardındaki ipi de göremezsiniz.

Kontrollü hırs, sizi yükseltebilir. Fakat kıskançlığı yanına almış bir hırs, kontrolden çıkar. Görmeniz gerekenlere karşı perde çekilmesi, bundandır. Bazıları şanslıdır ki, perdeyi açması için birileri yardım eder. Fakat çoğu kez perdeyi açması gereken, yine kişinin kendisidir.

Gerçek hayatta insanlar, iki şekilde yukarıya çıkar. Uzatılan elden destek alarak veya el uzatanı yere düşürüp üstüne basarak. İkincisinden uzak durun…

Emre Türker

Picture: deviantart